1 Eylül vesilesiyle kaleme aldığım “Barış Talebine Ne Oldu?” başlıklı yazıda Türkiye’de Kürt barışını sağlamaya yönelik tablonun olumsuz olduğunu, bununla birlikte barış siyasetini savunanlar için üç fırsat penceresinin olduğunun altını çizmiştim:
“İlk olarak, .... (bölgedeki) çatışmaların yarattığı negatif referanslar, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin iktisadi ve siyasi krizle birlikte, ülke içi barışın sağlanması ve istikrarın korunması ihtiyacını siyasi olarak değerli kılmış durumda.
İkinci olarak, son aylarda, Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri normalleştirmeye dönük girişimleri de barış siyaseti için bir fırsat penceresi sunuyor.
Son olarak, PKK/KCK’nin Türkiye sınırlarında büyük oranda de-mobilize olması, Suriye’deki normalleşme arayışlarıyla birlikte barış siyaseti için bir fırsat sunuyor.”
Geçen bir ay içerisinde Türkiye’nin çevresinde dikkate değer gelişmeler yaşandı ve “ülke içi barışın sağlanması ve istikrarın korunması ihtiyacı” siyasi olarak daha da değerli hale geldi.
İsrail, Gazze’ye dönük saldırılarını bir yandan sürdürürken öte yandan çatışma alanını genişletti ve ölçeğini büyüttü. Gazze’den sonra Lübnan’a saldıran İsrail, Hamas lideri İsmail Haniye gibi Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ı da diğer birçok örgüt lideriyle birlikte öldürdü. Tahran’da misafir olan Haniye’yi suikast sonucu öldüren İsrail’e karşı –ABD’nin girişimleri sonucu Gazze’de ateşkesin sağlanacağı sözü karşılığında– ciddi bir karşılık vermeyen İran, Lübnan saldırısı ve Nasrallah’ın öldürülmesinden sonra İsrail’e dönük kapsamlı bir saldırı düzenledi.
İsrail yaptığı açıklamada uygun zamanda İran’a sert bir cevap vereceğini belirtti. ABD Başkanı Biden’ın İran’ın nükleer tesislerine yönelik olası bir saldırıyı desteklemeyeceğine ilişkin açıklaması, İsrail’in çatışmayı büyütme potansiyelini ve İsrail-İran savaşının genişleyerek şiddetlenme riski taşıdığını gösteriyor.
Tüm bu tablo içerisinde Türkiye’de “normalleşmeye” dönük tartışmalar arttı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, erken seçim tartışmalarının kendileri açısından bir anlam ifade etmediğine ilişkin bir açıklama yaptı. Yeni yasama döneminde Meclis’te konuşan Erdoğan bir yandan yeni anayasa ihtiyacına vurgu yaparken, öte yandan İsrail’in savaşı Türkiye’yi de içerecek şekilde bölgeye yayma çabalarını hatırlatarak muhalefeti “iç cepheyi sağlamlaştırmaya” ve uzlaşıya çağırdı.
Öte yandan, CHP 1 Ekim Meclis açılışında Erdoğan’ı ayakta karşılayarak “normalleşme” siyasetine devam edeceğinin işaretini verdi. CHP’den farklı olarak DEM Parti, Erdoğan’ı Meclis’te oturarak karşıladı. Bununla birlikte, 15 Temmuz sonrasında aldığı keskin virajla Türkiye siyasetine yön veren MHP Lideri Devlet Bahçeli DEM Parti sıralarına doğru giderek DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan ve vekillerle tokalaştı.
Daha önce DEM Parti’nin kapatılması gerektiği yönünde sayısız açıklama yapan Bahçeli’nin, DEM Parti’ye yönelik tutum değişikliğini açıklarken kurduğu cümleler, kamuoyunun ilgisini daha da artırdı. “Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” diyen Bahçeli, DEM Parti’ye uzattığı eli Erdoğan’ın uzlaşı odaklı yaptığı açıklamadan etkilenmesine bağladı. Söz konusu tartışmalar doğal olarak “yeni bir çözüm süreci mi başlıyor” tartışmalarını getirdi.
Yeni bir çözüm süreci mi başlıyor? Bu soruya olumlu bir cevap vermek için erken olsa da kimi dinamikler Kürt çatışmasını sonlandırmaya dönük girişimlerin olma ihtimalini artırıyor.
İsrail-İran arasında yükselen ve büyüme potansiyeli olan çatışmalar, bir yandan Türkiye için önemli riskler oluştururken öte yandan yeni fırsatlar sunuyor. Bu anlamda, yeni bir çözüm süreci hem “önleyici bir strateji” olarak hem de bölgesel krizi fırsata çevirmeye yönelik bir stratejinin parçası olarak gündeme gelebilir.
İsrail’in Filistin ve Lübnan’a dönük saldırılarının İran’ı içine alacak şekilde genişlemesi durumunda bölge ölçeğinde bir bütün olarak belirsizliğin ve öngörülemezliğin artacağı açık.
Türkiye’deki Kürt çatışması hem 1990-1991 Körfez Savaşı sonrasında, hem 2003-2005 yıllarında ABD’nin Irak’a müdahalesinde hem de 2011’de başlayan ve devam eden Suriye iç savaşının etkisiyle büyüdü ve daha çetrefil bir hal aldı. Bugün kendi Kürt çatışmasını Suriye ve Irak sahasında yürüten Türkiye, bu denklem içerisinde Kürt çatışmasını bir bütün olarak sonlandırmaya dönük bir yola girebilir. Bahçeli’nin DEM Parti’ye uzattığı el bölgesel ölçekte büyüme potansiyeli taşıyan Kürt çatışmasının önünü almayı amaçlayan yeni bir siyasetin sembolik ilk adımı olabilir.
