Şili’de, bunun için seçilmiş bir kurucu meclisin bir yıldır hazırladığı, içinde temel hak ve özgürlükler alanında, çevre konusunda dünyada bugüne kadar anayasalarda yer almayan ilkelere de yer veren, dikkat çekici oranda ilerici ve özgürlükçü radikal anayasa önerisi, 4 Eylül 2022’de yapılan halk oylamasında reddedildi. Oylamaya katılan seçmenlerin %62’si son derece detaylı bu anayasayı çok farklı nedenlerle kabul etmediler. Halbuki bundan iki yıl önce, 25 Ekim 2020’deki halk oylamasında, 1980’de Pinochet’nin başında olduğu cunta döneminde yürürlüğe giren anayasanın değiştirilmesini %78’lik bir çoğunluk talep etmişti. İki yıl arayla yapılan iki halk oylamasının sonuçları birbirinin neredeyse tam zıddı oldu.
Ayrıca bu iki tarih arasında, birisi kurucu meclis seçimi (15-16 Mayıs 2021), birisi başkanlık (21 Kasım ve 19 Aralık 2021) olmak üzere iki seçimin sonuçları anayasa değişikliğini savunanların önde geldiğini göstermişti. Buna karşılık başkanlık seçiminin birinci turuyla aynı gün yapılan milletvekili seçimlerinde sağ ve merkez partiler mecliste çoğunluğu korumuşlar, ikinci turda başkan seçilecek olan Boric’in partisi ve sol müttefikleri azınlıkta kalmışlardı. Bu çelişkili sonuçlara rağmen, kurucu meclis seçimi bitip, 155 delege göreve başladığında, 1990’dan beri epey tadilat görmüş Pinochet anayasasından Şili toplumunun artık bütünüyle kurtulacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu. Merkez partiler de değişiklikten yanaydılar. 4 Eylül halk oylaması bunun çok aceleyle ve fazla iyimserlikle oluşmuş bir kanaat olduğunu gösterdi.
Son halk oylaması ile son iki yılda yapılan diğer seçimler ve halk oylaması arasında bu denli çelişkili bir sonucun ortaya çıkmasının önemli bir nedeni, seçimlere katılım oranındaki farkta yatıyor.
Şili’de seçimlerde oy verme zorunluluğu 2012’de kaldırıldı. Ondan önce, 1988 plebisitinden[1] 2013 seçimlerine kadar, katılım genellikle %80’nin üzerinde oluyordu. 2013’ten itibaren katılım oranı %50 civarına inip çıkmaya başladı. Katılım oranlarının zaman içinde karşılaştırılmasında iki değişikliği dikkate almak gerekiyor ve ikisi de 2022 halk oylamasındaki sonucu kısmen açıklıyor.
Birinci değişiklik, 2012’de oy vermenin zorunlu olmaktan çıkarılmasına karşılık seçmen listelerine yazılmanın otomatik hale getirilmesidir. Böylece o tarihe kadar sekiz milyon olan seçmen sayısı, 2013 seçimlerinde on üç milyona çıktı. Buna karşılık, oy veren sayısı pek değişmedi. Örneğin 1999 veya 2005 seçimlerinde sekiz milyon kayıtlı seçmenin %89’u ve %87’si oy kullanmıştı. 2013 başkanlık seçimlerinde on üç milyon seçmenin %49’u birinci turda oy kullandı (ikinci turda %41!). Mutlak sayılarla ifade edersek, 1999’da oy vermek zorunlu ama seçmen listesine kaydolmak zorunlu değilken, 6,9 milyon kişi oy kullanmıştı. 2013’de, oy vermek zorunlu olmadığı halde, herkes seçmen listesine kayıtlıyken, oy kullanan seçmen sayısı 6,3 milyon oldu. Oy verme zorunluluğu kalkınca oy veren sayısı çok fazla değişmedi ama seçmen yaşındaki herkesin kütüğe otomatik olarak yazılmasından sonra katılım oranı %50’ye, hatta onun da altına düştü.
