Irkçılık Nasıl Bırakılır?
Tanıl Bora

Ölümünden yaklaşık bir yıl sonra, kıymetli Osmanlı tarihçisi Mehmet Genç’in Nazizme ve ırkçılığa nispeti hakkında yayınlar çıktı art arda. Dergâh dergisi Şubat sayısında Genç’in 1966’da kaleme aldığı “Nasyonal Sosyalizm” başlıklı makalesini yeniden yayımladı. Beşir Ayvazoğlu aynı ay basılan iki biyografisinde,[1] -biri zaten Mehmet Genç biyografisi, diğeri Erol Güngör-, aralarda, geçerken, Genç’in gençliğinde ırkçılıkla iltisakını ve ırkçılığı bırakışını konu etti.

Mehmet Genç’in ‘şahsî’ ırkçılığının ve ırkçılıktan uzaklaşmasının hakikatini bilemeyiz. Maksadım, Genç’in geçici ırkçılığını âhiren ölçmek, tartmak değil. Onun ırkçılığı nasıl bıraktığına dair kısa hikâyeye bakmak istiyorum. Bu vesileyle, ırkçılığı bırakmanın imkânı ve yolu yordamı üzerine aklımıza gelen soruları sorabiliriz.

*

Önce şu kısa hikâyeyi aktaralım.

Ayvazoğlu’nun Erol Güngör biyografisinde, Genç’in ırkçılık serencâmı daha derli topludur. Burada anlatılana göre Genç, Artvinli olması hasebiyle “Moskof düşmanlığı” ve “milliyetçi duygular” etkisiyle Nihal Atsız’a yakınlık duymuş. Mülkiye’ye girdiğinde “ciddi bir ırkçı” olarak “hummalı bir biçimde ırkçı literatürü okumakta” imiş. Irkçılıkla ilgili yabancı kaynakları okuma ihtiyacı duymuş. “Irkçılığın felsefi temellerini bulmak için” Nietzsche ve Schopenhauer okumalarına yönelmiş. Irkçı literatürü bitirince, “ayakları yere değmiş”. Ayvazoğlu şöyle hülasa eder: “Anlar ki ırkçılık bir yol değildir; sonunda daha savunulabilir ve bizim tarih tecrübemize daha uygun, dindar ve yumuşak bir milliyetçilikte karar kılar.” Bu fikrî değişimde Mülkiye’nin serbest tartışma ortamının etkisine de dikkat çekilir.[2]

Mehmet Genç biyografisinde ise, çalışkan tarihçinin ırkçılıktan uzaklaşması, nispeten dolaylı konu edilir.[3] Buradaki hikâyeye göre, Mehmet Genç lise son sınıfta artık Atsız’ın Türkçülüğünü yeterince radikal bulmuyordur ve “mesafe alabilmek için ırkçılığın felsefî temellerini kavramak ihtiyacındadır”. Ayvazoğlu, Nietzsche ve Schopenhauer’e ilaveten Kleist ve Hölderlin’i katar onun okuma listesine. Çevresinde “Niçe Mehmet” diye anılacak kadar Nietzsche hayranıdır. Yanı sıra, Richard Wagner hayranı –ki anlaşılan en kalıcı hayranlığı, ona.

O ara, hayranlık kadrosuna Hitler de giriyor. Sezai Karakoç’un Diriliş’i için Hitler’in vasiyetnamesini çevirmiş. Kavgam’ı çevirmeye girişmiş olduğuna dair bir rivayet var. Ayvazoğlu, Genç’in Hitler hayranlığını şöyle yorumluyor: “Asla bir antisemit değildi. Hitler’in cinayetlerini tasvip ediyor olması düşünülemezdi, ama onu Birinci Dünya Harbi sonunda iflas etmiş ülkesini hızla ayağa kaldırdığı ve üstün bir zekâya sahip olduğu için analiz edilmeye değer bir karakter olarak görüyordu.” Genç’in zekâya muazzam önem vermesiyle alâkalı görüyor bunu. Biyografisinin yazarı, Genç’in “Hitler’e neredeyse hayranlık olarak nitelendirilebilecek ilgisinin zamanla entelektüel meraka dönüştüğünü” söylüyor. Birikim Güncel’de Asım Öz, 2015’te yayımlanan bir söyleşisine atfen, Mehmet Genç’in “Almanya’nın nasyonal sosyalist iken muazzam bir güç ve enerji biriktirdiğini” fakat istila ettiği Avrupa’da hâkimiyet kuramayışını onun ırkçılığı ile açıkladığını aktarır. Bu söyleşide “milliyetçiliğin en berbat şeklini ortaya koyduğunu” da söylemiş Hitler’in.

