Mehmet Genç ve “Nasyonal Sosyalizm” Metni Üzerine Bazı Dikkatler

Dergâh dergisinin “Bütün dünyada gözlemlenen kâğıt tedarikinde yaşanan zorluklar ve içinde bulunduğumuz şartlar dolayısıyla” yayınına ara verdiği ve “gelecekte buluşmak ümidi”ni okurlarıyla paylaştığı Şubat 2022 tarihli 384. sayısıyla beraber kültür, sanat ve edebiyat dünyasında vuku bulan tartışmalar iki eksende cereyan etti. Bunlardan ilki 1990’lardan itibaren Türkiye’deki kültürel iklimi belli ölçüde etkileyen, bununla kalmayıp şekillendiren, yazarların farklı türlerdeki metinlerini neşreden derginin yayınına ara vermesi çerçevesinde ekseriyeti siyasi öncelikli yorumlarla[1], sosyal medya paylaşımlarıydı. İkincisi ise Osmanlı tarihçisi merhum Mehmet Genç’in Alman düşünce, sanat ve siyaset dünyasıyla kurduğu ünsiyeti gözler önüne seren 8 Ağustos 1966 tarihli “Nasyonal Sosyalizm” başlıklı poetik-politik makalesinin derginin söz konusu sayısının sayfalarında yer alması etrafında vuku buldu.

“Bir Gençlik Hevesi!”

Yazısına temel oluşturan düşünce tarzını meydana vurmak konusunda hayli cömert davranan Mehmet Genç’in entelektüel olarak ilgilendiği alanları göz önünde tutarak vefayat yazısı kaleme alanlarda ve öğrencilerinde ise bir burukluk yaşandı. Uzun ve dolambaçlı bir yol tuttursa da Genç’in makalesini içeriği ve üslubu itibarıyla tahlil eden Ahmet Okumuş’un yazısının giriş ve sonuç kısmındaki şu cümleler bu hissiyatı son derece etkileyici bir şekilde ortaya koyar:

Dergâh’ın son sayısı, Mehmet Genç’in vefatından sonra neşredilmesini vasiyet ettiği söylenen ‘Nasyonal Sosyalizm’ başlıklı bir yazı ile çıktı. Gerçekten böyle bir vasiyet var mı yok mu bir miktar tartışma yaratacak gibi görünüyor. Bizler, Mehmet Genç’in yaşamının bir dönemine hâkim olan değerlendirme ve ifade tarzlarını görüp hocanın daha önce bilmediğimiz bir metnini okumaktan her halükârda memnun olabiliriz. Lakin bu tür nazik metinleri birtakım güzellemeler yerine metnin bağlamına dair bir nebze malumat içeren bir takdim ile yayınlamak daha tercihe şayan bir usul olabilir. İşin bu tarafıyla hocanın ilmi mirasını emanet almış kişiler alakadar olacaktır sanıyorum. […]

Yakından tanıyanlar, düşüncelerine aşina olup, sohbetlerine tanıklık edenler, bütün bu bahislerde daha doyurucu, aydınlatıcı değerlendirmeler sunacaklardır bizlere. Şimdilik, okuduğumuzun erken Mehmet Genç’e ait bir metin olduğu söylenebilir; Genç’in kendisinin de bir miktar geride bıraktığı bir iklime, bir gençlik iklimine…[2]

Muhtemelen Ahmet Okumuş, Mehmet Genç’in yazısının mana ve ehemmiyetini ortaya koyan takdimden hareketle, hazırlayanın (belki de yayımlayan mecranın) metne girizgâh yazayım derken, “geride bırakılan gençlik iklimini” göz ardı ettikleri için orada ele alınan akımın çekimine kapılma riskine girdiklerini düşünüyor. Bu bağlamda Okumuş’un, Genç’in makalesinin hayli erken bir tarihte yazıldığını vurgulayarak, bu metnin sonraki dönemde gelişen literatürün nasyonal sosyalizme ilişkin nüanslı yorumlarından mahrum bir gençlik denemesi olduğuna dikkat çekmesi üzerinde durulabilir. Her ne kadar kendisi yazıda savunulan görüşleri bu bağlamda değerlendirmek gerektiğini belirtse de bunun yazarın yarım asır önce kaleme aldığı ilgili metnin yayımı konusundaki ısrarını, yazının vefatından sonra okuyucuyla buluşması yönündeki niyetini anlayıp açıklamaktan uzak bir izah biçimi olduğu söylenebilir. Dolayısıyla tartışmayı başka mecraya çekmek önemli, makalenin hangi iklimde yazıldığından ziyade Genç’in bu yazının okuyucuyla buluşturma arzusu, bunun da vefatından sonra olması gerektiğinin altında yatan düşünce daha önemli. Belki de Hoca söz konusu iklimin gençlikten ibaret olmadığını, bilakis kendisinin her daim bunun üzerine düşündüğünü göstermek için bizim yazısıyla karşılaşmamızı istemiş oluyor. Entelektüel tarihçi açısından esas mücadelenin son tahlilde nerede yoğunlaştığı konusunda gerçekçi bir görüş elde edebilmek için bu ısrar üzerinde özellikle durulmalıdır. Hâsılı meselenin sadece gençlik denemesi ile izah edilemeyecek boyutları söz konusudur. Belki bu çerçevede başlangıçların ihmal edilemezliği durumunu çeşitli vesilelerle ortaya koyan  Genç için bir yazıyı kaleme almanın anlamını belirgin kılan şu satırlar daha açıklayıcı olabilir:

