"Milliyetçilik Yükseliyor!"
Tanıl Bora

1990’lardan beri siyasi aktüaliteyle ilgilenen birisi, otuz yılda acaba kaç defa “Milliyetçilik yükseliyor” haber-yorumlarına maruz kalmıştır? Bu ünlemli “konu,” Mayıs 2023 seçimlerinden sonra bir defa daha yine “yükseldi:” Milliyetçilik yükseliyor… Önce bu “haberin” soy kütüğünü inceleseler, belki cevaba daha yaklaşmış olurlar. Eski ve mütemadi “yükselişlerinin” unutulu unutuluvermesi, milliyetçiliğin yükselişinin en bariz âmili olabilir.

***

Nitekim dikkatli bakanlar, yeni zuhur etmediğini görüyorlar. Başkalarının yanısıra ortağım Kemal Can,[1] milliyetçi parti oy oranının 1990’ların ortalarından itibaren %20’lere tutunduğunu hatırlatıyor.

Milliyetçi parti dedik; 1993 yılına girilirken bir tek Milliyetçi Çalışma Partisi vardı (MHP’nin 1985-1993 arasındaki ariyet adı). O yıl Büyük Birlik Partisi (BBP) kuruldu. 2017’de MHP’den kopan muhalefet İYİ Parti oldu. 2021’de oradan kopan bir grup Zafer Partisi’ni (ZP) kurdu. Aynı yıl BBP’deki bölünmeden Milli Yol Partisi doğdu. Bugün milliyetçi kimlikli beş parti var. Küçük partilerle rekabet edebilecek ölçekte bağımsız ülkücüleri de ekleyin. Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. turunda ZP ile ZP menşeli Oğan’ın ayrışıp rakip adaylara yanaşmasını da ekleyin. ZP de Millet İttifakı’nın “Birleşe birleşe kazanacağız”ına nazireyle, “Bölüne bölüne kazanacağız!” sloganını imal edebilirler!

Tuğrul Türkeş (evet, bir de onlar var: AKP’ye transfer olmuş eski MHP’liler!), ‘her yerde’ olmalarının memnuniyetiyle, bütün partilerdeki milliyetçilerin bir “milliyetçi lig” oluşturması önerisini dile getirdi. Önümüzdeki zamanlardaki bir siyasi kriz ihtimaline ön yatırım olabilir, bu Milliyetçi Lig fikri.

***

Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. tura kalması, Zafer Partisi’nin hükmi şahsında, milliyetçilerin siyasal kilit rolü üstlenmekle sevinip kıvanmalarını sağladı. %5 civarındaki oyuyla Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun ilk turda %50’nin altında kalmasını sağlayan ZP menşeli cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan, “milliyetçi seçmen kitlesini görünür kılmakla” iftihar etti. Oğan’ın Erdoğan’a, ZP’nin Kılıçdaroğlu’na destek vermesi, iki tarafın da milliyetçilere muhtaç hale gelmesiyle yorumlandı. Kemal Can’ın aktardığım yorumunda dediği gibi, övünülen şey, eksik kapatma kabiliyetidir aslında. Tıpkı iktidar blokunda MHP’nin, AKP’nin eksiğini kapatması gibi… Bağımsız ülkücü muhitlerinden Bahadırhan Dinçaslan da, seçimlerdeki “milliyetçilik yükseliyor” manzarasının, milliyetçiliğin “aktör değil, yalnız fenomen” olduğunu gözen kaçırtmaması gerektiğini söyleyerek, bunu teyit ediyor.[2]

Velhasıl, milliyetçiliğin baskın olduğuna şüphe yok, hegemonik olduğunu dahi söyleyebiliriz… fakat veto kuvvetinden öte bir takati yoktur. Bir çağdaş istemezükçülük… Nitekim seçimin 2. turu öncesinde “milliyetçilerin oynadığı kilit rol” de esasen veto cinsindendir: Anayasanın maddelerine dokundurmamak, “terör örgütleri”ne karşı teyakkuz... Mütemadiyen bir “terör örgütleri” heyûlasına karşı günde beş vakit and içmek ve and içirmek, zaten milliyetçiliğin misakı olmuş gibidir.