Velhâsıl, Genç ırkçılığın künhüne varmak için Alman Romantikleri ve onların daemonik düşüncesine dalmış ve ırkçılıktan da bu sayede kurtulmuştur, bu anlatıya göre. Tam olarak nasıl, neden? Ayvazoğlu’nun buna bir cevabı yok. Erol Güngör kitabındaki birkaç kelimeyi hatırlayıp, “ayakları yere değmiş” olduğunu, “ırkçılığın bir yol olmadığını” anladığını çıkarsıyoruz. O kadar. Keşke, zaten az yazmasıyla maruf olan Genç, bu düşünsel macerası ve varsa hesaplaşması üzerine yazmış, konuşmuş olsaydı.

*

Malzeme bu. Üzerine biraz düşünelim. Tekrarlayayım; Genç’in ırkçılıkla ünsiyetini değil, ırkçı-olmamanın, ırkçı-sayılmamanın ölçüleri üzerine konuşuyoruz. Ayvazoğlu’nun metinleri üzerinden konuştuğumuza göre, hususen milliyetçi-muhafazakâr bakışta ırkçı-olmama ölçüsü üzerine konuşuyoruz. Fakat bu ölçüyü, etki alanı itibarıyla, daha geniş bir ideolojik yelpazeye yayabiliriz.

Bence en önemlisi, önümüzdeki tasvirde milliyetçiliğin, ırkçılığın makule getirilmesi olarak düşünülmesidir. Cümleye dönelim: “Anlar ki ırkçılık bir yol değildir; sonunda daha savunulabilir ve bizim tarih tecrübemize daha uygun, dindar ve yumuşak bir milliyetçilikte karar kılar.” Irkçılık-milliyetçilik ilişkisi, zehir-panzehir dozu ayarıdır, burada. Fazlası zehirdir; uygun küçük bir miktarsa, panzehir olur. Milliyetçiliğin salimliğini belirtmek için “ama ırkçılığa varmayan…” kaydını düşenlere hep rastlarsınız. Gençlikte ırkçı olup, olgunlaştıkça “yumuşak” milliyetçiliğe dönmeyi adeta fıtrî sayan bir doğallaştırmaya da oturuyor bu kabul. Elbette, bizim milliyetçiliğimizin ırkçılıktan adeta fıtraten münezzeh olduğuna dair müthiş bir eminlikle beraber… Irkçılığa karşı alçıpan duvarımız, budur.

Açıkça kafatası, kan ilik, soy sop üzerinden konuşmadıkça, ırkçı ifadelerin farkında olmayan, bunları mesele etmeyen yaygın tutumla birlikte düşünüyorum bunu. Oysa, kültürle, medeniyetle, dinle temellendirerek kimliğini ötekilerin dahil olamayacağı ve paylaşamayacağı bambaşkalığıyla, biricikliğiyle ayırt eden bir söylem, bir tasavvur da ırkçıdır. İllâ dört başı mâmur ırkçılıkla değil ama bu türden ırkçı tezahürlerle, ırkçılığın uğraklarıyla sık sık karşı karşıya geliriz. Alçıpan duvar, onları tutamaz.

