Barış Talebine Ne Oldu?
Cuma Çiçek

1 Eylül Dünya Barış Günü geride kaldı. 1999-2015 tarihleri arasında gerçekleşen inişli çıkışlı çözüm/diyalog süreçlerinde 1 Eylül’de barış vesilesiyle büyük mitingler yapılırken, 2015 yılından bu yana yapılan etkinlikler oldukça zayıf ve cılız geçiyor. Barış siyaseti çöktü mü? Barış talebi geçerliliğini yitirdi mi?

Kuşkusuz bu soruların cevabı barışın ve barış siyasetinin ne olduğuna dair verilen cevaplara bağlı. Kürt sokağı için barış, asgari olarak Kürt meselesinin şiddetten arındırılması, Kürtlerin siyasi, kültürel ve ekonomik haklarının tanınması ve taleplerinin karşılanması, dağ-mezar-zindan-sürgün etrafında oluşmuş Kürt yarasının iyileşmesi demek. Ötesi, Türkiye’nin sınır-ötesindeki kardeşleri ile ekonomik ve siyasi olarak iyi ilişkiler kurması anlamına geliyor. 

Türk sokağı için ise 1999-2015 döneminde barış esasında PKK’nin şiddete son vermesi anlamına geliyordu. Silah bırakma şartına bağlı olarak Kürtlerin kolektif siyasi ve kültürel haklarını içermese de bireysel düzeyde kültürel ve dilsel haklarının tanınmasına rıza gösterilmesi demekti. Dindar-muhafazakar ve seküler mahallelerdeki sosyal-demokrat siyaset için ise, barış, bir adım ötesini, demokratikleşmenin güçlenmesini ifade ediyordu.

Barış söyleminin farklı siyasi renkleriyle Kürt sokağında eski heyecanı ve umudu yaratmadığı ortada. Bu durumun en önemli nedeni yaklaşık 16 yıllık inişli-çıkışlı barış süreçlerinin büyük bir kayıp ve yıkımla sonuçlanması. 2013-2015 Çözüm Süreci’nin çökmesinin ardından kentlere taşan çatışmalar büyük yıkımlara ve binlerce can kaybına neden oldu. Barış süreçlerinin çökmesi Kürt sokağında sadece gelecek ufkunu karartmadı, aynı zamanda geleceğe dair umudu kırdı, hem Kürt siyasetine hem de Ankara’ya duyulan güveni sarstı.

Kaanatimce barış siyasetinin Kürt sokağında beklenen etkiyi yaratmamasının bir diğer önemli nedeni geride kalan üç çözüm/diyalog sürecinin muhasebesini içermemesi, yeni politik söylemler, yeni yollar, yöntemler önermemesi. Geçmişte denenen ve büyük yıkımlarla sonuçlanan deneyimleri hatırlatmakla sınırlı bir çerçevede kurulan barış söylemi toplumda beklenen etkiyi yaratmıyor.  

Bu konuyla bağlantılı olan bir diğer kritik mesele kitlelere gelecek ufku sunan bir siyasi vizyonun ve vizyoner siyasetçi ve liderlerin eksikliği. 1999 yılından bu yana yaşanan üç çözüm sürecinde bugün DEM Parti’nin temsil ettiği ana-akım Kürt siyasetinin söylemsel çerçevesini ve temel kavramlarını Öcalan sundu. Legal Kürt siyaseti içerisinde toplumsal barışa yönelik siyasi vizyon geliştirebilen bir liderlik ortaya çıkmadı. Kriz anlarında yeni yollar önerebilecek bir siyasi vizyonun ve siyasi liderliğin yokluğu bugün barış siyasetinin en büyük eksiklerinden birini oluşturuyor.

Öte yandan merkezi hükümet ve ana-muhalefet içerisinde siyaset yapan Kürt siyasi aktörleri içerisinde de yeni söylemler geliştibilen siyasetçiler çıkmadı. Diyalog dönemlerinde AK Parti cephesinde bu liderliği Erdoğan yaptı ve içindeki Kürt aktörlerin boşluğunu doldurdu. Öte yandan, ana muhalefet partisi CHP içerisinde ne böylesi bir bir Kürt siyasi liderliği ortaya çıktı ne de genel başkanlar bu boşluğu doldurabildi. CHP çözüm süreçlerine çoğunlukla AK Parti ile olan rekabeti üzerinden baktı.

