HDP önceki dönem eş-başkanı Selahattin Demirtaş 05 Temmuz 2022 tarihinde T24’te yayınlanan “iğneyi kendimize” başlıklı yazısında altı partili muhalefet bloku ile HDP arasında bir ortaklık zemini oluşamamasında HDP’nin de sorumlu olduğunu belirtti ve partisini “Türkiye Açılımı” yapmaya çağırdı. Demirtaş’ın yazısında bu konuda dikkat çeken bölümler şunlardı:
“Bugünkü koşullarda Altılı Masa ile HDP merkezli muhalefet arasında kurumsal bir işbirliği pek olası görünmüyor. Bunun en temel nedeni, AKP'nin ürettiği algılar ve muhalefetin bu algılara cesur bir değişim hamlesiyle yanıt verememesidir.
Burada yegâne sorumlu elbette Altılı Masa değildir. HDP'nin de eksikliği ve sorumluluğu vardır. Önce iğneyi kendimize batırmadan, önümüze gelene çuvaldızı batırmanın kimseye bir yararı yok. …
Eğer diğer muhalefetten Kürt açılımı bekliyorsak biz de HDP olarak Türkiye açılımı yapmak zorundayız. Mağdur kimliğimizin bizi ezilmişlik veya öfke psikolojisine sokmasına izin vermeden, özgüvenle tüm Türkiye'yi kucaklamak zorundayız. …
Siyasetin ve şiddetin bir arada olamayacağını bizim de bildiğimizi, bütün sorunlarımıza Türkiye'nin bütünlüğü içinde çözüm aradığımızı ve onurlu bir barış için ciddiyetle çalıştığımızı tüm Türkiye'ye en uygun dille, söylemle anlatmamız gerekir.”
Türkiye kamuoyunda şimdiye kadar hak ettiği ilgiyi görmese de bu çağrı önem arz ediyor. Zira, HDP’nin temsil ettiği ana-akım Kürt siyaseti 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana bir kriz içinde bulunuyor. Bu çağrı söz konusu krizi aşmaya dönük bir dönüşüme zemin oluşturabilir. HDP’nin 3 Temmuz’da gerçekleşen 5. Olağan Kongresi’ne denk gelmesi, bu çağrıyı ayrıca önemli kılıyor.
Öte yandan, Demirtaş söz konusu çağrıyla, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin siyasi, ekonomik ve toplumsal krizi aşmaya dönük yeni bir sayfa açma girişimlerine Kürtleri dahil etme çabalarını sürdürüyor. Türkiye’de rejimin formasyonuyla Kürt meselesinin seyri arasında doğrudan bir ilişki bulunuyor. Yüzyıllık dönem içinde çoğunlukla otoriter rejim inşasında araçsallaştırılan Kürt meselesi çözülmeden kapsayıcı bir demokratik inşa mümkün değil. Demirtaş, böylesi bir dönüşüm sürecinde Kürtlerin de yer alması için muhalefetin tutum almasını beklemeksizin HDP’yi değişime ve tutum almaya davet ediyor.
Birinci Türkiye Açılımı: Barış ve Entegrasyon Siyaseti
Aslında HDP’nin kuruluş hikâyesi ana-akım Kürt siyasetinin bir tür Türkiye açılımıydı. Bundan ötürü, “Birinci Türkiye Açılımı” olarak adlandırılabilir. Zira, HDP, 1991 yılında kurulan Halkın Emek Partisi (HEP) ile başlayan ana-akım legal Kürt siyaseti geleneğinin dönüşümünün ifadesiydi. Üstelik bu dönüşüm, Kürt meselesinde şiddetin sonlanması, diyalog ve müzakere yoluyla sorunun çözümü yönünde toplumda büyük umutlar yaratan 2013-2015 Çözüm Süreci kapsamında gerçekleşti.
Ana-akım Kürt siyasetinin o dönem “Türkiyelileşme” kavramıyla ifade ettiği bu dönüşüm esas olarak iki stratejik hedefi içeriyordu: barış siyaseti ve entegrasyon siyaseti. HDP bir yandan Kürt çatışmasının sonlanması, şiddetin arkada bırakılması anlamında barış siyasetini, öte yandan Kürtlerin Türklüğe asimile olmadan kendi kimlikleriyle Türkiye’nin parçası olacakları bir entegrasyon siyasetini temsil ediyordu.
Bu ikili siyaset hem Kürtler tarafından hem de devlet ve hükümet tarafından o dönem için satın alındı. Ana-akım Kürt partileri, 1991-2014 dönemi içerisinde yapılan seçimlerde %6,5 bandını aşamazken, HDP 7 Haziran 2015 seçimlerinde %13’ü aştı. Kuşkusuz bu büyümeyi sağlayan tek faktör HDP’nin hikâyesi ve siyasi performansı değildi. Kürt meselesinin sınır-ötesi dinamikleri başta olmak üzere başka faktörler de bulunuyordu. Bugün HDP’nin siyasi, idari ve yargı araçlarıyla neredeyse de facto olarak kapatılmış olmasına rağmen çoğu kamuoyu araştırmasının gösterdiği üzere %11-13 bandında gücünü koruması zaten meselenin HDP ile sınırlı olmadığını gösteriyor. Bununla birlikte HDP’nin kuruluş hikâyesi ve o dönem partinin ve lideri Demirtaş’ın göstermiş olduğu siyasi performans da bu büyümenin ana kaynaklarından birini oluşturuyordu.
