Yapay zeka (artificial intelligence) teknolojisi 1950’lerden bu yana bir uzman çevresi arasında biliniyordu. (Terimin mucidi [1956] bilgisayar bilimcisi John McMarthy.) Tıpta epeydir oldukça yaygın bir kullanım alanı var. Kan sayımı ve laboratuvar analizi yapan robotlardan insan yardımı olmadan ameliyat gerçekleştiren robotlar çağına geçtik – Popular Science dergisinin Haziran sayısında domuzlar üzerinde başarılı bir laparoskopi ameliyatı gerçekleştiren bir yapay zeka robotundan bahsediliyor.[1] Adeta bütün bilimlerin çıktılarının aktığı bir akıllı havuz sözkonusu. Yapay zeka teknolojisiyle sürekli yeni bir eşik atlanıyor ve her yeni eşikle ekonomiden eğitime, sağlıktan edebiyat ve sanata farklı alanlarda köklü değişimlere kapı aralanıyor.
ABD merkezli OpenAİ şirketinin Kasım 2022'de yapay zeka destekli sohbet botu ChatGPT’yi kullanıma sunması, hemen ardından Microsoft ve Google’un kendi yapay zeka botlarını sistemlerine entegre etmesiyle yapay zekanın etkileri günlük yaşamda daha çok hissedilmeye başladı. Sohbet botu ilk bakışta basit bir mekanizma gibi görünebilir, ama değil. Yeni nesil botlar insan beyninden esinlenen, birbirine bağlı çok sayıda dijital nörondan oluşan ve “sinir ağı” adı verilen bilgisayar programlarına dayanıyor. Sistemin işleyişini Popular Science’ta yayımlanan bir uzmanlık yazısından aktarayım:
“Biz insanlar girdileri duyularımız aracılığıyla alıyoruz ama bu yapay zekalar girdileri görüntü, ses veya metin gibi veriler halinde alıyor. Beynimiz girdilere tepki olarak nöronlar arasındaki sinaps dizilerini karmaşık bir şekilde ateşliyor, yapay sinir ağları ise verileri daha metodik olarak işliyor. Örneğin el yazısını dijital metne döken bir yapay zeka oluşturmak için bir sinir ağına tekrar tekrar yazı örnekleri gösterebilir, çıktılarla doğru cevapları karşılaştırarak kontrol edebilirsiniz. Zamanla çıktılar, istenen sonuca yaklaşana kadar ağdaki bağlantıların değerleri güncellenecektir. Bunu milyonlarca hatta milyarlarca eğitim verisiyle tekrarlarsanız daha önce hiç görmediği el yazılarını tanıyabilen bir yapay zeka elde edebilirsiniz.”[2]
Dolayısıyla yapay zeka oldukça karmaşık matematiksel hesaplara dayanan bir teknolojiyi ve “transformatör” olarak tanımlanan bir sinir ağını temel alıyor. Yani milyarlarca veri girdisi beynimizin işleyişini kopyalamakla kalmayıp onu katbekat aşan bir dönüştürücü “zeka” üretiyor. Bazı araştırmacıların yapay zekanın ileride bilinç belirtileri göstermeye başlayacağına dair tahminleri var ki bunun gerçekleşmesi halinde gelecek nesillerin romancı Kazuo Ishiguro’nun Never Let Me Go’sunda tasvir edilen -insan dışı akıllı varlıkları da kapsayan yeni etik sorunların olduğu- dünyaya uyanmaları mümkün. Bilimkurgu tarihi, yazıldığında uçuk görünen ama zamanla gerçekleşmiş öngörülerle doludur.
Yapay zekayla birçok mesleğin kaybolacağına dair tahminler ve buna uygun projeksiyonlar var. Kayıp skalası sadece kamyon-tır şoförlüğü, müşteri hizmetleri temsilciliği, kuryelik, satış elemanlığı gibi mesleklerle sınırlı değil. Kültür alanında matbaanın icadının yol açtığı sarsıntıyı sollayan bir dönüşüm gerçekleşebilir; çevirmenlik, düzeltmenlik, tasarımcılık, hatta öğretmenlik gibi meslekler tarihe karışabilir.[3] Bununla birlikte yeni meslekler ortaya çıkıyor; artık hayatımızda “veri bilimci”ler, “donanım uzmanları” var.
Üretim ilişkilerinde Sanayi Devrimi’nden beri görülmedik bir devrimin başındayız; üstelik bu kez değişim insanın alet üretme niteliğindeki bir sıçrayıştan ibaret değil; beynin işleyiş biçimini kopyalamakta ustalaşmış bir insan-dışı üretim biçimine geçiliyor. Bunun sanatta da köklü değişimlere yol açacağı kanısındayım. Yapay zekânın yapaylığı (“artificial”) İngilizcede "yapay" ile "sanatsal" (art/artist/artistical vs.) arasında çağrışım köprüsü kurmaya müsait. Almancada, "künstlich", iyice öyle. Günden güne bir çağrışım olmaktan çıkarak sanat alanında gözle görülür bir olguya dönüşen bu değişime burada değinmek ve tartışmayı başka yazılarla sürdürmek istiyorum.
