Türkiye siyasetine ilişkin öngörüde bulunmak çok zor. Bundan birkaç yıl önce Türkiye’nin üç ana siyasi hareketinin üç genç lider üzerinden dönüşümü ve siyasetin yenilenmesi bir opsiyon olarak tartışılıyordu. AK Parti’nin Ali Babacan, CHP’nin Ekrem İmamoğlu, DEM Parti’nin ise Selahattin Demirtaş liderliğinde dönüşümü Türkiye için yeni bir siyasi ve kurumsal yol inşa edebilirdi.
CHP Özgür Özel liderliğinde kısmi bir değişime girdi. Ancak bu değişim, beklenen köklü yenilenmeyi getirmedi. Öte yanda AK Parti ve DEM Parti’de dikkate değer bir değişim söz konusu değil. Böylesi bir değişim ve gençleşme ülke genelinde umudu ve güveni büyütebilirdi. Ancak, değişim potansiyel olarak sürse de opsiyon olarak zayıflamış durumda.
Türkiye siyaseti çoğu zaman beklenene göre değil öngörülemeyene dayalı olarak şekilleniyor. Halihazırda Türkiye’nin farklı siyasi mahalleleri çoğunlukla Bahçeli, Erdoğan ve Öcalan’a odaklanmış durumda. Bu aktörlerden gelen, gelmeyen, beklenen, beklenmeyen mesajlar muhtemelen önümüzdeki yılları büyük oranda şekillendirecek.
Türkiye genç siyasi liderlerle yenilenme seçeneğinden artık 70’li yaşlara varmış ve jübilesi çoktan gelmiş aktörlere yüzünü yeniden döndü, dönüyor. Kimbilir belki Bahçeli’nin başlattığı bu yeni girişim bir tür jübileye dönüşebilir. Türkiye belki bu jübile sonrasında genç siyasi liderlerle yeni yollara girebilir.
Devlet Girişimi
Bahçeli’nin Meclis’in açılışında DEM Parti’ye uzattığı el ile başlayan girişim bir devlet projesi. Bu sürece dair yaptığım ilk analizlerde Bahçeli’nin uzattığı eli “Devletin Eli” olarak tanımlamıştım.
Bu girişim kayyımlarla sürüyor. Görünen o ki yeni devlet girişimi birden fazla seçeneği aynı anda içeriyor. Yolun nereye çıkacağı şimdilik belirsiz. Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerinden sonra Dersim ve Ovacık belediyelerine de kayyım atanması söz konusu girişimin hızlı bir normalleşme getirmeyeceğine işaret ediyor. Ötesi, içinden geçtiğimiz sürecin, ülkeyi daha karanlık yollara sokacak ihtimalleri de barındırdığını herkese gösteriyor. Sürecin beklenen sonuçları doğurmaması durumunda, 2016 sonrası derinleşen ve genişleyen hak kayıpları, önümüzdeki yıllarda önceki dönemi aratacak düzeyde artabilir.
Son günlerde Bahçeli ve Erdoğan arasında ve her iki liderin temsil ettiği varsayılan “devlet” ve “hükümet” arasında uyuşmazlığın olduğuna dair çeşitli yorumlar öne çıktı. AK Parti cephesinden yapılan kimi açıklamalar bu algıyı görece besledi. Buna karşın, Bahçeli ve Erdoğan arasında 18 Kasım 2024 tarihinde yapılan ikili görüşme ve sonrasında Bahçeli’nin meclis grup toplantısında yaptığı konuşmasında çizdiği çerçeve ve ardından Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklamalar şimdilik bu tartışmalara bir nokta koymuş gibi görünüyor.
Bahçeli’nin Üç Kimliği
Şimdilik tezat opsiyonları içeren ve nereye varacağının öngörülmesinin kolay olmadığı bu projenin bir devlet girişimi olduğunun ön önemli göstergesi sürecin liderliğini üstlenen Bahçeli’nin siyasi kimliği ve temsil ettiği güçler.
