Sansür yasası ya da dezenformasyon yasası diyerek tartıştığımız ancak toplumsal muhalefetin belki de aynı şekilde kanalize edilemediği yasa teklifi TBMM’de kabul edildi. Resmi Gazete’de yayımlanmasının akabinde yürürlük tarihinde yürürlüğe girecek. Yasanın teknik ve hukuki ayrıntılarını aslında şurada yazmıştım. Aynı teknik bilgileri tekrar etmenin ötesinde bir işlev meselesine değinmek istiyorum burada. Bu kanunun hukuken sansür ve dezenformasyon dışındaki tehlikeli maddelerine hukukçu Kerem Altıparmak değinmişti. Burada internetten basın faaliyeti yürütenlerin basın kanunu kapsamına alınması sevindirici bir gelişme olarak sunuluyordu ama onların da aynı şemsiye altına toplandığında nasıl yaptırımlarla karşılaşacaklarını biliyorduk. Bu yolla yazılı ya da görsel basın gibi yeni bir hedef tahtası haline kolaylıkla getirilmeleri mümkün. Aynı şekilde yasalaşmak üzere olan teklifte Elektronik Haberleşme Kanunu’ndaki suçlarla ilgili olarak Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu Başkanı’na sıra dışı yargılama yetkileri verilmesi, bir lütuf değil, akreditasyon nesnesi değil, her gazetecinin hakkı olan Basın Kartı’nın gazeteciler için hemen her daim kaybedebilecekleri bir ödül ya da ceza haline getirilmesi, reklamların ve bütçenin dağıtımında İletişim Başkanlığı’nın yetkileri, sosyal medya şirketlerine getirilen zorunluluklar ve onların da her an kapatılma tehdidi altında olması işin sadece teknik kısmı.
Ama işin teknik detaylarını aşan toplumsal boyutları ve işlevleri de var. Susma Platformu, Türkiye’de 2021 Aralık’ına kadar gerçekleşen sansür ve otosansür vakalarını incelediği bir rapor yayımladı. Bu rapor çeşitli başlıkları içeriyor. Söz konusu sansür ve otosansür olduğunda hayatın bütün damarlarına yayılmış bir suskunluğu gösteriyor bu rapor. Çünkü sansür, sadece haberlerde, gazetelerde, aynı dili kullanan aynı köşe yazılarını okumakla gerçekleşen tek damarlı bir şey değil. Bunu Türkiye’deki sansür yasasına ilişkin Venedik Komisyonu’nun acil notuyla yayımladığı görüşünden de biliyoruz. Ama ondan önce toplumsal sansürün anlamını, onun hukuki düzenlemeleri bile aşan toplumsal olarak işlettiği suskunluk sarmalını nasıl inşa ettiğini konuşmak gerekiyor.
Susma Platformu, sansür ve otosansürü gazetecilik, müzik, sinema, televizyon ve internet yayımcılığı, tiyatro, yayıncılık ve diğer sansür vakaları olarak kategorize etmiş. Buradaki “diğer” başlığı oldukça ilginç çünkü çeşit çeşit vakanın olduğu renkli bir yelpaze gibi. Örneğin, Gümüşhane’nin Taşköprü Yaylası’ndaki define kazısı sonucu yok edilen Dipsiz Göl ile ilgili Ekşi Sözlük başlıkları, “kişilik hakları ihlali” gerekçesiyle erişime engellenmiş. Göl ve kişilik hakları başlığı bir mesele tabii, çevrenin hakları olduğunu biz söylüyoruz ancak burada korunan çevrenin hakkından ziyade yok edenin hakları oluyor. Dezenformasyon diyerek her türlü hukuksuz davranış, haksız fiil, suç niteliğindeki eylem ve davranışın kamu tarafından bilinmesini engellediğinizde, orada olan şey dezenformasyonla mücadele olmuyor. Kamunun bilgi alma hakkının gasp edilmesi oluyor. İletişim Başkanlığı tarafından yayımlanmaya başlanan Dezenformasyon Bülteni bunun kristal bir örneği değil mi? Hakkında yargı süreci başlatılmamış olan haberleri ve metinleri, “o yalan, bu yalan, şu yalan, şu da yalan” diyerek yaftalamak dezenformasyonla mücadele midir yoksa sansür müdür? Basılı ya da dijital tüm gazeteleri birer tekzip bültenine dönüştürecek olan, onların söz söyleme haklarını elinden alan, haberlerinin yanlışlığı hakkında yargı kararı olmasa bile yürütme organının keyfiyle kamunun haber alma hakkını gasp eden bu yasanın işlevinden korkmamak mümkün değil mi? Koca bir ülkeyi ve devleti sansür müdürlüğünün gölgesine hapsediverecek kadar internetten gazetelere, sosyal medyadan görsel medyaya, Türk Ceza Kanunu’ndan elektronik haberleşmeye kadar hayatın her alanına yayılan, hiçbir boşluk ve nefes imkânı bırakmayan bu yasanın işlevi tam olarak nedir?