2020’de ilk defa yapılan yerel seçimlerde katılım oranı %20’nin altına düşünce, Şili’de meclis Haziran 2021’de anayasa değişikliği yapıp, oy vermeyi yeniden zorunlu kıldı. Ve bu kural Eylül 2022 halk oylamasında ilk kez yeniden uygulandı. Ama bu sefer bütün seçmenler seçmen kütüğüne kayıtlıydı.
Bu bilgiler ışığında, 2020’den beri yapılan, yukarıda saydığımız dört oylamayı karşılaştıralım.
Ekim 2020’de Pinochet anayasasının değişmesi yönünde evet oyu kullananların oranı %78’di ama katılım %51’de kalmıştı. On beş milyon kayıtlı seçmenin olduğu bu halk oylamasında evet oyu verenlerin sayısı 7,6 milyondu. Kurucu meclise temsilci seçiminde (Mayıs 2021) katılım %43 oldu. Üç sol eğilimli liste kurucu meclisteki 155 sandalyenin 79’unu kazandı. Sağ koalisyon 37 temsilci kazanabildi. Ayrıca başta Mapuşlar olmak üzere, yerli halklara 17 temsilcilik kontenjanı ayrılmıştı. Bunu 21 Kasım 2021’de ilk turu yapılan başkanlık seçimi ve aynı gün yapılan milletvekili seçimi izledi. İlk turda katılım %47 idi. Pinochet hayranlığını açıkça ifade eden Kast, 1,9 milyon oy alarak (%28) birinci geldi. Solun adayı Gabriel Boric 1,7 milyon oyla (%25,8) ikinciydi. Parlamentoda da sağ partiler milletvekillerinin neredeyse yarısını (%48) kazanmış, merkez eğilimli parti de mecliste dörtte bire yakın (%23) bir oranda temsil edilmeyi başarmıştı. Ama başkanlık seçiminin ikinci turunda, aşırı sağ adaya karşı, merkez ve sol adaylar Boric’e oy vermeye çağırınca ve katılım sekiz puan artınca, Boric 4,6 milyon oyla (%55,8) başkan seçildi. Diğer bütün Güney ve Orta Amerika devletlerinde olduğu gibi, Şili’de de başkanlık sistemi çok uzun zamandan beri yürürlükte.
Eylül 2022’deki halk oylamasında ise katılım artık zorunluydu ve hemen hemen herkes seçmen kütüğüne kayıtlıydı. Kamuoyu araştırmaları katılımın %70 civarında gerçekleşmesini bekliyordu. %85,8 oldu! Özellikle yoksul kesimlerin yaşadığı bölge ve mahallelerde katılım beklenenden daha yüksekti çünkü oy vermemenin cezası, asgari ücretin takriben 400 Euro olduğu ülkede, 180 Euro civarındaydı. On beş milyon kayıtlı seçmenin bu kez on üç milyonu sandığa gitti ve 7,8 milyon seçmen hayır, 4,8 milyon seçmen ise evet oyu kullandı. Yeni anayasaya evet oyu verenlerle Aralık 2021’de başkanlık seçiminin ikinci turunda Boric’e oy verenlerin sayısı neredeyse aynıydı. Sonuçta Boric, Aralık 2021’de başkan seçilmek için elde ettiği desteği korumuş ama bunu anayasa referandumunda arttıramamıştı. 2012’ye kadar seçmen kütüğüne yazılmayarak oy vermeyen, 2012’den sonra ise seçmen kütüğüne otomatik olarak yazılan ama artık zorunlu olmadığı için oy vermemeye devam eden önemli bir kitle, 2022’de oy kullanmış ve sonuçların bölgesel dağılımının gösterdiğine göre büyük çoğunluğu hayır oyu kullanmıştı.
