Türkiye Açılımı, HDP ve Portakal Hikâyesi
Cuma Çiçek

HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın HDP’ye yönelik “Türkiye Açılımı” çağrısını ele aldığım bir önceki yazıda özetle barış ve entegrasyon siyasetini merkeze alan HDP’nin kuruluş hikâyesinin aslında “Birinci Türkiye Açılımı” olarak değerlendirilebileceğini, bununla beraber yeni çağrının Kürt ve Türk sokaklarında karşılık bulabilmesi için kuruluş hikâyesine ilave olarak umut ve güven inşa edici, kurucu ve öncü bir siyasi öznelliği içermesi gerektiğini ileri sürdüm. Bu yazıda, özellikle çatışma çözümü ve barış inşası alanında yapılan çalışmaların ortaya çıkardığı bazı sonuçlara dayanarak tartışmayı sürdürmek istiyorum.

Portakal Hikâyesi

Johan Galtung tarafından geliştirilen Çatışmaları Aşarak Dönüştürmek[1] yaklaşımı bu konuda yol gösterici olabilir. Galtun, uzun süren çatışmalarda tarafların meseleyi sıfır toplamlı bir denklem içerisinde görmeye başladığını, bir tarafın kazancının diğer tarafta kayıp olarak algılandığını belirtir. Bu tür durumlarda çözümün her iki tarafın da faydasına olacağını gösterecek yeni bir hikâye kurmanın, yeni bir “çerçeve” inşasının önemine vurgu yapar. Bunun için de eşitlikçi ve ideal çözümlerden ziyade tarafların ihtiyaçlarını merkeze alan bir yaklaşımın yol açıcı olabileceğini iddia eder. Çoğu durumda üçüncü aktörlerin bunu yapması ve taraflara hatırlatması gerekir.

Bu konuda Galtung’un verdiği klasik örnek portakal hikâyesidir. Bir annenin elinde tek bir portakal bulunur, iki çocuğu da portakalı ister, ancak portakalı paylaşmayı reddeder. Bunun üzerine anne çocuklara portakalla ne yapacaklarını sorar. İlk çocuk portakal suyu hazırlayacağını, diğeri ise portakallı kek yapacağını söyler. Bunun üzerine anne portakalın suyunu sıkıp ilk çocuğa verir, posasını ise kek yapımında kullanması için diğer çocuğa.

Toplumsal çatışmalar şüphesiz portakal meselesi kadar çözümü kolay sorunlar değil. Bununla beraber, buradaki ihtiyaç merkezli yaklaşım yol gösterici olabilir.  

Kürt Sokağı, Türk Sokağı: Farklılaşan İhtiyaçlar

Bugün Türkiye’de kendi içinde heterojen, sınırları değişken, belli zaman ve mekânlarda iç içe geçen, ilişkisel iki farklı kamu var. Kürt sokağı ve Türk sokağı olarak sembolize edebileceğimiz bu iki kamunun ihtiyaçları farklı. Kürt meselesi ve Kürt çatışması kapsamında Türk sokağının temel ihtiyacı ayrılık ve toprak kaybı kaygısının giderilmesi. Çatışma çözümü ve barış inşası alanında yapılan çalışmalar kimlik temelli teritoryal çatışma vakalarının çözümünün zor olduğunu gösteriyor. Üstelik, komşu ülkede soydaş bir devletin olduğu ve uluslararası aktörlerin aktif yer aldığı vakalarda hakim grupta ayrılık ve toprak kaybının arttığını ve çözümün zorlaştığını gösteriyor.[2] Türkiye’nin Kürt çatışmasında her iki boyutun da olduğunu görüyoruz. Türkiye Kürtlerinin kardeşleri Irak ve Suriye’de kendi tarihsel anavatanlarında federasyon ve de facto otonomi formlarında teritoryal yönetimlerini inşa etmiş durumdalar. Her iki alanda da ABD, Rusya gibi küresel ve bölgesel güçler müdahiller.

