14 Mayıs seçimleri muhalefet açısından bir şok etkisi yarattı. Uzun zamandır yapılan kamuoyu yoklamaları Kılıçdaroğlu’nu önde gösteriyordu. Buna karşın Erdoğan seçimleri önde kapattı. Üstelik kesin olmayan sonuçlara göre 21 yıllık yönetimden sonra liderlik ettiği AK Parti %35,6 oy oranıyla birinci parti oldu ve Cumhur İttifakı da 323 sandalyeyle parlamentoda çoğunluğu sağladı.
Bu tabloyu dikkate aldığımızda 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci turda muhalefet adayı Kılıçdaroğlu seçimi kazabilir mi? Bu soruya cevap verebilmek için seçim sonuçlarına ilişkin birkaç hususun altını çizmekte fayda var.
Anketçiliğe dayalı siyasetin başarısızlığı
Kamuoyu ve pazar araştırması şirketlerinin, daha yalın bir ifadeyle anket firmalarının özellikle muhalefeti yönlendirdiği bir seçim süreci yaşadık. Bu firmaların sağladığı veri ve bilgilere dayalı siyaset başarısız oldu.
Dijital araçlara dayalı, “halkla ilişkiler” odaklı siyasi faaliyetlerin ve propaganda çalışmalarının aşırı düzeyde kutuplaşmış bir toplumda karşı mahallelere erişmekte beklenenin aksine etkili olmadığını gördük. Siyaset hâlâ sokakta ve meydanda yapılan bir iş ve yüz yüze diyalog ve müzakereler, seçim takvimlerini aşan siyasi faaliyetler belirleyici önemini koruyor.
Erdoğan’ın zaferi
Erdoğan kimsenin beklemediği bir başarı elde etti. Muhalefet çevreleri her ne kadar AK Parti ve Erdoğan’ın oylarındaki düşüşe işaret etse de 2016 yılından sonra dramatik bir hal alan otoriterleşmeye; pandemi, deprem ve iktisadi kriz gibi üç büyük toplumsal altüst oluşa rağmen hem kendisinin hem partisinin hem de liderlik ettiği ittifakın birinci çıkması büyük bir başarı.
Üstelik AK Parti’den ayrılan kadroların kurduğu DEVA Partisi ve Gelecek Partisi ile AK Parti’nin içinden çıktığı geleneğin sürdürücüsü Saadet Partisi’nin neredeyse hiçbir etkinlik gösterememesi ve Millet İttifakı’na dikkate değer bir katkı sunamaması da Erdoğan’ın başarısı olarak not edilmeli.
CHP ile ittifak kuran İslami gelenekten gelen DEVA Partisi, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi’nin başarısızlığının yanı sıra, köktenci İslami siyaset yürüten Yeniden Refah Partisi ve Hür Dava Partisi’nin (HÜDAPAR) toplamda 9 vekille parlamentoya girmesi de Erdoğan açısından önemli bir başarı. AK Parti’den kopan aktörler dikkate değer bir siyasi varlık göstermezken, iki köktenci İslamcı partinin AK Parti’nin liderlik ettiği ittifaka dahil olması ve parlamentoda temsil alanı bulması Türkiye’de son dönemde güçlenen sekülerleşmeyi negatif olarak etkileyebilir. Öte yandan Millet İttifakı çatısı altında CHP listelerinden parlamentoya 35 vekil gönderen söz konusu üç partinin siyasi performansı da Türkiye’deki siyasi İslam’ın geleceğinin şekillenmesinde etkili olacaktır.
Üç siyasi coğrafyanın sürekliliği
Öte yandan, Türkiye’nin siyasi coğrafyasında radikal bir değişim meydana gelmedi. Türkiye’de dindarlık/sekülerlik ve Türklük/Kürtlük ekseninde şekillenen ve kimlik temelli bu farklılaşmanın yoksulluk/zenginlik ekseniyle de çakıştığı tablo devam ediyor. İç içe geçen kimlik ve sınıf dinamiklerinin şekillendirdiği üç bölgeli Türkiye siyasi coğrafyası varlığını sürdürüyor: (1) Kürt meselesinin belirleyici olduğu en yoksul Kürt bölgesi; (2) çoğunlukla seküler-muhafazakâr siyasetin hâkim olduğu en zengin kıyı şeridi ve (3) Kürt bölgesinden daha zengin ama kıyı şeridinden daha yoksul olan ve çoğunlukla İslamcı-muhafazakâr siyasetin güçlü olduğu orta ve kuzey Anadolu bölgesi.
