Ayşe Düzkan, “12 Eylül öncesinin, solun asr-ı saadeti” olduğu genel kabulüne karşı çıkmıştı, bir yıla yakın zaman önce bir yazısında. Ona göre bunun bir nedeni, “ağır bir yenilgiyle sonlanmış” olması, diğeri, “bununla başa çıkamamış” olması idi. Yani, travmasının atlatılamamış olması ve yol açıcı bir muhasebesinin yapılamamış olması…
Bu travmayla baş etme ve muhasebe eksiğini giderme çabasının en şefkatli ve en acımasız mücahitlerinden biri olan Sezai Sarıoğlu, içinden geldiği Kurtuluş hareketinin yarı-resmi sözlü tarih çalışmasını nasıl tanımlıyordu? “Alacak tahsil etmek için değil, borçlarımı ödemek için söz alıyorum,” diyor, “Elbette yaralarımı göstermek için de söz alıyorum,” diye ekliyordu. “Hatıralar, geçmişimize ve birbirimize borçlu olduğumuzu” hatırlatıyor; onları anlatmanın “iyileşme ve yüzleşme değilse de kendini iyi hissetme teşebbüsü olarak okunabileceğini” söylüyordu.[1] Bu sözlü tarih çalışmasının metinleri, “bir yanıyla ‘veda’ yazıları” idi ona göre. Ve “hatıra naklini siyasetin yerine ikame etmek”ten de kaçınmak gerekirdi.[2]
*
2017’deki 12 Eylül yıldönümü vesilesiyle konuşmuştuk; 1970’ler solunun geçmişle yüzleşme ve 12 Eylül yenilgisinin muhasebesini yapma açığını, bir bakıma, -bazen gayrı ihtiyari, bazen bile isteye-, anılar ve söyleşiler gidermeye çalışıyor.[3] O zamandan beri katlanarak genişleyen bir külliyat var önümüzde. Sezai Sarıoğlu’nun “hatıra naklini siyasetin yerine ikame etme” endişesi, yersiz değil. Gerçi, iddiasız hatıra nakli de var bu metinler arasında, menkıbevari metinler de var; fakat zımnî bir muhasebe veya hesaplaşma gayretinin uç verdiği metinler de var. (Kurtuluş’un 9 cildi bulan yarı-resmi sözlü tarihi metinlerinin bir katmanı, budur. NotaBene’den yayımlanan, geçmiş dokümantasyonlarında ve oradaki editoryal katkılarda, usul usul bir Devrimci Yol muhasebesi yol alıyor.)
*
’70’ler devrimcilerinin anıları, onlarla nehir söyleşiler ve o tecrübeye dair tarihçelerin oluşturduğu külliyatın, gayet yalın bir niyeti ve işlevi de, etik bir tavır olarak hafızayı korumaktır. Bu tanımı, Melike Işık Durmaz’ın’78 Kuşağı: Bir Hafıza Topluluğu kitabından alıyorum (İletişim Yayınları, İstanbul 2024). Hafızayı korumak, ona sahip çıkmak, ’70’lerin berbat bir “benzin ve gaz yokluğu yılları” parantezi olarak kapatılmasına, “anarşi ve kaos yılları” olarak karartılmasına direnmek, bizzat bir ahlâki-politik tavır.[4] 12 Eylül arafının ebedî sünmesine, bitmezliğine karşı tetikliğin de bir icabı, bu.
’78 Kuşağı, bellek siyaseti ve “hatırlama kültürleri” kavramlarına vukufla yazılmış bir kitap. Sözünü ettiğimiz külliyatın yanı sıra, kuşağın özellikle “tanınmış olmayan” bazı mensuplarıyla konuşarak, ’70’ler solunun hatırlama kültürünü irdeliyor. Nostaljik hatırlama ve melankolik hatırlama biçimlerinin (hep Traverso’yu hatırlıyoruz) kendini duyurduğu uğrakları yokluyor. Ki, nostaljiden ve melankoliden uzak durma kaygısının, söz konusu anı ve söyleşi kitaplarının editoryallerinde âdeta standart protokol gibi (kendi kelimeleriyle) tekrarlanıyor olması, bu uğrakların sızılı ağırlığının açık işaretidir.
*
Kitabın alt başlığını atlamayalım: Hafıza topluluğu. Melike Işık Durmaz, ’78 kuşağının kendisini bir hafıza topluluğu olarak inşa ettiğini, inşaya da devam ettiğini gösteriyor.
Ahmet İnsel’in kitabın önsözünde dikkat çektiği üzere, bütün dünyada nam ve mevki kazanmış ’68 kuşağından farklı olarak, ’78 kuşağı, Türkiye’ye özgü bir tanım. Bir hafıza topluluğu olarak, büsbütün Türkiye’ye özgü diyemeyiz, -bütün dünyada ’70’ler solunun benzer bir ruh halinden, İtalya ve bazı Latin Amerika ülkeleri örneğinde karşılaştırılabilir bir deneyimden de söz edilebilir[5]-; fakat tam da hafıza topluluğu olarak, -kendi üzerine düşünme mesaisi ile-, evet öyledir, “bize” özgüdür.
