Kesin sonucu henüz görmesek de 14 Mayıs seçimlerini kazananın Türkiye toplumunun başat ideolojisi milliyetçilik olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Resmî galip ister Erdoğan olsun, isterse 14 Mayıs’tan ikinci tur seçim kampanyasını daha milliyetçi ve sığınmacı (Suriyeli) karşıtı motiflerle sürdürme dersi çıkartan Kılıçdaroğlu olsun, Türk milliyetçiliğinin yarıştan mağlup ayrılma ihtimali yok. Cumhuriyet’in yüzüncü yılında döne dolaşa gelebildiğimiz nokta ne yazık ki bu.
Toplumun eğilimlerini, “dip dalgaları”nı tahmin edememekten ziyade gerek Cumhur gerekse Millet ittifakı tarafından topluma milliyetçilik enjekte edilmesi (dip dalgalarının adeta siyasi partiler eliyle yaratılması) sonucunda ortaya çıkmış bir tabloyla karşı karşıyayız. Bahçeli ve 2016’dan beri onunla dava ve söylem birliği eden Erdoğan iki seçimdir esasen Kürt meselesi üstünden bunu yapıyorlar. 2018’deki seçim stratejisinin ana unsuru Afrin Harekatı’ydı. 2023 seçiminin “kampanya startı” ise Sinan Ateş suikastıyla verildi. Bu, topluma “milliyetçiliğin tek adresi biziz, başka yere gitmeye kalkmayın” mesajıydı. Öncesinde MHP’den Millet İttifakı’na geçen eski vekillerin, milliyetçi-muhafazakar seçmeni etkileme potansiyeline sahip TV yorumcularının dövülmesi de öyle. Seçimden birkaç ay önce stadyumlarda Jitem tetikçisi Yeşil ve Beyaz Toros pankartlarının açılması ve Bahçeli’nin bunu yapanları alenen tebrik etmesi; SİHA’ların, İHA’ların toplumun gözüne gözüne sokulması; Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimi sanki kendisiyle Demirtaş arasında geçiyormuş gibi bir hava estirip lafı olur olmaz Demirtaş’a getirmesi hep milliyetçilik yarışında öne geçme çabalarıydı. (Dikkat edilirse Erdoğan, Demirtaş ve Öcalan dışındaki “ünlü” mahkumların adını kampanya boyunca neredeyse hiç anmadı.)
Türk milliyetçiliğinin bir başka otantik temsilcisi İYİ Parti’nin kuşatması altında aday olan Kemal Kılıçdaroğlu ise milliyetçilik sınavından geçemediği için değil iktidarın milliyetçiliğiyle yarışabilecek enerjiyi gösteremediği, başbuğ/reis “karizma”sına sahip olmadığı için eleştirildi ve ilk turdaki kısmi başarısızlık buna bağlandı. Kılıçdaroğlu’nun 14 Mayıs’tan sonraki yeni durumda “kalp işareti” yapmayı bırakıp “sertleşme” stratejisi benimsemesi bu eleştirileri ciddiye aldığını gösteriyor. Aslında 14 Mayıs’tan önce de kitlelere gerçek bir Türk milliyetçisi olduğunu kanıtlamak için epey dil döktü: “Sen kim, milliyetçilik kim?”, “Bana milliyetçilik öğretecek kişi anasının karnından doğmadı”, “Papazı Amerika’ya neden geri verdin,” “Putin’in kapısında neden ayakta bekledin?” gibi lafları seçim kampanyası boyunca sık sık tekrarladı. Memleketim Ege’de, bilbordlar Suriyeli sığınmacıları geri göndereceğiz sözü veren Kılıçdaroğlu posterleriyle doluydu – Zafer Partililer bundan gayet memnundu. 14 Mayıs’ta ortaya çıkan tabloya bakarak, Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu değil Mansur Yavaş olmalıydı diye homurdanan ve kendilerince “parlak bir eleştiri” yapanlar aslında “Alevi-Kürt Kemal”e kıyasla “Sünni-Türk Mansur”un milliyetçiliğinin geniş kitleler nezdinde daha çok karşılık bulacağını, daha inandırıcı olacağını anlatmak istiyorlar. Devletin tüm imkânlarıyla, medyayla, kendine bağlı sermaye ve bürokrasiyle topluma milliyetçilik pompalayan AKP-MHP ile milliyetçilik yarışına girmenin isabetli bir strateji olup olmadığı ise pek sorulmuyor. AKP-MHP’nin milliyetçi endoktrinasyonu karşısında topluma uzatılan alternatif çubuk (milliyetçiliğin daha az otantik bir başka varyantı) bu mu olmalıydı? Oysa Kılıçdaroğlu “helalleşeceğiz” diyerek yola koyulmamış mıydı? Helalleşme söyleminden neden vazgeçti ya da vazgeçirildi?
