Muhammed bin Salman’ın Vizyon 2030 atılımı kapsamında yürüttüğü milyarca dolarlık hakla ilişkiler kampanyasının son ayağı Riyad Komedi Festivali 26 Eylül–9 Ekim 2025 tarihleri arasında gerçekleşti. Etkinliğe stand-up komedinin ağır toplarından Louis C. K., Dave Chapelle, Bill Burr, Aziz Ansari, Kevin Hart gibi isimlerin katılması tartışmalara, kınamalara yol açtı. Festivalde sahne alarak bu komedyenlerin Suudi Arabistan’ın zorba rejiminin aklanmasına alet oldukları, Cemal Kaşıkçı’nın kemiklerini sızlattıkları dile getirildi. Ayıplayanlar arasında Marc Maron ve David Cross gibi komedyenler de vardı.
Eleştirilere karşı verdikleri yanıtlarda komedyenler, bu tür etkinliklerin kültürel bir açılıma hizmet ettiğini, diplomatik bir işlev gördüğünü, söz konusu otoriter rejimlerde ifade özgürlüğünün yeşermesinde, demokrasinin tohumlarının filizlenmesinde faydalı olduğunu savundular. Kendilerine veryansın edenleri Arapları hakir görmekle, ötekileştirmekle, hatta ırkçılıkla itham ederek yer yer kontra-atağa bile kalkıştılar. Burada kısa bir parantez açıp Oryantalizm eleştirisinin, Batı-merkezcilik söyleminin böyle gerekçelendirmeler için kullanılmasının sakilliğine dikkat çekmek isterim. Nurettin Nebati’nin Nas para politikasını pazarlamaya çalışırken “neoklasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım”dan dem vurmasına benzer bir sakillik. Edward Said’in emeklerine, mirasına, anısına saygısızlık. Halbuki bizzat Bill Burr, 2016’da kendi podcast şovunda “Suudi Arabistan’da gösteri yapar mıydın?” sorusuna “oraya gidip, kaçırılıp kafamı YouTube’da kestirmeye niyetim yok” diye yanıt vermişti. Ofansif mizah yapıyor değildi.
Ve yine Burr, 2009 yılında Kaddafi’nin oğullarından birinin özel partisinde sahne aldığı için Beyoncé’ye yüklenmişti: “Bu meşhurlar, yeterince büyükse her çeki alırlar”. Çek demişken festivale katılan komedyenlerin $350 bin ila $1.6 milyon arasında ücret aldıkları söyleniyor. Burr gibi isimlerin skalanın üst, hatta en üst tarafından mükafatlandırılmış olmaları kuvvetle muhtemel. Evet, Kaddafigiller’in özel partisiyle festival etkinliğini bir tutmak hakkaniyetsiz olablir ama şunu da gözden kaçırmamak gerekir ki Riyad festivaline de toplumun her kesiminden insan gel(e)miyor. Ülkedeki nüfusun yaklaşık %40’ını oluşturan, çoğu inşaat, tarım, ev hizmetçiliği gibi sömürü ve kötü muamelenin yaygın olduğu işlerde istihdam edilen[1] Hindistan, Endonezya, Filipinler, Pakistan, Bangladeş ve Orta Doğu ya da Afrika kökenli göçmenlerin seyirciler arasında yer almadığı kesin. Yani, Kaddafi partisi kadar “exclusive” olmasa da devlet sponsorluğunda elit bir topluluğu eğlendirmiş oldu “kültür ateşeleri”.
Festivale katıldıkları için yoğun eleştirileri göğüslerken “Whataboutism”den de (Peki Ya‘cılık) istifade ettiler, komedyenler. Mesele insan haklarıysa, ABD dahil birçok Batılı ülkenin de sicilinin temiz olmadığını hatırlattılar; “ilk taşı günahsız olan atsın” düsturunun ardına sığındılar. Doğrudur, ne tek günahkâr Suudi Arabistan ne de diğerleri sütten çıkmış ak kaşık. Ne var ki, örneğin, ABD ve İngiltere‘de stand-up komedyenlerin ifade özgürlüğü neredeyse sınırsız – şimdilik.[2] Nitekim bu ülkelerin ofansif mizahın beşiği olmaları tesadüfi değil. Oysa ki Riyad Festivali’ne davet edilen komedyenler yaptıkları sözleşmelerde Suudi Arabistan devletini, yönetimini, hukuk sistemini, kraliyet ailesini, herhangi bir dini ya da dinî şahsiyeti küçük düşürecek, rencide edecek, itibarsızlaştıracak içerik kullanmayacaklarını taahhüt etmişlerdi. Festival sonrası bir söyleşide Louis C. K., zaten bu başlıklarda şakam yoktu dedi – neyse ki hafif mahçup bir ifadeyle. Yeni gösterilerinden birinde uzun uzun İncil’den alıntılar yaparak Hıristiyanlığı tiye alan Louis C. K.’in dine dair edecek bir kelâmı olmadığına inanmamızı kendisi bile beklemiyordu, anlaşılan.
