Yumuşayan Siyaset(!): Etki Ajanlığı, Sivil Topluma Ne Söylüyor?
Işıl Kurnaz

“Çanakkale ilinde görev yaptığı sürede, mesai bitimlerinde ikametgahına gittiği, geceleri hiçbir yere çıkmadığı, az konuştuğu, hiçbir gazete ve dergi ile ilgilenmediği, içine kapanık bir kişi olduğu intibaını verdiği için H.C.’nin durumu, Türkiye Komünist Emek Partisi’nin “Faaliyetine devam et fakat sessiz kal” temel ilkesine uymaktadır. Bu nedenle adaylık süresi içinde memuriyetine son verilmiştir.”

Bu Bülent Tanör’ün bulup çıkardığı bir hikaye.[1] Ama elbette, Türkiye’de politikanın serencamını anlamakta tekil bir örnek değil. Anayasa Mahkemesi’nin 22 Mayıs 2019’da yayımladığı Osman Kavala kararında emniyette yapılan bir görüşmenin dökümü vardır.

“Başvurucu ile O.K. adlı kişinin yaptığı görüşmede bir toplantıdan bahsettikleri ve bu konuşmada lobi ifadesinin geçtiği belirtilerek konuşmada geçen lobi ifadesinin ne anlama geldiği başvurucuya sorulmuştur.

Başvurucu; O.K.yı uzun süredir tanıdığını, bu şahsın kültürel tarihle ilgili konularda yayın çıkaran “Bir Zamanlar Yayıncılık” isimli yayınevinin kurucusu, HAYCAR’ın ise Ermeni Mimarlar ve Mühendisler Derneğinin kısa adı olduğunu, bu yayınevi ve dernekle Anadolu’daki kültürel mirasın belgelenmesi konusunda bir proje için görüştüklerini, lobi diye tabir edilen kişinin HAYCAR üyesi “Lori” adlı bir kadın olduğunu ifade etmiştir.”

Yani siyasal iktidarın ve içinden geçilen politik süreçlerin kuvveti, Lori’yi yabancı bir lobi, asosyal bir içine kapanıklığı komünizmin propagandası yapabilir.

Ali Duran Topuz, 9. Yargı Paketi’nde TCK’ya 339/A olarak eklenen ve kamuoyuna etki ajanlığı olarak yansıyan bu yeni suç tipi için “dilsizleştirme yasası” diyor. Siyasette normalleşme ile kastedilenin, anormalin normal kabul edildiği bir siyasal iklim olduğunu vurgulayarak. Örnek veriyor: “Mesela Özgür Özel’in bir iktidar ajitatörünü güler yüzle konuk etmesi anormalin normalleşmesine iyi bir örnekti ne yazık ki. “Yumuşama” denilince kastedilen bu anormalleşmeye herkesin gönüllü katılmasını sağlamaktır. “Sivil anayasa” lafı ile kastedilen de sivil toplumun siyasal topluma boğdurulmasıdır.”

Etki ajanlığı olarak ihdas edilecek yeni suç tipi, elbette salt Türkiye’ye özgü değil. Siyasal iktidarlara sivil manevra alanları tanımak için örtülü olarak kötüye kullanılma kapısı daima açık bırakılan, bilinçli hukuk boşluklarıyla örülerek hukuki belirlilik ve masumiyet karinesini dışarda bırakan bu tür yasalarla, dünyanın her yerindeki sivil toplum ve kamuoyu uzun yıllardır mücadele ediyorlar. Amerika, Rusya, Gürcistan, Bosna-Hersek’teki benzer nitelikli yasaların ne anlama geldiğini ceza hukukçusu Erdi Yetkin anlatıyor. Benzer şekilde ABD’de 1938 tarihli Yabancı Ajan Kayıt Yasası’nın, sivil toplumu nasıl nefessiz bıraktığını bizzat o sivil toplum örgütleri uzun zamandır söylüyor. Bu yasalar o kadar katı uygulanıyor ki bir sivil toplum kuruluşunun savunuculuk faaliyetleri kapsamında fon talep etmesi ve dağıtması bile bu yasaya aykırılık olarak yorumlanıyor. 2023’ün sonuna doğru ABD’de Kongre’den geçirilmeye çalışılan iki yasa, bu konuyla doğrudan bağlantılı. Yabancı Ajan Kayıt Yasası (FARA)’yla ilgili bu iki yeni düzenleme Lobicilik İfşasının İyileştirilmesi Yasası ve Lobicilikte Yabancı Etkisinin Açıklanması Yasası Senato’dan geçti bile. Gürcistan’da da parlamentodan geçmesi beklenen başka bir yasaya göre fonlarının %20'sinden fazlasını yurtdışından alan her STK veya medya kuruluşunun "yabancı bir gücün çıkarlarını gözeten kuruluş" olarak kayıt yaptırması gerekecek.