***

“Milliyetçilik yükseliyor” söyleminin, milliyetçiliğin devamlılığını, her yerde hazır ve nazırlığını unutturabildiğini söyledik. Kökünün, Barış Ünlü’nün Türklük Sözleşmesi kavramıyla tartışmaya getirdiği kurucu ayarlara dayandığını biliyoruz. (Bir tarihsel sözleşme olarak din-ü devlet ideolojisiyle devamlılığını da tartışabiliriz.) Güncellemelerle defalarca aktive edildiğini biliyoruz: Soğuk Savaş döneminde anti-komünizmle, ’80’lerde 12 Eylül rejimine rıza üretimi için, ’90’larda ve 2000’lerde “bölücülük” tehdidiyle… Resmi dile, eğitime, gündelik ideolojiye yerleşmiş bir formattan söz ediyoruz.

2015’ten itibaren AKP-MHP simbiyozuyla “yerli ve milli” söylemi [3] ve “beka” teyakkuzu ile kapsamlı bir güncelleme yapıldığını da biliyoruz. Bu güncelleme, her şeyden önce hamaseti kabarttı. Etno-dinsel içerikten öte, herhangi bir gündelik mevzuyu sükûnetle konuşmayı önleyen bir dil ve ses tonu olarak hamasetten söz ediyoruz. Bu dile ve ses tonuna çok iyi ‘yakışan’ nefret söylemi, yaygınlaştı. Özellikle Yeni-Osmanlıcılığın yeniden ürettiği hıncın[4] yakıtıyla, Batı karşıtlığına odaklanan ksenofobi (yabancı korkusu) kabardı.[5] Gıdasını bundan da alan komplo zihniyeti, yine herhangi bir somut konuyu konuşmayı veto etmek üzere, akıl yürütme (yani akıl yürütmeme) biçimini belirler hale geldi. Düşmanın kaviliği, talihin zebunluğu, komploların, tehditlerin azameti karşısında (“oyun büyük”!), duygusal yatırımlar, devletin (ve onu şahıslaştıran güçlü tek adamın) azametine aktı.

Bu milliyetçi ajitasyon yumağının şiddeti, ‘aşırılığı,’ nihilizme rampa etmiştir. “Bayrağa kan lazımsa dünyanın şah damarını keseriz” hamasetiyle sarhoş; vatan denen yerin canını (toprağını denizini ormanını), millet denen halkın esenliğini, haysiyetini hiçe sayan bir nihilizm…

Elbette, büsbütün yeni değildir bu ideolojik format. Fakat şu son on yılın güncellemesiyle, kademe atladı. Elbette, biricik değiliz; bu tablo zamanın ruhuna, çağa uygundur, dünya sergisinin içindedir.

***

Şunu da unutmamalı: Dünyanın başka yerlerinde de görüldüğü gibi, milliyetçi reaksiyonun konusu, kendi anlattığı gündemden ibaret de değil. İnsanlara geçen beka kaygısı, doğrudan doğruya ve sadece “terör örgütleri” ve “ülkemiz üzerinde oynanan büyük oyunlar”la mı ilgilidir; yoksa o ajitasyon alttan alta, şu son krizden bağımsız olarak da giderek müşkülleşen, güvencesizleşen, prekarizasyona uğrayan hayata tutunmayla ilgili kaygılara, yani insanların kendi hayatlarındaki beka kaygısına hitap etmiyor mu aslında? “İhalarsihalar,” “terör örgütlerine” gününü göstermeye ve “dünyaya” caka satmaya yarar, böylece yoksulluğu, aczi telâfi eden bir kolektif narsisizme (ki milliyetçiliğin basit tanımlarındandır) dayanak olurken; aynı zamanda imalatın taşralardaki organize sanayilere yayılan serpintileriyle, iş-aş vaadini temsil etmiyor mu?[6]

Milliyetçilik, bazen sadece milliyetçilik değildir. Türlü hoşnutsuzluğun, türlü reaksiyonun, -Melek Göregenli’yi tekrar edelim-, bir “yabancılaşma, belki marjinalleşme, belki sistem karşıtlığı ve belki tam da radikal bir değişim ve saygın bir kimlik edinme ihtiyacının”[7] kolayca yöneldiği menfezdir. Başka dil konuşulmadığından, onlara yuva olan dildir. Meramı boğan bir dil – ama işte bazen, tek dil.[8]

***

İktidar blokunun milliyetçiliğinden bahsettik. Peki, muhalif ittifak içindeki milliyetçiliğin farkı ne?

