Bir seçim dönemi daha yaşadık. Birçoklarımızın dediği gibi, ötekilerden epey farklı bir süreçti bu seferki seçim. Gene birçoğumuzun uyarıları seçmeni (yeteri kadar, diyelim) etkilemedi ve Tayyip Erdoğan bu sefer de üstte kalmayı başardı.
Böyle olmama ihtimali kuvvetliydi. “Kuvvetli” olmasının başlıca nedeni de ekonominin geldiği yerdi. Ağır bir enflasyon, yerlerde sürünen bir tarım, dış borç… Ne ararsan var. Bunlara rağmen inatla “Faiz sebep” diyen dediği dedik bir Cumhurbaşkanı; memleketi terkedenlere ya da terketmek isteyenlere “Bırakın, gitsinler” diyen bir Cumhurbaşkanı.
Bunlar, “girdiği her seçimi kazanır” diye namı çıkan Tayyip Erdoğan’ın popülaritesini aşağıya çekmeye yetmez mi? Bir yere kadar çektiği anlaşılıyor; kayıplar var. Ama beklenen düzeyde değil. Onun için de muhalefet cephesinde hayal kırıklığı egemen.
Demek ki “en belirleyici” etken olduğunu düşündüğümüz ekonomi, ekonominin hemen hemen herkesi tedirgin eden bozukluğu sonuçta beklendiği kadar etkili olmamış. Aslında Tayyip Erdoğan “mutlak” bir iktidarı eline geçirmiş devlet başkanı olarak saltanatını ilan edeli, bozulan şeyler yalnız ekonomi değil; başta hukuk, yargı, bozulmayan bir şey yok. Ama bütün bunlar, seçim sonucunu değiştirmeye yetmiyor. Peki, ekonomiden daha fazla ağır basan ne?
Genel bir kavrama başvurarak “kimlik sorunu” diyorlar. Ben de buna katılıyorum. Alanı biraz daha daraltmak için, “bilimsel” olmayan bir terminolojiyle, “Bu memleket nüfusunun ‘alaturka’ kesiminin ‘alafranga’ kesimine karşı oylarıyla” diyorum. Bu terimleri yanlış ya da yetersiz bulursanız, “kentleşme”yi merkeze alabilirsiniz. “Terimler” değişir ama sınırlar değişmez. İdeolojiler muhafazakar olur. Üstelik, yaşlanan bireylerde olduğu gibi, “eskiden” olmuş şeyler, iki gün önce olmuş şeylere göre daha fazla akılda kalır. Kılıçdaroğlu’na “Haydi, helalleşelim” dedirten şeyler hâlâ bellekte tazedir de, “helalleşme” çağrısı tam yerine oturmamış olabilir.
Mahmud’dan beri bu toplumun baş sorunu olan “batılılaşma”nın getirdiği kültürel ayrışma bu uzun zaman dilimi içinde hem yumuşamış, hem kısmen biçim değiştirmişti. Ama bitmiş veya unutulmuş da değildi. Tayyip Erdoğan buna el attı. Hani bayağı eskiden yapılmış resimler vardır, solmuştur falan, “restore” edilmelerine ihtiyaç duyulur, yeniden boyanır v.b. Erdoğan’ın elinde bu “anı” böyle yenilendi. O eski renkler canlandı; eski duygular da canlandı. Süleyman Soylu gibi biri kalkıp bizim olduğumuz cenahta hayvanlarla seks yapmak tutkusu besleyenler olduğunu söylediğinde onun kampındaki herkesin buna inanıp inanmadığını bilmiyorum, inandığını sanmıyorum da, ama “Bunlar böyle adamlar. Her türlü ahlaksızlığı yapabilirler” diyecekler olduğu, böyle bir “inanma altyapısı” olduğu da belli. İşte, Kandil’den “talimat” alan Kılıçdaroğlu ya da CHP seçim türküsüyle dans eden Karayılan AKP propagandasında yer buldu. Bu propagandanın hitap etmeyi iş edindiği toplumsal kesimin —eğitimi gereği v.b.— fantastik iddialara inanma dozunun hayli yüksek olduğunu da hesaba katmamız gerekiyor.
Böyle bir ayrışma, hangi toplum olursa olsun, son derece tehlikelidir. Bu “tehlike”, Tayyip Erdoğan’ı durdurmuyor, çünkü Tayyip Erdoğan zaten kendisiyle aynı ideolojiden olmayanlarla birlikte, aynı toplumda yaşamak istemiyor. Burada, istediği yetkilerle yaşamak için bu çeşit insanlardan kurtulması gerektiğini de biliyor. Şimdiye kadar iktidarı kazanma hesaplarını bu ayrımı derinleştirmek üzerine kurdu; bundan sonra da böyle yapmaya devam edeceğinden şüphem yok. Bildiği yöntem bu, uyguladığı zaman istediği sonucu getiren yöntem de bu. Ne diye vazgeçsin?
Öteden beri bu ayrışmayı Türkiye’nin en ciddi sorunu olarak görmüşümdür. Bu nedenle bu ülkede sol siyasetin kendi dışında güçlerin yaratmış olduğu bu ayrışmanın verili koşulları içinde hareket etmekten kaçınması gereğine inanırım. “Batılılaşmacı” kesim sırf batı yanlısı olduğu için “ilerici” değildir; geleneksel kesim de bundan ötürü “gerici” bir rol oynamaya mahkum değildir. Sol da bu çatışma mirasını sorgusuz sualsiz devralmak zorunda değildir.
Tabii bu söylediğim durum Erdoğan’dan beri ve Erdoğan’dan ötürü bayağı güçleşti. “Zaman Makinası” işledi ve birdenbire kendimizi II. Mahmud çağında bulduk. Gerçi Millet İttifakı içinde İslam siyaseti çerçevesinde davranan üç parti var ve üçünün de bu konulara bakışı Erdoğan’ınkinden çok farklı. Ama kitlenin büyük kısmı bütün olup bitenlere rağmen Erdoğan cephesinde; burada kalıp olacakları izlemeyi tercih ediyorlar. Aralarında ciddi rahatsızlık duyanlar olduğunu düşünüyorum ve böyle olduğunu söyleyen çok kişi de var. Ama sonuç olarak sözkonusu geleneksel koşullanmalar ağır basmaya devam ediyor olmalı ki seçim sonuçları haritası gördüğümüz gibi biçimleniyor.
Onun için, özellikle solun, “iki halklı toplum” yapılanmasını güçlendirecek davranışlarda bulunmaması önemli. Bir toplumda elbette birçok görüş ayrılığı olacaktır (olmaması başka bir hastalık belirtisi) — ama “bir” toplumda.