Öte yandan, Kürt sokağının temel ihtiyaçlarını neredeyse iki asırı geride bırakan şiddet rejimleri karşısında onur ve haysiyetini koruma; kendi alanını, hayatını yönetme; Kürt kimliğini yeni kuşaklara aktarma; yerel ve merkezî ölçekte maddi ve sembolik kaynak paylaşımı ve yönetimine katılma oluşturuyor.

Türkiye Açılımı’nın karşılık bulması ana-akım Kürt siyasetinin Kürt sokağı ve Türk sokağının farklı ihtiyaçlarına aynı anda cevap üretebilmesine bağlı. Bugün HDP’nin temsil ettiği ana-akım Kürt siyasetinin bu konuda dört büyük meydan okumayla karşı karşıya olduğu söylenebilir.   

Şiddet Meselesi

İlk meydan okumayı şiddet meselesi oluşturuyor. HDP’nin hem Kürt sokağında hem de Türk sokağında karşılık bulan kuruluş hikâyesinin esas olarak barış ve entegrasyon siyaseti olduğunu hatırladığımızda, Türkiye Açılımı ilk olarak Kürt meselesinde şiddetsiz çözümün inşasına bağlı. Bu konuda HDP Kürt çatışmasını sonlandırma; bu kapsamda PKK’nin silahsızlandırılması, ordu, polis, köy korucuları gibi aktörlerden ve kurumlardan oluşan güvenlik sektörünün yeniden yapılandırılması gibi boyutları içeren “şiddet meselesinin” çözüm adresi olabilecek mi?

Bu konu gündeme geldiğinde mesele çoğunlukla HDP-PKK/KCK ilişkisi

üzerinden tartışılıyor. Bununla beraber asıl mesele şiddeti arkada bırakacak yeni bir sayfa açmak.  HDP, devlet/hükümet ile PKK/KCK arasında arabulucu, kolaylaştırıcı, temas sağlayıcı gibi rollere sahip bir aktör olmaktan öteye gidebilecek mi? Sorunu çözme iddiasıyla toplumun karşısına çıkıp, çözümün ana aktörü ve adresi olarak konumlanabilecek mi? HDP’nin işinin kolay olmadığını belirtmeye gerek yok. Zira, son temas ve diyalog süreci olan 2013-2015 Çözüm Süreci’nde PKK/KCK bu konuda tek adresin kendisi olduğunu belirtmişti. Öte yandan, Demirtaş dahil HDP yetkilileri bu konuda adres olarak Öcalan’a işaret ediyorlar. Öcalan PKK’nin silah bırakması konusunda olumlu bir rol oynayabilir, destek sunabilir. Bununla beraber, Türkiye Açılımı HDP’nin ana çözüm adresi olarak konumlanmasını ve inisiyatif almasını gerektiriyor.

Dünya deneyimleri barış süreçlerinde şiddet meselesinin çözümü en zor başlıklardan biri olduğunu gösteriyor. Çoğu vaka yıllara yayılan bir dönüşümü ve entegrasyonu gerektirdi. Nitekim Türkiye’nin kendi deneyimi de bu meselenin kolay olmadığını gösteriyor. HDP bu derece ağır bir meseleyi çözebileceğine dair topluma umut ve güven verebildiği ölçüde, somut, uygulanabilir çözümler geliştirebildiği düzeyde Türkiye Açılımı karşılık bulabilir.

Siyasal Programın Belirsizliği

Umut ve güven veren bir siyasi öznelliğin inşasında kanımca ikinci büyük meydan okumayı Kürt meselesinin çözümüne dönük açık ve istikrarlı bir siyasi program oluşturuyor. Zira, bu konuda bugün HDP’nin temsil ettiği ana-akım Kürt siyasetinde bir krizin olduğu söylenebilir. Bu konuda HDP ne Kürt sokağının ne de Türk sokağının ihtiyaçlarını karşılayan bir pozisyonda.