’68-’78 mukayesesi, gözde bir mukayese konusudur. Melike Işık Durmaz’ın kitabında, ilkini soylulaştırıp ikincisini küçümseyen bir ’68’liden, ‘çarpıcı’ bir aktarım da var. (’70’ler solcuları için “yarım yamalak, aksak, yanlış ve hastalıklı,” diyor.) ’78 adlandırmasının ’68’e ‘kafiyeyle’ konmuş olması da, ’68’in hegemonik etkisine işaret sayılmaz mı? ’78’li tanımı artık yerleşti fakat belki de, -Melike kitabında bunu anıyor-, kıyıda köşede de kalsa, ’77 kuşağı terimini yeğlemek lazımdı.
’77, bir zirve ve bir travma olarak 1 Mayıs 1977’yi hatırlatmasıyla da bu kuşağın adını koymaya uygun bir andır. Nitekim, 1 Mayıs 1977, bu kuşak için hafızanın kurucu olaylarından biridir. “Kurucu olay” kitabın kilit kavramlarından biri. Melike, ’78’liler hafıza topluluğunun inşasında yapıtaşı olan başka kurucu olayları da konu ediyor. Kitapta büyük kurucu Olay, namütenahi bir araf olarak, 12 Eylül deneyimidir. Hafıza topluluğunun kurucu âmili, elbette odur. Fakat ’70’lerden söz ediyorsak, büyük O ile yazılacak asıl kurucu Olay, tek tek bütün kurucu olayların üzerinde gölgesi kol gezen, anti-faşizmdir.[6]
“Hissiyat dünyası” bölümü, bence kitabın kalbidir. Angajmanla, adanmışlıkla, sorumluluk ahlâkıyla belirlenmiş bu hissiyat dünyası, görkemli bir Yarın umuduyla yarın-yokmuş-gibi yaşama tecrübesi; deyim yerindeyse, emsalsiz bir kamu kaynağını var etmişti. İşçilerin ve bütün ‘aşağıdakilerin’ kendi kaderlerini ellerine alma iradesinin gücü, bir kamu kaynağı idi… Bu dönem, Türkiye tarihinin toplumsal erginlenme dönemidir.[7] Hebası ve “Böyle olmayabilir miydi?” sorusu, onun için kahredici… ’78 topluluğunun, evet, nostalji ve melankoliyle yüklü, fakat onunla tüketilemeyecek bellek mesaisi, onun için önemli.
*
Hafızanın etimolojik kökünde “saklamak” var; hafıza siyasetiyle ve kültürüyle ilgili bir kitaptan konuşurken “saklama” kelimesinin mecazlarından yararlanabiliriz. “Serin ve kuru yerde saklayınız” denir ya hani… Melike Işık Durmaz’ın kitabı serin, ama kuru değil! Hamasete hiç yeltenmeden anlamaya, anlatmaya çalışan, ince ayrımlara özenli, ince dikkatleri olan bir metin.
[1] Kurtuluş Kendini Anlatıyor: Karadeniz, Dipnot Yayınları, Ankara, 2021, s. 321-322.
[2] A.g.k., s. 397.
[3] https://birikimdergisi.com/haftalik/8511/12-eylul-sol-muhasebe
[4] Toplum ve Bilim’in 2013’te yayımlanan 127. sayısının “1970’li yıllar: Kapanmamış parantez” dosyası da bu kalıp imgeyle cebelleşir: https://iletisim.com.tr/dergiler/toplum-ve-bilim/3/sayi-127-2013-1970-ler-kapanmamis-parantez/9997
[5] Gülçin Wilhelm’den, Almanya’da bir “’78’liler” kuşağından, -“renksiz” bir kuşak olarak- söz edildiğini öğrendim.
[6] ’78’liler deyince, ’70’lerin sol-sosyalist devrimci hareketini anlıyoruz. Onların mücadelesini karakterize eden anti-faşist hareketin hasmı konumundaki ülkücüler arasında da kendileri için “’78 kuşağı” terimini kullananlar oluyor. Orada çok daha sınırlı kalan geçmişle yüzleşme, genellikle menkıbevi anılar biçiminde tezahür ediyor; nispeten özeleştirel bir iki hesaplaşma denemesi, roman ‘suretinde’ yapılmıştır. Meraklısı için: Kaya Akyıldız ve Tanıl Bora, “Siyasal hafıza ve ülkücülerin hatırasında 70’ler”, Toplum ve Bilim, sayı 127, 2013, s. 209-228; Ergun Aşçı ve Tanıl Bora, “Adnan İslamoğulları’nın Kuyu romanı vesilesiyle ‘Türk dinli’ ve ‘fenâfiddevle’”, Birikim, sayı 380, Aralık 2020, s. 79-90.
[7] Büyümenin önceki evresi, ergenlik, Levent Cantek’e göre 1945-1950 evresi idi (Cumhuriyetin Buluğ Çağı, İletişim, 2024, 4. baskı). Eğer öyle kabul edersek, uzun sürmüştür!