İsrail-İran savaşının sınırlı düzeyde kalması durumunda da Türkiye devleti, siyaseti ve sermayesi için Kürt barışı daha “rasyonel” bir seçenek haline gelebilir. Zira, uzun dönemdir “milli” ve “yerli” sınırlarına çekilen Türkiye, söz konusu gerilimde İran’ın zayıflamasıyla birlikte bölgesel ölçekte oluşacak boşluğu yeni Kürt politikakasıyla doldurmak isteyebilir. İran’ın desteklediği Hamas ve Hizbullah bugüne kadar büyük darbeler aldı. Suriye, Irak ve İran’da siyasal alanın formasyonunda dikkate değer güce sahip Kürtlerle sınır-ötesi ölçekte kurulacak barışcıl bir ilişki, Türkiye’nin bölgesel ölçekte siyasi ve ekonomik etkisini artıracaktır. İran’ın etkisinin zayıfladığı bir denklemde Türkiye bu fırsatı değerlendirmek isteyebilir.
Dış politika bağlamında altını çizmemiz gereken bir diğer husus şu: Bölgedeki çatışmalar ABD’yi daha uzun süre bölgede kalmaya yöneltecektir. Bu durumda, Kürt meselesini ABD ile bir çatışma meselesi olmaktan çıkarıp bir uzlaşı meselesine dönüştürmek Türkiye için bir seçenek haline gelebilir.
Dış politika bağlamında bununla birlikte dikkate alınması gereken son mesele iç politikanın da ana taşlarından birine dönüşen Suriyeli sığınmacılar sorunu. AK Parti, 2028 seçimlerine mevcut sığınmacı politikasıyla giremez. Öte yandan, AK Parti’den öteye Müesses Nizam’ın en azından belli aktörleri için de sığınmacılar meselesi önemli bir “risk alanına” dönüşmüş durumda. Sığınmacılar meselesinin çözümü Esad rejimiyle hızlı bir normalleşmeyi gerektiriyor. Türkiye Suriye’de idari, siyasi ve askeri olarak sınırlandırılmış bir Kürt yönetimine rıza gösterebilir, bu konuda hem Esad rejimiyle hem de ABD ile bir ara yol arayışına girebilir.
Kürt barışı dış siyasetin yanı sıra iç siyasette de AK Parti ve MHP için rasyonel bir seçenek olabilir. Cumhur İttifakı 2028 seçimlerini kazanmak istiyorsa iki meseleyi çözüm yoluna koymak zorunda. Bunlardan ilki sığınmacılar meselesi, diğeri ise ekonomik kriz. Bölgesel ölçekte barışcıl bir Kürt politikası her iki meselenin de çözümüne büyük bir katkı sunacaktır.
Öte yandan, CHP ile normalleşme, DEM Parti ile yumuşama siyaseti, Cumhur İttifakı’na ekonomik krizi yönetmek için en azından bir iki yıl gibi bir zaman kazandırabilir. CHP içerisinde süren ve devam etme potansiyeli yüksek olan liderlik tartışmaları ve krizlerinin kamuoyundaki yaygın “CHP yönetemez” algısını yeniden ürettiği bir ortamda, normalleşme tartışmaları CHP’den çok Cumhur İttifakı’na yarayacaktır. 31 Mart seçimlerinden sonra CHP’ye hakim olan iyimserlik, AK Parti’nin yanlışlarının etkisinden çok kendi performansına pay çıkarma eğilimleri, liderlik tartışmalarıyla ve iç krizlerle tüketilen zaman, son zamanlarda kamuoyu araştırmalarına da yansıdığı üzere AK Parti lehine bir tablo ortaya çıkarmış durumda. AK Parti bir yandan CHP içi liderlik tartışmalarına yatırım yaparken bir yandan da açılan bu fırsat penceresini normalleşme siyasetiyle değerlendirmek isteyebilir.
Ötesi, CHP’nin DEM Parti ile mesafeli tutumu ve Kürt meselesindeki “olumluyu içermeyen ama olumsuzdan kaçınan” siyaseti, daha açık bir ifadeyle “pasifizasyon siyaseti”, AK Parti’ye Kürt meselesinde geniş bir manevra alanı sunuyor. DEM Parti’nin üçüncü yol vurgusu, yeni anayasa tartışmalarına ilişkin açık tutumu, Kürt meselesinin sınır-ötesi dinamiklerini gözetme zorunluluğu gibi dinamikler iki parti arasındaki kapıları açık tutuyor. Bu anlamda, Bahçeli’nin DEM Parti’ye uzattığı el yeni bir çözüm süreci başlatmasa bile enerjisini içeride tüketen CHP’nin Kürt siyaseti ile ilişkisini belirleyen yeni bir oyun kurma potansiyeli taşıyor.
Tüm bu tablo kuşkusuz Kürt siyaseti ve aktörleri için geniş bir manevra alanı sunuyor. Zira, Türkiye devleti, siyaseti ve sermayesinin tercihleri biraz da Kürt siyasetinin tercihlerine bağlı olarak şekillenecek.