Hayat Pahalılığı ve Haysiyet
Tanıl Bora

“Hayat pahalılığı havada bir lâf, mücerret bir tâbirdir. Fiyatların yükselmesi de mücerret şeylerdir. Gerçek olan şey, vatandaşın satın alma kabiliyetindeki artma ve    eksilmeden ibarettir. Günde otuz lira kazanan için 170 kuruşluk şeker pahalı değildir. 30 kuruşluk ekmek sudan ucuzdur. Fakat günde iki lira kazanan için her şey ateş bahasına pahalıdır. Hele işsiz bir vatandaş için bugünkü hayat cehennemden beterdir.”

Esat Âdil Müstecaplıoğlu, 4 Ekim 1950’de Gerçek’te yazmış bunları.[1] Yine o sıralar yazdığı başka makalelerde, 1950 yılının son aylarında hayat pahalılığının, on yıl öncesine nazaran aşağı yukarı beş misli yüksek olduğunu işlemiş.

Yine '50'ler soluna bakacak olursak, Dr. Hikmet Kıvalcımlı'nın dinin içinden konuşmasıyla ünlü meşhur Eyüp Sultan konuşmasında (1957) en fazla geçen kavram pahalılıktır. (29 sayfada 23 kez) [2] Hayat pahalılığının bir paradoksu olarak, iki yerde vurgulayarak, "devletin pahalığına" çatması etkileyicidir: "Sanayii ilerlememiş, sanayii düşük bir millete pahalı devlet ne demek? Nedir bu pahalı devlet, vatandaşlar?" "Bu pahalı devlet nedir vatandaşlarım? Bu fukara millete, bu lüks devlet yaraşır mı vatandaşlarım?"

Hayat pahalılığı açıklamaları - bir şema

Hayat pahalılığı yeni bir şey değil, şimdilerde tanık olduğumuz hayat pahalılığı Cumhuriyet tarihi listelerine girecek bir ağırlıkta ve vahimlikte olsa bile... ilk defa olmuyor. Yeni olan, böylesi görülmemiş olan, siyasî sorumluluk sahiplerinin şu son aylarda hayat pahalılığını karşılama şeklidir. Kaç aydır, hayat pahalılığı haberleriyle beraber, iktidar mahfillerinin hayat pahalılığı hakkındaki yaratıcı izahatları, gündemin sabitleri arasında bulunuyor.

Çeşit, çoktur. Zihnimize mukayyet olmak için, hayat pahalılığına getirilen resmî açıklamaları tasnif etmeye çalışalım.

İlk büyük ayrım, hayat pahalılığının varlığını inkâr eden (I) ve kabullenen (II) açıklamalardır, Bunlar da kendi içinde ikiye üçe ayrılıyor.

I- Hayat pahalılığının varlığını inkâr eden açıklamalar.

1- Tezvirat tezi. Buna göre aslında pahalılık, enflasyon, yoksulluk, işsizlik söz konusu olmayıp, bunların olduğuna dair kötü niyetli söylentiler ve söylenmelerle ortalık bulandırılmaktadır. Sorumlusu esasen muhalefettir. (Solun hiç memnun olmayıp her şeyi kötüleyen zihniyet bozukluğunu da b) şıkkı olarak ekleyebiliriz.)

2- Nankörlük tezi. Otomobil sahipliğini, buzdolabındaki sucuğu, cepteki telefonu ortada geçim zorluğu diye bir şey olmadığına delil gösteren bu izah tarzı, halk arasındaki ananevî “söylenip duruyorlar ama millette para var” rivayetine yatırım yapar. İktidarın temin ettiği refah artışıyla şımaran millet, nankörlük ediyordur. (Bkz. aşağıda: II-3a ile de bağlatılıdır.)

