Karma Eğitim Değil, Kız Çocuklarının Yaşam Hakkı
Işıl Kurnaz

Karma eğitim tartışmaları, yeni Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in son açıklamasıyla yine gündeme geldi ama AKP iktidarının siyasal stratejisi olarak bildiğimiz bir şeyi de ifşa etti: Her tartışmanın, nasıl da bir sonraki adımda el arttırmak için siyasal bahane olarak kullanıldığı. Yani bir politikanın, devamlı ve sürdürülebilir bir tartışmayla önce toplumun damarlarına yayılması ve daha sonra bu politikanın, siyaset ve hukuk eliyle toplumsal yaşama kazandırılması. Bunun kendisini, imamlara resmi nikah kıyma yetkisi veren düzenlemeden de hatırlıyorsunuz değil mi? Siyasetin, el arttırma stratejisiyle yeniden dizaynı.

Milli Eğitim Bakanı "Kız çocuklarını okula göndermeyen ailelerin ilk söylediği şey 'Erkeklerin olduğu yerde olmasını istemiyorum' oluyor. Karma eğitim esas ama kız okulları kurmak gerekiyorsa kurulur." dedikten hemen sonra tarikatlardan ve Hüdapar’dan destek gecikmedi. Milli Eğitim Bakanı’nın açıklaması, kılıfıyla beraber geliyordu tabii. Kız çocuğunu erkeklerle aynı okula göndermek istemeyen mağdur ve mazlum ailelerin kız çocukları için kız okulları açılabilmeliydi. Toplum mühendisliğiyle siyaseti dizayn etme çabası diyelim mi?

Aslına bakarsınız, AKP’nin her dizayn siyaseti gibi bu tartışma da yeni Bakan’ın icat ettiği bir şey değil. 10 Eylül 2018’de Milli Eğitim Bakanlığı Kurum Açama, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliği’nde bir değişiklik yapıldı. Yönetmeliğin, liselerdeki karma eğitimi düzenleyen 7. maddesi kaldırıldı.  Bu değişiklik bir yargı kararına istinaden yapılmış olsa da dönemin Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, bunu son derece suni bir hayat tarzları ve tercihler tartışmasına indirgemeden duramadı tabii: “Burada tercihlerin daraltılması değil çoğaltılması söz konusu. Demokratik toplumlarda aslolan vatandaşın bu tür taleplerini karşılayacak seçeneklerin arttırılmasıdır. Hiç kimse, hiçbir veliye karmaya ya da olmayana göndermek zorundasın diye bir şey empoze etmiyor. Ama alternatifleri sunuyoruz. Devletin yapması gereken de budur.”

1973 tarihli Milli Eğitim Temel Kanun’unun 15. maddesi okullardaki karma eğitimin esas olduğunu düzenler. Ancak maddenin ikinci cümlesi, eğitim türü, imkan ve zorluklara göre bazı okulların yalnızca kız veya erkek öğrencilere özgülenebileceğini söyler.  Bugünkü anlamıyla bildiğimiz İmam Hatip Liseleri, Kız Meslek Liseleri bu cümleden yola çıkarak açılabilmektedir. Aslında bu ikinci cümle, hangi okul türünün, hangi imkân ve zorlukların buna fırsat vereceğini açıkça söylememesiyle, hukuki belirsizlik yaratmakta ama kimsenin bu belirsizliği, belirli hale getirmeye niyeti olmadığı da ortada. Çünkü siyaset, biraz da hukukun satır aralarından beslenerek kendisini gerçekleştirir. Toplum mühendisliği meselesi, hukukun bu arka kapılarından girerek anaakımlaştırılır biraz da, tabii!

Bütün bu tartışmalar, nasıl bir toplum olmak istiyoruz sorusuyla yakından ilgili. Tanıl Bora’nın Birikim’deki son yazısından hareketle, “Nasıl bir toplum olmalıyız?’ sorusundan feragat etmemeli.”

Bu yüzden de karma eğitim tartışmasını, hayat tarzları, değerler ve devletin sunduğu alternatifler penceresinden değil, ilkeler ve toplumsal yapının kendisi üzerinden okumamız gerekiyor. Bunu T24’te Gökçer Tahincioğlu’nun yazısından da görebiliyoruz değil mi? Tahincioğlu, yeni Milli Eğitim Bakanı’nın cemaat dershanelerine karşı çıktıktan sonra oluşan boşlukta ve cemaat sonrası dönemde, vakıf ve tarikatlara ait derneklerle yapılan özel protokollerde nasıl etkili olduğunu da yazıyordu.

Bu protokollerden biri Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasındaki ÇEDES protokolü. Protokolde açıkça okullara atanacak imam, vaiz ve vaizeler eliyle çocuklara manevi danışmanlık yapılması, okullarda din bilgisi ve ahlak kültürü dersi yokmuşçasına Hz. Muhammet’in hayatının anlatılmasının planlaması yapılıyor. Protokol, atamaların yapılmasıyla uygulamaya başlandı bile.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye’deki zorunlu din dersinin içeriğine ilişkin çok sayıda ihlal kararına rağmen, bu kararların uygulanması yerine eğitimin içeriğini daha da İslamlaştıracak düzenlemeler şimdiden eğitim sisteminin yönünü ve maddi anlamını belirliyor.

