İyi Edebiyatçı Her Zaman İyi bir Entelektüel midir? - William Shakespeare
Barış Özkul

William Shakespeare, zekâsı ve dehasına duyulan hayranlıkla hemen her devirde takdir görmüş bir avuç yazardan biri. Kısa bir tarihçe verecek olursak; İngiltere’de sağlığında Ben Jonson, ölümünden kısa süre sonra John Milton (1630), onun büyüklüğünü dile getirmiş; tiyatroların yasaklandığı Puritan devrin (1642-1660) ardından John Dryden onu “gelmiş geçmiş, kadim ve modern şairlerin en büyüğü” olarak tanımlamıştır. Almanya’da 18. yüzyılda Gotthold Lessing ve Herder’in başlattığı Shakespeare hayranlığı, Goethe’nin Wilhelm Meister’ındeki Hamlet yorumuyla 19. yüzyıla devretmiştir. Bugün alışık olduğumuz “yaratıcı-dahi” Shakespeare imgesini ise büyük ölçüde İngiliz Romantikleri’ne, Coleridge, Hazlitt, De Quincey gibi yazarlara borçluyuz.

 

Soneleri ve oyunlarının çeşitli dillerde yapılmış çok sayıda çevirisi ve uyarlaması dışında Shakespeare incelemeleri bugün filoloji araştırmaları içerisinde bağımsız bir disipline dönüşmüş durumda (gitgide genişleyen bir Shakespeare “scholarship” var.) Bu disipline katkı yapan Shakespeare uzmanlarının birkaç yüzyıldır sorduğu “Bu oyunları gerçekten 20’li yaşlarda Stratford’dan Londra’ya çıkagelmiş bir figür yazmış olabilir mi?” sorusu şimdilerde yerini “Shakespeare bu oyunları yazabilecek kadar entelektüel bir figür müdür?” sorusuna bırakmış gibi görünüyor.

Bu, bence, yanlış bir soru. Çünkü Shakespeare, tam da bildiğimiz anlamda entelektüel olmadığı için büyük eserler verebilmiştir.

***

Entelektüelliği, Aydınlanma öncesindeki çağlardaki anlamıyla, doğru bilgiye vakıf olma ve doğru şekilde aktarabilme becerisi olarak alırsak, Shakespeare’in oyunları tarih hatalarıyla doludur: Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda Theseus düktür; Troilus ile Cressida’da M.Ö. 11. yüzyılın Hektor’u M.Ö. 3. yüzyılın Aristoteles’inden alıntı yapar. M.Ö. 5. yüzyılda geçen Coriolanus’ta M.Ö. 1. yüzyılın Kato’sundan bahsedilir. Sezar’ın Roma’sında “saat” vardır; Kleopatra’nın Mısır’ında bilardo oynanır vb. Olasılık yasalarını böyle çok defa çiğner Shakespeare. Tarihî oyunlarından Kral John’da Magna Carta’dan hiç bahsetmemesi İngiliz tarihçilerin zihnini kurcalamış ve Magna Carta’yı hiç işitmemiş olma ihtimalini gündeme getirmiştir. VIII. Henri oyununda Reformasyon’un, Act of Supremacy’nin (Katolik Kilisesi Karşısında Kralın Üstünlüğü Yasası, 1534) bahsi bile geçmez.

Shakespeare’in tarih bilgisi kadar coğrafya bilgisi de eksiktir. A Winter’s Tale’de Bohemya’nın bir sahil şeridi vardır; Veronalı İki Centilmen’de Valentine, Verona’dan Milano’ya deniz yoluyla gider vb.