Muhalif bir milliyetçiliğin oluşumu, siyasi çatı itibarıyla, AKP’yle simbiyoza girmesinden de önce MHP içinde oluşan muhalefete uzanıyor.[9] Bu muhalefet, AKP-Erdoğan iktidarına tepkinin yanı sıra, MHP yönetiminin etkisizliğine, eskimişliğine, kısırlığına, ‘kapasite yetersizliğine’ karşı tepkiyle şekillendi. Bu aynı zamanda, ulusalcılıkla ortak temaları ve yakınsayan yanları olan bir tepkiydi. AKP-MHP simbiyozuyla beraber, bu tepki kopuşa dönüştü. Hatta İYİP, AKP’nin Milli Görüş bazlı harekâtının ülkücü-milliyetçi versiyonuna, yani merkez sağı asimile edecek bir merkez-kitle partisi ‘konseptine’ göz dikti. Onun krizinin esaslı bir veçhesini, merkez-sağ denen yerin zaten asimile edilmiş ve mutasyona uğramış olması teşkil ediyor. Yani önce ya restorasyon, ya ‘kentsel dönüşüm’ yapması lâzım…

Biz bu muhalif-milliyetçiliğin ideolojik saiklerini, arayışlarını kısaca gözden geçirelim. Partilerin ve siyaset erbabının resmi görüşlerinin berisinde, düşünsel-zihinsel arka plana bakarak… [10]

Temel âmil, AKP-Erdoğan iktidarına karşı olmaktır, onun şekline şemailine tavırlarına, ethos’una reaksiyondur. “Yobazlığa,” dindarlığın ve İslamcılığın bağnaz ve şeklî/şekilci görünümlerine duyulan tepkinin hız verdiği sekülerleşme itkisidir. Kadınlık durumu, burada başlıbaşına bir kalem. Tepkinin sıklıkla ‘tiksinme’ şiddetine vardığını görüyoruz. Bu tepki “Araplaşma” tabiriyle de ifade edilebilen “millî-yabancılaşma” endişesine bitişiktir; aşırı-İslamileşmenin, tıpkı aşırı-Batılılaşma gibi, taklitçiliğin yozluğuna düşmesinden ve “millî özü” çözündürmesinden kaygı duyulur. Tahmin edilebileceği gibi, bu endişe Arap göçmen-mülteci düşmanlığına bitişmeye gayet müsaittir. Millî özü tazeleme ihtiyacı, Türkçülüğün bereketlenmesiyle ve popüler-kültürel Türk mitolojisi iştahıyla da birleşir.

Bu tepki silsilesi, sadece İslamcılığın hüsnütabiri anlamında değil, evrensel ideolojik anlamıyla muhafazakarlığa mesafe koyuyor. Türk milliyetçiliğinin ve evrensel misyonuyla milliyetçiliğin modern ve modernist bir ideoloji olduğu hatırlanıyor. (Okur yazarlar katında, Ziya Gökalp’in eskiden rahatsızlık yaratan [Erol Güngör’ü hatırlayın] ‘muasırcılığı,’ şimdi gönül rahatlığıyla sahipleniliyor.)

Atatürkçülüğün ve Atatürk ikonunun sahiplenilmesi de bu cümledendir. Tabii bu sahiplenme, Mustafa Kemal’in -gizli din taşımak misali- esasen Türkçü olduğu kanısıyla pekişiyor (Bozkurt Atatürk).

Ulusalcılıkla 2010’lar civarında yaşanan yakınsamanın, günümüzde, bu ‘yeni’ milliyetçiliğin onu bilfiil asimile etmesiyle, en azından kaplamasıyla sonuçlandığı söyleyebiliriz, belki. En azından, ülkücü-Türkçü bazlı bu modernist-seküler milliyetçilik, ulusalcılıktan daha canlı, daha tazedir.