***
Sanatta “zeka” ve deha Aydınlanma ve Romantizm’in ürünü olan 19 ve 20. yüzyıl insanı için öncelikle bireysel bir üstünlük, varılacak bir hedefti. Bu nedenle Wordsworth gibi Romantiklerin sanatsal deha nosyonu bir lamba benzetmesiyle açıklanmıştır: sanatçı, Tanrı’nın ışığını süzerek aktaran yarı-tanrısal bir varlıktır. Özgünlük ve sahicilik benzersiz bir yetiye (doğuştan gelen bir beceriye) sahip olmakla ilgilidir. Sanatçı ve edebiyatçı, örneğin Namık Kemal çağında, toplumu peşinden sürükleyen, gizemli bir varlıktır; “aurası” vardır. Romantizm’in sanatsal deha ve zeka tanımı, onunla birlikte sahicilik anlayışı 20. yüzyılın ilk çeyreğinde önemli bir değişikliğe uğramıştır. James Joyce gibi modernistler Romantizm’in bireysel deha ve özgünlük anlayışına katılmazlar. Joyce’un edebiyatında her şey başka bir şeyden türetilir, özgün bir şey yoktur, sonsuz bir türevler zinciri vardır. Yine Joyce, Romantik “ilham” fikrini reddederek, sanatın ve genel anlamda yazı yazmanın öncelikle emek gerektiren bir beceri olduğunu öne sürer – Finnegans Wake’i anlamak isteyenler benim ona harcadığım zamanı (tam 20 yıl) harcasınlar demiştir örneğin. “Sanatta kaliteli bir şey üretmek isteyenler çok fazla çaba harcasınlar, sahicilik de özgünlük de buradan geçer” diye özetlenebilecek bir sanat anlayışıdır bu ve Romantizm’in bireysel yetenek ve tanrısal ilhama dayalı sanat anlayışı kadar etkili olmuştur; ikisi uzun süre sanata bakışı belirleyen yaklaşımlar olarak bir arada varolmuştur.
Günümüzde hem Romantizm’in hem de modernizmin “zeka”sını yapay zekayla ikame eden bir sanat anlayışı yerleşiyor. Yapay “zeka”, bireysel yetenek/yaratıcılık anlamında ya da varılacak bir hedefe dayalı bir “zeka” tanımı yapmıyor. Zeka daha ziyade sürekli genişleyen bir spektrum halini alıyor. Bu doğrultuda her gün sayısız sanat eserinin üretildiği, özgün-kopya ayrımının ölçüt olmaktan çıktığı bir sanat ortamına girdik. Yapay zeka sanat motorlarıyla bir günde milyonlarca görsel üretilebiliyor. Üstelik bunları üretmek için emek harcamak, alın teri dökmek gerekmiyor. Bilgisayar başında oturan herhangi biri Dali veya Picasso’yu aslına uygun olarak “reproduce” edebiliyor, ya da Dali ve Picasso tarzında yeni resimleri milimetrik bir isabetle yapabiliyor. Van Gogh’un uzun süredir kayıp “İki Güreşçi” tablosu orijinal resmin nasıl görünebileceğini denemek ve çözmek için geliştirilen bir yapay zeka algoritmasıyla yeniden “yaratıldı.” Sanatta yeni içerik üretmek artık zaman alan bir şey değil. Joyce’un varsayımı en azından görsel sanatlarda tarihe karışmak üzere (edebiyatta da yakın gelecekte benzer değişimler göreceğiz).
Bu yeni çağın sanatını “bir spektrum olarak sanat” olarak tanımlamayı öneriyorum. Yapay zekayla beraber sanata dair varsayımlarımız ve beklentilerimiz köklü bir değişimden geçerken tarihte buna benzer durumlarda hep olduğu gibi muhafazakârlık da güçleniyor. Estetiğin, yaratıcılığın, zevklerin ve yargıların yeniden tanımlandığı bir yolçatındayız. Geleceğin sanatı, yapay zekaya sanat eseri ısmarlamaktan başka bir "yaratıcılık" içerecek mi? Bu sorunun cevabını başka bir yazıyla düşünmeye çalışayım.
Van Gogh'un yapay zekayla üretilen kayıp tablosu İki Güreşçi
[1] Popular Science, Haziran sayısı (134), s. 57.
[2] Popular Science, Haziran sayısı (134), s. 38.
[3] Popular Science dergisinin Haziran sayısında yapay zekanın ortadan kaldırabileceği eski meslekler ve yaratacağı yeni mesleklere dair detaylı analizler var.