28 Mayıs’ta çıkacak sonuçta belirleyici olacağı söylenen ve Sinan Oğan-Zafer Partisi etrafında -bir pazarlık kozu olarak- öbekleşmiş kitleye gelince; Kürtlerden, Suriyelilerden, AKP’den ve İslamcılardan eşit ölçüde nefret eden bu nevzuhur seküler/kentli milliyetçilik bahsinde, Tanıl Bora’nın İlker Aytürk’le beraber Birikim’in Temmuz 2022 sayısında yaptığı Bahadır Dinçaslan söyleşisine referans vermek isterim. Dinçaslan’ın o tarihlerde İYİ Parti üzerinden tarif ettiği yeni milliyetçiliğin bayraktarlığı bugün Sinan Oğan taraftarlarına devrolmuş görünüyor:
“Türkiye’de bir başka amil daha var: Türk düşmanlığı. Su götürmez, tartışılmaz bir Türk düşmanlığı var; bu düşmanlığı yapanların kendilerince felsefi yahut ideolojik gerekçelerinin olması bu hakikati değiştirmiyor. İyi olunca Kürt, kötü olunca Türkiyeli diyen, Fransız edebiyatının yanında Türkçe edebiyattan bahseden bir medya ve neşriyat ağı var, mesela. Yahut Türk kimliğiyle kavga ederek siyasi kazanım elde etmeye çalışan yapılar, ki en başta geleni AKP’dir. Çözüm Süreci var mesela, yalnız siyaset ve medya podyumunda değil, kampüste, işyerinde, hatta evde epey estirilen bir anti-Türk rüzgâr… Bu insanlarda, üstelik hiç beklenmedik insanlarda “ben de Türk’üm ulan!” reaksiyonu yarattı.”
28 Mayıs’ta neticeyi Türk milliyetçiliğinin bu farklı varyantları arasındaki sürtüşmeler ve pazarlıklardan çıkan ortak payda belirleyecek. Topluma milliyetçilik haricinde bir ideolojik seçenek sunulmamış olmasında, milliyetçiliğin ilkel hegemonyasının asla sorgulanmamış olmasında iktidar kadar değilse de muhalefetin de payı var. Yine de AKP’nin ve Erdoğan rejiminin toplumda yarattığı tahribat Türk milliyetçiliğiyle sınırlı olmadığı için, hatta onu katbekat aştığı için kendi hesabıma 28 Mayıs’ta Kemal Kılıçdaroğlu’na bir oy daha vereceğim. Ama milliyetçiliğin İskandinavya’dan İtalya’ya bir küresel eğilim olarak giderek güçlenmesi solun önümüzdeki dönemde ciddiyetle değerlendirmek ve karşı mücadele stratejileri geliştirmek zorunda olduğu bir problem. Durup durup topluma lanet etmek Türk milletinin "biricikliği" tezine tutunan milliyetçi hegemonyanın bir başka doğrulaması.