Gerçeği, herkesin bildiği ama kimsenin söyleyemediği bir şey haline getirirseniz buradan doğacak şey Sansür ve Otosansür Raporu’ndaki vakaların çoğalması ama yazılamaması olur. Sansürü dile getirmek de sansürlenir, sansür ve otosansür raporları, irtibat ve iltisak gibi siyasal dilimizde yayılmış olan “dezenformasyon” sözcüğüne hapsedilir.
Venedik Komisyonu, 7 Ekim 2022’de acil notuyla sansür yasasıyla ilgili görüşlerini raporladı demiştik. Komisyon’un notları, yasanın teknik detaylarındansa toplumsal işlevlerine değiniyor. Bu yasanın, sadece var olmasından kaynaklanan bir “chilling effect”’ten bahsediyor rapor. Bu bir tür başkalarının çıkarlarını korumak için birilerinin susturulmasına imkân veren etki, gösterilen cezalar ve sopalarla gerçekleşen caydırıcılık.
Komisyon, yasalaşmakta olan maddenin sadece gazetecileri, politikacıları, aktivistleri değil, bütün vatandaşları etkileyeceğinden bahsediyor. Çünkü sansür ve otosansür yasaları, zaten konuşmakta olanları daha fazla cezalandırmaktan başka bir işleve sahiptir. Hiç konuşmayanları, hiç sesi çıkmayanları daha derin bir sessizlik çukuruna hapsetmek, daha büyük korkular ve sopalar göstererek onları iyice konuşamaz hale getirmek. Toplumsal mücadelede cesaretin bulaşıcı bir şey olması gibi, bu yasalarla da korku bulaşıcı bir şey olur. Sadece çevrimiçi yaşamda değil, çevrimdışı hayatta da insanların hareket kabiliyetleri korku yoluyla kısıtlanır, örgütlenme hakkından bilgi alma hakkına kamusal vatandaş olmanın imkanlarına kast edilir. Çevrimiçi hayatta insanların anonim birer hesap olarak kalma ve haber alma olanakları dahi imkânsız kılınır. Medyanın, kamunun bekçisi olma görevi artık siyasal iktidarın basın bürosu olma konumuna itilir. Sansür ve otosansür yasası tam olarak bu işlevlerle, hiçbir şey yapmadan dahi birçok şey yapar.
Venedik Komisyonu’nun başlık açtığı bir diğer mesele ise bu yasanın seçimlerle ilişkisi. Komisyon, Türkiye’de yaklaşan seçimleri de göz önünde bulundurarak siyasal tartışmanın dijital platformlardaki varlığından, siyasal tartışmalara dijital katılım hakkından da bahsediyor. Ancak insanların anonim hesaplarındaki kimliklerini açıklamak zorunda bırakılacağı, sadece dikey haber alma imkanlarının yani hükümet hangi haberin yayılmasını istiyorsa vatandaşlara o haberin aktarılacağı bir dijital dünyanın, hiçbir dijital hakkı içinde barındırmayacağını biliyoruz. İnternette anonim olmanın hak olduğunu, dikey haber alma olanakları kadar yatay haber alma olanaklarının da tanındığını bildiğimiz gibi. Zaten Venedik Komisyonu bu haklardan da bahsediyor.
Komisyon, kamunun haber alma hakkının sadece dikey değil, aynı zamanda yatay olduğunu vurguluyor. Yani dijital dünyada kullanıcıların birbirleri için birer haber kaynağı olma, kamuyu birlikte var etme ve paylaşma hakları. Sadece oradan dikte edilen değil, kamusal ortamda inşa edilen yatay bir haberler ağından bahsediyor.
Bugün TBMM’den tüm maddeleriyle “sansürsüz” olarak geçen sansür yasası, sadece aktivistlere, insan hakları savunucularına, politikacılara, muhaliflere, sivil topluma ve gazetecilere gösterilen bir sopadan daha öte bu yüzden. Bu yasa, kimseyi dışarda bırakmadan herkes için bir sansür ve otosansür iklimini kelime kelime inşa ediyor. Bu yüzden de sadece dezenformasyon maddesiyle değil, tüm maddeleriyle kamusal hayatın nasıl biraz daha tırpanlanacağını, devletin bunu nasıl sistematikleştireceğini, haber ve bilgi ile aramızda dikey hiyerarşiler öngörüleceğini gösteriyor.
Bunu aşmanın toplumsal imkanlarını düşünmek ise bir başka mücadele. Ve tabii mücadele de bulaşıcıdır.