İngiltere merkezli Economist dergisine bağlı Economist Intelligence Units (EIU) tarafından her yıl düzenli olarak hazırlanan Demokrasi Endeksi 2022 raporu 1 Şubat 2023 tarihinde yayınlandı. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da 167 ülke içerisinde 103. sırada yer alan Türkiye, 10 üzerinden 4,35 puanla kusurlu demokrasi ile otoriter rejim arasındaki melez rejimler içerisinde yer aldı. Bununla birlikte otoriter rejimin kıyısında bir ülke olarak sınıflandırıldı. 2000’li yıllarda kusurlu demokrasiye doğru ilerleyen ve 2012 yılında 5,76 puanla en yüksek puanı alan Türkiye 2013 yılından itibaren gerilemeye başladı ve 15 Temmuz 2016 sonrasında başlayan OHAL yönetimiyle birlikte bu gerileme dramatik bir hal aldı.
Demokrasi Endeksi’nin yayınlanmasından bir gün önce, 30 Ocak 2023 tarihinde Millet İttifakı “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”ni kamuoyuyla paylaştı. Altı partinin genel başkanının imzasını taşıyan Önsöz bölümünde “Cumhuriyetimizin ikinci yüz yılında güçlü, özgürlükçü, demokratik, adil bir sistem(in) inşa” edileceği taahhüt ediliyor ve söz konusu metnin “Ortak Cumhurbaşkanı Adayı’nın Seçim Beyannamesi’nin ve seçimlerden sonra uygulanacak Hükümet Programı’nın ana omurgasını oluşturaca(ğı)” belirtiliyor.
Daha uzun süre tartışma konusu olacak Mutabakat Metni’ne Kürt meselesi prizmasından baktığımızda Türkiye’de demokraside yaşanan dramatik gerilemeye rağmen, ana-muhalefet blokunun siyasi vizyonunun “tam demokrasi” bir yana “kusurlu demokrasinin” bile gerisinde kaldığı söylenebilir.
Göründüğü kadarıyla hem iktidar bloku hem de ana-muhalefet bloku bir tür rejim değişikliği referandumuna dönüşmüş olan ve sembolik olarak da Cumhuriyet’in 100. yılına denk düşen Mayıs 2023 seçimlerinde Kürt meselesinin çözümünü dışarıda bırakmak konusunda “büyük Türkiye mutabakatı” inşa etmiş durumda. Millet İttifakı’nın mutabakatını aşan yeni bir “Yenikapı ruhuyla” karşı karşıya gibiyiz.
Türklük Sözleşmesine Dayalı Kimlik Siyaseti
İktidar blokunun durumu ortada. 15 Temmuz sonrası hem içerde hem dışarda “yeniden güvenlikleştirme” politikasını merkeze alan, Kürtlerin seçme ve seçilme hakkını tanımayan bir çizgide. Ana-akım Kürt muhalefetinin temsilcisi HDP yaklaşık yedi yıldır de facto olarak kapatılmış durumda. Üstelik, bu fiili durumun seçim arifesinde resmileşme ihtimali de söz konusu.
Öte yandan, ana-muhalefet bloku “Kürt meselesini hak, hukuk ve adalet çerçevesinde çözeceğiz!” “Kürt meselesini barış, özgürlük ve demokrasi ekseninde ele alacağız!” gibi yalın bir cümle kurmaktan uzak durmayı tercih ediyor. Meselenin çözümü bir yana Kürt sokağının neredeyse tüm renkleriyle üzerinde mutabık olduğu anadil hakkı konusunda bile tek bir cümle kurma gereği duymuyor ya da bu konuda bir mutabakat inşa edemiyor. Üstelik, otoriter rejim inşasında Kürt meselesi hem ülke içi boyutlarıyla hem de sınır-ötesi/bölgesel boyutlarıyla bu kadar belirleyici bir rol oynarken.
Adını koymakta fayda var: Ana-muhalefet bloku “kimlik siyasetinde” “Türklük sözleşmesini” korumayı tercih ediyor ve bunu “kimlik siyaseti yapmamak” olarak sunuyor. Zamanın, mekânın ve insanın Türklük üzerine inşa edildiği bir coğrafyada, Türklük halkası dışında kalanlara “kimlik siyaseti” yapmamayı öneriyor. Oysaki önerilen zayıf kimliklerin siyasetini yapmamak ve hâkim kimliklerin siyasetlerini sürdürmek. Zira ne devleti ne de siyaseti kimlik olmadan düşünme ve inşa etme şansınız yok.