***

Burada niyetim bir malumatfuruşluk çabasıyla Shakespeare’i cahil ilan edip değersizleştirmek değil (“haşa!”). Onun, bir “ümmi” olduğunu, hiçbir şey okumadığını iddia edecek de değilim. (Holinshed’i, İtalyan edebiyatından çevirileri, Florio’nun Montaigne çevirisini -Hamlet’i yazmadan bir yıl önce- okumuştu.) Ama ciddi bir entelektüel veya “kitap kurdu” olmadığı; gündelik hayata, aktörlüğe, fiziksel duyarlıklara, “deneyim”e, musikiye, bitkilere (180 çeşit çiçeğe) daha meraklı olduğu kesin. Bu nedenle, fevkalade bir yaşamsallıkla, “intellect”ten çok “wit”le, hazırcevaplıkla dolup taşan eserler yazabilmiştir. Yine aynı “özgürlük”ten ötürü İngilizcenin grameriyle istediği gibi oynayabilmiş; dili eğip bükebilmiş; bine yakın yeni kelime ve söyleyiş üretebilmiştir. Elizabeth Çağı’nın erken dönem yazarlarından Philip Sidney ya da Edmund Spenser’ın eserlerinde “unkenneled”, “fumitory,” “spurring” gibi kelimelere rastlamak olanaksızdır. 9’lu Spenseryan kıtalarla yazılmış "ciddi" metinlerde bu kelimelerin düpedüz sırıtacağı bellidir.

Shakespeare’in bir allame olmadığını, hatta klasik dramanın bazı basit kurallarından dahi haberdar olmadığını Ben Jonson gibi çağdaşlarının yazdıklarından da takip etmek mümkündür. Ben Jonson, bir yandan arkadaşına hayranlık duyar ve oyunlarının yeniliğinden çarpılırken, öte yandan kendisi Racine tarzı klasisist tiyatroya, Elizabeth Devri dramasının ünlü “üç birlik” kuralı gibi (tek aksiyon, tek mekân, tek zaman) konvansiyonlara bağlı olduğundan Shakespeare’i garipser, onu edebiyat tarihinde pek bir yere oturtamadığından cehaletle suçlar. Shakespeare, bu anlamda, sahiden cahildir. Ama cehalet, onun edebiyatından bir şey götürmez.

Ben Jonson

***

Entelektüelliği, Aydınlanma sonrasındaki anlamıyla, bilgiye yalnız erişmekle kalmayıp düşünce alanında bir problem kurabilme, bir sorunsal inşa edebilme becerisi olarak alırsak, bu tarz entelektüelliğin başlangıcını 16. yüzyıla, Reform devrine (Erasmus’a), hatta daha gerilere, Rönesans’a dek götürebiliriz. Elizabeth Çağı İngiliz toplumunda bu entelektüel tipolojisine uygun figürler vardı. Bunların -bugün pek hatırlanmayan- bazıları (Walter Raleigh, Thomas Harriot gibi) Kraliçe’nin de gözüne girerek, “bilme” arzularını Amerika’yı sömürgeleştirme ve kolonileştirme iştahıyla bileyebilmiştir. Entelektüellikle sömürgecilik, gözünü uzak ve bakir coğrafyalara dikme ısrarı o tarihlerde atbaşı gitmiştir. (Shakespeare, Venedik Taciri’nde böyleleri için, “Şeytan, Kutsal Kitap’ı bile kendi amaçlarıyla bağdaştırabilir,” der. “The Devil can quote Scripture to his purpose”.)

***

Elizabeth Çağı’nın bu sorgulayıcı -bazısı tanrıtanımaz- yeni edebiyatçı ve entelektüel tipinin önde gelen temsilcisi Christopher Marlowe’dur. Genç yaşta ölen Marlowe, edebiyat tarihçileri tarafından potansiyel yetenekleriyle Shakespeare’a denk bir drama yazarı olarak gösterilmiştir. Ama onun oyunlarında Shakespeare’ın mizahı, gülmece duygusu, dramatik gerilimleri, krallarla soytarıların kusursuz birlikteliği yoktur. İyi trajedinin başlıca özelliklerinden olan seyirciyi önce rahatlatma, mümkünse güldürme sonra yüksek bir trajik yoğunluğa çıkarma becerisi eksiktir. Karakterleri Shakespeare’ın karakterlerine kıyasla monolitiktir. Bu bakımdan, Malta Yahudisi’nin “tefeci” Barabas’ının tek boyutluluğu ile Venedik Taciri’nin Shylock’unun karmaşıklığı kıyaslanabilir.

