Yeni Soğuk Savaş: Gerçek mi Mit mi?
Evren Balta

Rusya'nın Ukrayna'yı işgali beraberinde pek çok tartışmayı ve tarihsel analojiyi getirdi. Bu analojilerden biri de Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile oluşmakta olan yeni küresel düzeni yeni bir soğuk savaş olarak adlandırmak. Bu yeni bir analoji de değil, Rusya ile Batı ittifakının Kosova krizinden Libya’ya kadar her gerginliği bu kavramla ifade edildi. Üstelik kavram sadece Rusya ile Batı ittifakının gerginliğini açıklamak için değil, aynı zamanda iki büyük güç arasında sıcak çatışmaya evirilmeyen rekabeti tasvir ettiği ölçüde ABD-Çin ilişkisini açıklamak için de sıklıkla kullanıldı.

ABD ile Sovyetler Birliği gerilimi üzerinden tanımlandığında soğuk savaş, birbirini askeri olarak dengeleyebilecek güce sahip iki büyük gücün aynı zamanda ideolojik ve iktisadi kutuplaşmasını ve bu iki devletin etrafında oluşan blokları anlatan bir tarihsel kategori. Bu tarihsel şekliyle soğuk savaş bitti ve bir daha geri gelmeyecek.

Ama öte yandan irili ufaklı pek çok çatışmayı içermesine rağmen büyük güçlerin ilk iki dünya savaşında olduğu şekliyle birbiriyle topyekûn savaşmamasını ifade eden daha dar anlamda “soğuk savaş” artık burada ve bizimle. Nükleer kılıçların bu sefer bambaşka koşullar altında şakırdatıldığı, zorla ulusal sınırların değiştirilmesinin büyük güçlerin yeniden menüsüne girdiği bu yeni soğuk savaş bir öncekinden çok daha tehlikeli.

Bu yeni soğuk savaş bir öncekinden çok daha tehlikeli, çünkü önceki soğuk savaşın aksine, çatışmanın nasıl yönetileceğine dair kurallar, katı ittifaklar ve kimlikler ve bunlara eşlik eden kalıcı/istikrarlı beklentiler yok.

Demokrasi mi Medeniyet mi?

Bu yeni soğuk savaşta ilk soğuk savaşta olduğu gibi iki bloğu birbirinden ayıran keskin ideolojik sınırlar ve kamplar yok artık. Her ne kadar kimileri yeni soğuk savaşın ideolojik sınırlarının demokrasi ve otoriterlik ekseninde çizileceğini söylese de dünyanın önemli bir bölümünün melez rejimlerin altında yaşadığı, Batı bloğunun kendi içinde yaşanan demokratik gerileyişin hızlandığı bir dönemde demokrasi ve otoriterlik ekseninin en azından kısa dönemde keskin bir ideolojik kutuplaşma hattı olmasını beklemek pek gerçekçi değil.

Hiç kuşkusuz demokrasi söylemi Batı bloğunda güç kazanabilir ama bu söylemin gerçek bir siyasi gündeme tahvil edilmesi otomatik olarak gerçekleşmeyecektir. Tıpkı şimdi olduğu gibi tek tek ülkelerde demokratik kriterlerin gerçekleştirilmemesi kulübe dahil olmanıza engel olsa da stratejik işbirliği kanallarının kapatılması anlamına gelmeyebilir.

Bu yeni soğuk savaşın ideolojik hattının demokrasi-otoriterlik ekseninden daha ziyade zaten oluşmakta olan “medeniyet” ekseninde çizilmesi de bir diğer olasılık. Soğuk savaş sonrasında Rusya, dünya kapitalist düzenine alternatif bir sistemin ideolojik liderliğinden vazgeçmiş, ancak Batı’ya farklı bir medeniyet olduğu ve Batı’nın küresel sistemde hak etmediği bir konumu işgal ettiği vurgusundan vazgeçmemişti. Bu vurgunun ise ciddi bir alıcı kitlesi var çünkü Batı dışı dünyanın hassasiyetleri ile büyük oranda örtüşüyor.

Ukrayna savaşı pek çok ülkede iç politikadaki ana fay hatlarından biri olarak Batı karşıtlığını keskin bir şekilde ortaya çıkardı ve Rusya’nın işgalinin Amerikan hegemonyasına yönelik ciddi bir meydan okuma olduğu düşüncesi oldukça popülerleşti. Bu anlatılarda Batı her şeye gücü yeten ama aynı zamanda çökmekte olan bir güç. Kendi değerlerini dünyanın diğer bölgelerine şiddetli bir kesinlikle dayatan ama kendinden duyduğu şüphe ve değerlerinin yozlaşması nedeniyle başarısızlığa mahkûm bir kâğıttan kaplan.

Kısacası bu yeni soğuk savaşın ideolojik ekseni için ortada iki farklı anlatı var: demokrasi karşısında otoriterlik ve Batı medeniyetlerinin karşısında farklı medeniyet anlatıları. Bu her iki anlatının da tam bir hakimiyet sağlayamayacağını, ulusal rejimlerin karakterinin, uluslararası ittifaklar gibi onlarca faktörün etkisinde her gün yeniden şekillenen bir büyük mücadele alanı içinde belirleneceğini tahmin etmek zor değil.