Seçim sistemindeki bu değişiklikler son iki yıl içinde yapılan dört oylamanın ilk üçüyle sonuncusu arasındaki sonuç farkını sayısal olarak açıklıyor. Diğer seçimlerde sessiz kalan bir kitlenin, 4 Eylül 2022’de zorunlu olarak oy kullandıklarında önerilen yeni anayasaya hayır dedikleri ortaya çıkıyor.
Katılım oranları arasındaki büyük farka dayalı bu tespit, yeni anayasa önerisi açıklanıp, halk oylamasının tarihi ilan edildiğinden beri kamuoyu yoklamalarında önde gözüken hayır oyunun, 4 Eylül akşamı beklenenden de daha yüksek bir oranda çıkmasını açıklamıyor. Bu nedenlerin başında, önerilen anayasanın, bazılarının gerçekten ne anlama geldiği, nasıl uygulanacağı büyük bir soru işareti olan çok uzun bir temenniler-talepler kataloğuna dönüşmesinin, sağ muhafazakâr ve milliyetçi parti ve hareketlerin yürüttüğü, yalan haberlere dayalı, son derece saldırgan kampanyaya uygun bir zemin hazırlamış olmasıdır. Yeni anayasa çoğu Şilili için algılanması zor, karmaşık bir metin olarak değerlendirildi.
Önce anayasanın katalog niteliğini ele alalım. Kurucu mecliste ilk oylandığı haliyle anayasa 499 maddeden oluşuyordu. Daha sonra bir düzenleme komisyonu bunu 388 maddeye indirdi. Bunların 57’si anayasanın kabul edilmesi halinde geçiş dönemini düzenleyen maddelerdi. Gene de bu yeni anayasa önerisi dünyanın en uzun anayasalarından, hatta yürürlükteki anayasalar arasında en uzunu olmaya adaydı. Bazen çok genel ifadelerle bir hakkı tanımlıyor, bazen aşırı tanımlanmış başka bir hakkı anayasa koruması altına alıyordu.
Anayasanın “yerli halkları” (pueblos indigenas) tanıması, milliyetçi-muhafazakâr çevreler tarafından Şili’yi bölme projesi olarak yorumlandı ve toplumun önemli bir kesiminde böyle algılandı. Şili’de on bir yerli halk grubu, toplam takriben 1,7 milyon kişiyle nüfusun %10’undan biraz azını oluşturuyor. Esas olarak ülkenin güney bölgesinde yaşıyorlar. Güneyde Mapuş yerlilerinin küçük ama radikal bir kanadının geçmişte el konulan ortak mülkiyetteki topraklarına sahip çıkmak için yürüttüğü, zaman zaman şiddet dozu yüksek eylemler, Şililerin önemli bir kesiminde yeni anayasada yerlilere tanınan özel hakların kaçınılmaz olarak “bölünmeye” yol açacağı kanaatini pekiştirdi.
Diğer taraftan, kuzeyde, göçmenlerin yoğunlaşmasının yarattığı gerginlik ve suç kartelleri kaynaklı şiddet hayır oyunu tetikledi. Bu aynı zamanda, dokuz aydır iktidarda olan Boric yönetimine karşı verilen bir memnuniyetsizlik oyuydu.
“Doğanın hakları” çerçevesinde madenciliğin sınırlandırılması önerisi, dünyanın bir numaralı bakır madeni üreticisi ve ihracatçısı olan Şili’de maden emekçilerinin endişe duymasına yol açtı. Sosyal konut stoğunun büyümesini ve devletin konut üretimine doğrudan müdahale etmesini öngören madde, sosyal yardımlarla konut sahibi olmuş orta halli emekçi kitlelerin toplandığı mahallelerde hayır oyunun yüksek çıkmasına yol açtı. Çünkü yeni anayasa karşıtı sağ çevreler, biraz muğlak ifade edilmiş bu ilkeyi, konutta özel mülkiyetin kaldırılması, sosyal yardımlarla konut sahibi olanların mülklerine devletin el koyması olarak halka sundular.