Barış söylemini Kürt sokağında etkisizleştiren bir diğer önemli sorun alanı Kürt aktörleri arası iç barışın sağlanamaması ve bu konuda ilerleme bir yana gerilemenin yaşanması. Ne Irak’ta ne Suriye’de ne de Türkiye’de Kürt aktörleri grup çıkarlarını aşarak ulusal bir ittifak inşa edemediler. Türkiye’de bu konuda büyük bir gerileme yaşanmasa da ilerleme de söz konusu değil. Öte yandan, Suriye’deki Kürt siyasi aktörlerinin parçalı durumu büyük bir fırsat penceresinin ziyan edilmesine neden oldu, oluyor. Irak’ta ise yüzyıla yakın mücadele geçmişine dayanan ve çok büyük bedellerle elde edilen kazanımların kaybedilmesiyle sonuçlanıyor. Bu tablo, Türkiye bağlamında barış siyasetinin altını oyarak kitleler nezdinde etkili olmasını engelliyor.

Kürt sokağındaki genel tablo buyken, Türk sokağı için “barış” sağlanmış durumda. Zira, büyük çoğunluk Kürtlerin bireysel haklarının tanındığını, dillerini konuşup öğrenebildiklerini düşünüyor. Kürtçeyi kamusal alana taşımaya dönük sembolik girişimler bile fazla görülüyor. Ayrıca, PKK Türkiye sınırları içerisinde de-mobilize olmuş durumda. Irak Kürdistan Bölgesi’nde süren çatışmalar, Rojava bölgesine dönük askeri müdahaleler ise televizyondan izlenen, sosyal medyadan takip edilen, “milli” ve “yerli” duyguları kabartan “uzaktaki” vakalara dönüşmüş durumda.

Türkiye siyasetinde ana-akım haline gelemeyen sosyal-demokrat siyasetin sesi ise büyük oranda kısılmış halde. CHP’nin temsil ettiği ana-muhalefet bloku barış siyaseti ve demokratikleşme arasındaki ilişkiyi hâlâ kurabilmiş değil. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ya da muhalefet blokunun en popüler başkan adayı olarak görülen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde bir açıklama yapma gereği bile duymamaları tabloyu özetliyor. Öte yandan, AK Parti içerisindeki değişimci kanat, Mart seçimleri sonrasında olan bitenlerin gösterdiği üzere oldukça zayıflamış durumda. Meclis dışı muhalefet de derin iktisadi ve siyasi krize rağmen dikkate değer bir tepkiyi örgütlemekten uzak bir noktada.

Tüm bu tablo içerisinde barış siyasetini güçlendirebilecek dinamikler var mı? İyimser olmayı sağlayacak bir tablonun olmadığı ortada. Hatta bölgesel ve küresel ölçekteki çatışmalar ve belirsizlik barış siyasetinin altını oymakta bir yönüyle.

Bununla birlikte, barış siyasetine dair üç fırsat penceresinin olduğu söylenebilir. İlk olarak, Rusya-Ukrayna, İsrail-Filistin savaşları, İsrail-İran arasındaki karşılıklı askeri saldırılara varan çatışmalar, bu çatışmaların yarattığı negatif referanslar, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin iktisadi ve siyasi krizle birlikte, ülke içi barışın sağlanması ve istikrarın korunması ihtiyacını siyasi olarak değerli kılmış durumda.

İkinci olarak, son aylarda, Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri normalleştirmeye dönük girişimleri de barış siyaseti için bir fırsat penceresi sunuyor. Basına yansıdığı kadarıyla Esad rejimi ile normalleşme arayışları Kürt barışını içermiyor. Aksine, Suriye’de rejim ile Kürtler arasında çatışmalara neden olacak riskler söz konusu. Bununla birlikte, Türkiye’nin Suriye ile normalleşmesi sığınmacıların geri dönüşü ve Suriye’de kapsayıcı bir siyasi barışın sağlanmasına katkı sunacak bir çerçevede yeniden kurulabilir. ABD, Rusya ve İran’ın alacağı pozisyonlara bağlı olarak Esad rejimi ve Kürtler arasında bir uzlaşı zemini de oluşturabilir. Burada, toplumsal barış arayışındaki aktörler için dikkate değer bir siyaset alanı ortaya çıkmış durumda.

Son olarak, PKK/KCK’nin Türkiye sınırlarında büyük oranda de-mobilize olması, Suriye’deki normalleşme arayışlarıyla birlikte barış siyaseti için bir fırsat sunuyor. Suriye’de kapsayıcı siyasi çözüm arayışları ile Türkiye’nin Kürt meselesi arasındaki bağ, Türkiye sınırlarında de-mobilize olmuş PKK’nin silahsızlanması ve Kürt meselesinin şiddet zemininden kalıcı olarak çıkarılması için fırsat sunuyor.

Bununla birlikte, fırsat pencerelerinin değerlendirilmesi ve etkin bir barış siyasetine evrilmesi, kurucu bir siyasi öznelliğe bağlı. Halihazırda ne DEM Parti ne CHP ne de parlamento dışı muhalefet bu alanda bir siyasi mobilizasyon içerisinde değil. Bununla birlikte, bu alandaki fırsat penceresi hâlâ açık.