Bunlarla beraber tüm eğitim müfredatının sadece Sünni İslam’a göre düzenlenmesi, öğrencilerin kılık kıyafetlerinin dini referanslara göre belirlenmesi, din eğitiminin kreşlere kadar indirilmesi, 4+4+4 sürecinde imam hatip okullarının sayısının ve imkanlarının arttırılması, yeterli talep olmamasına ortaokullar içinde imam hatip sınıflarının açılması, her okula ibadethane (mescit) zorunluluğu gibi uygulamalar, toplum mühendisliğinin dindar nesillere doğru nasıl kaydırıldığının önemli örnekleri.[1]

Bütün bunların, hayat tarzları ve İslami hassasiyetlerle ilgili değil, rejim değiştirme sevdasıyla ilgili olduğunu yine Gökçer Tahincioğlu’nun yazısından görebiliyorduk tabii. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osmanoğlu ve Kocabaş v. İsviçre kararını bilir misiniz? Karar, İsviçre’de yaşayan iki Müslüman Türk vatandaşının, kız çocuklarını okuldaki zorunlu yüzme derslerine, derslerde kız çocuklarıyla erkek çocuklarının aynı yüzme havuzunda yüzdükleri gerekçesiyle göndermek istememeleriyle ilgili. Ebeveynler, çocuklarının erkek çocuklarda aynı havuzda yüzmelerini istemedikleri için Müslüman oldukları gerekçesiyle muafiyet talep ediyorlar. Okul yönetimi, son derece esnek birtakım alternatifleri ailelere sunsalar da aileler çocuklarının arkadaşlarıyla birlikte yüzme derslerine gitmelerine izin vermiyorlar. Okul, çocukların kapalı burkinalar ile yüzmelerini, isterlerse erkek çocuklardan uzak tutularak derse hazırlanmalarını önerse de aile kabul etmiyor ve çocuklarını göndermiyorlar. Bunun üzerine 1500 Frank’ı bulan para cezasıyla cezalandırıyorlar ancak cezayı, din ve vicdan özgürlüklerinin ihlal edildiğini iddia ederek İsviçre devletine karşı AİHM’e taşıyorlar.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yaklaşımı, her yere eğilip bükülen ve çocukların hayat hakkını elinden alma potansiyeli taşıyan hassasiyetlerimizden değil de, ilkelerden yola çıkıyor. Çocukların okula gitmekteki çıkarlarının sadece eğitim olmadığı, sosyal bir integrasyon olduğu, yüzme derslerinin amacının yüzmeyi öğretmek değil, hep beraber arkadaşlarıyla bir etkinlik içinde yer almalarını sağlamak olduğunu söylüyor. Çocukların, ailelerinin dini ve felsefi görüşlerinden bağımsız olarak bir arada olabilmelerinin toplumsal öneminden bahsediyorlar. AİHM, okulların çocukları indoktrine etmeden onların toplumsal hayattaki yerleri konusunda belli bir takdir yetkisine sahip olmasının, aileye verilen her türlü alternatife rağmen ailenin kendi görüşünü dayatan ve dünyayı çocuklarının üzerine kilitlemeye çalışan yaklaşımı karşısında din ve inanç özgürlüğünü ihlal etmediğine karar veriyor.

Karma eğitim tartışmalarının, hiçbir medenilik göstermeyen hayat tarzları tartışmasına, oradan da şimdiden tarikat ve cemaatlerin propagandasını yaptığı gibi kadın hastalara, erkek doktorların bakması caiz midir tartışmalarına, erkek doktorların kadın hastaları reddetmesinin vicdani ret kapsamına alınması gerektiğine dair kara propagandaya kadar gitmesinin yolu var. Bir cemaatin yayın organında, “Fiziksel dokunuş olmadan muayene edebilir, fiziksel muayene caiz değildir.” yazdığını okumuş muydunuz? Bunun o kadar da uzak bir tartışma olmadığını Büyük Birlik Partisi lideri ve iktidar ortağı Mustafa Destici’den öğrendik, Destici sadece kadınların gidebildiği üniversite ve hastaneler kurulması gerektiğini söyledi. Bunun sonucunda kaç kadının sağlık hakkından mahrum bırakabileceğini, kaç kız çocuğunun eğitim hakkının gasp edileceğini öngörebilir miyiz?

Bu yüzden karma eğitimin tartışmasının ucunu, başladıkları yerde bırakmalarına izin vermemiz gerekiyor. Seçim sonrası süreçteki değişim, salt bir siyasal partinin değişimi değil, ama muhalefet etme biçimlerimizin değişmesiyle de ilgili. Her bir cepheyi el arttırarak inşa eden AKP iktidarına karşı, isimlerin ve siyasal hırsların değil, ilkelerin muhalefetini yeniden inşa edebilmek gerekiyor. Aslı Alpar’ın her şeyi ne güzel de özetleyen o güzel görseliyle: “Gerekirse kızlarını okula göndermeyen aileleri eğitecek okul açın.”

Çizim: Aslı Alpar

Çünkü mesele ailelerin gönlünün hoş tutulması değil, kız çocuklarının ve kadınların yaşam hakkı. 


[1] Eğitim-Sen 2014 Raporu, https://egitimsen.org.tr/wp-content/uploads/2015/12/Karma-E%C4%9Fitim-Bro%C5%9F%C3%BCr.pdf