Genç’in düşüncesinde hiçbir yazı, sırf yazmış olmak ya da akademik rütbe almak veya akademik başka bir gerekçeyle yazılmamalıydı. Genç, bir yazıyı mutlaka kaleme alması gerektiğine inanmadan o yazıyı kaleme almaz, hatta bazı durumlarda kaleme aldığı bir yazısını uzun süre bekleterek ancak yayımlanmayı hak ettiğine inandıktan sonra yayımladı. Bu nedenle de aslında onun yayımlanmış çalışmalarının birkaç katı kadar kaleme alınmış ama yayımlanmamış çalışması bulunuyordu.[3]

Öte yandan Mehmet Genç’in Almanya’nın tutmak zorunda kaldığı kendine has yol (sonderweg) tezini olumlu gören tavrını da yine ilgili makalenin yazıldığı dönemde konuya dair eleştirel literatürün yeterince gelişmemiş oluşuna bağlayan Ahmet Okumuş’un yazısının esasında bir tür “denazifikasyon” girişimi içerdiği dikkatli okurun gözünden kaçmayacaktır. Genç’in kullandığı son derece öznel, edebî ve hatta yer yer angaje denilebilecek üslubu görmezden gelerek yazıya sanki tarihçi nesnelliği ve soğukluğuyla kaleme alınmış bir makaleymiş gibi yaklaşmasının, hürmet duyduğu bir büyüğünün hatırasına ve ilmî mirasına gölge düşürmesinden endişe ettiği muhtemel hücumların önünü almaya yönelik bir tavırdan kaynaklandığı düşünülebilir. Buna mukabil, Genç’in bu tutumunun kamuoyu tarafından bilinmesine yönelik iradesi ise makale ile ilgili çoğu yorumu daha baştan tartışılır kılmanın yanında başka hususları çağrıştırıyor.

O halde bu çerçevede geride bırakılan nedir yahut ne bırakılabilir, esas sorusunu göz ardı etmeden şu sorular önem kazanıyor: Metni isabetli bir şekilde yorumlayabilmenin çıkış noktası ne olmalıdır? Peki, yazarın, dolayısıyla entelektüelin neyi, nasıl düşündüğünü ciddiye alarak okumak mümkün müdür? Bundan daha hassas ve problematik olansa, makaleye yazıldığı dönemin öncelikleri ekseninde bakıldığında nasıl bir manzara ile karşılaşılır? Bu noktada metin, “geride bırakılan gençlik iklimi” çerçevesine sıkıştırılmadan 1960’ların dünyasını farklı noktalardan anlamaya katkı sunabilir mi? Çok daha önemlisi Hoca’nın makalesinin vefatından sonra yayımlanması isteğinin arkasında ne tür bir hikmet yatmaktadır? 

1966 Tarihli İki Metin

Bu vesileyle Beşir Ayvazoğlu’nun Mehmet Genç’in hayatını, düşünce dünyasını, kültürel çevresini ve entelektüel ilgilerini kapsamlı bir şekilde ele alan Hac Yolunda Bir Karınca Mehmet Genç (2022) kitabından hareketle bahsedilen yazıya dair birkaç noktaya dikkat çekmek anlamlı olabilir. Bir kere Genç’in çok fazla yazı yazmamasına rağmen niçin böylesine “netameli” bir konuda yazdığı üzerinde düşünülebilir. Nitekim Ayvazoğlu, bunun farkında olarak Genç’le ilgili kaleme aldığı biyografinin hemen başlarında onun bu yönünü, o sıralarda İstanbul Üniversitesi’nde asistan olarak çalışan Erol Güngör’le karşılaştırır ve sözü on yıllar sonra okurlarla buluşan makaleye getirir:

Şurası bir gerçektir ki Mehmet Genç, lise yıllarında yazmaya başlayan ve birçok gazete ve dergide yüzlerce köşe yazısı ve makalesi yayımlanan yakın dostu Erol Güngör kadar çok yazmadığı için işlek bir kaleme sahip değildi. Arşiv’e[4] girdikten yedi yıl sonra kaleme aldığı ‘Osmanlı Maliyesinde Malikâne Sistemi’ başlıklı ilk makalesinden önceki tek yazısı, 1966 yılında kaleme aldığı, yazılırken nasıl bir sancı çekildiğini de hissettiren ‘Nasyonal Sosyalizm’  başlıklı yayımlanmamış yazısıdır.[5]

Mehmet Genç’in milliyetçi fikirlerle tanıştığı, tarihî ve sosyal konularla ilgilenmeye başladığı Haydarpaşa Lisesi yıllarından itibaren[6] sonraki düşünce dünyasının önemli ölçüde Alman kültürü ve felsefesi ile şekillendiğini dikkate almakta fayda var. Muhtemelen bu durum “millî kültürlerin kendilerini ortaya koyma, varlıklarını belirtme iradeleri” ile yakından bağlantılıdır. Nitekim Genç nasyonal sosyalizme yol açan gelişmeleri yorumlarken Alman kültürünün “19. yüzyılın başından beri Batı Uygarlığı adına” “felsefeden müziğe kadar bütün insan başarıları alanında” “hiçbir kültürün kendisi ile boy ölçüşemeyeceği” ölçüde büyük atılımlar gerçekleştirdiğini dile getirir.[7] Genç’in neredeyse birkaç ciltlik kitap tutacak hacimdeki söyleşileri dikkatli bir şekilde okunduğunda veya videoları dinlendiğinde hocanın Alman kültür dünyasıyla münasebeti daha da belirginlik kazanacaktır. Ayvazoğlu, biyografisinde Genç’in felsefi ilgilerini “Alman ırkçılarının” bir bakıma “felsefi ata” konumuna yerleştirdikleri Nietzsche üzerinden anlamlandırır. Ayvazoğlu’na göre Genç, filozofun vasiyetinin Hitler tarafından hayata geçirildiğini ise Marksist düşünür Georg Lukâcs’tan öğrenmiş olabilir.[8]  İlerleyen sayfalarda ise tarihçinin Alman kültürü ile ünsiyetini kelimenin tam anlamıyla bütünlüklü çerçevede ele aldığı bölüme, onun Mehmet Şahap imzasıyla Diriliş dergisinde Hitler’in Siyasi Vasiyeti[9] adlı kitaptan yaptığı bir tercümeden söz ederek başlar.[10]  Bahsedilen metin Adolf Hitler’in sekreterliğini üstlenen Martin Bormann’ın Berlin’deki yeraltı sığınağında tuttuğu notlardan 4 Şubat 1945 tarihli ilkinin çevirisidir. Merhum Sezai Karakoç bağlamında birkaç yıl önce hatırlandığında eleştiri ve karşı eleştirilere[11] yol açan söz konusu yazının başlığı kitapla hemen hemen aynıdır. Genç’in okurla buluşmasını arzu ettiği makalesinin takdiminde çok daha önemlisi daha sonraki tartışmalarda göz ardı edilen bu tercüme, aslında metni anlamanın destekleyici yan bir unsuru değildir, makalenin ve ona yol açan çevirinin hangi endişelerle yapıldığının anlaşılmasının yolunu açacak evsaftadır. Çeviriye yol açan süreçle ilgili olarak şu pasajı okumak başka yorumların kapısını aralamaya katkı sunabilir:

Sezai Karakoç[12] 27 Mayıs darbesi yüzünden üçüncü sayısını çıkaramadığı Diriliş dergisini 1966 yılında tekrar çıkarmaya karar vermiş ve Marmara Kıraathanesi’nde edindiği dostlarından da yazılar istemişti. Mehmet Genç yazı yerine Bormann Wermerke belgelerinin birinin tercümesini verdi. Mehmet Şahap imzasıyla yayımlanan bu belge, Hitler’in Martin Bormann’a bizzat yazdırdığı 7 Şubat 1945 tarihini taşıyan siyasî vasiyetnamesiydi.[13]

Kabul etmek gerekir ki bahsedilen ideolojik-kültürel gerilimli dönem aynı zamanda Türkiye’de “bize özgü yol” arayışının mütemmim cüzünü teşkil eden siyasi hareketliliğin hızlandığı, kültür, sanat ve düşünce alanında farklı metinlerin çevrildiği, entelektüel üretimin arttığı ve geniş kitlelerin bu üretimlere erişiminin gazeteler, kitaplar ve bilhassa dergiler aracılığıyla gün geçtikçe kolaylaşmaya başladığı yıllardır.

Haliyle söz konusu tercümeyi hem Sezai Karakoç’un çıkardığı Diriliş dergisinin “yazı ailesi” ile hem de derginin ikinci dönemindeki tercüme politikası ekseninde ele almamak, “vasiyetin” Türkiye için başka anlamlarının olduğunu görmemek imkânsız. Zira derginin 27 Mayıs Darbesi öncesinde çıkan her iki sayısının kapağında anılan isimler siyasi, dinî ve ilmî görüş farklılıklarına rağmen “bize özgü yol” anlayışını yansıtır niteliktedir. Derginin o dönemdeki “yazı ailesi”  listesinde Mehmet Genç’in yanında Erol Güngör, Sait Mutlu, Ziya Nur, Nuri Pakdil, Sait Çekmegil, İhsan Babalı, Cevat Ülger, Kâmil Öztürk, Uğur Kökden gibi isimler yer alıyor.[14] Böylesi isimlerin de katkısıyla Diriliş dergisinin yakın/uzak tarihi başkalarının perspektifiyle okumamaktaki ısrarı aslında Türkiye’nin de İkinci Dünya Savaşı ve askerî darbe sonrasında kendisine çizilen yollardan ayrı, müstakil ve müstesna bir kaderi olduğuna inanmasından kaynaklanıyor. Diğer bir deyişle dergi sayfalarındaki çoğu yazıdaki yaklaşımla gelecek perspektifi arasında bir bağlantı kurulabilir.

Aslına bakılırsa, Diriliş’in aynı sayısında M. Kerim Gani’den “İslâm ve Demokrasi”, Karl Jaspers’tan “Putlaştırmak”, Seyyid Kutub’dan “İnanç ve Yaşayış” tercümelerine yer verilmesi kültürü ve medeniyeti kendine özgü bir zaviyeden ele almakla, başka bir deyişle sonderweg projesini detaylandırmaya matuf tutumuyla bağlantılıdır. Zaten Türkiye’deki İslâmcılığın sadece takip ettiği siyasi çizgi bakımından değil, düşünce ve kültür açısından da İslâm’ı Türkiye’nin sonderweg’inin kurucu unsuru olarak kavradığı biliniyor.[15] Hal böyle olunca çok farklı isimleri bir araya getiren temel öğe çok daha net bir biçimde anlaşılabilir.