Muhafazakârların, Katolik Kilisesi’nin ve Evanjelistlerin anayasaya hayır oyu verme yönünde kullandıkları en etkili gerekçe, kürtajın bir anayasal hak olarak tanınmasıydı. Yeni anayasa taslağı “kadınların kendi bedenlerini kontrol etme hakkı” çerçevesinde kadınlara “hamileliğe gönüllü olarak son verme hakkı” tanıyor ve bunun uygulanma koşullarını belirlemeyi doğal olarak yasaya bırakıyordu. Boric’e karşı başkanlık seçimini kaybeden Kast ve muhafazakârlar, “anayasanın dokuz aya kadar kürtaja izin verdiğini” iddia eden bir kampanya yürüttüler.
Suyun bir müşterek zenginlik olduğunu vurgulayan madde ise hayır kampanyası yürütenlerin bir kısmı tarafından bundan böyle şişede suyun, yaz sıcağında buz torbası satılmasının yasaklanacağı şeklinde sunuldu. Şili bayrağının, ülkenin isminin ve ulusal marşının yeni anayasada değiştirileceği gibi bariz yalanların yanında, Şili’yi “çokuluslu” bir ülke olarak tanımanın Şili yurttaşlığını lağvedeceği gibi kasıtlı yorumlar eşliğinde yürütülen Trumpvari bir yalan kampanyası başarılı oldu. Üst zengin sınıfın, muhafazakâr çevrelerin mali desteği de bu kampanyanın çok güçlü ve etkili bir medya kampanyasına dönüşmesini sağladı. Yapılan hesaplar, hayır oyu için toplanan mali desteğin evet kampanyasına verilen mali destekten iki ila üç kat fazla olduğunu gösteriyor. Ayni destekleri katarsak aradaki fark daha da büyüyecektir.
Yeni anayasa karşıtı kampanyanın başarılı olmasını sağlayan bir diğer etmen, başta Boric ve hükümeti olmak üzere, anayasayı destekleyenlerin halk oylaması kampanyasında sergiledikleri büyük hatalar, eksiklikler, gecikmeler, telaşla attıkları geri adımlardı. Anayasa metni birçok seçim bölgesinde dağıtılamadı veya geç dağıtıldı. Seçmenlerin çoğu, özellikle kırsal bölgelerde, anayasanın içeriğinden muhafazakâr güçlerin elindeki medya araçları vasıtasıyla haberdar oldular. Örneğin, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere bir dizi hak tanıyan anayasa maddelerinin varlığına rağmen, cezaevlerine ilk kez yerleştirilen seçim sandıklarında hayır oyu önde geldi. Birkaçı hariç, cezaevlerinde anayasa önerisi metni dağıtılmamıştı bile! Boric yönetimi yeni anayasayı 4 Temmuz’da açıkladı ve 4 Eylül’e kadar, anayasayı tanıtmakla değil, ortaya atılan yalan haber ve bilgileri savuşturmak için uğraşmak zorunda kaldı. Güçlü bir yeni anayasa savunusu kampanyası düzenleyemedi.
Anayasada yer alan bir dizi hakkın kullanımındaki büyük belirsizliklerden ötürü Boric yönetimi, bunların anayasa kabul edildikten sonra gözden geçirileceği vaadinde bulunmuştu. Nasıl uygulanacağı bir muamma olan bu haklardan biri, anayasanın doğayı bir hak sahibi özne olarak tanımasıydı. Örneğin buzullara bu çerçevede nasıl bir yasal statü verileceği mesele oldu! Bir diğeri “yerli kültüre uygun yiyeceklerin savunulması” ilkesiydi. Anayasanın öngördüğü “doğa hakları savunucusu”nun ne tür bir yetki ve göreve sahip olacağını açıklamak kolay değildi.
