İYİ Parti Kürt Meselesini Çözebilir mi?
Cuma Çiçek

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener Medyascope’ta Ruşen Çakır’ın konuğu oldu ve Kürt meselesine ilişkin dikkate alınması gereken yeni açıklamalarda bulundu. Söz konusu programda Akşener’in dile getirdiği dört yenilik var: (1) Kürtlüğü ve Türklüğü iki ayrı kategori olarak tanımlaması, (2) meselenin çözümü konusunda azınlık hakları ile bireysel haklar etrafında bir tartışma yürütmesi, (3) Bask ve Kuzey İrlanda örneklerine gönderme yapması ve (4) Çözüm Süreci’nde Devlet Bahçeli’nin aldığı tutumu hatırlatarak siyasi çözüm için seçim sonuçlarını adres göstermesi.

Kürt Meselesinin Muhatabı Milliyetçiler

Bu yeniliklerin detaylarına geçmeden önce İYİ Parti’nin Kürt meselesine ilişkin tutumunu detaylıca tartışmanın neden önemli olduğunu belirtmek gerekir. İlk olarak, Kürt meselesinin hazırdaki tek muhatabı milliyetçiler. Geniş anlamda zaten HDP dışında kalan ana-akım partilerin tamamı Türk milliyetçiliğini -farklı yorumlamakla birlikte- paylaşıyorlar. Yani milliyetçilik Türk siyasetinin ortak noktası.

Öte yandan dar anlamda da Türk siyasetinin sınırlarını uzun yıllardır milliyetçiler belirliyor. Türk siyasetinin oyun alanını MHP geleneğinin temsil ettiği milliyetçiler kuruyor. Başlangıç tarihi tartışmalı olsa da 15 Temmuz sonrasında milliyetçiliğin hem sokakta hem devlette hem de siyasi partiler nezdinde belirleyici ideolojiye dönüştüğü söylenebilir. OHAL döneminde kamudan ihraç edilen yaklaşık 130 bin kişinin yerine büyük oranda milliyetçilerin istihdam edilmesiyle bürokraside de milliyetçiliğin güçlendiği bir dönemden geçiyoruz. Nitekim, 15 Temmuz sonrasında hükümet MHP’nin, ana muhalefet bloku ise İYİ Parti’nin belirlediği sınırlar içerisinde siyaset yapıyor.

Bu konuda altı çizilmesi gereken bir diğer mesele de şu: Kürtler, Türkiye siyasetinde ana muhalefet odaklarından biri olan İslamcılarla sorunu çözmeyi denediler. Ana-akım Kürt siyaseti 2013-2015 Çözüm Süreci’nde bölgesel ölçekte “İslami birliği” bile -kendi içindeki itirazlara rağmen- kabul etti. Ancak 20 yıllık AK Parti yönetiminde İslamcılarla bu işin çözülemeyeceği ortaya çıktı. Bu durum bir yandan İslamcı siyasetin kendisinden kaynaklanırken, öte yandan Türk milliyetçileri siyasette, devlette ve sokakta önemli bir direnç oluşturdular. Ana-akım Kürt siyasetinin bu dönemi iyi değerlendirmediğini de not etmek gerekir. Siyasal seçeneklerin şekillenişinde İslamcılar ve milliyetçiler kadar Kürt siyasetinin tercihleri, yaptıkları ve yapmadıkları da belirleyici oldu.

Türk siyasi geleneğinde çoğu sorunun ilgili muhatabın yönetimde olduğu dönemde ele alındığını da not etmek gerekir. 20 yıllık AK Parti yönetimi bu konudaki son örnek. Türkiye siyasal İslam meselesini bu gelenekten gelen bir parti yönetimi döneminde çözdü, çözüyor. Hem siyasette hem de sokakta sekülerliğin güçlendiği bir dönemden geçiyoruz. Erdoğan sonrası bu sürecin hızlanacağını ve özgürlükçü bir laikliğin sağlanması durumunda geri dönülmesi zor bir dönüşüm yaratacağını öngörebiliriz.

Son olarak, sorunun ancak muhataplarıyla çözüleceğini söyleyebiliriz. Ana-akım Kürt siyaseti olmadan Kürt meselesinin çözülemeyeceğini kabul ediyorsak, aynı şekilde Türk milliyetçileri olmadan da sorunun çözümüne dönük mesafe alamayacağımızı kabul etmek zorundayız.