Osmanlı iktisadı meselesini hâkim perspektifler ekseninden ayrışarak kendine has bir yaklaşımla değerlendiren Mehmet Genç’in “Nasyonal Sosyalizm” başlıklı ve sadece “gençlik iklimi” ile açıklanmayacak vurgular içeren makalesinde belirttiği üzere kapitalizm ve sosyalizmin “boğucu alternatifinde çarmıha gerilen bugünün insanı […] bunları aşabilmenin dayanağını arıyor. O, bu dayanağı, kişi varlığını ‘genel bir toplama hanesine’ indirmekte çılgınca yarışan dünkü silâh arkadaşlarının kapitalizmi ile sosyalizminin yapılarında, özlerinde bulunmadığı, bulunamayacağı içindir ki başka yönlerde gözetliyor”dur.[16]

Bu çerçevede o yıllarda dünyada ve Türkiye’de vuku bulan gelişmeler göz önüne alınabilir ilk etapta. Geçmişteki denemeleri hatırlatan Mehmet Genç imzalı “Hitlerin Vasiyeti” başlıklı tercüme, “kendine özgü yol arayışı”, “milletlerin kendi kabukları içinde kalmaları”, “kin yaratan” Avrupa’nın sömürgecilik politikasının eleştirisi, “İslam’ın başarısı olan kitle hâlindeki ihtidalarla sömürgeci yayılmanın farklılıkları”, dolayısıyla sonderweg’i gündeme getirir. Ayrıca “medeniyetin yaraları” bağlamında “taassup ve materyalizm yergisi”, maddi plandaki başarısıyla öne çıkan ABD eleştirisi yönüyle dönemin tartışmalarına farklı bir müdahaleyi de içerdiğini teslim etmek gerekir. Belki de gerek metni tercüme eden (Mehmet Genç) gerekse onu dergide yayımlayan (Sezai Karakoç) Türkiye’nin tarihî ve toplumsal özellikleri bakımından diğer ülkelerden farklılığını, dolayısıyla “yön arayışını” daha başka bir şekilde sürdürmesi gerektiğini ihsas ediyorlar. Şöyle başlıyor söz konusu tercüme: “Yükselmek isteyen bir millet toprağına yapışık kalmalıdır. İnsan üstünde doğmak imtiyazını kazandığı topraktan hiçbir zaman kopmamalıdır.”[17] Bir başka ilginç durum daha söz konusudur. Zira Filistin’deki işgal girişimlerinin, nasyonal sosyalizmden ilham alan hareketlerin tam da metnin tercüme edildiği, makalenin yazıldığı yıllarda arttığı ve sıcak/soğuk savaşa dönüştüğü hatırlandığında, sömürgecilik ve karşı çıkışlar bağlamında kendi dönemindeki gelişmelere de doğrudan işaret ettiği düşünülebilir.[18]

Elbette mesele salt bununla sınırlı görülmeyebilir fakat dönem üzerine düşünen herkes bu bağlamı ve mirasını hesaba katmak zorundadır. Hiç şüphesiz böylesi hususlar, Mehmet Genç’in düşüncelerinin zaman içindeki gelişimini takip etmenin, çok daha önemlisi Türkiye’deki hayati gündemler bağlamında anlamlandırmanın da yolunu açabilir. Ayrıca “Hitler’in Vasiyeti” metnini hatırlatan fakat ona göre çoğu zaman daha sathi kanaatler içeren yayınlar o dönemde pek popülerdi. Mesela Hitler’in kurduğu rejim yıkıldıktan sonra önce onun müsriflikten uzaklığını anlatan hatırat parçalarını,[19] sonra Nazi propagandası ve Yahudi karşıtlığı içermesi, dolayısıyla Almanya’da on yıllarca yasaklanan[20] Kavgam kitabının 1960’lardaki tercümesinin ilanına yer verilmesini, nasyonal sosyalizmin temel prensiplerini teşkil eden hususların öne çıkarılmasını[21] aynı paralelde düşünmek gerekir. Mehmet Şahap imzasıyla Diriliş dergisinde çıkan tercümenin girişinde şu açıklama notu yer alıyordu:

Aşağıdaki yazı, harbin bitmesinden bir ay önce, Hitler’in, Berlin’deki sığınağında en yakın ve sadık adamı Martin Bormann’a dikte ettiği ve harbin hemen bitiminde Bormann’ın dosyaları arasında bulunarak Oxford Üniversitesi Çağdaş Tarih Profesörü H[ugh] R[edwald] Trevor-Roper’in bir analizi ile birlikte ‘Hitler’in Siyasî Vasiyetnamesi’ adıyla yayınlanmış bir vesika-eserin Fransızca tercümesinden alınmıştır.[22]

Çatışan ve Örtüşen Nasyonal Sosyalizm Tahlilleri

Guido Knopp, Hitler Üzerine Notlar kitabının takdiminde çalışmayı kaleme alan Sebastian Haffner’ın “hayatı, icraatları, başarıları, yanılgıları, hataları, suçları” ile “aklıselimle düzenlenmiş ve mükemmel izah edilmiş” bir Hitler portresi çizdiğinden söz ederken,  Hitler’i “âdeta bir psikoloğun divanına uzanmış” halde yansıttığını belirtir.[23] Taban tabana zıt bir perspektiften söz alan Mehmet Genç’in de makalesinde kapsamlı sayılabilecek bir Hitler ve nasyonal sosyalizm tahlili yaptığını fark etmemek mümkün değildir. Hitler onun nazarında Alman romantizmi ve onca çelişkisi ile felsefeden siyasete, edebiyattan müziğe kadar  “bütün Alman devlerini aynı karakter çizgisi üzerinde hizaya getiren bir Führer’dir”. Şu iki pasajı andıran pek çok örnek zikredilebilir yazıdan hareketle: “Savaş Adolf Hitler’in şeytani dehasının dünyaya giydirdiği ateş gömleği olmuştur”, “Nasyonal-Sosyalizm bir rejim, bir ideoloji değil, bir üslûp, bir psikoloji, bir mitolojidir. Bir kişinin parti, devlet ve Dünya Savaşı hâlinde devleşmesinin biyografisidir. Nasyonal-sosyalizmin yalnız Almanya hem de iki savaş arası Almanya’sı dışında değil, Führer’inden de ayrı olarak düşünülmemesinin, düşünülememesinin gerçek nedeni de burada gizlidir”.[24] Knopp, “Önce tarih Hitler’i, sonra o tarihi şekillendirmişti,”[25] derken Genç, “onun sorumluluğu, mutlaka bir sorumluluk gerekiyorsa, savaşı yapmasında değil, olacak olan bir savaşa damgasını basmasındadır. Ama savaşı, o olmasa da olacak savaşı, o olduğu için de Adolf Hitlerceleşen savaşı, Adolf Hitler’in çok-boyutlu, karanlık ve karmaşık ruhuna girmeden, girdikçe uçurumlaşan dehasına dokunmadan anlamaya imkân yok. Adolf Hitler’in kimliğini konuşmak, bir bakıma bir savaşı anlamaktan da güç bir iş!”[26] 

