Büyük Sermaye Transferi ve Üç Tarz-ı Siyaset
Cuma Çiçek

Türkiye’de alt ve orta sınıflardan üst sınıflara büyük sermaye transferi bütün şiddetiyle devam ediyor. Bir tür bölüşüm şokunun yaşandığı bu dönemde sistematik sermaye transferini sağlayan en önemli dinamik emeğin değerinin düşürülmesiydi. Çalışanların, emekleriyle geçinenlerin bu dönemde satın alma güçlerinde büyük bir gerileme yaşandı. Öte yandan, bankalar başta olmak üzere büyük şirketler kârlarını dikkate değer düzeyde artırdılar.   

Bugünlerde neredeyse tüm medya organlarında öne çıkan haberlerler, tartışma programlarında ilk konuşulan konular ise yeni “vergi düzenlemelerine” ilişkin. Görünen o ki AK Parti ve MHP koalisyonu büyük sermaye transferini yoksul ve emekçilerin aleyhine sürdürmeye devam edecek. Türkiye bir yandan “ucuz emek cennetine” dönüştürülürken bir yandan da yoksul ve emekçilerin sırtında olan vergi yükü daha da artırılıyor. Toplumsal muhalefet örülemezse sistematik yoksullaştırma süreci kalıcı hale gelecek gibi görünüyor.   

Sistematik sermaye transferi

Türkiye’deki gelir adaletsizliği yeni değil elbette. Ama 2015 yılında artmaya başlayan gelir adaletsizliği özellikle 2021 yılından bu yana dramatik bir hal almaya başladı.

Dünyada gelir adaletsizliğini ölçmek için kullanılan birçok gösterge var. Bu yazıda Türkiye İstatistik Kurumu’nun da (TÜİK) kullandığı ve en son 29 Ocak 2024 tarihinde kamuoyuna sunduğu[2] üç göstergeyi paylaşmak istiyorum: Gini katsayısı, P80/P20 ve P90/P10 göstergeleri.

Gini katsayısı nüfusun %20’lik 5 gruba ayrılarak bunların milli gelirden aldıkları payların tam eşitlik durumunda almaları gereken paylara kıyaslanmasıyla elde ediliyor. Bir tür eşitlikten sapma oranı olarak da düşünülebilir. Mutlak eşitlik “0” ile gösterilirken “1” tam eşitsizliği ifade ediyor.

Aşağıdaki grafikte 2006-2023 yılları arasındaki Gini katsayısının yıllara göre dağılımı görülüyor. TÜİK verilerine göre, 2006-2014 yıllar arasında gelir dağılımında iyileşme sağlanırken 2015 yılında eğilim değişiyor. 2018-2020 yılları arasında yaşanan kısmi dalgalanma sonrasında 2021 yılıyla beraber dramatik bir artış meydana geliyor.

Gini katasayısının 2002 yılında 0,44; 2003 yılında ise 0,42 olduğu dikkate alındığında, gelir adaletsizliği bakımından AK Parti iktidarı devraldığı yıllara geri dönmüş durumda. Zira, 2023 yılı itibariyle “Gini katsayısı” 0,438 ve muhtemelen 2024 yılı verileri daha da yüksek çıkacaktır. Ayrıca, emekli ve dul-yetim maaşı ve diğer sosyal transfer dışarıda bırakıldığında Gini katsayısının daha da arttığını not etmek gerekir.

Söz konusu %20’lik gelir gruplarının aldığı paylara daha detaylı baktığımızda, 2023 yılı itibariyle en düşük gelire sahip birinci grup sadece %5,9 pay alırken; ikinci grup %9,8, üçüncü grup %14,0, dördüncü grup %20,5 ve son grup %49,8 paya sahip. Daha açık bir ifadeyle toplumun 100 kişi olduğunu ve toplam servetin 100 dilimden oluştuğunu varsaydığımızda en yoksul 40 kişi toplam servetten 15,7 dilim alırken, en zengin 20 kişi 49,8 dilim alıyor.

Gelir adaletsizliğini ölçen bir diğer gösterge P80/P20 oranı. Bu gösterge, en yüksek gelir elde eden %20’lik grubun servetten aldığı payın, en düşük gelir sahibi %20’lik grubun aldığı paya oranlanmasıyla hesaplanıyor.

P80/P20 oranı Gini katsayısına benzer bir tablo ortaya koyuyor. İktisadi krizin derinleştiği 2021 yılında bu oran 7,1 iken; 2023 yılında 9,2’e çıkıyor. Başka bir ifadeyle 2021 yılında, toplumun en yoksul %20’lik kesiminin toplam geliri en zengin %20’lik grubun gelirinin yaklaşık 7’de biriyken, 2023 yılı itibariyle yaklaşık 9’da biri.

Son olarak, P90/P10 göstergesi en zengin %10’luk grubun geliri en yoksul %10’luk grubun gelirine oranlanarak hesaplanıyor. Toplumun 100 kişiden oluştuğunu varsaydığımızda en zengin 10 kişiyle en yoksul 10 kişinin toplam gelirlerinin oranında yaşanan artış daha dramatik. 2021-2023 yılları arasında P80/P20 yaklaşık olarak %29,58 oranında artarken, P90/P10 yaklaşık olarak %33,33 oranında artıyor.