Kimlik siyaseti ve sınıf siyasetinin gücü
Burada her ne kadar kimlik temelli siyasetin belirleyici olduğu yönünde yorumlar yapılsa da Cumhuriyet tarihi boyunca oluşmuş sınıfsal ilişkilerin mekânsal dağılımı, bunun kimlik ile kurduğu ilişkiler göz ardı edilmemeli. Seçim sonuçları sınıf siyasetini göz ardı eden kimlik siyaseti analizleri kadar kimlik siyasetini göz ardı eden sınıf siyaseti analizlerinin de eksik kaldığını gösteriyor. Bu konuda Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının en son 2017 yılında yayımladığı İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması’nı hatırlatabiliriz (Bkz. Harita 1). Bu haritanın seçim haritalarıyla basit bir kıyaslaması sınıf ve kimlik siyasetinin hem iç içeliğini hem de seçim sonuçlarına etkilerini görmek için yeterli. Daha basit bir gösterge isteyenler ise Mahfi Eğilmez’in Gazete Duvar’daki yazısına bakabilir. Eğilmez’in hatırlattığı üzere Türkiye’de sosyal koruma yardımı alan kişi sayısı 15,36 milyonun üstünde.
Harita 1: İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması - 2017
Yükselen ultra-milliyetçi siyaset
Siyasi coğrafyada radikal bir değişim olmasa da seçim sonuçları iki büyük yenilik taşıyor. Türkiye’de ultra-milliyetçi siyasi partiler toplamda yaklaşık dört seçmenin birinin desteğini aldı. MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi ve Büyük Birlik Partisi toplamda %23’ü buldu. 15 Temmuz sonrası hem AK Parti ve ortağı MHP hem de CHP dahil muhalefetin milliyetçiliğe yaptığı yatırım Türkiye siyasetini milliyetçi partilere mahkûm etmiş durumda. Bu partiler ister dağınık olarak kalsın ister Tuğrul Türkeş’in önerdiği şekilde bir “milliyetçi lig” altında bir araya gelsin, seçim sonrası Türkiye siyasetini etkileyecek en önemli gelişmelerden biri yükselen Türk milliyetçiliği olacak.
Kürt siyasetinin dramatik kaybı
Milliyetçi siyasetin yükselişiyle ilişkili olan ikinci büyük yenilik ana-akım Kürt siyasetinin yaşadığı dramatik oy kaybı. HDP’nin temsil ettiği ve 14 Mayıs seçimlerinde Yeşil Sol Parti bünyesinde mobilize olan ana-akım Kürt siyaseti ortalama 4 seçmeninin birini kaybetti. Bu kayıplar Kürt coğrafyasında %8’e kadar çıkarken, metropollerde bu oranlar kimi yerlerde %48’lere varıyor. Örneğin 2018 seçimlerine kıyasla Diyarbakır’da %65,5’ten %60,9’a; Mardin’de %59,3’ten %54,6’a, Van’da %59,3’ten %52,9’a, Şanlıurfa’da ise %28,9’dan %24,8’e bir düşüş söz konusu. Öte yandan İstanbul’da %12,7’den %8,2’e, İzmir’de %11,5’ten %7,5’e, Antalya’da %7,3’ten %4,9’a, Muğla’da %6,7’ten %3,5’e bir düşüş yaşandı.
Söz konusu kayıpların bir kısmı boykottan kaynaklı. Ana-akım Kürt siyaseti seçmenlerini sandığa gitme konusunda yeterince ikna edememiş gibi görünüyor. Kürt coğrafyasında seçimlere katılım hem Türkiye ortalamasının hem de 2018 seçimlerinin altında. Ayrıca, HDP/Yeşil Sol Parti güçlü olduğu Kürt illerinde büyük oranda CHP’ye, batı metropollerinde çoğunlukla CHP’ye kısmen de TİP’e oylarını kaybetmiş görünüyor.
Kürt siyasetinin yaşadığı dramatik oy kayıpları, özellikle batı metropollerinde yaşanan büyük kayıplar, artan Türk milliyetçiliğiyle birlikte Kürt siyasetinin formasyonunda dikkate değer değişim yaratma potansiyeli taşıyor. Türkiyelileşme, ittifak politikası, parlamenter mücadele gibi alanlarda önemli tartışmaların olacağını bekleyebiliriz.
HDP/Yeşil Sol Parti’nin başarısızlığının nedenleri detaylı bir analizi hak ediyor. Bununla birlikte burada dört ana hususun altını çizebiliriz:
İlk olarak, 2013-2015 Çözüm Süreci’nin çökmesi ve ardından yaşanan kent çatışmaları Kürt sokağında siyasete dair büyük bir umut ve güven kaybına sebep oldu. Yaklaşık 15 yıllık inişli-çıkışlı barış süreçlerinden sonra Kürtler arkalarında yıkılmış kentler ve yaslarını tutamadıkları binlerce can bıraktılar. Bu yıkımın muhasebesinin yapılmaması yeni bir başlangıcı imkânsız kılıyor.
İkinci olarak, barış sürecinin sona ermesiyle birlikte HDP de facto olarak kapatıldı. HDP üzerindeki baskılar, belediyelere atanan kayyımlar, yaygın tutuklamalar, sivil alanın daralması ve Kürt medyasını susturmaya dönük girişimler Kürt siyasi hareketinin kurumsal altyapısını zayıflattı ve kitleleri mobilize etme kapasitesini önemli oranda küçülttü.