Barış ve entegrasyon siyasetlerinin Kürtler tarafından satın alındığını gösteren bir diğer önemli gösterge HDP’nin metropollerdeki ve Kürt coğrafyasının batı çeperini oluşturan ve ana-akım Kürt siyasetinin çok zayıf olduğu Gaziantep, Adıyaman, Malatya, Elazığ gibi illerdeki büyümesi. Zira, metropollerde ve Kürt coğrafyasının batı kuşağını oluşturan bölgelerde[1] yaşayan Kürtler, Türkiye Kürtlerinin Ankara ve İstanbul’a en fazla entegre olan kesimini oluşturuyor. Özetle, Kürtler HDP’nin hem barış siyasetine hem de entegrasyon siyasetine destek verdiler.
Kuşkusuz barış ve entegrasyon siyasetinin başarılı olmasında dönemin devlet bürokrasisi ve AK Parti hükümetinin de bu projeyi desteklemesi önemli bir rol oynadı. Nitekim, devlet bürokrasisi ve AK Parti hükümetinin 7 Haziran seçimleriyle birlikte barış ve entegrasyon siyasetine yatırım yapmaktan vazgeçmesiyle bu tablo değişti. Öte yandan, HDP de kuruluş hikâyesini sürdüremedi. Çözüm Süreci’nin çöktüğü ve çatışmaların kentlere taştığı dönemde HDP ne barış siyasetine sahip çıkabildi ne de entegrasyon siyasetini yüksek sesle dillendirebildi.
İkinci Türkiye Açılımı mı?
Demirtaş’ın çağrısı HDP’de “İkinci Türkiye Açılımı” sağlar mı? Bu açılım nasıl bir dönüşümü kapsamalı?
Her şeyden önce bu çağrının karşılık bulması, kuruluş hikâyesinin iki temel siyasetinin güçlü bir şekilde yeniden kurulmasına bağlı. Zira, Kürt sokağı hâlâ barış ve entegrasyon siyasetini en rasyonel seçenek olarak görüyor ve destekliyor. HDP hem devletten hem de kendisinden kaynaklı nedenlerden ötürü 2015 yılından bu yana büyük oranda siyaset dışına itilmiş durumda. Bununla birlikte, HDP dikkate değer bir siyasi performans göster(e)memesine rağmen %11-13 bandındaki toplumsal desteğinin devam etmesi Kürt sokağının barış ve entegrasyon siyasetine yatırımının sürmesi olarak da okunabilir.
Bununla birlikte, bugün kuruluş hikâyesinden öte bir şeye ihtiyaç var. O da güçlü siyasi irade ve öznellik. Zira, kent çatışmalarında HDP aldığı ve alamadığı pozisyonlarla siyasi öznelliğine dair hem Kürt sokağı hem de Türk sokağı nezdinde büyük bir umut ve güven kaybı yaşadı. İlk büyük krizde bir siyasi özne olarak var olamadı.
Yeni Türkiye Açılımı’nın bir karşılık bulması her şeyden önce umut ve güven veren bir siyasi iradenin ve öznelliğin inşasına bağlı. Daha açık bir ifadeyle HDP barış ve entegrasyon siyasetinin aracısı, taşıyıcısı, destekleyicisi, tamamlayıcısı olarak değil, bu siyasetin kurucusu, inşacısı, öncüsü olabildiği ölçüde, bunun gerektirdiği riskleri alabildiği ve kurumsal dönüşümleri yapabildiği düzeyde yeni Türkiye Açılımı yapabilir.
Kuşkusuz böylesi bir açılım her şeyden önce 7 Haziran sonrası dönemin, özellikle de kent çatışmaları döneminin eleştirel bir muhasebesinin yapılması ve yüzleşmeyi gerektiriyor. Kürt sokağında 2015 sonrasında hâkim olan demobilizasyonun en önemli nedenlerinden birini bu muhasebenin yapılmaması ve bu konudaki suskunluğun sürdürülmesi oluşturuyor. Demirtaş’ın Türkiye Açılımı çağrısının karşılık bulması her şeyden önce Kürt sokağında bir karşılık bulmasına, yeni bir toplumsal mobilizasyon yaratacak umut ve güven inşasına bağlı.
Öte yandan, bu çağrının karşılık bulması sadece Kürt sokağına ve siyasetine bağlı değil. Bu çağrının Kürtlerin muhatapları nezdinde de karşılık ve destek bulması gerekir. Çözüm Süreci’nde AK Parti hükümeti ve dönemin devlet bürokrasisi bu desteği sundu. Seçim arifesinde olduğumuz bu dönemde müstakbel iktidar bloku Demirtaş’ın yaptığı ve bir tür ikinci Türkiye Açılımı anlamına gelen dönüşümü destekleyecek mi? Desteklemezse, bu duruma rağmen HDP böylesi radikal bir dönüşümü sırtlayabilecek mi?
Soruları artırmakta ve tartışmayı sürdürmekte fayda var.
[1] Başka yazılarda bu bölgeyi politik olmayan kültürel Kürt bölgesi olarak tanımladım. HDP’nin toplumsal destek bulduğu beş farklı siyasi coğrafya ve bunlarının dönüşümlerini tartıştığım iki yazı için bkz.: 1 Kasım 2015 Seçimleri ve HDP: Kayıplar, Kazançlar ve Sonuçlar - Cuma Çiçek | Birikim Yayınları (birikimdergisi.com); HDP: focus of left-wing opposition beyond pro-Kurdish mobilization | openDemocracy