En zengin ve en yoksul kesimlerde yüzdelik paylar küçüldükçe gelir farkı artıyor. 2023 yılı verilerine göre en zengin %5’lik grup servetin %24,3’ünü alırken, en yoksul %5’lik kesim sadece %0,79’unu alıyor. Başka bir ifadeyle en zengin %5’in servetten aldığı pay en yoksul %5’in aldığı payın yaklaşık 30,8 katı.

Söz konusu eşitsizliğin mekansal açıdan farklılaştığını not etmek gerekir. Türkiye’de il, ilçe ve bölgeler arasındaki eşitsizlikler kronik bir hal almış durumda ve her geçen gün artıyor. Türkiye’nin en zengin bölgeleri çoğunlukla seküler siyasetin hakim olduğu sahil şeridini oluşturan illerden oluşurken, muhafazakar siyasetin hakim olduğu orta ve kuzey Anadolu illeri ilk bölgeye kıyasla daha yoksul bölgeler. Fırat’ın doğusu, yani Kürt coğrafyası ise ülkenin en yoksul bölgesi. Türkiye’de sınıf ile etnik/ulusal ve dini/seküler kimlik dinamiklerinin birbirini kurduğunu gösteren bu durumu daha önce Birikim sayfalarında tartıştığım için burada detaylandırmayacağım. Merak edenler, özellikle “Kimlik Siyaseti ve Kaynak Bölüşümü” başlıklı yazıya bakabilirler.

TÜİK’in 29 Ocak 2024 tarihli “Gelir Dağılımı İstatistikleri, 2023” başlıklı Haber Bülteni’nde yer alan aşağıdaki harita Türkiye’de gelir dağılımındaki eşitsizliğin mekansal olarak da büyük farklılıklar gösterdiğine işaret ediyor.

Müştereklerimiz ve kamucu eşitlik siyaseti

Toplumun alt ve orta sınıflarının gelir kaybettiği, yoksullaştığı, üst sınıflarının ise daha da zenginleştiği bu sistematik sermaye transferi karşısında geniş muhalefet kesimleri ne yapacak?

Bugün her şeyden çok toplumsal müşterekleri merkeze alan, kamucu bir eşitlik siyasetine ihtiyacımız var. Farklı yüzleri ve renkleriyle toplumsal muhalefet bu eşitlik siyasetini örebildiği ve örgütleyebildiği ölçüde büyük sermaye transferi durdurulabilir ve tersine çevrilebilir.

Kuşkusuz burada öncü rol meclisteki ana muhalefet partisi CHP ve DEM Parti'ye düşüyor. Bununla beraber, büyük bir yoksullaşmayla sonuçlanan sermaye transferi CHP ve DEM Parti tabanından öteye geniş kesimleri etkiledi. Ayrıca, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde AK Parti ve MHP koalisyonunun yaklaşık üçte biri bu partilere mesafe aldı. Bu hususlar dikkate alındığında, CHP ve DEM Parti tabanlarının ötesinde sağ seçmen tabanının geniş kesimlerini kapsayabilecek daha geniş bir muhalefet cephesinin örülme potansiyeli bulunuyor.

Tanıl Bora’nın “Türk sağının açıortayı” olarak tanımladığı Demirel’in (İletişim, 2023) biyografisini okuduğumda en çok dikkatimi çeken hususlardan biri 1980’lere kadar sol siyasetle özdeşleşen kamucu anlayışın sağ siyasette de -kendine özgü bir rasyanaliteye dayanmakla birlikte- olduğuydu. 1955 yılında Devlet Su İşleri Müdürü olan ve 1962 yılında siyaste atılan ve en son 1993-2000 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı yapan Demirel’in her köye su götürme, toprağı suyla buluşturma söylemi tek başına bir belagattan ve propagandadan ibaret değildi. Köyde büyümüş Demirel’in suya olan ilgisi aynı zamanda kamucu bir arzuyu içeriyor ve bu arzunun siyasetini taşıyordu.

1980 darbesi Türkiye’de bir yandan sol siyaseti büyük oranda tasfiye ederken, öte yandan sağ siyaseti de göz ardı edilmeyecek düzeyde dönüştürdü. Kanaatimce sağ siyasette kamuculuğun öldürülmesi bu dönüşümün ana sütunlarından birini oluşturuyor. Eğitim, sağlık, barınma, beslenme, ulaşım, iletişim, su, toprak, hava, deniz gibi toplumun müştereklerine olan ilgi, arzu azaldı; toplumsal müştereklerin toplum adına ve/veya toplum tarafından sahiplenilmesi ana-akım siyasetin marjinlerine itildi. Toplumsal müştereklerin kaybında sağ siyasetteki kamuculuğun öldürülmesi belki sol siyasetin tasfiyesinden daha fazla etkili oldu.

