2013’teki birinci Çözüm Süreci’nden sonra muhtemelen Erdoğan’ın talimatıyla Devlet Bahçeli tarafından devreye sokulan ikinci “Çözüm Süreci”, özellikle muhalifler arasında bir kafa karışıklığına yol açmış gibi görünüyor. Öyle ki bir taraftan kayyım atamaları, tutuklamalar, yıldırma operasyonları, bizzat en yetkili ağızdan tehditler ve şantajlar devam ederken, öte taraftan Kürt sorununda gerçek bir çözüm mümkün olabilir mi sorusu sıklıkla soruluyor. Son haftalarda Kürt hareketinin Öcalan ve Demirtaş başta olmak üzere Erdoğan ve Bahçeli’ye iyi dileklerini bildirmiş olması da aynı şaşkınlık duygusuyla garipsenen gelişmeler.
Bu şaşkınlık duygusunun gerisinde Türkiye’deki anayasal-parlamenter rejimin son 8-10 yıldır tarihe karışmış olduğunu kabullenememekten ileri gelen bir unutkanlık yatıyor olabilir. Yeni rejimde Çözüm Süreci’nin böyle yürütülmesi sanıldığı gibi “çelişkilerle dolu” değil, aksine rejim ve Kürt hareketi yeni koşullarda kendi hedefleriyle gayet tutarlı bir çizgi izliyorlar.
Türkiye’yi yıllardır -DEP’ten beri kurulan- sayısız siyasi partiyle, sandıkla, parlamenter temsille demokratikleştirme mücadelesi veren Kürt siyasî hareketi 2023 seçimlerinden sonra Kürt sorununu Türkiye toplumunu demokratikleştirme mücadelesi vererek çözmenin mümkün olmadığı kanısına varmış gibi görünüyor. Kuşkusuz böyle bir kanı ulu orta ilan edilemez; ancak bir politik refleks olarak kendi mantığını işletir. Bu refleks başlıca iki eğilimden güç alıyor. Birincisi, Kürt siyaseti ve Kürt halkının çoğunluğu bir küskünlük ve nafilelik duygusuyla Türkiye’den koparak Ortadoğu’ya yönelmiş ve Suriye’deki gelişmelere odaklanmış durumda. Bu yüzden liderlerinin serbest kalması için PKK’nın feshedildiğini açıklamanın Kürt halkında cılız bir tepki dahi uyandırmaması normal. Bu tepkisizlik Kürtlerin Türkiye toplumundan, Türklerle barışma ihtimalinden umudu kesmiş olmalarıyla ilgili. İkincisi, Öcalan ve Demirtaş gibi Kürt siyasetçiler Türkiye’de parlamenter rejimin sona erişi ve demokratik siyaset kanallarının tükenişiyle Kürt meselesinin ancak Erdoğan’ın şartları, istekleri ve kendi belirlediği sınırlar doğrultusunda çözülebileceğine kanaat etmiş gibi görünüyorlar. Demirtaş on yıl önce “seni başkan yaptırmayacağız” kampanyası yürütürken Türkiye’de yarım yamalak da olsa hâlâ işleyen bir parlamenter rejim, tümüyle iktidarın denetimine geçmemiş bir hukuk rejimi, kısmen özgür bir basın ve sivil toplum inisiyatifleri vardı. Bugün bunların hiçbiri yok. O halde Türkiye’nin mevcut koşullarında (ayrıca içinde bulundukları hapishane koşullarında) biz bu işi “çözsek çözsek Erdoğan ve Bahçeli ile çözeriz” noktasına gelmiş olmaları kendilerince “gerçekçi” bir politik tutum değil mi?
İktidar açısından da, manzara aşağı yukarı böyle görünüyor olmalı. Erdoğan defalarca ya bizim istediğimiz noktaya gelirsiniz ya da devletin “kadife eliyle tepenize bineriz” mealinde laflar etti. Devam eden kayyım atamaları, tutuklamalar ve baskılar “sakın ha biz bu işi Türkiye’ye demokrasi getirerek, iktidara muhalefet ederek çözeriz umuduna kapılmayın” demek oluyor. Erdoğan ve Bahçeli, Türkiye toplumuna ve Kürt siyasetine “on küsur yıl önceki Türkiye’de yaşamıyoruz; yargı da, yürütme de, medya da tümüyle bizim elimizde, Kürt meselesi de bizim istediğimiz gibi, silahları paşa paşa bırakmanızla çözülecek,” mesajını iletiyor. Bu konuda en ufak bir tereddüde mahal bırakmamak için de baskı politikası sürdürülüyor – daha da sürdürülecek gibi görünüyor. Aynı kategoride bir siyasetçi olan Trump’ın Zelenski’ye “kartlar bizim elimizde, senin elinde güçlü kartlar yok” demesine benzer bir kudret böbürlenmesi bu.
Buradan bakınca, Çözüm Süreci’nde çelişkili olan nedir diye sormak yanlış bir soru mu olur? Hâlâ birtakım muhalif yazı-çizi, video-haber mecralarına, HALK TV ve CHP’ye tahammül ediliyor olmasına bakıp, Türkiye’nin olağan bir rejimle yönetildiğini düşünüyorsanız pekâlâ Çözüm Süreci’nin çelişkilerle dolu olduğunu öne sürebilirsiniz. Ama Türkiye hâlâ olağan bir demokrasinin kurumlarına, toplumsal beklentileri ve reflekslerine uygun bir rejimle mi yönetiliyor? Yoksa muhalefeti de kendi kurallarına göre başkalaştıran yeni bir rejime geçmiş olduğumuzu kabullenmekte zorlanıyor muyuz?