İşte riyakârlığın en dibi burası. Yukarıda ismi anılan komedyenlerin çoğu son senelerde yükselişe geçen politik doğruculuktan yakınıyorlardı. Cinsiyetçi, ırkçı, homo/trans-fobik gibi yaftaların boğucu bir atmosfer yarattığını, ceberrut iptal kültürünün (cancel culture) oto-sansürü körüklerken yaratıcılığı dizginlediginden şikayet ediyorlar, komedinin tabulardan arındılması gerektiğini savunuyorlardı. Özellikle Chapelle ve Burr “wokeizm”e karşı mücadelenin bayraktarlığını yapıyorlar, tetiklenenlerin bam tellerine basmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlardı. Gelin görün ki ABD’yi bile yeterince özgür bulmayan bu isimler, Suudi Arabistan’a gelince birden yelkenleri suya indirip sansürün en âlâsını sineye çekiverdiler. Yaşıyor olsalardı George Carlin ve Bill Hicks’ten kalayı yerlerdi herhalde.
Hal böyleyken Chapelle, kendisiyle birlikte festivale katılan meslekdaşlarını bile şaşırtarak, Suudi Arabistan’da ABD’de olduğundan daha özgür konuşabildiğini söyledi, Riyad’daki gösterisi sırasında. Söylediğinde şöyle bir haklılık payı vardı ki LGBTQ+ bireyleri alaya almakta Riyad, New York’tan daha müsamahakâr bir ortam olabilir, hakikaten. “Kaliforniya’da tutuklanırsam kadın olduğumu iddia edip hapishanede kadınlarla yatarım” benzeri esprilerin Körfez ülkelerinde daha çok alıcısı vardır belki de. Batı’nın “yozlaşmışlığına” Suudi seyirciyi güldürmek kolay. Eşcinselliğin suç sayıldığı, hatta idamla cezalandırılabildiği bir ülkeden bahsediyoruz. Bu gidişle Dave Chapelle’in yakın gelecekte yurtdışı uğraklarından biri AKP Gençlik Kolları‘nın İstanbul’da düzenlediği bir festival olursa şaşırmayacağız.
Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için altını çizmek isterim ki mesele, cinsel yönelimlerin, fiziksel ya da zihinsel engelliliğin, etnik kimliklerin, pedofilinin, vb. espri konusu edilmesi değil. Hatta Riyad Festivali’ne katılmak da değil. Mesele, tutarlılık. İfade özgürlüğü adına liberal hassasiyetlere aldırış etmeyen, bilakis onların üzerine giden cüretkârlık, tabu deviricilik, zengin evsahiplerinin buyrukları doğrultusunda birden rafa kaldırılabiliyorsa demek ki bu komedyenlerin derdi ifade özgürlüğü değilmiş, bu hadiseden onu anlıyoruz.
Bu komedyenler için tutarlılık sınavı asıl şimdi başlıyor – hem de kendi ülkelerinde. Zira Trump’ın ikinci başkanlık dönemindeki muhalif sesleri bastırma operasyonlarında ünlü komedyenler de hedef alınıyor. Onyıllardır süregiden bir ABD geleneği olan gece sohbet programlarının sunucularından önce Stephen Colbert, sonra da Jimmy Kimmel şimdiden MAGA hareketinin hışmına uğradı bile. Trump karşıtı mizahi monologlarıyla bilinen Colbert’in şovunun 2026 Mayıs’ında sonlandırılacağı duyurulurken Kimmel’inki, Charlie Kirk suikastına[3] dair bir yorum bahane gösterilerek apar topar yayından kaldırıldı. Kamuoyunun kanal üzerinde yoğun baskısı sonucu Kimmel kısa bir aradan sonra ekranlara dönse de bu iki ismin bu kadar enten püften sebeplerle “cancel” edilmeye çalışılması MAGA’cıların hem fanatikliklerini hem de ifade özgürlüğüne dair çifte standartlarını ifşa etmiş oldu.
Bakalım yukarıda bahsi geçen ABD’li komedyenler bu gidişat karşısında nasıl bir tutum takınacaklar. Riyad’da yaptıkları gibi güce biat mı edecekler, yoksa liberallere karşı sergiledikleri taviz vermezliği otoriterleşmeye karşı da sürdürecekler mi? Hiç yoksa Fatih Altaylı’nın boşalan koltuğuna oturan Cem Yılmaz kadar bir muhalif-imsilik yapabilecekler mi?
[1] NEOM adlı 2017’de başlanan mega şehir projesinde şimdiye kadar 21 bin(!) göçmen işçi ölmüş, daha doğrusu, iş cinayetine kurban gitmiş. https://www.walkfree.org/news/2025/migrant-workers-in-saudi-arabia-face-systemic-abuse-and-exploitation/
[2] https://birikimdergisi.com/haftalik/12083/abdye-ozgu-kavramlar-sozlugu-first-amendment
[3] https://birikimdergisi.com/haftalik/12163/charlie-kirk-suikasti-neoliberalizmle-neofasizmin-birbirini-besleyen-sarmali