MHP lideri Bahçeli her şeyden önce Kürt meselesinde Türk sokağının en sağında yer alan milliyetçi siyasetin temsilcisi. Bahçeli uzun yıllar Kürt meselesinde siyasi ve demokratik çözüm karşısında pozisyon aldı. Meselenin siyasi ve hukuki zemine taşınmasına karşı çıktı. Sorunu “terör” ve “güvenlik” sorunu olarak çerçeveleyerek siyasi alanı bunun üzerinden kurdu. Bugün büyük bir siyasi viraj alarak Kürt meselesinde yeni bir pozisyon aldı ve partisini buna göre yeniden konumlandırdı.
Öte yandan, MHP Lideri Bahçeli aynı zamanda Cumhur İttifakı’nın hacmi küçük ama etkisi büyük ortağı. MHP siyasi temcil gücü tek başına hükümet olmaya, hatta güçlü koalisyon ortağı olmaya yetmeyecek kadar zayıf, ama bununla birlikte, siyaset ve hükümet üzerinde etkisi yüksek bir siyasi hareket. Bu siyasi gelenek başlangıcından bu yana böylesi bir güce sahip. Bununla birlikte, Bahçeli’nin liderlik ettiği bu geleneğin siyaset ve hükümet üzerindeki orantısız gücü 15 Temmuz 2016 sonrasında AK Parti ile kurulan ittifakta geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde artmış durumda.
MHP’nin küçük siyasi temsiline rağmen hükümetler üzerinde güçlü etkisi esas olarak bürokrasi üzerindeki etkisinden geliyor. Özellikle güvenlik bürokrasisi içerisinde MHP çok güçlü bir hareket. Burada Türkiye’deki güvenlik bürokrasisinin sokaklar üzerindeki gücünü ve etkisini de hatırlamakta fayda var.
MHP’nin bürokrasi üzerindeki bu gücü de esas olarak iki kaynaktan besleniyor. İlki, MHP fikri olarak bürokrasinin koridorlarına, devletin mekanlarına çok hakim. Fikri hakimiyetin yanı sıra, ikinci olarak, MHP insan kaynağı olarak da bürokrasi içerisinde çok güçlü. Özellikle güvenlik bürokrasisi içerisinde son sekiz yılda geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde büyüdü.
Bu anlamda MHP Lideri Bahçeli sadece bir parti lideri ve Cumhur İttifakı ortağı olarak konuşmuyor, aynı zamanda bürokrasi adına da konuşuyor.
Bahçeli’nin Keskin Siyasi Virajları
Bahçeli’nin üçlü temsil gücünün yanı sıra geçmiş siyasi performası da son iki ayda tanık olduklarımızın bir devlet projesi olduğuna işaret ediyor. Zira, Bahçeli’nin aldığı kararlar Türkiye siyaseti üzerinde seçimleri aşan, orta vadeli etkiler yaratıyor.[1]
2002 yılında ortağı olduğu koalisyonu bitiren erken seçim çağrısı, Türkiye siyasetinde bir dönemi kapattı ve AK Parti’nin tek parti hükümeti deneyiminin önünü açtı.
2007 yılında Abdullah Gül’e Cumhurbaşkanlığı yolunu açtı. Kamuoyunda 367 krizi olarak bilinen vakada, erken seçim kararı sonrası parlamentyo giren MHP, Genel Kurul'da oylamaya katılma kararı aldı ve Gül'e Çankaya Köşkü'nün yolunu açtı. Gül, 28 Ağustos 2007'de 11. Cumhurbaşkanı seçildi.
15 Temmuz sonrası AK Parti’yle kurduğu ittifakla, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişi sağlayan ve son sekiz yılda siyasetin yönünü ve sınırlarını çizen yine Bahçeli liderliğindeki MHP idi.
Bahçeli’nin Türkiye siyasetinde keskin virajlara sebep olan kararlarını kısa vadeli amaçlara ve seçimlere indirgemek mümkün değil. Söz konusu virajların tamamından sonra devlet ve siyaset dramatik değişimler yaşadı.
Tüm bu tablo Türkiye’nin Bahçeli liderliğinde yeni bir siyasi viraja girdiğini gösteriyor.
Bahçeli Liderliğinin Operasyonel Gücü
Bu siyasi virajın alınıp alınmayacağını ve ülkeyi nereye götereceğini anlamak için bakılması gereken bir diğer mesele Bahçeli liderliğinin operasyonel gücü. Yeni devlet girişiminin Bahçeli liderliğinde ilerlemesinin beş alanda sürecin operasyonel etkisini artırdığını söyleyebiliriz.