Çokça hatırlatılan “zengin-yoksul”, “sağ-sol” gibi eksenlere dayanan toplumsal kutuplaşmalar çoğu zaman etnik/ulusal, dini/mezhepsel, toplumsal cinsiyet temelli, yerel/göçmen gibi kimlikler üzerine inşa edilir. Daha önce detaylı yazdığım bu hususu kısa bir hatırlatmayla geçeyim: Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın 2022 İlçelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlilk Sıralaması Araştırması’nın gösterdiği üzere Türkiye’nin 973 ilçesi içinde sosyo-ekonomik gelişmişlik açısından en son sırada olan Şanlıurfa/Harran, Siirt/Pervari, Adıyaman/Gerger, Diyarbakır/Hazro ve Erzurum/Tekman ilçeleri ile ilk sırada yer alan İstanbul/Şişli, Ankara/Çankaya, İstanbul/Beşiktaş, İstanbul/Kadıköy ve Ankara/Yenimahalle ilçeleri arasında inşa edilen eşitsizlikleri kimlik siyasetini görmeden ne anlayabilir ne de değiştirebilirsiniz. Her geçen gün içine gömüldüğümüz ekonomik krizin yarattığı yıkımların söz konusu ilçelerde farklılaştığını hatırlatmaya gerek yok. Gündelik dile tercüme edersek paranın dili de var imanı da kimliği de.
Kürtlerin Müzakere Gücü ve Siyasetleri
Bu milliyetçi muhafazakâr sağ mutabakat karşısında Kürtler ne yaptı, ne yapabilir? Öncelikle bu mutabakat inşasında Kürtlerin de payının olduğunu kabul etmekte fayda var. Zira, mutabakat içinde yer alan hatırı sayılır miktarda Kürt var. Ortalama 10 Kürd’ün 4’ü bu mutabakatın aktörleri olan siyasi partiler içinde siyaset yapıyor. Öte yandan, bugün ağırlıklı olarak HDP’de temsilini bulan ana-akım Kürt muhalefetinin milliyetçi muhafazakâr sağ mutabakatı dönüştürmede başarısız olduğu söylenebilir. Kürt meselesinin çözümüne dönük seçim dönemlerinde sınırlı düzeyde açılan fırsat pencerelerini bugüne kadar iyi değerlendiremediği iddia edilebilir. Zira, ana-muhalefet blokuna geniş bir manevra alanı bırakan siyasi tutum Kürtlerin manevra alanını daraltan ve müzakere gücünü önemli oranda sınırlandıran bir sonuç ortaya çıkardı. Bununla birlikte, aday çıkarma açıklamasıyla değişen bu siyasi tutum zaman daralsa da değişim yaratma potansiyeli taşıyor.
Oysaki ortalama 100 seçmenin 20’sini oluşturan Kürtlerin taleplerini siyasal alana taşıması, itirazlarını siyasi aktörler üzerinde baskı oluşturacak bir güce dönüştürmesi beklenirdi. Seçim zaferinin 50+1’i gerektirdiği ve siyasi koalisyonların neredeyse herkes için zaruri olduğu bir bağlamda iki ittifak blokunun temas etmekten çekindiği bir pozisyonda kalmak, Kürt meselesinin niteliği, geçmişin ağırlığı ve seçimlerden öteye zor boyutları kadar Kürtlerin siyasi öznelliği ve seçim dönemlerinde ortaya çıkan fırsat pencerelerini ne düzeyde değerlendirdiğiyle de ilgili.
Sormakta fayda var: Seçim öncesinde Kürtlerin taleplerini görmeyen iktidar bloku ve ana-muhalefet blokunun seçim sonrasında bu talepleri karşılayacak bir siyaset izleyeceğinin garantisi ne? Ya da altı muhalefet partisinin kuramadığı sözü, çizilen oyun alanı içerisinde hareket etmesi ve belirlenen politikaları uygulaması beklenen müstakbel Cumhurbaşkanı nasıl kuracak? Zor günde ittifak oluşturmaktan ve siyasi talepleri görmekten, duymaktan kaçınan aktörlerin iktidar olduklarında bunu yapmalarını gerektirecek motivasyonları ne olacak?