Kürt meselesinde barışı ve çözümü konuştuğumuz 1999 yılından bu yana ana-akım Kürt siyaseti “demokratik cumhuriyet”, “demokratik özerklik”, “yerel demokrasi” gibi farklı siyasi çözüm modelleri ve programları geliştirdi. Söz konusu siyasi programların tamamı uçu-açık ve farklı yorumlara yol veren çerçeveler sunuyordu. Örneğin, demokratik özerklik il ölçeğinde belediyelerin yetkilerinin genişletilmesine dayalı bir ademimerkeziyetten, 20-25 bölgeye dayalı bölgesel bir ademimerkeziyete ya da birleşik otonom bir Kürdistan bölgesine kadar farklı şekillerde yorumlanabiliyordu.

Ana-akım Kürt siyaseti her ne kadar söz konusu siyasi programların birbirinin devamı olduğunu ileri sürse de söz konusu çerçeveler arasında radikal farklar bulunuyor. Örneğin, demokratik cumhuriyet tezinde idari-siyasi yapıya dair hiçbir talep bulunmazken, demokratik özerklik tezi esas olarak merkez ile yerel/bölgeler arasında bir güç paylaşımını talep ediyordu ve Türkiye’deki idari-siyasi yapının yeniden kurulmasını içeriyordu.

Son yirmi yılda farklılaşan siyasal söylemler HDP tabanı içinde göz ardı edilmeyecek bir karışıklık yaratmış durumda. Bugün HDP tabanı içinde yapılacak bir saha araştırması, partinin siyasal söylemleri ve Kürt meselesinin çözümüne yönelik neyi önerdiği hususunda dikkate değer bir kafa karışıklığının ve farklı/çatışan yorumların olduğunu gösterecektir. Bu uçu-açık, farklı yorumlara el veren siyasi söylemler her ne kadar çözüm süreçlerinde “diyaloğu sürdürmek”, “müzakereye alan açmak” gibi görece bir işleve sahip olsa da özellikle müzakere süreçlerinin bittiği zor zamanlarda siyasal ufkun kaybolmasına, kitlelerde demobilizasyona neden oluyor.

Öte yandan, istikrar arz etmeyen bu siyasi programlar Türk devletindeki ve sokağındaki beka kaygısını ve güvensizlik hissini de besliyor. Beklenenin aksine, Kürt siyasetine dair Türk devleti ve sokağında hakim olan “güvenilmez aktör” algısını güçlendiriyor. Özetle, “bunlar anadil diyor ama dertleri Kürdistan’ı kurmak” algısını besliyor, korkusunu büyütüyor. Özellikle müzakere süreçlerinin bitmesiyle birlikte ana-akım Kürt siyasetinin “radikal söyleme” dönüşleri bu konudaki negatif algının daha da güçlenmesine neden oldu. Örneğin, 2008-2011 Oslo Süreci’nde 20-25 bölgeye dayalı bir tür bölgesel ademimerkeziyet öneren “demokratik özerklik” talep edilirken, sürecin bitmesiyle birlikte Demokratik Toplum Kongresi (DTK) “özerk Kürdistan” ilanında bulundu ve uluslararası aktörleri bu özerkliği tanımaya çağırdı. Yine, 2013-2015 Çözüm Süreci’nde “hassasiyetlerden” kaynaklı “demokratik özerklik” yerine “yerel demokrasi” müzakere edilirken, sürecin bitimiyle birlikte çatışmalar kent merkezlerine taştı ve “özerk Kürdistan” inşası söylemleri öne çıktı.

Kürt Sokağının Rasyonalitesi

Bu noktada, üçüncü meydan okumayı HDP’nin Kürt sokağının rasyonalitesini okuma kapasitesi oluşturuyor. Kürt sokağı uzunca bir zamandır barış siyasetine yatırım yapıyor. Hem kendi tecrübesinden hem de Irak ve Suriye’deki kardeşlerinin tecrübesinden demokratik siyaset dışındaki yolların çıkmaz ve yüksek maliyetli yollar olduğunu biliyor.