Kürd’ün-Türk’ün Ortak Problemleri

Akşener’in açıklamalarına dönersek, Genel Başkan Kürt meselesine ilişkin soruya verdiği cevapta Kürtlerin Türklerle ortaklaşan ve farklılaşan sorunlarına ve ihtiyaçlarına gönderme yaptı. Akşener’e göre “sınıfsal anlamda baktığınızda Kürd’ün-Türk’ün dertleri birbirine benziyor.” Geçmiş dönemlerde devletin Kürt bölgesine kaynak ayırdığını ancak bu kaynakların doğru yönetilmediğini, yatırıma dönüşmediğini ve vatandaşa ulaşmadığını belirten Akşener, Kürt meselesi konusunda devlete ve Türk sağına hâkim olan “geri kalmışlık” hikayesine başvurdu.

“Kalkınma” ve “sınıf” odaklı bu söylemin özellikle ekonomik krizle birlikte hem sağ hem de sol siyasette çok fazla dile getirildiğini görüyoruz. Bununla birlikte daha önce Kimlik Siyaseti ve Kaynak Bölüşümü başlıklı yazıda detaylıca tartıştığım üzere etnik/ulusal, dini/mezhepsel kimlikleri, toplumsal cinsiyet temelli dinamikleri dikkate almadan sınıf meselesini anlamak mümkün değil. Zira, bu kimliklere kayıtsız bir sınıf yok. Sınıfsal ilişkiler tam da bu kimlik ayrımları üzerine inşa edilir. 1996 yılından bu yana düzenli aralıklarla yapılan ve en son Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından 2017 yılında yenilenen İllerin ve Bölgelerin Sosyoekonomik Gelişmişlik Sıralaması (SEGE) Araştırması sonuçlarının da teyit ettiği üzere, Türkiye’de kronikleşen bir bölgesel eşitsizlik sorunu var ve bu tablo içerisinde kaynak bölüşümünde en az payı alanlar Kürt şehirleri.

Bu durum alt sınıflar için olduğu kadar üst sınıflar için de geçerli. Türkiye’de ortalama olarak 10 seçmenin en az ikisi Kürt. Bu anlamda Kürtlerin Türkiye nüfusunun en az %20’sini oluşturduğunu dikkate aldığımızda, kimliğe kayıtsız bir sınıfın olması durumunda örneğin en fazla vergi veren 500 işletmenin 100’ünün Kürt sermayesinde olması gerekirdi. Sermayenin etnik/ulusal kimliğinin kaydına dair elimizde bir veri olmasa da Fortune Turkiye verilerine göre, 2021 yılı itibariyle “net satış” bazında en büyük 500 firma içerisinde Kürt coğrafyasında bulunan işletme sayısı sadece 17 (Gaziantep’te 14, Diyarbakır’da 1, Van’da 1 ve Siirt’te 1). Başka bir ifadeyle Türkiye İstatistik Enstitüsü verilerine göre, 26 İkinci Kademe Bölge içinde Türkiye’nin toplam nüfusunun yaklaşık %18,11’inin yaşadığı ve Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğu 7 bölgede (Ağrı, Erzurum, Malatya, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Van) en büyük 500 işletmenin %3,4’ü bulunuyor. 

Kürtlerle-Türklerin dertleri sadece sınıfsal açıdan değil, başka açılardan da farklı. Örneğin, kayyımlar, seçme-seçilme hakkı, siyasal katılım hakkı alanlarında da dertleri ayrışıyor. Suriye konusunda da istekleri, arzuları ve kaygıları önemli oranda farklılaşıyor, hatta çatışıyor. Listeyi uzatmak mümkün, ama özetle, Akşener’in kullandığı kavramı kullanarak söylersek zaten ekonomi, siyaset, hukuk, dış politika gibi birçok alanda Kürtler “iki unsurluluk” meselesini tercihten öte “negatif” anlamda yaşıyorlar.

Azınlık Hakları mı Bireysel Haklar mı?

Akşener söz konusu programda kimi ezberleri tekrar etse de yeni açıklamalarda da bulundu. Biraz uzun bir alıntıyla sözü Genel Başkan’a bırakalım:

“Diyelim ki siz bir Kürt’sünüz. Ben diyeceğim ki size; -iktidar olduğumuzda- “Ruşen Bey ne istiyorsunuz?” Ben bu konuyu çalışmış bir insanım. Siz söyleyeceksiniz. Sonra siz bana soracaksınız; “Meral Hanım siz ne istiyorsunuz?” Ben de bir Türk’üm. Ben de size söyleyeceğim. Sonra ikimiz -en zoru budur- ‘nasıl yani’yi konuşacağız. …  

‘Kürd’ün-Türk’ün temel problemleri nedir?’e baktığınız zaman aynı şeyler görüyorsunuz. Açlık görüyorsunuz, eğitime eriş(eme)me görüyorsunuz, yoksulluk görüyorsunuz, çocuklarda bodurluk görüyorsunuz doğru beslenemediği için. Her tarafta durum aynı. Yani sınıfsal anlamda baktığınızda Kürd’ün-Türk’ün dertleri birbirine benziyor. … Sonra başka talepler de var elbette. Ama o işte ‘nasıl yani’sinde ortaya çıkar. …