Üstelik ortada kötü bir örnek var. Ana-akım Kürt muhalefetinin 2019 yerel seçimlerinde İstanbul dahil Türkiye’nin büyükşehirlerinde Millet İttifakı adaylarına verdikleri şartsız desteğin sonuçları ortada. İstanbul, Antalya, Mersin gibi büyükşehirlerde muhalefetin kazanmasını mümkün kılan ana-akım Kürt muhalefeti, Diyarbakır, Mardin, Van büyükşehir belediyeleri de dahil olmak üzere tüm belediyelerini kaybetti. Muhalefetin yaklaşık dört yıldır yönettiği bu büyükşehirlerde Kürtlerin gündelik hayatlarında ne gibi değişimler oldu? Örneğin İstanbul, Kürtçenin de şehri olabildi mi? Türkiye nüfusunun en az beşte birinin ve mali kaynaklarının üçte birini içeren bir şehrin yönetiminin muhalefete geçmesini sağlayan Kürtler, bu kentin kamusal alanlarında dillerine bile alan açamıyorlar.
Bugün Kürt seçmenin desteğini talep eden ana-muhalefet bloku 1961 Anayasası’nın yerel yönetimlere sağladığı yargı güvencesini bile sağlayamayan bir kayyım düzenlemesinden öteye bir öneri sunamıyor. İdari özerklikten öteye bir zorunluluk içermeyen Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı üzerinde bir mutabakat inşa edemiyor. Anadil hakkı konusunda tek bir cümle bile kurmuyor.
Kötünün İyisinden Öteye?
Kürtler ne yapabilir? Kötünün iyisinden öteye bir seçenek yok mu? Ana-akım Kürt muhalefeti Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhtemelen kötünün iyisini seçmek zorunda kalacak. Zira Kürtlerin ne demografik ne siyasi ne ekonomik ne de sembolik/kültürel güçleri Ankara’da oyun kurmaya yetmiyor. Çoklu kaynaklarını iyi mobilize etmeleri durumunda -2019 yerel seçimlerinde görüldüğü gibi- en iyi ihtimalle oyun bozabilecek güçleri var. HDP’nin aday çıkarması ve seçimlerin ikinci tura kalması durumunda hem hükümetin formasyonuna hem de hükümet programına etki etme şansı ortaya çıkabilir.
Öte yandan, parlamento seçimleri -özellikle de iktidarın değişmesi durumunda- yeni bir siyaset alanı açma potansiyeli taşıyor. Bu da Kürtlerin parlamentodaki temsilini önemli kılıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde her iki blokun da uzak durduğu HDP, yasama süreçlerinde mecburi kapıya dönüşebilir. Kürtlerin taleplerini Ankara’ya taşımaları bu anlamda büyük oranda parlamentodaki temsil güçlerine bağlı olarak şekillenecek.
Tüm bu tabloya rağmen Ankara siyaseti Kürtler için hâlâ sınırlı bir alan sunuyor. Bugün iktidar bloku ile ana-muhalefet blokunun inşa ettiği dışlayıcı mutabakat Kürtlerin ve siyasi aktörlerinin güçlerinin sınırlarını gösteriyor. Bu konuda yapısal sınırlara işaret ediyor ve daha da önemlisi Kürtleri oyun kurucu bir aktör olarak pozisyon alabilecekleri yeni alanlar düşünmeye zorluyor. Bu oyun alanının seçim dönemlerinde sınırlı fırsat pencerelerinin açıldığı Ankara olmadığı çok açık.
Kürtler için siyaset -özellikle yüksek siyaset- bugüne kadar bedeli ağır, sağladığı refah düşük olan bir alan oldu. Belki yeni alanları düşünürken denklemi tersine kurmak gerekiyor. Yani geniş anlamda siyaseti bedelin hafif, sağladığı refahın yüksek olduğu yeni bir alan olarak yeniden kurmak gerekiyor. Bunu sağlayacak dili, temsil biçimlerini, toplumsal mobilizasyonları ve en önemlisi oyun alanlarını yeniden düşünmeye ve tartışmaya ihtiyaç var.