Günün Sonunda
Tanıl Bora

Aşağı yukarı iki üç yıldır dillere yerleşti, “günün sonunda” deyişi. Siyasetçiler, her nevi uzmanlar, her konunun analizcileri ve her şeyin yorumcuları, sadece onlar değil, günlük hayatta da herkes kullanıyor bu kalıbı. Eskiden “son kertede, son tahlilde” denen ‘şeye’ şimdi böyle deniyor. Daha da eskiden, “netice itibarıyla” veya “nihayetinde, nihâî olarak” denen şeye...

Baştan da söyleyebilirdik; “gerisi teferruattır”la[1] da akrabalığı var, “günün sonunda”nın. Hatice’ye değil neticeye bakan, ona bakarken de zayiatla fazla ilgilenmeyen, ince ayrımları, ince dikkatleri fuzuli addeden ‘önemcilik’ söylemiyle uyuşuyor.

Belli ki, İngilizce “at the and of the day” tabirinin çeviri-uyarlaması. Finally, eventually, yani “neticede, er geç, eninde sonunda” anlamına geliyor. İngilizcede 1950’lerde kullanıma girmeye başlamış, son on yılda falan yaygınlaştı sanırım.[2]

***

Moda tabir, neticede. Yine de, yerini aldığı netice itibarıyla’dan, son kertede/son tahlilde’den ince bir farkı var gibime geliyor bana. Zamanın ruhuna uygun, onu içine çekmiş bir fark…

***

Netice itibarıyla ve son kertede/son tahlilde, sanki aradaki o kertelere, tahlillere, aşamalara, merhalelere, düzlemlere nispeten hürmetkâr ifadeler. Günün sonunda’da ise, bunları düzlemeye, tamamen ehemmiyetsizleştirmeye yönelen bir istidat var. Günün sonu, dümdüz ilerleyen bir sürecin kaçınılmaz vargısını anlatıyor. Günün sonu, kendiliğinden gelir. Ve muhakkak gelir; gün, illâ batar.

Necip Fazıl’ın bağlılarının çok sevdiği dizelerinden biri, ne diyordu: “Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!” İşte, “günün sonunda,” o sonu, batan günle biten vadeyi bir ebed sayıyor adeta… Emellerin ve beklenen büyük sonun vadesini, günlük işletiyor. Uzun vadenin, büyük neticenin, Nihâî’nin ‘hissedilen vadesi,’ en azından, günlüktür. Nihâî’nin hatta Ebedî’nin prekarizasyonundan söz edebiliriz.

Psikanalistlerin, felsefecilerin, edebiyatçıların bahsettiği, anlık sonsuzluk hissini sezdirenden, kemale ermenin doygunluğunu veren ruhsal yaşantıyı anlatandan farklı bir anlamda, küçük ebediyet… Gelgeç bir son anlamında, kısa ömürlü bir nihâîlik anlamında, küçük ebediyet…

Esnaf ufkuna sığan bir nihâî sonuç tasavvuru, göz kırpmıyor mu tabirin içinden? Günlük muhasebe kapanışını yapan Z raporunun ‘dökümünü’ verebileceği bir son tahlil/son kerte…

Bir paradoks da var ama. Sanki gün be gün yenisi sökün edecekmiş zannını verebilecek bir son kerte, bu; her gün yenisi çıkacak –veya tekerrür edecek– bir nihâî netice. Konuşmalardaki tekrarlama sıklığı da, alttan alta, o tekerrür hissini çoğaltıyor.

Velhâsıl, -günün sonunda, diyelim!-, “günün sonunda” tabiri, âcilci bir ruh haline uygun bir tabir. Günlük yaşayan, kısa vadeci ruha uygun bir tabir. Zamanın hızlanmasına uygun bir tabir.

***

Ta ne zaman, Walter Benjamin, zaman deneyiminin fragmanlaşmasından, zamanın artık deneyime izin vermez hale gelen sür’atlenişinden söz etmişti. İnsanı hafızasız, hatırasız kılışından… Günümüzde zaman, Benjamin’in tanıklık ettiği fragmanlaşmayı ve sür’atlenmeyi masum kılacak bir debiyle akıyor. Kapitalist modernliğin hız rejimiyle ilgilenenler, çağdaş kapitalizmin turbo-kapitalizm sıfatına önem verenler, “sür’atli durağanlık”tan da söz ediyorlar; çünkü yatağı değiştiremiyorsunuz -  koştur koştur durağanlık, da diyebilirsiniz.

Veya, zamanın büzülmesinden söz ediyorlar.[3] Hayatımızı çerçeveleyen koşulların istikrarına olan güvenimizin azalmasıyla alâkalı bir hali anlatıyor bu; beklenti ufkuyla ilgili güvenin azalmasını anlatıyor. Bu güvensizlik ve daralma hali, bugünle gelecek arasındaki ilişkide büzülmeye, sıkışmaya hatta düzlenmeye yol açıyor; genel olarak, zaman darlığı hissini büyütüyor. Yine, zaman duygusunun prekarizasyonu diyebiliriz.

Turbo-kapitalizme, kapitalizmin deliren ve delirten sür’atine karşı, zamana hâkim olma mücadelesi cephesi açanlar da var biliyorsunuz: yavaş şehir, yavaş yemek, yavaş gazetecilik…

***

Bu önemci, âcilci, nihâîci, son-kerteci “günün sonunda” lâfı, her yorumda tekrarlanışıyla ve gün be gün dolan bir vadeye ebediyet atfedişiyle, evet, turbo-kapitalizme ve zamanın ruhuna uygun.

***

“Günün sonu” menzilinden ütopyacı bir umut devşirmeye bakabilir miyiz, peki? Ernst Bloch’u, onun “olmuş günün ötesine dönük umut” sözünü[4] hatırlayarak…

“Günün sonunda” lâfının, bir nihâîciliği, âcilci bir son-kerteciliği, adeta gün be gün yeniden-üretilen ve yeniden-tüketilen bir tekerrürle birleştirdiğini söyledik ya… Bloch’un ütopyacı düşüncesi, nihâî ile gün’ü başka bir menzilde buluşturur. Bu düşüncede En Son/Nihayet, zamanın sonunda bekleyen bir şey değil, bizzat onun tarih içinde gerçekleşme sürecidir; yenilik (bugünkü eylemimizle yaptığımız yenilik) ve nihâîlik birbirine aittir.[5] Bloch’ta ‘günün sonu,’ “henüz var olmayan ancak gerçekleştirme sürecinde kendini gerçekleştirebilecek bir nihayet”tir.[6] Günün sonu, güne bağlı; günün nasıl yaşandığına bağlı. Günün sonu, günün kendisi…


[1] https://birikimdergisi.com/haftalik/8761/teferruat

[2] https://www.idioms.online/at-the-end-of-the-day/

[3] Hartmut Rosa: Beschleunigung. Suhrkamp, Frankfurt a.M. 2005, s. 181-185.

[4] Umut İlkesi – I, çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları, İstanbul 2020 (4. baskı), s. 29.

[5] Johan Siebers, “Ernst Bloch’un diyalektik antropolojisi,” Umudun Mahremleştirilmesi (Der. Peten Thompson – Slavoj Žižek), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2021, s. 87.

[6] Umut İlkesi – I, s. 92.