Azınlığın bütün görevleri, vecibeleri ve hakları çoğunluğun da onayıyla hallolur. Uluslararası bir göz vardır, hukuk anlamında bir göz vardır. … Etnik aidiyetler tarifi vardır işin içerisinde. Ama çoğunluğun tamamı azınlığın üzerinde de söz sahibidir. Temel soru bu: Biz bu çoğunluğun içinde miyiz değil miyiz kardeşim? Kürtlerin oransal olarak büyük çoğunluğu bunun içinde. Eziyetleri var, problemleri var, talepleri var. Onlara saygı duyulur, o başka bir şey. Çift unsurluluk isteniyor mu istenmiyor mu? Yarın ayrı bir devlet isteniyor mu istenmiyor mu? Federasyon isteniyor mu istenmiyor mu? Abdullah Öcalan’ın fi tarihinde söylediği bir şey: ‘Biz büyük hatalar yaptık’. Bunlar bu ülkede konuşuluyor mu? Konuşulmuyor. Velhasıl-ı kelam dönüyoruz bireye. Eğer Kürt’se Ruşen Bey, ne istiyorsun kardeşim, ne istiyorsun kardeşim, ‘nasıl yani’si.” 

Akşener’in yukarıdaki alıntıyla sınırlı olmayan açıklamalarını irdelediğimizde ilk dikkati çeken mesele Kürtlüğü ve Türklüğü iki ayrı kategori olarak tanımlaması. Kürtlüğü uzun yıllar yok sayan, 2000’li yıllarda Türklüğün bir alt kimliği olarak folklorik bir zenginliğe indirgeyen reformlardan sonra milliyetçi gelenekten gelen bir partinin genel başkanının Kürtlüğü Türklüğün dışında ve denk bir kategori olarak tanımlaması altı çizilmesi gereken bir husus. Zira, daha yakın zamanda Altılı Masa’nın kamuoyuna sunduğu anayasa değişikliği önerisi bile Türklük üzerine inşa edilmiş bir toplum tahayyül ediyordu.

İkinci olarak, Akşener meselenin çözümü konusunda azınlık hakları ile bireysel haklar etrafında bir tartışma yürütüyor. Akşener’in bireysel hakları önermesi ve çözümü Kürd’ün-Türk’ün karşılıklı isteklerinin diyalogu ve müzakeresine bırakması sorunun siyasal yollarla çözümüne işaret etmesi bakımından önemli bir yenilik içeriyor. Öte yandan her ne kadar meselenin çözümünü konuşurken kendisi önermese de azınlık haklarına işaret etmesi dikkat çekici. Kürt siyasi aktörlerinin büyük çoğunluğu Kürtleri azınlık olarak tanımlamıyor ve çözümü azınlık hakları etrafında ele almıyor. Bununla beraber Kürtler nüfus, ekonomik güç, politik güç ve toplumsal statü olarak Türkiye’de azınlık konumunda. Söz konusu tartışma yeni bir açılım sağlayabilir. 

Üçüncü olarak, Akşener konuşmanın ilerleyen bölümlerinde İRA (Kuzey İrlanda/İngiltere) ve Bask (İspanya) vakalarına işaret ederek 2013-2015 Çözüm Süreci’nde yapılan hatalara değiniyor. Kürt meselesini çalıştığını açıkça ifade eden Genel Başkan’ın Bask/İspanya ve Kuzey İrlanda/Britanya vakalarına gönderme yapması, -azınlık haklarına ilişkin açıklamalarıyla birlikte okunduğunda- İYİ Parti’nin sorunun siyasal yollarla çözümüne kategorik olarak kapalı olmadığını gösterir.

Son olarak, Akşener MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Çözüm Süreci’nde “sandıkta çözmek üzere tutum” aldığını, sürece karşı olsa da seçimlerde vatandaşların tercihlerine saygı duyduğunu takdir ederek hatırlatıyor. Bu söylem, Kürt meselesinin çözümüne dönük olası girişimleri seçim sonuçlarına bağlıyor ve çözüme dönük olası girişimlere karşı kapıyı açık bırakıyor.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in açıklamalarını değerlendirirken bir hususu hatırlamakta fayda var: Kürt meselesi Ankara’daki ana-akım siyasi odaklar arasında süren iktidar mücadelesinde çoğu zaman araçsallaştırılan bir sorun oldu bugüne kadar. Bu araçsalcı akıl özellikle 2000’li yıllarda AK Parti tarafından seçim dönemlerinde kullanıldı. Bununla birlikte Akşener’in görece yeni sayılabilecek söylemleri sokakta, siyasette ve sivil-askeri bürokraside dikkate değer bir temsili olan milliyetçi hegemonyada bir değişim arayışının işareti de olabilir.