Hitler’in “berbat bir milliyetçi” olmakla beraber Almanya’yı imar ve abâd eden bir “deha” olduğu ‘şeysine’ gelelim. Genç’e özgü olmayan, çok yaygın bir ‘kanı’dır. Avusturyalı yazar Heinz Rudolf Unger, bunu “Tarih öğretmeninin faşizm şarkısı” adlı şiirinde mükemmel karikatürize etmişti: “Hitler kötü bir adamdı/ Ama otoyolları da o yaptı.” Nasyonal sosyalizmin, askerî-endüstriyel kompleksin kamçısı altında savaşa koşullanmış, sendikasızlaştırılmış, zorunlu çalıştırmalı, toplama kamplı, sürekli olağanüstü halli emek rejimini bir “istihdam” ve “kalkınma başarısı” olarak onun “kötü” yanından, ırkçılığından falan ayrılabileceğinin tasavvur edilmesi, Goebbels’in yüz yıl ömrü olsaydı erişemeyeceği bir propaganda başarısıdır. Bu da ırkçılığa-faşizme karşı suntadan duvarımız.

*

Niçe Mehmet’in Nietzsche’si, niceydi acaba? Nasıl bir Nietzsche’ydi? György Lukács’ın damgasını vurduğu, Nietzsche’yi nasyonal sosyalizmin atası olarak gören yorumu biliyoruz: Romantizmin Aydınlanma eleştirisini irrasyonalizme alan açan bir kahriyyeye dönüştüren, kapitalizmin fecaatlerini kültürel bir “dekadans” olarak okuyan üst-insan kavramıyla eşitlik fikrini değersizleştiren, “zayıflar”dan nefret eden, güç istencini estetize eden Nietzsche’dir bu. Buna mukabil, Nietzsche’nin ölümünden sonra (kardeşi ve yayıncısı tarafından) Alman ırkçısı olarak temsil edildiğini ileri süren, onun sağcılıkla tüketilemeyeceğini düşünen bir hat da var. Alman Romantizmi mütehassısı Rüdiger Safranski’nin (bildiğim kadarıyla Türkçeye de çevrilecek olan) düşünsel biyografisi,[4] Nietzsche’nin psikanaliz teorisinin kadri bilinmeyen öncülü olduğunu, mesela Foucault’ya da ilham veren modernlik eleştirisinin tazeliğini koruduğunu, onu bir öğreti olarak değil, düşünme macerasında bir yol arkadaşı gibi okumak gerektiğini anlatmaya çalışır.

Nilgün Toker, “tahakküm altında yalnızlaştırılmış, her türlü ortak bağ imkânını yitirmiş bireylere” seslenen Nietzsche’yi, “özneye iradesini geri vermenin” yollarını aramak üzere okumayı önermişti.[5] Bu, siyasetbilimci Herfried Münkler’in Nietzsche’ye yakıştırdığı “mizantropik anarşizmi” sağaltmanın -onu insan sevmezlikten sıyırmanın- da yolu olabilir![6]

Mehmet Genç’in, faşizme ve ırkçılığa ‘müsait’ Nietzsche ile Toker’in tarif ettiği Nietzsche arasında sahanlıkta nerelerde gezdiğini, ne düşündüğünü, keşke okuyabilseydik.

Wagner’i andık… Besteci Richard Wagner’in, Genç’in kalıcı hayranlığına mazhar olduğuna değinmiştik. Biyografisinde bu hayranlığın ilginç anekdotları var. Wagner, şeksiz şüphesiz bir ırkçı ve antisemitti. Onun milliyetçiliği, halihazır Almanlığı (halkı-ahaliyi) hor görmekle Almanlık mitini yüceltmek arasına çekilmiş bir ipe gerilidir.[7] Beri yandan, Wagner’in eserindeki millî destan repertuarının, yitik yüce geçmiş hamasetinin, onun modern müziğin gelişimindeki yenilikçi, öncü etkisini gözden kaçırmaması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Mehmet Genç, Wagner’in düşünceleriyle ne kadar ilgiliydi acaba, onun eserlerinin ‘görkeminde’ neler duyuyordu?