Üçüncü olarak, ittifak siyaseti başarısız oldu. HDP ittifak siyasetiyle ne üçüncü bir siyasi odağa dönüşebildi ne de siyasi söylemlerini iki ana ittifakın siyasi gündemine sokabildi. Bu durum ana-akım Kürt siyaseti açısından bir siyasi öznellik kaybına sebep oldu. Zira, ana-akım Kürt siyaseti bugüne kadar esas olarak Ankara’daki ana-akım partilerin tamamıyla bir blok olarak rekabet ederken, bu seçimlerde iki ana ittifaktan birinin destekleyicisi konumunda kaldı. Son iki yılda yürütülen ve esasında Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kolaylaştırmak üzerine inşa edilen siyaset HDP’li seçmenlerin bir kısmı için CHP’yi bir alternatife dönüştürdü. Bu durum özellikle metropoller için geçerli.
İttifak siyasetinin bir diğer yüzü ise Türkiye sosyalist hareketiyle kurulan ilişki. TİP’in kendi adıyla seçime girmesi, bu meseleyi ele alırken kullandığı dil HDP tabanında büyük bir tepkiye sebep oldu. Öte yandan, ittifak içindeki Türkiye sosyalist hareketlerinin temsil güçlerinden fazla sayıda kişiyi eleştirilere rağmen parlamentoya göndermeleri de söz konusu başarısızlıkta etkili oldu. Yeşil Sol Parti listelerinden seçilen 61 milletvekilinin 13’ü Türkiye sosyalist hareketinden. Özetle, Kürt siyaseti yürüttüğü sorumluluk üstlenen ama hak elde edemeyen “feragat siyasetiyle” ittifak kurduğu aktörleri güçlendirip onların alanlarını genişletirken, kendi tabanının somut taleplerini karşılayamayan bir pozisyonda kaldı.
Son olarak, aday listelerinin etkisinin altını çizmek gerekir. Tüm siyasi söylemlerini ademi merkeziyet ve yerellik üzerine kuran bir siyasi hareketin aday belirleme sürecinde tercih ettiği merkeziyetçilik, il dışından kişilerin aday olarak belirlenmesi, temsil güçleri zayıf kişilerin aday gösterilmesi gibi uygulamaların tüm eleştirilere rağmen bu seçimde de sürmesi başarısızlıkta etkili oldu.
Kılıçdaroğlu kazanabilir mi?
Tüm bu tablo içinde Kılıçdaroğlu’nun ikinci turda kazanması için dört alanda değişime ihtiyaç var gibi görünüyor. İlki, seçimlere katılımın artması durumunda bunun muhalefete yarayacağı öngörülüyordu. Ancak göründüğü kadarıyla katılımdaki artış Erdoğan’ın seçmenlerini daha fazla sandığa götürmesiyle gerçekleşmiş gibi. Bu noktada, Kılıçdaroğlu’nun muhalif seçmenlerin motivasyonunu canlı tutup yeni seçmenleri hem yurtiçinde hem de yurtdışında sandığa gitmeye ikna etmesi gerekiyor.
İkinci olarak, ATA İttifakı adayı Sinan Oğan’a oy veren %5,2’lik kesimin ikna edilmesi gerekiyor. Sinan Oğan ve Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın söylemlerine bakıldığında göçmenlerin geri gönderilmesi ve Kürt meselesinde güvenlikçi politikalar iki ana talebi oluşturuyor. Kılıçdaroğlu’nun 14 Mayıs sonrası “yeni” söylemleri bu konuda “açılım” yapmaya hazır olduğunu gösteriyor.
Üçüncüsü, Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı bileşenlerinin ilk turda Erdoğan’a oy veren kitlenin küçük de olsa bir bölümünü ikna etmesi gerekiyor. Hedef gruplar en çeperdeki eleştirel seçmenler olabileceği gibi milliyetçi-mukaddesatçı siyaseti benimseyen kesimler de olabilir. Bununla birlikte, Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları dikkate alındığında Sinan Oğan’a destek veren kesimlere de hitap edebilmek için milliyetçi-mukaddesatçı gruplara odaklanacak gibi görülüyor.
Son olarak, HDP/Yeşil Sol Parti’nin ilk turda sandığa gitmeyen seçmenlerini ikinci turda Kılıçdaroğlu için mobilize etmesi gerekiyor. Mevcut söylemlerin ilk turda bunu sağlayamadığı ortada. Öte yandan, HDP için Sinan Oğan’a kulak kabartan, milliyetçi söylemi merkeze alan Kılıçdaroğlu’na destek istemek daha zor olacaktır. Bununla birlikte, Kılıçdaroğlu’nun siyasetinden bağımsız olarak, muhalefetin kazanması durumunda somut olarak HDP tabanının ne kazanacağı, kaybetmesi durumunda yakın zamanda ne kaybedeceği hususlarına odaklanan bir kampanya bir ihtimal etkili olabilir.