Nasyonal sosyalizmin nitelik ve içeriğini tarihî ve felsefi unsurlarla harmanlayarak irdeleyen Mehmet Genç her ne kadar faşizmin İkinci Dünya Savaşı’yla bitmediğini, şurada burada izlerinin, hatta dirilme emarelerinin gözüktüğünü belirtse de, gelişmeleri farklı bir zaviyeden kavradığını ortaya koyar. Nazik bir sitayişin de sezildiği şu cümleler bu hususu sarih bir şekilde açıklayabilir:

[N]asyonalizmin sosyalizmle, hani Nietzsche’nin seksen yıl önce bir ahlâk polisi titizliği ile görüp haber verdiği flörtü artık Doğu’da, Batı’da, Üçüncü Dünya dedikleri yerlerde gözlerimizin önünde tescil edilen bir evlilik halinde evrenselleşirken nasyonal sosyalizmden ufak bir iz bile yok. Yok, çünkü o ne nasyonalizm, ne sosyalizm, ne de ikisi bir arada idi. O, bir isim olarak cins ismi değil, özel bir isimdi. Bir kişinin, tekrar ve taklidi kabil olmayanın, biricik olanın, bir ferdin ‘müstear’ adı idi.[27]

Bu bakımdan Mehmet Genç’in makalesindeki önermeleri “tekrar tekrar tartışma”[28] teklifi son derece anlamlıdır. Genç’in Martin Bormann’ın metninin tercümesi bağlamında kaleme aldığı “Nasyonal Sosyalizm” başlıklı yazısı, aynı zamanda söz konusu eser dolayısıyla Adolf Hitler’i bilinebilecek yanlarıyla konumlandırma denemesi şeklinde de okunabilecek pasajlar içerir. Bunun yanında Diriliş dergisindeki tercümenin girişindeki kısa açıklamayı hayli genişletir. En iyisi bu bahsi makaleden uzunca bir iktibasla tamamlamak:

Sözün bu büyücü ustasının, hareketin çılgınca vecdi içinde söyledikleri bir yana, hapishaneye kapatılmasa yazacak zamanı asla bulamayacağını itiraf ettiği Kavgam’ı[29] (Mein Kampf) dışında, kendi iradesi ile bize bıraktığı tek belge, bu karanlık dehaya açılan, daha doğrusu kendi iradesi ile bize açtığı tek mevsuk[30] pencere burada Türkçesini sunduğumuz eserdir. Bu belge, Führer’in yakınları ile özel toplantılarında yaptığı sohbetlerde Martin Bormann’ın tuttuğu notlardan meydana gelen ve savaştan sonra bulunarak Bormann Wermerke başlığıyla yayımlanan oldukça kabarık vesika serisinin en son ele geçenidir ve Oxford Üniversitesi’nde Çağdaş Tarih Profesörü H.R. Trevor-Roper tarafından uzun bir inceleme ile birlikte “Hitler’in Siyasî Vasiyetnamesi” adı altında yayınlanmıştır. Adolf Hitler, kaderinin uçurumunda, artık her şeyin bitmesine pek bir şey kalmadığı bir zamanda, gelecek nesillere hitaben Bormann’a dikte ettiği bu belgede kendini yargılamakta, geçmişini gözden geçirerek eleştirmekte ve savaş sonrası dünyanın, o trajedi içindeki bir insandan beklenemeyecek bir seçicilik ve öngörü ile genel bir şemasını çizmektedir. On sekiz parça veya günlükten ibaret olan belgenin, 2 Nisan 1945 tarihini taşıyan son bölümünden sonra, adına cihan tarihinde bilinen en korkunç ve kanlı ıstırapların bağlandığı bu garip ve anlaşılmaz Kuzeyliden aldığımız tek haber, Hamburg radyosunun 1 Mayıs 1945 gecesi tesadüfen çaldığı Bruckner’in 7. Senfonisi’nin sisli, acılı darbeleri arasında yol vermeye mecbur kaldığı ölüm haberinden ibaret olmuştur.[31]

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da yeni bir başlangıcın ancak ve ancak yıkıcı milliyetçilikten kurtulmakla sağlanabileceği şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım siyasi elitler arasında yaygınlık kazandı. Buna göre Avrupa’da esenliği mümkün kılacak düzenin demokratik olmanın yanında her şeyden önce post-milliyetçi olması gerekiyordu.[32] İşte bu çerçevede Türkiye’deki entelektüellerin farklılıklarına olduğu kadar benzerliklerine de vurgu yaparak onları anlamaya çalışmak, böylece tartışma sahasını genişletmek yararlı olabilir. Mesela Hilmi Ziya Ülken’in 1950’lerin sonlarından itibaren yazmaya başladığı, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki gelişmeleri de yorumladığı Hâkimiyet (2018) kitabının Nazizm’le ve sosyal hareketlerle alakalı kısımları Mehmet Genç’in makalesiyle farklılıklar ve örtüşmeler açısından ele alınabilir. Bu bağlamda Genç’in savaşın bitmediğini ileri sürdüğü hatırlanabilir:

Yine böyle olduğu içindir ki savaş bloklar arasında değil, onların içinde, devletlerin bünyesinde, sosyal guruplarda, fertlerin şuurlarında devam ediyor ve gittikçe daha da cihan savaşı oluyor. Savaşı anlama güçlüğünün sosyo-ideolojik yani budur.[33]

Nurettin Topçu, sosyalist temaların en yoğun olduğu Ahlak Nizamı kitabında belirgin şekilde sosyalizm karşıtı menfi propagandalar neticesinde kapitalist ve komünist dünyaların nasyonal sosyalizme karşı birleştiklerini dile getirmişti.[34] Mehmet Genç ise “Nasyonal Sosyalizm” başlıklı yazısında kapitalist ve Marksist çevrelerin, iki dünya savaşı arasındaki dönemde ortaya çıkan ve bir nevi uzlaştırma denemeleri mahiyetindeki girişimleri “Faşizm” ve “Nazizm” adı altında aynılaştırıp boğmaya çalıştıklarını kaydeder.[35] Ona göre bu eski üçüncü yolun yolcuları arasında, tıpkı onlara karşı birleşen kapitalizmle sosyalizmininkini andıran bir yakınlık, hatta düşmanlarının müşterekliğinden doğan menfi bir “kader ortaklığı” söz konusudur. Genç, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bu akımların acılıklarının yol açtığı “vahşi ve ürpertici” neticelere rağmen “Korkunç düşmanlarına isyan etmenin imkânsız olmadığını, acı bir şekilde de olsa örneklendiren tecrübeye duyulan sempati”den[36] söz açarak arayışların önemini hatırlatır.

Nurettin Topçu, 1950’lerde ilk şeklini yayımladığı “Sosyalizm ve Şekilleri” başlıklı makalesinde millî geleneklere dayanan faşizmle aynı esaslara müstenit Alman millî sosyalizmini, devlet sosyalizminin en mükemmel tezahürü olarak ele alırken İtalya ve Almanya arasındaki etkileşimlere dikkat çekmişti.[37] Buna karşın Genç, iki savaş arası dönemin uzlaştırıcı-otoriter rejim salgınında Mussolini faşizminin uzlaşmacılığı ile sureta ona benzemesine karşın özünde apayrı olan nasyonal sosyalizm arasında kes(k)in bir ayrım yapar.[38]

Mehmet Genç açısından bu hikâyenin erken tarihli bu makaleyle sona ermediğini ise yıllar sonra, Sabah Ülkesi dergisinde 2015 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide Almanya’nın nasyonal sosyalist iken muazzam bir güç ve enerji biriktirdiğini ve bütün Avrupa’yı istila ettiğini kaydetmesinden anlamak mümkün. Değerlendirmesi değişmiştir belli ölçüde, bu yüzden tüm dünyanın birleşerek beş senede ancak yenebildiği Almanya’nın ırkçılığı sebebiyle Avrupa’da hâkimiyet kuramadığını vurgular. Yine, Hitler’in milliyetçiliğin en berbat şeklini ortaya koyduğunu belirtmesi de göz ardı edilemez.[39] Aslında tüm bunlar Genç’in sadece tarihçi kimliğiyle de alakalı değildir fakat öyle değerlendirilse bile Cemal Kafadar’ın başka bir vesileyle esasa yoğunlaşarak vurguladıklarını doğrulayabilir: “Tarihçi geçmişin olguları arasında neyin kayda değer, anlatı ve yorum isteyen bir hadise teşkil ettiğini düşünür, seçer ve bu konudaki perspektifi de zaman içinde değişebilir.”[40] Ama yine de kesin bir kanaate varmak için Genç’in Almanların deneyip başaramadığı kendine özgü bir yol, bir sonderweg bulması çabasını mı yoksa başarısızlığa yol açan tavırları mı eleştirdiği sorusu önemini koruyor. Ama teslim etmek gerekir ki  böylesi bir soruya cevap aramak ise her durumda Genç’in taşıdığı farklılıkların altını çizmeyi, 1960’larda tercüme etmeye başladığı kitabı sonraki yıllarda da tekrar gündemine alıp almadığını ortaya koyacak daha tafsilatlı şahitlikleri gerekli kılıyor.

Hiç şüphesiz buradaki düşünceler, “Nasyonal Sosyalizm” başlıklı makalenin tartışmasız son derece güçlü poetik-ideolojik bir yazı olduğu olgusunu göz ardı etmeyi hedeflemiyor. “Şahsi şeylerden çok hoşlanmadığı” için hatırat bile yazmayan[41] Mehmet Genç’in atlanmaması gereken belgeler niteliğindeki tercümesiyle makalesinin, Almanların Sovyetleri bombalamasına tanık olduğu Artvin’deki çocukluk yıllarında şekillenen genel hissiyatı yanında kendisinin üniversitedeki tez sürecinin tıkanmasıyla alakalı olup olmadığı ise hem araştırılmaya hem de tartışılmaya değer uzun bir hikâyedir.[42] Fakat her halükarda, Genç’in yazmaya yüklediği anlam ve 1966 tarihli makalesinin okurlarla buluşmasına yönelik iradesi göz önünde bulundurulmalıdır. Belki de her şeyi daha iyi kavrayabilmenin yolu İsmet Özel’in şu dizelerinden geçiyordur:

(…) yaşamak inanın benim de geldi başıma

Geldi geçti iz bırakmadan adak başına

-Deli olma çocuk dediler sonunda

-Çıldırdın mı ihtiyar beni hep

Müşteki kıldılar yaşımdan

Yaşamak geçti başımdan.[43]


[1] Bir örnek için bk. Ümit Aktaş “Dergâh ve Sınır(lılık)larımız”, 4 Şubat 2022.  https://hertaraf.com/haber-dergah-ve-sinir-lilik-larimiz-umit-aktas-8397 [Erişim Tarihi: 18 Nisan 2022]

[2] Ahmet Okumuş, “Mehmet Genç ve “Nasyonal Sosyalizm”, https://blog.bisav.org.tr/2022/03/15/mehmet-genc-ve-nasyonal-sosyalizm/ [Erişim Tarihi: 17 Nisan 2022]

[3] Abdullah Mesud Küçükkalay, Mehmet Genç Bir Âlimin Hayat ve İlmî Serencamı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2022, s. 195.