Kurucu mecliste, siyasal parti temsilcilerinden çok sivil toplum hareketlerinden gelenler ağırlıktaydı. Kurucu meclisin neredeyse üçte ikisi kendini “bağımsız” olarak tanımlayan temsilcilerden oluşuyordu. Ve bu temsilcilerin çoğunun anayasada muhakkak yer almasını istediği bir hak talebi vardı. Bunlar arka arkaya dizilince, Temel Hak ve Güvenceler başlığı altındaki ikinci bölüm, 109 maddeden oluştu. Yürütme, yasama erklerini, hukuk sistemini, bölgesel ve yerel yönetimleri tanımlayan bölümler de uzun olmakla beraber bundan epey daha kısaydılar.
Yeni anayasa fikrini destekleyen, anayasada yer alan mutlak kadın-erkek eşitliğini, cinsiyet eşitliğini, yerli halkların varlığını, evrensel sağlık hizmetini ve iyi eğitim hakkını, adil bir emeklilik sistemini, son derece ileri ekolojik ilkeleri savunan ama anayasanın zaaflarına da işaret eden anayasa uzmanları için en önemli sorun, metnin bir “haklar ve temenniler kataloğu”na dönüşmüş olmasıydı. Kurucu meclisin yapısı bunu kaçınılmaz kılmıştı. Dolayısıyla siyasal partileri büyük ölçüde dışlayan, uzmanların görüşlerine elit karşıtı bir yaklaşımla pek değer vermeyen, birçoğu tek konulu veya dar amaçlı taban hareketlerinin temsilcilerinden oluşan kurucu mecliste çoğunluk sağlanabilmesi için, dile getirilen bütün haklara anayasa taslağında yer verilmişti.
Bu detaylı kataloğun bir diğer nedeni, anayasadaki hakları yasalara dönüştürecek olan parlamentoda ve senatoda sağın çoğunlukta olması ve yeni seçim sisteminin, anayasa kabul edilirse, 2026’da yürürlüğe girmesinin öngörülmesiydi. Kurucu meclisteki temsilcilerin çoğunluğu kamuoyunda büyük bir prestij ve güven kaybı yaşayan meclise mümkün olduğu kadar hareket marjı bırakmak istemiyordu. Dolayısıyla her şeyi anayasaya sokmaya çalıştılar ama bunu yaparak yeni anayasaya karşı yürütülen mübalağalı yorum ve yalan kampanyasının işini kolaylaştırdılar.
Bütün bu tespitlerin Şili toplumunda çoğunluğun muhafazakâr eğilimde olduğu, olmaya devam ettiği olgusu ışığında ele alınması gerekiyor. Yeni anayasayı destekleyenler, esas olarak Santiago gibi büyük kentlerde toplanıyor. Bölgesel olarak Kuzey ve Güney’de muhafazakâr eğilim çoğunlukta iken, ilerici çevrelerin Orta bölgede yoğunlaştığı görülüyor. Kentlerle kırsal bölgeler arasında da benzer bir fark var.
Ekim 2019’da gençlerin ve kadınların başını çektiği büyük isyan hareketi Şili’de yönetimin geri adım atmasına, anayasa değişikliğini halkoyuna sunmayı kabul etmesine ve Kasım 2019’da sağ ve sol güçlerin “Toplumsal Barış için Anlaşma”yı imzalamalarına yol açmıştı. Pandemi ortamında yapılan kurucu meclis seçimlerinde, muhafazakâr sağ güçler seçmenlerini harekete geçiremediler. Ama başkanlık seçiminin birinci turunda geleneksel sağın zayıflaması nedeniyle aşırı sağ, faşizan eğilimli Kast birinci geldi. Aynı gün yapılan milletvekili ve senatör seçimlerinde de sağ ve merkez partiler çoğunluğu korudular. Kast, toplumun önemli bir kısmı genellikle sessiz kalsa da, çoğunlukta var olan değişime karşı direnci sermaye güçleri, büyük burjuvazi, evanjelist çevrelerin desteğiyle harekete geçirmeyi başardı. Diğer taraftan, anayasa değişikliğine karşı muhalefet cephesi, akıllı bir taktikle, Pinochet anayasasını muhakkak değiştirmek istediklerini ama “bu anayasayı” istemediklerini sürekli dile getirdi. 4 Eylül akşamı hayır oylarının önde geldiği ortaya çıkınca da bu tavırlarını sürdürdüler.