*

Nietzsche ilgisinin hikmeti ne? Önümüzdeki anlatıya göre, Genç’in ırkçılığı bırakmaya çıkaran yol, felsefe okumaktan, düşüncede derinleşmekten, kültürden geçmiş. Irkçılığı temellendireceğini umduğu romantik felsefe, onu ırkçılıktan uzaklaştırmış, öyle anlatılıyor.

Avrupa’da neo-Nazilikten, ırkçılıktan ayrılanların kendi hikâyelerini anlattıkları metinlerde, aptallıktan, darkafalılıktan, fanatizmden, dünyadan kopukluktan, bir de -sadece kadınlar için değil- maçoluktan ikrah ederek uzaklaştıklarını görürüz. Okuyarak düşünerek değil de, okumazlıktan düşünmezlikten bakmazlıktan görmezlikten daralarak…

Filmi de çekilen Okuyucu romanıyla bilinen yazar (ve kamu hukukçusu) Bernhard Schlink, geçen yıl bir ‘kültürlü’ adamcağızın ırkçı ergen torununu ırkçılıktan kurtarmaya çalışmasını anlatan bir roman yayımladı: Kız Torun (Die Enkelin, Diogenes, 2021). Kahramanımız, kültürle yapmaya çalışıyor bunu. Başka türden kitaplarla tanıştırarak, bilgi sahasını genişletmeye çalışarak, özellikle de klasik müzik dinlemesini sağlayarak, ırkçı bir ailede yetişen torununu etkilemeye çalışıyor. Eleştirmenler, romanın başarısını, bu çabanın başarısızlığını göstermesinde gördüler! Irkçı torun telkinlere yüz vermiyor, bunların telkin olduğunu sezerek direnç gösteriyor. Kültürlü dede, onun zihniyet dünyasına (o dünyayla ilgili genel kabullerini ötesinde) kayıtsız olduğu, gerçek endişelerini anlamaya eğilmediği için, hem torununa nüfuz edemiyor hem onun gözüne kayıtsız, anlayışsız görünüyor. Şu da önemli: Kahramanın teması kaybetmemek uğruna gösterdiği ölçüsüz hoşgörü de, hiçbir zaman “bu olmaz!” dememesi, hiçbir şeye kızmaması da, etkisiz kılıyor onu.

Yani ‘kültür,’ yetmeyebilir.

*

Bir de o yarım cümlelik dikkat var; Genç’in ırkçılıktan uzaklaşmasında, Mülkiye’nin serbest tartışma ortamının etkisi. Bilmem küçümser misiniz; belki de en fazla bel bağlanacak olan budur. (Tabii burada önemli olan Mülkiye değil, serbest tartışma ortamı… Mülkiye önemli idiyse, ondan ötürü önemli.[8])

*

Irkçılık karşısında, milliyetçiliğin alçıpan paravanına hiç güven olmadığını inatla tekrarlayarak bağlayayım…


[1] Yanılmıyorsam Ayvazoğlu’nun sekizinci ve dokuzuncu biyografisi oluyor.

[2] Beşir Ayvazoğlu, Erol Güngör: Erken Kayan Yıldız, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul, 2022, s. 57.

[3] Beşir Ayvazoğlu, Mehmet Genç: Hac Yolunda Bir Karınca, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul, 2022, s. 71-76, 110, 150-151.

[4] Rüdiger Safranski, Nietzsche, Carl Hanser Verlag, Münih, 2013.

[5] Nilgün Toker, Politika ve Sorumluluk, İletişim Yayınları, İstanbul, 2022 (2. baskı), s. 75-78.

[6] Herfried Münkler, Marx Wagner Nietzsche: Welt im Umbruch, Rowohlt Verlag, Berlin, 2021, s. 536.

[7] Münkler, a.g.e., s. 181-188.

[8] Gerçi, Ayvazoğlu’nun biyografisinde de, Mehmet Genç’in Mülkiye’ye ‘itikadı’ nedeniyle alınmadığı da zikrediliyor. Murat Sevinç’in ‘her şeye rağmen Mülkiye’ yazısını da not edeyim: https://www.diken.com.tr/sosyal-bilimleri-tercih-edecek-ogrencilere-mulkiye-onerisi/