[4] Mehmet Genç, bir bakıma kendisine mahsus bir “sonderweg”de yol almış, hâkim tezlerin ezberlerine tevessül etmeksizin kendi patikasından ilerlemiş. Kendisi Osmanlı tarihinin özgüllüğünü anlamak için yolunun arşive düşmesini başka metinlerinin yanında ömrünün son yıllarında kaleme aldığı bir metinde de etkileyici bir tarzda anlatırken yazı serüvenine dair birtakım bilgiler paylaşır: “Neticede Mayıs 1966’da bütün Batılı kaynakların bana öğrettiklerinin Osmanlı’nın ekonomisini (Osmanlı’nın yalnızca ekonomisini, başka taraflarını öğrenmeye hiçbir şekilde yetmez) anlamaya yetmediğini gördüm ve arşive gittim. […] Arşive geldim, bambaşka bir iklimdeydi. […] İlk çalışmamı ‘Malikane’ arşive girdikten sonra, 1966’da girdim, 1973’te yaptım.”  Mehmet Genç, “Ne Yapmak İstedim?”, Mehmet Genç & Erol Özvar, Osmanlı Ekonomisine Dair Konuşmalar I, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2021, s. 11-12.

[5] Beşir Ayvazoğlu, Hac Yolunda Bir Karınca Mehmet Genç, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2022, s. 23.

[6] Beşir Ayvazoğlu’nun kitabında Mehmet Genç’in Haydarpaşa yıllarıyla sonrasının ayrıntılarıyla alakalı hayli bilgi olduğunu belirtelim.

[7] Mehmet Genç, “Nasyonal Sosyalizm”, Dergâh, 2022, sayı: 384, s. 24- 25.

[8] Beşir Ayvazoğlu, a.g.e., s. 71.

[9] Pek çok ayrıntıyı içeren Hitler’in Siyasi Vasiyeti ilk defa 1961’de Hugh Redwald Trevor-Roper ile François Genoud’un ayrı ayrı yazdıkları sunuşlarla İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak yayımlanır. Bkz. Sinan Baykent, Hitler'in Siyasi Vasiyeti: Martin Bormann’ın Derlemelerinden, Cinius Yayınları, İstanbul, 2019.

[10] Mehmet Genç’in çevirilerini sıralayan bazı çalışmalarda onun “Hitler’in Vasiyeti” metni zikredilmez. Bkz. Abdullah Mesud Küçükkalay, a.g.e., s. 175.

[11] Eleştiriler daha ziyade Murat Belge’nin Şairaneden Şiirsele: Türkiye’de Modern Şiir (İletişim Yayınları, İstanbul,  2018)  kitabından hareketle yapılmıştır. Tartışmaya zemin teşkil eden metnin ilk kısmı ise çok daha önce yayınlanmıştı. Bkz. “Hitler Almanyası Alâmetleri”, Birikim Haftalık, 4 Ocak 2016. https://birikimdergisi.com/haftalik/7421/hitler-almanyasi-alametleri [Erişim Tarihi: 17 Nisan 2022]. Bir karşı eleştiri için bkz. Yunus Emre Özsaray, “Bir ‘Seçmecilik Örneği Olarak Murat Belge yahut Entelektüel Zorbalıktan Filli Zorbalığa”, Yedi İklim, 2018, sayı: 335.

[12] Mehmet Genç’in 1954’te başlayan Mülkiye’de ilk tanıdığı isimlerden biri olan dostu Sezai Karakoç’un kişiliği, karakteri, şiiri, entelektüel yönü ve diğer vasıfları hakkındaki düşünceleri için bkz. Abdullah Mesud Küçükkalay, a.g.e., s. 76-77.

[13] Beşir Ayvazoğlu, a.g.e., s. 150.

[14] Diriliş dergisinin yazı ailesinin tüm dökümü için bkz. Mustafa Kirenci, Sabah Yıldızı Sezai Karakoç ve Diriliş’e Dair, Büyüyenay Yayınları, İstanbul, 2021, s. 99.

[15] Ahmet Çiğdem, “Türkiye’nin Sonderweg’i”, Tezkire, 1992, sayı: 3, s. 9.

[16] Mehmet Genç, “Nasyonal Sosyalizm”, s. 25.

[17] “Hitler’in Vasiyeti”, çev. Mehmet Şahap, Diriliş, 1966, sayı: 1, s. 20.

[18] Laurent Mignon, Hece dergisinin Ocak 2006 tarihli Nurettin Topçu özel sayısının (sayı: 109) ardından (Hece, sayı: 112) Topçu’nun “Yahudi karşıtı” yazılarına dikkat çekerek Topçu için “hastalıklı Yahudi ve yabancı düşmanlığı, nasyonal sosyalizmin Hitlerci yorumuna hayranlık” gibi ifadeler kullanmıştı. Yine onun yorumuna göre Topçu’nun çalışma odasına Hitler’in fotoğrafını asması da sosyalizme duyduğu ilgiden değil, ırkçı, hümanizm karşıtı görüşlerinden kaynaklanır. Bkz. Laurent Mignon, Ana Metne Taşınan Dipnotlar: Türk Edebiyatı ve Kültürlerarasılık Üzerine Yazılar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 204 vd. Fırat Mollaer’in söz konusu metinlerin 1967’de İsrail’in işgal saldırıları sırasında yazıldıklarını hatırlattığı (Hece, sayı: 113)  göz önünde tutulursa, 1960’larda böylesi telif ve tercüme metinlerin akan tarih içinde nasıl bir konuma tekabül ettikleri çok daha iyi aydınlatılabilir. Bkz. Fırat Mollaer, Anadolu Sosyalizmine Katkı – Nurettin Topçu Üzerine Yazılar, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007, s. 120.