Uzatmadan, entelektüellik konusuna dönersek; ünlü Faust mitini modern edebiyata sokan Marlowe, Shakespeare’e göre daha sorgulayıcı, yer yer düzyazıya yaklaşabilen eleştirellikte oyunlar yazmış; Shakespeare’in geniş bir tuvale yayarak ince ince hissettirdiği sorunları, tereddütleri, çelişkileri, arzuları açıkça ifade etmiştir. Onun Faustyen mizacı, sınırsız bilme ve sorgulama isteği, modern anlamıyla, bir hayli “entelektüel”dir. Örneğin, Timurlenk’teki şu dizeleri pekala Voltaire veya Descartes yazabilirdi:

Our souls, whose faculties can comprehend

The wondrous architecture of the world,

And measure every wandering planet’s course,

Still climbing after knowledge infinite,

And always moving as the restless spheres,

Will us to wear ourselves, and never rest

Until we reach the ripest fruit of all.

“Ruhlarımız,

Dünyanın muhteşem mimarisini kavrayabilen,

Ve gökyüzünde dolanan her gezegenin rotasını ölçebilen,

Sürekli sonsuz bilginin doruklarına tırmanan,

Ve huzursuz küreler gibi durmaksızın hareket eden,

Bizi yıpratır ve hiç durmadan çalışmaya zorlar,

Ta ki en olgun meyveye ulaşana dek.”

Shakespeare, Marlowe gibi bir yüzü Aydınlanma’ya dönük bir entelektüel de değildir ve öyle olmaması edebiyatçı olarak değerinden yine hiçbir şey eksiltmez. Shakespeare’in yüksek enerjisi, dramatik tutkuları, hayattan zevk almaya bakan hınzırlığı, ölümü bile alaya alan mizah duygusu kendinden önce ve sonra az rastlanan bir pratik bilgeliği ele verir. Onda metafizik neredeyse yoktur:

            Men must endure…

            Their going hence even as their coming hither:

            Ripeness is all.

            İnsanlar bu dünyadan gidişlerine,

            tıpkı buraya gelişleri gibi katlanmalıdır.

            Olgunluk her şeydir. (Kral Lear)

           ***

Racine tiyatrosunun “rasyonalizmi”ni yeğleyip Shakespeare’e uzun süre sırt çeviren Fransız okur kamusuna Voltaire, İngiltere’de bulunduğu yıllarda oyunlarını seyrettiği Shakespeare’in sıradışılığını -Felsefe Sözlüğü’nde (1765)- şöyle anlatmayı dener: “Hiç araştırmadan, peşine düşmeden… yüceliğe varabilen bir yazar.”

Bana kalırsa, Voltaire’in yorumu Shakespeare’in “sırrı”nı düşünmek için doğru bir başlangıç noktası oluşturuyor.

***

Bir edebiyatçının aynı zamanda iyi bir entelektüel olması kendi başına takdire şayan bir meziyet kuşkusuz. Ama buradan hareketle iyi edebiyatçı her zaman iyi bir entelektüeldir veya iyi bir edebiyat eserinin gerisinde her zaman derin bir entelektüel çaba yatar önermesine varılamaz. Edebiyat tarihi bildiklerinin içinde kaybolan, bilgisini bir kuyumcu hassasiyetiyle işleyemediği için tökezleyen, çalışkanlık ve yaratıcılığı arasında uçurumlar olan yazarlarla doludur.

Bu nedenle, soruyu başka türlü sormak ve Shakespeare’in büyüklüğünü başka yerde aramak daha doğru olabilir. Öyle değil mi?