Kamuculuk ile eşitlik arasında pozitif bir ilişkinin olduğu söylenebilir. Kamucu siyasetin en güçlü olduğu kuzey Avrupa ülkeleri aynı zamanda toplumsal eşitsizliklerin en az olduğu ve insani gelişmişliğin en yüksek olduğu ülkeler. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından hazırlanan Çıkmazı Kırmak/Aşmak: Kutuplaşmış Bir Dünyada İşbirliğini Yeniden Tahayyül Etmek alt başlığını taşıyan İnsani Gelişme Raporu 2023/2024  verilerine göre hazırlanan ve 193 ülkeyi içeren Eşitsizliğe-Uyarlanmış İnsani Gelişme Endeksi’nde sosyal devletin ve kamuculuğun güçlü olduğu İzlanda, Norveç, Danimarka, İsviçre, İrlanda, Finlandiya, Hollanda, Almanya, İsveç ve Belçika ilk 10 sırada yer alıyor. Türkiye ise 58. sırada bulunuyor.

Eşitlik için kesişimsel siyaset

Kamucu eşitlik siyasetinin yanı sıra kesişimsel siyaset muhalefet için bir çıkış yolu sunabilir. Zira ekonomik alanda yaşanan eşitsizlikler ile kimlik temelli toplumsal sorunlar ve ekolojik sorunlar arasında doğrudan bir ilişki var. Ekonomik eşitsizlikler bir tür sembolik kaynak olan kimlikler arası eşitsizler sayesinde ve onların üzerine; ayrıca toplumun bir bütün olarak var olmasını mümkün kılan doğada meydana gelen büyük yıkımlar ve kayıplar pahasına inşa oluyor.     

Kürt meselesi, Alevi meselesi, sığınmacılar, dindarlık/sekülerlik gibi kimlik temelli sorunlar üzerinden toplumsal kutuplaşmaların arttığı; Türkiye’nin 26 su havzasının neredeyse tamamında büyük sorunlar yaşadığımız bir dönemde, sorunlar arasında köprü kuran, çoklu eşitsizlikleri bir arada düşünen bir siyaset yeni bir yol açabilir, ekonomik eşitlikten öteye kapsayıcı ve çoğulcu bir toplumsal birliktelik ortaya çıkarabilir.

Bu anlamda dindarlık/sekülerlik meselesini kaynak bölüşümüyle birlikte düşünen, Kürt meselesini mekansal gelişim politikaları ve bölgesel eşitlikle birlikte ele alan, sığınmacılar meselesini ülke ekonomisindeki kayıtdışı, ucuz emek üretim süreciyle birlikte ele alan bir siyaset gerçek anlamda alternatif yollar sunabilir. En önemlisi tüm bu toplumsal çatışmaların suyla, toprakla, havayla bağını kuran ve müşterekleri korumayı merkeze alan bir siyaset tek boyutlu siyasetin dar ve çıkmaz sokaklarını genişletebilir, bu sokakları yeni sokaklara bağlayabilir.  

Farklı olanı merkeze alan siyaset

Son olarak, farklı olanın gösterdiği dayanışmanın değişim gücüne dikkat çekmek istiyorum. Türkiye’de siyasal alanda değişimin sınırlı olmasının bir nedeni de kanaatimce farklı toplumsal gruplarla kurulan dayanışmanın zayıflığı. Aşırı derecece parçalanmış, kendi derdinden ötesine bakmayan, çoğu durumda hakkı ve hukuku kendi derdi etrafında ve kendisi için düşünen, sadece bunun için mobilize olan hakim bir siyasi gelenek var. Tüm iyi niyetli çabalara rağmen, farklı eşitsizlikler arası bağlantılara kör, kendi derdine gömülen bir muhalefet eşitsizliğin yeniden üretimini ne yazık ki mümkün kılıyor.

Oysaki Sünni çoğunluk içinde Alevilerin haklarını savunan ve çözüm için çabalayan kişi ve grupların sayısı artıkça sorunları arkada bırakmak o ölçüde kolaylaşacaktır. Kürtlerin dertlerine sahip çıkan Türk sayısı arttıkça, dindar mahallenin haklarını savunan sekülerler çoğaldıkça daha adil bir hayat kurabileceğiz. Kadınların maruz kaldıkları eşitsizlikleri dert edinen ve çözüm üreten erkekler çoğaldıkça, ateistlerin hakkını savunan dindarların sayısı artıkça yeni yollar açabileceğiz.

Kendi derdinden önce farklı olanların dertlerine odaklanan, farklı olanlara ses olmayı önceleyen bir muhalefet anlayışı, tarzı ve dili belki de gerçek anlamda bir muhalefet inşa etmeyi ve değişimi mümkün kılacaktır.  


[1] Bu yazının Kürtçe versiyonu Le Monde diplomatique - kurdî 2024 Temmuz sayısında yayımlanmıştır: http://ku.mondediplo.com

[2] Gelir dağılımı istatistiklerinin detaylarına şu linkten erişebilirsiniz: TÜİK Kurumsal (tuik.gov.tr)