[19] “Hitler ve Bizimkiler”, Serdengeçti, 1956, sayı: 32,  s. 12.

[20] “Hitler’in Kitabı ‘Kavgam’ 70 Yıl Aradan Sonra Yeniden Piyasada”, Baran, 2016, sayı: 470,  s. 23.

[21] Yusuf Kaynak Kılınçtan Korkmaz, “Hitler'in Dünya Görüşü”, İlahi Işık, 1 Ekim 1967, sayı: 24, s. 1-8.       

[22] “Hitler’in Vasiyeti”, çev. Mehmet Şahap, Diriliş, 1966, sayı: 1, s. 20-21.

[23] Sebastian Haffner, Hitler Üzerine Notlar, çev. Hulki Demirel, İletişim Yayınları, İstanbul,  2020, s. 8-9.

[24] Mehmet Genç, “Nasyonal Sosyalizm”, s. 25.

[25] Sebastian Haffner, a.gçe., s. 16.

[26] Mehmet Genç, “Nasyonal Sosyalizm”, s. 25.

[27] Mehmet Genç, “Nasyonal Sosyalizm”, s. 25.

[28] Fatma Barbarosoğlu, “56 Yıl Sonra Yayınlanan ‘O Makale’, Mehmet Genç Hoca’ya Rahmet ile...”, Yeni Şafak, 18 Mart 2022.

[29] Mehmet Genç, “nasyonal sosyalizmin beyannamesi” hüviyetindeki Kavgam kitabını tercüme etmiştir. İhsan Ayal bu konuda şu bilgiyi paylaşır: “Aslında Hoca’nın kimsenin bilmediği bir tercümesi daha var. Hitler’in Kavgam adlı kitabını da çevirmiş. Ancak bu tercümeyi evraklarının arasında maalesef bulamadık.” İhsan Ayal, “Hoca’nın Kütüphanesi Sosyal İlimler İhtisas Kütüphanesi Gibidir”, Söyleşi: Merve Akbaş, Yeni Şafak Kitap, 15 Nisan 2021. Fakat söz konusu kayıp tercümenin Martin Bormann’ın metni olma ihtimali de göz ardı edilmemelidir.

[30] Mehmet Genç Trevor-Roper’e uyarak belgelerin sıhhatini teyit ve tasdik etse de Ahmet Okumuş zikrettiğimiz yazısında bazı araştırmaların ve tarihçilerin belgelerin sahteliğine dikkat çektiklerini hatırlatarak şunları yazar: “Mehmet Genç’in de atıf yaptığı ve tercümeye mesnet teşkil eden Trevor-Roper’in yayınlattığı vasiyetnamenin sıhhati, üzerinden on yıllar geçmesine rağmen teyit edilememiş bulunuyor. Metin, Hitler ve çevresinin havasını, oradaki bazı düşünme biçimlerini yansıtsa bile, [metnin] bizzat Hitler tarafından dikte ettirildiği iddiası[nın] ve ardından gelen aktarım zincirinin doğrulanamadığını anlıyoruz.” 

[31] Mehmet Genç, “Nasyonal Sosyalizm”, s. 25-26.

[32] Albrecht Koschorke, Hitler'in Kavgam'ı Üzerine Bir Analiz: Nasyonal Sosyalizmin Poetikası, çev. Ayşe Kurultay, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016,  s.89.

[33] Mehmet Genç, “Nasyonal Sosyalizm”, s. 25.

[34] Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2008, s. 180.

[35] Mehmet Genç, “Nasyonal Sosyalizm”, s. 1.

[36] Mehmet Genç, “Nasyonal Sosyalizm”, s. 24.

[37] Nurettin Topçu, a.g.e., s. 232-233.

[38] Mehmet Genç, “Nasyonal Sosyalizm”, s. 25.

[39] Mehmet Genç, “Vatanı Sevmek Yetmez, Hakikati de Sevmek Gerek”, söyleşi: Sevda Dursun,  Gerçek Hayat, 30 Aralık 2019. http://www.gercekhayat.com.tr/roportaj/vatani-sevmek-yetmez-hakikati-de-sevmek-gerek/ [Erişim Tarihi: 18 Nisan 2022].

[40] Cemal Kafadar, “Sunuş: Vak’anüvis Felsefeden Ne Anlar? Hadise Olmuş Olmamış, Felsefeye Ne Yazar”, Claude Romano, Zamansal Macera: Hadisevi Hermeneutiği Tanıtan Üç Makale, çev. Kadir Filiz, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2021, s. 11.

[41] Mehmet Genç, “Hakikati Arayan İnsanlara Çok İhtiyaç Var”, Yedi Kıta, 2015, sayı: 78, s. 66. Ayrıca bkz. Tarih Unutmaz, haz. R. Kemal Subaşı, Yedi Kıta Kitaplığı, İstanbul, 2018, s. 106.

[42] Beşir Ayvazoğlu, a.g.e., s. 153.

[43] İsmet Özel, “Yaşamak Geçti Başımdan”, Of Not Being A Jew, Şule Yayınları, İstanbul, 2011,  s. 123.