3- Sınıfsal gaflet. Kendi haşem kuşam bolluğu içinde, herkesin zaten kilerinin dolu olduğunu, herkesin zaten muhakkak dolduracak bir kileri olduğunu varsayanların müstehcen hayreti. "Pasta yesinler"e yanaşık.

II- Hayat pahalılığının varlığını kabul eden açıklamalar.

1- Komplo tezi. Komplo zihniyetinin bütün açıklamaları bitiren açıklama kalıbının meseleye uyarlanması.

a- Dış güçler, dünya. "Küresel sermaye," uluslararası finans çevreleri, Amerika... Siyonizme kadar yolu var.

b- İç güçler. Erken cumhuriyet diliyle: muhtekirler. "Faizcilerle" aynı soydan, helâl olmayan kazanç peşindeki hırslı kötüler. ("Kötü" olma noktasında, dış güçlerle iltisaklı...) Fâhiş fiyat koyan market zincirleri.

2- Apoloji. Bahane, mazeret üretimi.

a- Normalleştirme tezi. Hayat pahalılığının, enflasyonun, adeta iklim krizi gibi, bütün dünyayı saran bir belâ olduğun "fikri." Pahalılığın, enflasyonun mevsimler gibi gelip gittiğini (ki iklim krizi çağında onların da nereden gelip nereye gittikleri belli olmuyor), değişeceğini telkin ederek, sabır istemek. “Halledeceğiz” ipine un sermek.

b- "Eskiden çok daha kötüydü" tezi. Kendilerinden evvel, hele '90'larda enflasyonun, hayat pahalılığının feci olduğunu, hele tek-pati devrinde nice mal ve hizmetin varlığının bile hayal edilemeyeceğini hatırlatmak (yukarıdaki I-2 ile ve aşağıdaki III-3a ile de alış verişlidir).

3- Karşı-atak: Takaza etmek. Bu, agresif stratejidir. Hayat pahalılığından yakınanlara yönelik suçlamalarda kendini gösteriyor.

a- Şükür şantajı. Allahtan veya beşerden gelen iyiliğe minnet duymak, yani şükür, dindarlar nezdinde, küfre ve günaha düşmekten sakınmanın ve Allaha itaatin bir icabıdır. Bu icabı kafaya kakarak, lokmanın ve hırkanın kıymetini bilmeyi ihtar ediyorlar.

b- Beka davası. Devletin ve milletin varlığıyla ilgili yüksek menfaatleri söz konusu iken, üç öğün açlığı konu etmenin mesuliyetsizlik, aymazlık olduğunu söylüyorlar. (Ezelî dava: "Açları doyurup çıplakları giydirmek," bir "beka" meselesi değil midir?)

Müstekbir dili

İşte, günümüz hayat pahalılığı meselesinde yeni olan bu. Birbiriyle tutarlı da olmayan, tutarlılık gözetmeden dokuz diyen otuz diyen "açıklamalar."

Açıklamaların bazıları, daha önemlisi açıklamaların tutarsızlığındaki keyfîlik, hakikat-sonrasının (post-truth) tipik bir örneğiyle karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor. AKP iktidarı zaten nicedir bu zihnin ustasıdır. Doğrulanabilirliğini yanlışlanabilirliğini hatta muhakeme edilebilirliğini hiç takmadan, icabına, kullanışlılığına, yarayışlılığına göre bir "gerçek" söylemekten öte bir hakikatleri mi var?

Hakir görücü bir tavır da kendini gösteriyor burada. Hayat pahalılığından gerçekten mustarip olanların gerçek dertlerine gözleri tamamen kapalı, onları duymazdan gelen müstekbir horgörüsü. Komşusu açken tok yatan, yine nispeten takva sahibi sayılır. Aç yatanın aç yattığını inkâr etmek, aç yatana aslında aç olmadığını söylemek, başka bir şey...

Haysiyet kırıcı bir şey.