***

Muhalif ‘yeni’ milliyetçiliğin, yine ulusalcılıkla yakınsayan önemli bir veçhesi, ulus-devletin, “devlet ciddiyetinin” ve ulus-devletin yapıtaşı olarak vatandaşlığın erozyonundan, kurumların/kurumsallığın erozyonundan duyulan rahatsızlıktır. Beka söyleminin bir alternatifi niteliğini de taşıyan, cumhuriyetçi bir tepki... Esasen muhafazakâr-cumhuriyetçi, yani cumhuriyeti bir status quo ante (bir önceki, yitirilmiş statüko) olarak sahiplenen; demokratik-inşacı cumhuriyetçiliğe de belki bir ucundan yol bulabilecek bir tepki…

AKP iktidarının hâlâ rıza üretebilmesinin verdiği üzüntü ve vatandaşlığın tasfiyesinin doğurduğu kızgınlık, milletin ‘haline’ yönelik eleştirel bakışı güçlendiriyor – ki ‘yeni’ milliyetçiliğin en ‘yeni’ motifi, budur. (Milliyetçiliğin ideal yüce-milleti ile halihazır millet yani halk arasında bir çelişki zaten zımnen yapısal olarak vardır; bu, başka.) Türk milliyetçiliğinin erken dönem düşünürlerinden, (sosyolog Gökalp - tarihçi Akçura’nın ünsüz üçüncüsü) siyasetbilimci Mehmet İzzet, “millî seciyeye intibak kadar, millî seciyenin tashihinin [abç. - millî karakteri düzeltmenin] de bir ahlâk borcu olabileceğini” söylemişti ya[11] - milliyetçiliğin narsisizmini tersleyen bu zayıf köke usuldan su yürüdüğünü görürüz. “Nasıl bir toplum olmalıyız?” sorusunun usuldan uç verebildiğini görürüz.

***

Bu ‘yeni’ milliyetçilikte hiç yenilenmeyen, hiç kıpırdamadan durup duran şey, meşhur fıkradaki sözle “Kürt anasını görmesin” hissiyatı… Sözü uzatmaya hacet bırakmayacak kadar açık…

***

Devamını, yükseleniyle durup duranıyla milliyetçilik karşısındaki “ne yapılır”ı, ayrı bir yazıda konuşalım.


[1] https://www.youtube.com/watch?v=bdjs71JUxsc

[2] https://www.tamgaturk.com/yazarlar/m-bahadirhan-dincaslan/ikon-siyasetinin-sonu-simdi-ne-yapmali/17513/

[3] Tanıl Bora: “Yerli ve millî,” Zamanın Kelimeleri, Birikim Kitapları, 2018, s. 192-206.

[4] Nagehan Tokdoğan: Yeni Osmanlıcılık, İletişim Yayınları, 2020.

[5] “Çağdaş-modernist” imajlı bir banka reklamının da Batılı bankalara “üstünlüğümüzle” böbürlenmekten geri kalmaması, bu duygulanım karmaşasının milliyetçi-muhafazakarlara mahsus olmadığını hatırlatır. Bkz. Moment Dergi’nin “gündelik milliyetçilik” dosyasında (https://dergipark.org.tr/tr/pub/moment/issue/72740) Onur Özger’in “reklamlarda Türklük” hakkındaki yazısı.

[6] Alp Kayserilioğlu, neoliberal ithal ikamesi ekonomi-politiğine dikkat çekmişti: https://birikimdergisi.com/guncel/11055/patates-sogan-gule-gule-erdogan-turkiyede-hegemonya-mucadeleleri-ii. “Savunma sanayii,” bu politikanın öncelikli sahasıdır.

[7] https://www.gazeteduvar.com.tr/melek-goregenli-kurtler-kadinlar-gencler-yoksullar-diye-secmen-gruplari-yok-haber-1620575

[8] Necmi Erdoğan, Kayıp Halk kitabında (İletişim, 2/23) özellikle yoksulların “konuş-ama-ma” ile ilgili bölümünde, bu meselenin kalbine temas ediyor.

[9] 2016’de Bahçeli’nin iktidar desteğiyle iptalini sağladığı MHP kongresinde muhalif başkan adayları, Meral Akşener, Koray Aydın, Sinan Oğan ve Ümit Özdağ’dı. Son seçimde, Aydın hariç üçü, ayrı ayrı “kilit aktör” rolüne soyundular.

[10] Bir yıl önce uzun uzun konuştuklarımızdan devamla: Tanıl Bora-Kemal Can: “Ülkücü-milliyetçi ideolojide yeni yönelimler,” Birikim 398-399 (Haziran-Temmuz 2022), s. 119-145.

[11] Mehmet İzzet: Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat. Ötüken Neşriyat 2018, s. 251.