CHP'nin "Hukuk Mücadelesi"
Barış Özkul

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, geçen hafta, CHP’yi tasfiye projesinin yargı ayaklarından biri olan muhalif belediyelerle ilgili soruşturma hakkında “bu yüzyılın en büyük yolsuzluk dosyası”[1] dedi. Yargının siyasetin emrinde olmadığı normal toplumlarda şaşırtıcı bulunabilecek türden bir beyanat bu. Henüz iddianamesi hazırlanmamış, mahkeme heyeti tayin edilmemiş, nihai karar mercii olan hakimlerin önüne gelmemiş bir dosya hakkında bir savcının basın açıklamasıyla hüküm kurması olacak şey mi? Ama AKP Türkiyesi’nde “olmaz” denilenlerin hepsi oldu. Daha Ergenekon soruşturmaları sırasında, "ben bu davanın savcısıyım” diyen Cumhurbaşkanı'nın tesis ettiği "Türk tipi" başkanlık rejiminde Kavala, Demirtaş, Can Atalay davaları için yetkili mahkemelerin peş peşe verdiği bozma kararlarının hiçbiri tanınmadı. Siyasi davalarda hükümleri savcıların değil doğrudan siyasetin, “tek adam”ın kurduğu çoktandır bir sır değil.

Şimdilerde CHP’nin tepesinde gezdirilen kayyım sopasının da, yürürlükteki kanunlarla, kurultay iptaline güya dayanak teşkil ettiği iddia edilen usulsüzlüklerle ilgili bir formel hukuk meselesi olmadığı besbelli. İktidar, Özgür Özel liderliğindeki CHP’nin muhtemel bir seçimde Cumhur İttifakı’nı yeneceğini, Mart 2024 Yerel Seçimleri’ndeki sonucun bir benzerinin Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde de alınacağını gördüğü için önce 19 Mart müdahalesiyle Ekrem İmamoğlu'nu devre dışı bıraktı; şimdi de “muhalefetsiz Türkiye” idealinin önünde son engel olarak gördüğü CHP’yi karıştırıp göçertme peşinde. Ama bu niyet “mutlak butlan” gibi laflarla süslenince, konu hemen bir hukuk tartışması kılıfına sokuluyor ve muhalefetin de kendi karşı argümanlarını sıraladığı bir kör döğüşü başlıyor.

Nitekim CHP ve Özgür Özel, ayın 15’inde mahkemeden “mutlak butlan” kararı çıkarsa, bir karşı hamleyle ayın 21’inde olağanüstü kurultaya gidecekleri ve böylece kayyımı boşa çıkartacaklarını ilan ettiler. Peki, 21 Eylül kurultayını –iktidar medyasının şimdiden dillendirdiği gibi– “hakkında mutlak butlan kararı verilen bir yönetimin yaptığı kurultay da mutlak butlanla sakattır” diye bozacak bir mahkeme bulunursa, o zaman ne olacak? CHP, bir av hayvanı gibi, savcılardan kaçabildiği kadar kaçacak mı?

Aylardır il il, meydan meydan dolaşıp, cansiparane bir hak mücadelesi yürüten Özgür Özel’e, CHP teşkilatına akıl vermek haddime değil; partinin kayyımı boşa çıkarmak, kurumsal bağımsızlığını korumak için bir hukuk mücadelesi yürütmesi elbette anlamsız değil. Ama yargı ve adaletin siyasetin kuyruğuna takıldığı, devletin tüm kurumlarının tek kişinin iradesine endekslendiği günümüz Türkiyesi’nde sorun bir partinin kaderi ve “hukuki” varlığından çok daha derine iniyor; demokrasinin, serbest seçimlerin, güdümsüz muhalefetin memlekette bundan böyle bir geleceğinin olup olmayacağında düğümleniyor. Bu koşullarda "mutlak butlan", "kayyım tayini" gibi yargı kararları üzerinden yürütülen mücadele şeklî bir savunma hattına dönüşmüş durumda. Yargı tamamen siyasallaşmışken iktidarın belirlediği sınırlar içinde yapılan hamleler, daha ciddi bir meseleyi, Türkiye’de bundan böyle adil ve serbest seçimlerin yapılıp yapılmayacağı meselesini geri plana itiyor.

Demokrasiyi, daha 1996’da, “bizim için bir tramvaydır, istediğimiz durağa gelince ineriz”[2] diye tarif eden Cumhurbaşkanı, tramvaydan inme zamanının geldiğini 19 Mart hadisesiyle, “bakalım Cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li telef olup gidecek” gibi açıklamalarıyla alenen ilan etti. Görünen köy kılavuz istemez: Demokrasiye artık bir araç, bir binek taşıtı olarak bile ihtiyaç duymadıkları bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Siyasal İslam’ın arzuladığı mutlak monarşi düzeninde yönetme hakkı “halk”tan değil “Hak”tan alınır; toplum düzeninin meşruiyeti dinî/teolojik referanslarla sağlanır; tebaa statüsündeki yurttaşlar güvenlik ve konfor karşılığında siyasi haklarını muktedire devrederler. Böyle bir rejimin en iyisi olduğuna karar vermiş birinin muhalefete, hele hele kendi koltuğuna talip bir muhalefete tahammülü olur mu?

CHP'nin, bu koşullarda, hukuk dışına çıkmadan mücadele etme konusundaki ısrarı son derece saygıdeğer; hukuk dışına sapmak bir seçenek haline geldiğinde toplumsal çürümenin muhalefeti de yutması kaçınılmaz. Öte yandan bugün CHP yalnızca parti olarak kendi varlığını değil, Türkiye’nin geleceğini de savunuyor. Eğer hukuk mücadelesi toplumun geneline yayılan bir demokrasi talebine dönüşmezse, korkarım, “yargı” iktidarın elinde bir sopa olmaya devam edecek. Muhalefet, sadece bu sopadan kaçmakla yetinmeyip özgürlükten, eşitlikten ve adaletten yana bir hukuk tahayyülünü en geniş toplumsal zeminde yeşertebilirse, işte o zaman Türkiye’de gerçek bir değişimden söz etmek mümkün olacak.

Söylemesi kolay yapması zor ama, şu aşamada bir sonraki “mutlak butlan” kararını beklemek yerine toplumun şimdiye kadar kırık dökük de olsa geliştirdiği birey ve yurttaşlık bilincini, bununla birlikte gelen temel hakları (serbest seçimleri, seçme-seçilme hakkını, düşünce, yayın-ifade özgürlüğünü) sahiplenmeye, bunların toplumsal dinamiklerini derinleştirmeye odaklı bir siyasi tutuma yönelmek daha isabetli olmaz mı? Acı tecrübelerden süzülmüş yeni bir demokratik toplum sözleşmesinin yolu öncelikle buradan geçmez mi? Belki de merceği "mutlak butlan"dan bu ortak toplumsal bilince çevirmeye ihtiyaç vardır. 


[1] https://www.yenisafak.com/gundem/akin-gurlek-ibbdeki-operasyonlar-hakkinda-konustu-bu-yuzyilin-en-buyuk-yolsuzluk-dosyasi-4744797

[2] Milliyet gazetesi, 14 Temmuz 1996, Zeynep Oral’la röportaj.