İlk olarak, Bahçeli liderliği olası bir Kürt barışına karşı çıkacak aktörlerin siyaseten nötralize edilmesini sağlıyor. Zira, geçmiş çözüm süreçlerinde Türk milliyetçileri büyük çoğunlukla sürece karşı çıktılar. Mayıs 2023 seçimlerinde MHP, İYİ Parti, BBP ve Zafer Partisi’nin temsil ettiği ultra-nasyoanlistlerin toplamda %23’ü aşan oranda oy aldığı dikkate alındığında, yeni bir sürecin başarıya ulaşmasında Türk milliyetçilerinin ikna edilmesi, bu mümkün değilse bile en azından olumsuz tutum almalarının önlenmesi önem arz ediyor.
İkinci olarak, meselenin ağırlığı ve yarattığı derin toplumsal yaralar dikkate alındığında, siyasal temsilin yanı sıra sokağın demobilizasyonu da kritik bir öneme sahip. Bahçeli zaten uzun zamandır Türk milliyetçilerini sokaktan çekmiş durumda. DEM Parti’ye uzatılan el sonrasında Bahçeli’nin kamuoyuna sunulan fotoğrafları göz önüne getirildiğinde, olası sokak mobilizasyonlarının da düşünüldüğü ve bu konuda ön almaya dair bir derdin olduğu görülüyor. Bu anlamda, siyasi temsilin yanı sıra sokağın demobolizasyonu anlamında da Bahçeli liderliği önemli bir etki gücüne zahip.
Üçüncü olarak, Bahçeli liderliği bürokrasinin sürece katılımını da kolaylaştırıyor. 15 Temmuz sonrasında ihraç edilen 125 binden fazla kişinin yerine büyük oranda milliyetçi kadrolar yerleştiler. Ayrıca, Kürt meselesinin yeniden “güvenlik” ve “terör” çerçevesine alındığı son sekiz yılda bürokrasi dikkate değer düzeyde dönüştü. Bu dönüşümün yönetilmesi ve bürokrasinin yeni devlet girişimine uygun pozisyon alması anlamında da Bahçeli liderliğinin işlevsel olduğu görülüyor.
Dördüncü olarak, Bahçeli liderliği, Erdoğan’ın siyasi risklerini azaltıyor. Başka bir ifadeyle, Bahçeli, Cumhur İttifakı’nın ortağı olarak sürecin liderliğini üstlenerek hükümet başkanı Erdoğan’ın siyasi risklerini de üstleniyor. Mayıs seçimlerinden bu yana toplumsal desteğinde büyük kayıplar yaşayan AK Parti’nin böylesi riskli bir adımın liderliğini “şimdilik” üstlenmemesi, sürece destek verirken geride durmayı tercih etmesi siyaseten rasyonel bir tercih olarak görünüyor.
Son olarak, Bahçeli liderliği ana muhalefet partisi CHP’nin ve daha geniş anlamda muhalefetin ikna edilmesi ve sürece dahil edilmesini kolaylaştırıyor. Son yıllardaki siyasi kutuplaşma ve muhalefet içerisindeki Erdoğan karşıtlığı dikkate alındığında, Erdoğan liderliğindeki bir sürecin destek görmeyeceği ve sert bir toplumsal muhalefetle karşılaşacağı açık. Bahçeli’nin süreci parlamentonun açılışında başlatması ve sürecin parlamento merkezli ilerleyeceğine ilişkin açıklamaları CHP’yi sürece katmaya dair bir yaklaşımın olduğunu gösteriyor. Zira, 2013-2015 Çözüm Süreci’nde CHP’nin temel eleştirisi sürecin Meclis dışında yürütülmesiydi.
Tüm bu tablo içerisinde Erdoğan’ın sürecin dışında kalmasını beklememek lazım. Sorulması gereken soru bu anlamda Erdoğan’ın sürece dahil olup olmadığı değil, zira zaten başından beri içerisinde. Asıl soru şu: Erdoğan sürecin liderliğini ne zaman Bahçeli’den devralacak?
[1] Bahçeli’nin keskin siyasi virajlara neden olan kararları için bkz.: https://www.bbc.com/turkce/43799117, erişim tarihi: 24 Kasım 2024.