Boric de, sonucun kendi yönetimi açısından bir başarısızlık olduğunu kabul ederken, anayasa değişikliği sürecinin geçerli olduğunu ilan etti. Ama şimdi, sağ ve merkez partilerin çoğunluğa sahip olduğu bir mecliste, 1980 Pinochet anayasasının belirlediği koşullar altında (mecliste üçte iki çoğunluk) gerçekleşebilecek bir anayasa değişikliği süreci söz konusu olacak. 2019’da imzalanan Toplumsal Barış için Anlaşma’da anayasanın halk oylamasında kabul edilmemesi halinde, eski anayasanın bütünüyle yürürlükte kalacağı belirtilmişti.
Sonuç olarak, Şili’de demokrasiyi genişleten, cinsiyet eşitliğini, yerli halklara çok uzun zamandır yoksun oldukları tanınmayı sağlayan, çevre koruma ilkeleri açısından dünyadaki en gelişmiş önlemleri içeren, doğaya, hayvanlara kişilik tanıyan, suya erişim hakkı, madenlerde egemenlik, halkın karar alma süreçlerine katılımı, bölgesel ve yerel idarelerin güçlendirilmesi, konut, sağlık, eğitim ve emeklilik alanlarında neoliberal politikaların yarattığı yıkımı telafi edecek kamusal dayanışma mekanizmalarının yürürlüğe konması gibi ilkeleri içeren anayasa, halk oylamasında gayet açık bir oy farkıyla reddedildi. Ne var ki Pinochet anayasasının bundan sonra Şili’de egemen düzenin belkemiği olmaya devam etmesi zor olacak. Ret kampanyası yürüten sağ ve muhafazakâr güçler bile kendilerini Pinochet anayasasını değiştirme sözü vermeye devam etmek zorunda hissediyorlar. Ama bundan sonra anayasa yapımı sürecinde onların ağırlığı baskın olacak, iki yıl önce sokağa dökülenlerin şiddetle protesto ettikleri “elitlerin” tercihleri ön plana çıkacak. Diğer taraftan biraz yorulmuş ve daha bir yılını doldurmamış olan Boric yönetiminden, belki biraz da aceleyle hayal kırıklığına uğramış olmakla birlikte, iki yıldır Şili’de büyük bir değişim dalgasını beslemiş olan yığınlar da ortalıkta duruyor. Boric yeni bir seçim çağrısı yapıp, yeni bir kurucu meclis oluşturacağını ilan etti ama ne mecliste ne senatoda bunu hayata geçirecek çoğunluğa sahip. Geriye, halk oylamasından sonra hükümette kapsamlı bir değişiklik yapan ama kadın-erkek eşitliği ilkesini bozmayan, hem radikal bir değişime hem de yapıcı bir toplumsal barışa inancını dile getirmeye devam eden Boric’in bunu başarabilmesinin toplumsal koşullarının nasıl oluşacağı sorusu kalıyor.
[1] 5 Ekim 1988’de yapılan plebisitte, görev süresi 1990’da son bulacak olan general Pinochet’nin, sekiz yıl daha devlet başkanı olmaya devam etmesi önerisi oylanmıştı. Katılımın %97 olduğu plebisitte, hayır oyu %53 çıkmış ve Pinochet sonrası dönem bu sayede başlamıştı.