Kürt sokağının yatırım yaptığı ikinci siyaset entegrasyon siyaseti. Kürtler Türkiyeli, geleceklerini bu ülke içerisinde kurguluyorlar. Bu konuda Kürt sokağında genel bir mutabakat var. Zira, ayrılık siyasetini savunan Kürt siyasi hareketleri ve partileri uzunca bir zamandır olmasına rağmen Kürt sokağının bu partilere sunduğu desteğin sınırları ortada. Öte yandan Kürtler, Türklüğe asimile olmadan, Kürt olarak, kendi dilleri, kültürleri, kimlikleri ve coğrafyalarıyla barış içinde, onur ve haysiyetle, bir kolektivite olarak yaşamak istiyorlar. İşin doğrusu Kürtler, Halkın Emek Partisi (HEP)’in kuruluşundan bu yana esasında iki yüzü olan bu entegrasyon siyasetine yatırım yapıyor.

Bugün Kürtlerin yarısına yakını zaten ana-akım merkez partiler içerisinde siyaset yapıyor, bu yapıları destekliyor. Kürt meselesi etrafında mobilize olan Kürtlerin barış ve entegrasyona dair stratejik yatırım adresi ise HDP. Tüm kuşatmalara ve iç krizlere rağmen HDP’nin toplumsal tabanını koruması partinin siyasi performansından ziyade, Kürt sokağındaki rasyonaliteyle ilgili. Bu noktada Türkiye Açılımı çağrısının karşılık bulması HDP’nin Kürt sokağının rasyonalitesini açık ve istikrarlı bir siyasi programa dönüştürmesine ve bunu etkin bir şekilde temsil etmesine bağlı.

Alternatif Bir Siyaset Alanı

Son olarak, HDP’nin umut ve güven veren bir siyasi öznellik inşası, siyasal söylemi ve temsili kadar alternatif bir siyaset alanı inşa etmesine, bu konuda iyi örnekler oluşturmasına bağlı. HDP’nin bu konuda da ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya olduğu söylenebilir. Zira, otoriter ve totaliter rejimlerle yönetilen ülkelerdeki muhalif siyasi hareketlerin çoğu gibi HDP de mücadele ettiği siyasi sistemin niteliklerini sadece taşımıyor, ayrıca bunları yeniden üretiyor. 

Yerellik, yerindenlik, ademimerkeziyet, çoğulculuk, denge ve denetleme, katılımcılık, kolektivite ve kurumsallık, kaynak bölüşümü, eşitlik, adalet, sivil toplum, medya ve akademi ile eleştirel ilişkilerin kurulması gibi değerleri  ve hedefleri söylemden öteye gündelik hayatta, toplumsal alanda, kurumsal yapılarda inşa edebildiği ölçüde Türkiye Açılımı karşılık bulabilir. Özetle, HDP’nin alternatif bir siyaset alanı inşa kapasitesi ve becerisi de Türkiye Açılımı’nın sınırlarını belirleyecektir.

Bu konuda HDP’nin Türkiye toplumuna ve siyasetine örnek oluşturduğu, bir dönüşüm kaynağı ve referans teşkil ettiği bir alan var: toplumsal cinsiyet. HDP’nin ana taşıyıcı bileşenlerinden biri olan Kürt Kadın Hareketi’nin oluşturduğu örneklik Türkiye Açılımı konusunda yol gösterici dersler içeriyor.


[1] Johan Galtung, Çatışmaları Aşarak Dönüştürmek: Çatışma Çözümüne Giriş (Ankara: USAK Yayınları, 2012)

[2] Will Kymlicka ve Mağda Opalski (Ed.), Can Liberal Pluralism be Exported?: Western Political Theory and Ethnic Relations in Eastern Europe (Oxford: The Oxford University Press, 2012, 13-105).