Benzer bir kanun, Çin’de geçirilirken Çin’deki bir insan hakları savunucusu yasanın onlara ne yaptığını şöyle söylüyordu:[2]

Yasası'nın çalıştığım kuruluş üzerinde hem ortaklık kurma hem de mali düzeyde büyük bir etkisi oldu. STK'm potansiyel yabancı ortakları içeren yeni bir projeye başlamaktan kaçındı. Yerel ortaklar, başlarının derde girmesini istemedikleri için finansman kaynaklarımız konusunda endişeliler. Örneğin, avukatlar bizden yasal ücret almakta tereddüt ettiler. Ayrıca, bankalar yabancı hükümetlerden alınan fonlar için döviz ödemeyi reddetmeye başladı ve fonun yasal olduğunu kanıtlayan belgeler istedi. Bizden çalışmalarımızın detaylarını ilgili devlet birimleriyle görüşmemizi istediler. Sonuç olarak, fonlar azaldı ve bu da çalışmalarımızı yürütme kapasitemizi etkiledi ve hala nispeten yeni olan ve daha hassas olarak görülen konulardaki çalışmalarımızı kesinlikle genişletemiyoruz. Birçok grup, kaydolma şanslarını arttırmak için belirli çalışma alanlarını bırakıyor ya da yaptıkları işler hakkında yalan söylüyor. Bu da bir güvensizlik ortamı yaratıyor ve koalisyon kurma kapasitemizi olumsuz etkiliyor. Hükümetin şartlarına uyan grupların hala benim müttefikim olup olmadığını nasıl bilebilirim?

2015’te yasalaşan Rusya’daki örneğin ismi ilginçtir: İstenmeyen Kuruluşlar Yasası (Undesirable Organizations Law). Uluslararası hukukta, istenmeyen kişi ilan edilmek diye bir şey vardır, bilirsiniz. “Persona non grata”, bu yasayla da savcılara muzır sivil toplumu kuruluşlarını “istenmeyen” ilan etme yetkisi verilmiştir.

İnsan hakları çalışmalarını ve sivil toplum savunuculuğunu ceza hukukunun çalışma alanına sokarak kriminalize etme çabası yeni değil. İran’da, Avustralya’da bu yasalar çıktı, çıkmaya devam ediyor. İlginç bir örneği, Bahreyn’dendir. Yasa savcıya, terörle bağlantılı sivil toplum kuruluşları üyelerini 6 aya kadar herhangi bir ceza olmadan gözaltında tutma yetkisi verir.

Peki Türkiye, bütün bu tablonun neresinde duruyor? Öncelikle, bu suçun kendisini tahkim edeceği üçlü ayağı hatırlamamız gerekiyor. Basına yansıdığı şekliyle oldukça muallak birtakım tanımları içeren etki ajanlığı suçu, zaten oldukça belirsiz ve keyfi uygulanan halkı kin ve düşmanlığa tahrik hükmü (TCK md.216) ile dezenformasyon diye bildiğimiz halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu (TCK md.217/A) ile fikren bağlantılı. Bu üç maddenin bir araya gelerek yayacağı enerji, Türkiye’de sivil toplumun dilsizleştirilmesinden başlayarak hale hale genişleyecek bir örtüyü toplumsal bir bitki örtüsü haline getirme kudretine sahip. Hükmün basına yansıyan hali şöyle:

“Madde 339/A- (1) Bu bölümde düzenlenen suçları oluşturmamak kaydıyla, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda;

a) Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar,

b) Türkiye’de suç işleyenler, hakkında, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fiilin, bu bölümde düzenlenen suçlar dışında başka bir suç oluşturması halinde hem bu suçtan hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.

Hükmün içindeki hukuki belirsizliği, suç ve cezaların ihdasındaki temel prensiplere aykırılığı bir kenara bırakalım, 2023 sonunda kamuoyunda tartışılmaya başlanan bir başka haberi hatırlayalım. AB’den gelen fon, yardım ve hibelerin belli başlı STK’larca kullanıldığından şikâyet eden AKP yetkilileri, İçişleri Bakanlığı bünyesinde Göç Vakfı kurulacağını duyurmuştu, böylece o hibe ve fonları kontrol edebileceklerini söylemişti. Çok yakın bir tarihte 9 Mayıs’ta, yine Dışişleri Bakanlığı bünyesinde teşkilatın faaliyetlerini güçlendirmek için bir Vakıf kurulacağı duyuruldu. Bütün bu üçlü yapıyı hesaba katarak, etki ajanlığı suçunun, sadece TCK 328’de düzenlenen casusluk suçuyla bağlantılı kullanılacağını söylemek mümkün olur mu? Etki ajanlığının, TCK’nın yapısını hayli aşan, STK’ları dilsizleştirmek kadar Türkiye’deki STK’ların finansal kaynaklarını hükümet destekli makbul kuruluşlara aktararak ifade özgürlüğünün ötesine geçen bir ekonomi-politika inşası yaratacağını söylemek şimdiden mümkün. Tüm siyasal resme, bize gösterilenin dışında ve terör diline hapsedilen siyasal tartışmaların ötesinde bir yerden baktığımızda, maksadın hasıl olacağı asıl alanlardan birinin belli başlı finansal kaynakların dağıtımı ve yeniden dağılımı olacağını görebiliyoruz. Dolayısıyla bugün yüksek siyasetin yüksek aktörleri tarafından siyasette yumuşama diye tarif edilen dönemin, Türkiye sivil toplumu için yani yüksek siyasetin yüksek özneleri değil, siyasetin gerçek özneleri için ne anlama geleceğini, bu finansal aktarımın nasıl bir omerta yasasıyla suskunluk toplumu yaratacağını konuşmamız gerekiyor. Siyasette yumuşamanın bedeli, toplumun suskunluğu olduğunda, o yumuşamanın bir fırtına öncesi sessizlik olabileceğini hiçbir zaman unutmadan.


[1]  Bülent Tanör, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, s. 52.

[2] Amnesty International, Laws designed to silence: The global crackdown on civil society organizations, 2019, s. 32.