Yoksulluk, bizatihî haysiyet kırıcıdır. Geçim sıkıntısındaki insanın, geçim derdinden başka bir şey düşünmesi zordur. Başka bir toplum ve ülke ve insanlık meselesine, ortak iyiye, dünyaya kafa yorması zordur. Hakkının hukukunun peşine düşmesi, kendini söz sahibi vatandaş olarak görmesi zordur. Zorlaşır. Bu bakımdan, yoksulluk bir insan hakları sorunudur. İnsanın asgarî geçim şartlarının güvence altına alınması, onu bu halde koymamanın, onu hak öznesi olarak dikeltmenin koşuludur. Neoliberalizmin diş bilediği sosyal refah devleti fikri bu kabule dayanırdı.

Şimdi, neoliberal iktidar rejiminde, yoksulluğun haysiyet kırıcı baskısına, yoksulluğu hiçe saymanın, yoksulluğu yok saymanın haysiyet kırıcılığı ekleniyor.

Her zaman bir eşitsizlik sorunu, her zaman bir yoksulluk sorunu olan (Esat Âdil'in yazının başında söylediklerine dönün) hayat pahalılığının haysiyet kırıcılığına, onu hiçe sayan, onu yok sayan dilin haysiyet kırıcılığı ekleniyor.

***

Muhalefet, “esas gündemin” mutfak olduğunu, geçim sıkıntısı, hayat pahalılığı olduğunu söylerken haksız değil. Hayat pahalılığını mesele etmek, politize etmek, elbette, olmazsa olmaz... Bununla beraber, Kemal Can'ın hep kızdığı gibi,[3] başka bütün gündemleri bu esas gündemle boğmaya kalkışınca ‘sıkıntı’ oluyor. Hayat pahalılığından mustarip olanların başka meseleleri düşünecek hallerinin olamayacağını, adeta akıllarının başka şeye yetmeyeceğini varsayan ve onları o acze mıhlayan bir zımnî kabulü besleyebilir, bu bakış. Bu da haysiyet kırıcı değil midir?

Bu yıl başında artarda gelen işçi direnişlerini, Umut-Sen Örgütlenme Koordinatörü Başaran Aksu “haysiyet direnişleri” diye tanımlamıştı.[4] Express’in Mart-Mayıs 2022 sayısındaki söyleşisinde de, işçilerin “ücret” dediğinde aynı zamanda haysiyet talebini (ve özgürlük, eşitlik, adalet talebini) yükselttiğini vurguluyor.

İhtiyacımız, insanların sefaletine, çaresizliğine ‘güvenmek’ yerine, bir gelecek tasavvuruna, bir umuda açılmak… Hamasî “güzel olacak” vaadlerinden değil, emek ve irade isteyen şu iyimser olmayan umuttan söz ediyoruz: Her şeyden önce, insanlara haysiyet talebine hitap eden, haysiyet talebini uyaran bir umuttan…[5]


[1] Türkiye'de sosyalizmin bu kenara itilmiş sebatkâr şahsiyeti hakkında Özgür Gökmen’in yaptığı müthiş çalışmadan aldım alıntıyı. Önümüzdeki aylarda kitaplaşacak.

[2] https://radikalhareket.files.wordpress.com/2015/12/hikmet-kivilcimli-eyup-sultan-konusmasi.pdf. Kıvılcımlı'nın 1967'de "İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği"ne öncülük ettiği de biliniyor.

[3] Mesela: https://medyascope.tv/2022/01/23/gundem-degistirme-hic-degismez-mi/

Bu bahsi sürdüren bir başka yazı: https://birikimdergisi.com/haftalik/10301/gundem

[4] https://birartibir.org/cendere-ofke-mucadele/

[5] Ömer Laçiner, Birikim’in 397. sayısının Geçen Ayın Birikimi yazısında ve aslında Birikim’in ilk çıkışında beri, sosyalizmin ekonomik çıkardan fazlasını vaat ettiğini söylerken, bunu anlatıyor.