Ekonomik Rekabet

Bu yeni soğuk savaşta ilk soğuk savaşta olduğu gibi iki bloğu birbirinden ayıran keskin bir iktisadi kamplaşma da yok artık.  İlk soğuk savaş kendi içinde birbiri ile iktisadi ilişkisi güçlü ve birbirine alternatif iki ekonomik dünyada cereyan etmişti. Oysa bu yeni soğuk savaşa yeryüzündeki hemen her ulusal ekonominin birbiri ile güçlü bağlantılarının olduğu, birbirine bağımlı tek bir ekonomik dünyada girdik. Her ne kadar özellikle pandemi sonrasında bu tek ekonomik evren giderek daha fazla parçalı hale gelmeye, ulusal ve bölgesel dinamikler küreselleşme karşısında güç kazanmaya başladıysa da enerji piyasalarından finansal araçlara kadar güçlü bir iç içe geçmişlik söz konusuydu. Örneğin 2021'de Avrupa kıtasının petrol ithalatının %25'ini ve gaz ithalatının %40'ını Rusya karşılıyordu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin küresel ölçekte yarattığı en büyük dönüşüm ve etki Rusya’nın son derece hızlı bir biçimde ve mümkün olduğunca kapsamlı araçlarla bu iç içe geçmiş dünyadan çıkarılması oldu. Hatta öyle ki Rusya’nın enerji arzına bağımlı Avrupa devletlerinin çoğu çok kısa zamanda bu enerji ihtiyacını azaltacakları alternatif arayışına girdiler. İklim uyumlu enerji politikaları ve kömür madenlerinin yeniden açılması aynı anda gündeme geldi. Rusya’nın küresel piyasalardaki rezervleri donduruldu, Rusya Swift gibi neredeyse dünya ticaretinin %95'ini kapsayan ödeme sistemlerinden çıkarıldı. Kısacası Rusya gibi küresel kapitalist sistemin merkez ülkelerinden birinin sistemin temel araçlarıyla bağlantısı hızlı bir biçimde koparıldı.

Ancak bu durumun orta vadede Batı dışı dünyadaki en önemli sonucunun ulusal ve bölgesel alternatiflerin hızla geliştirileceği bir ekonomik milliyetçilik olma ihtimali kuvvetli. Nitekim Rusya’ya uygulanan yaptırımlar karşısında zaten dolaşımda olan doların egemenliğine son verilmesi gerektiği, ulusal paralarla ticarete geçişin önemi, küreselleşmenin temel araçlarından olan Swift gibi mekanizmaların yerine yeni tipte mekanizmaların oluşturulması fikirleri yaygınlık kazanmaya başladı. Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi ülkeler farklı gerekçelerle de olsa ekonomik yaptırımlara uymayacaklarını açıkladılar.

Üstelik Batı ülkelerinin içinde bile yaptırımlar konusunda yüzde yüz bir uzlaşı sağlanamadı. Batı dünyasının siyasi coğrafyasını son on yılda baştan aşağı değiştiren popülist güçler Rusya’ya yönelik yaptırımları kendi ülkelerinin ekonomisine zarar vereceği gerekçesiyle eleştirdikleri gibi, bu yaptırımların haksız ya da ağır olduğunu söylemekten kaçınmadılar.

Kısacası bu yeni soğuk savaş kapitalizm karşısında sosyalizm gibi bir iktisadi alternatif ve bu alternatifin etrafında şekillenen bloklardan ziyade, ekonominin küresel bir baskı aracı olarak araçsallaştırılmasıyla belirlenecek. Ekonominin bir silah olarak kullanılması karşısında da özerkliklerini arttırmak isteyen ülkelerde hem ekonomik milliyetçiliğin hem de iktisadi ilişkileri ve araçları çeşitlendirme arzusunun güçlendiğine tanıklık edeceğiz. Branko Milanoviç’in söylediği gibi herkesin kapitalist olduğu ama farklı kapitalizmler arasında yarışın hızlandığı bir dönem bu.

Katı İttifakların Sonu mu?

Bu yeni soğuk savaş manyetik kutuplar gibi hareket eden iki güç arasında sürekli ve kurumsallaşmış bir rekabet dönemi değil. Bir önceki soğuk savaş döneminde olduğu gibi Rusya ve Amerika (ve hatta Çin) küresel ölçekte ne rakip ideolojik projelere öncülük ediyorlar ne de rakip iktisadi sistemlere. Yeni soğuk savaş terimi ulusal anlatıların medeniyet anlayışlarını şekillendirdiği, ekonomik milliyetçiliğin güçlendiği, kuralların ve kurumların belirsizliğinin devam ettiği bir gergin uluslararası ilişkiler sisteminin metaforu.

1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonraki temel zorluk, Rusya'nın yeni küresel düzene nasıl dahil edileceğiydi. Soğuk Savaş sona ererken Rusya ne mağlup bir güçtü ne de Soğuk Savaş'ın kazanan tarafı. Geride kalan otuz yılda bu ne kazanan ne de kaybeden ülkenin temel uluslararası kurumlara ve düzene entegrasyonu sorunu hep gündemde kaldı, ancak ne siyasi ne de iktisadi olarak bu yeni dönemin yeni sorunlarına çözüm bulunamadı. Soğuk Savaş'ın temel kurumları ağır bir makyaj altında işlemeye devam etti.

H. Carr, 1918'de Büyük Savaş'ın sona ermesinden sonraki 20 yıllık süreci uluslararası sistemde ne güçler dengesinin ne de temel siyasi ve iktisadi sorunların çözülebildiği ve İngiltere’nin hegemonik iddialarının zayıflamasına paralel olarak birçok sorunun daha da şiddetlendiği bir 'yirmi yıllık' kriz' dönemi olarak nitelendirir. Bu yirmi yılık kriz bütün insanlık tarihinin en büyük sıcak savaşı ile sona erdi. Bugünden geriye baktığımızda, geçen otuz yılda uluslararası sistemin temel sorunları sürekli olarak hasır altı edildi. Ukrayna savaşı işte bu otuz yıllık geçiş döneminin (belki de ilk) sonucu.