Son günlerde nereye baksak, “bahis operasyonu” manşetiyle karşılaşıyoruz. Sporda en tepedeki yöneticilerden hakemlere, alt lig futbolcularına, hatta amatör kümede top koşturan gençlere kadar uzanan geniş bir topluluğun bahis oynadığı ortalığa saçılmış durumda. Daha geride, devasa bir sessiz kitle var: Boşanma dilekçelerinde bile “kocam/karım yasadışı bahis oynuyor” iddiası artık kendi başına bir ayrılık gerekçesi sayılıyor.
Peki, AKP’nin “bahisle mücadele ederek temiz toplum yaratma” iddiası ve imajı gerçekten ciddiye alınabilir mi? Asıl hedef, İmamoğlu iddianamesi etrafında yaratılmak istenen “temiz eller” atmosferini beslemek, operasyonların siyasi meşruiyetini güçlendirmek olmasın? Bahis dosyalarının ardı ardına servis edilmesi, bir tür “bakın herkese dokunuyoruz” görüntüsü üretme çabasının bir parçası, “temiz eller” retoriğini besleyen bir vitrin unsuru değil mi? AKP’nin, Erdoğan'ın bunca yıl sonra temiz bir toplum, şeffaf bir düzen kurmak gibi bir derdi olabileceğine kim inanır?
Öte yandan, bu siyasal manipülasyon ihtimali Türkiye'de milyonların yasadışı bahise bir ucundan bulaşmış olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu da, yapısal bir toplumsal dönüşüme işaret ediyor: Sınıf atlamanın “meşru” yolları kapanırken zenginleşme ve maddi güç edinme imkânları gitgide gri alanlara, yasadışı ekonomilere, siyasal sadakat ağlarına kayıyor. Yasadışı bahis patlamasının ardında, toplumun geniş kesimlerinde kök salan “başka türlü yükselme ihtimali kalmadı” hissi yatıyor. Sınıfsal hareketlilik de bu his doğrultusunda mecra değiştiriyor.
***
Osmanlı-Türk toplumunda sınıf atlamanın asırlar boyunca en geçerli yolu “el almak-el vermek”, bir kapıya intisap edip “efendi-kul” ilişkisine tabi olmaktı. İkbal merdivenini tırmanabilmenin başlıca yolu buydu. Toplumsal yükseliş, hangi kapıya mensup olduğunuzla, kime itaat ettiğinizle, hangi himaye zincirinin içinde yer aldığınızla belirlenirdi. Mansıp dağıtımı, askeri ve idari kariyer yolları, terfiler hep bir tür patrimonyal tasarruf rejiminin parçası olageldi.
Cumhuriyet’le birlikte bu mirasın tamamen ortadan kalktığını iddia etmek yanıltıcı olur elbette ama yeni rejimin bu mekanizmayı “eğitim” yoluyla kırmayı, en azından zayıflatmayı amaç edindiği yadsınamaz. Cumhuriyet ideolojisinin güçlü yanlarından biri “okuyarak” sınıf atlanabileceği fikrini aşılamasıydı. Köy Enstitüleri’nden üniversitelere, sivil bürokrasiden askerîyeye geniş bir alanda liyakat ve eğitim, en azından bir dönem için, sınıfsal hareketliliğin meşru araçları olarak kabul gördü. Nepotizmin, kayırmacılığın ve siyasallaşmış bürokrasinin gölgesi hiçbir zaman tamamen kalkmasa da, toplumun geniş kesimleri “çocuğumu okuturum, benden daha iyi bir yere gelir,” duygusunu gerçek bir ihtimal olarak yaşayabildi.
Bugün ise bu meritokratik vaat ortadan kalkmış durumda: Yüksek öğrenimin toplumsal getirisi hızla erirken, kamu pozisyonları bütünüyle sadakat ağlarına teslim edildi ve birçok meslekte ilerleme doğrudan siyasal aidiyete bağlandı. Bu nedenle, toplumun geniş kesimleri için sınıf atlama artık eğitimle, sınavla, diplomanın gücüyle değil ya anlık bir şansla ya da kayıtdışı ekonomilerin sunduğu “kolay para”yla mümkün görünüyor. Cumhuriyet’in uzun yıllar boyunca orta direğe kabul ettirebildiği “çalışarak yükselme” idealinin yerini, “başka türlü çıkılmaz bu çukurdan” hissi alıyor. Yasadışı bahiste, kayıtdışı ekonomide, mafyacılıkta “kendine bir yol açma” arayışı toplumsal dokudaki bu derin kaymaya işaret ediyor.
***
Bahis furyası işte bu yeni kültürel iklimin bir yan ürünü olarak hızla normalleşiyor. Planlı bir hayatın mümkün olmadığı, geleceğe dair öngörülerin çöktüğü, emeğin karşılığının alınamadığı bir güvencesiz atmosferde yaşayan geniş kesimler için “günü kurtarma” ve geleceği erteleme pratiği bir yaşam biçimine dönüşürken, anlık kazanç ihtimali romantize ediliyor. Eğitim, emek, meslekî birikim gibi vaktiyle sınıf atlamanın temel araçları olarak görülen değerler aşınırken, bunların yerini “kolay para” kültürü alıyor.
Aynı kültürel iklim, gençler arasında mafyacılığı, yeni nesil çeteleri de bir “hız estetiği”yle beraber yaygınlaştırıyor. On yıl öncesine kadar toplumsal görünürlüğü varoşlarla sınırlı olan 16-20 yaş grubundaki gençler artık TikTok videolarıyla, şiddet mizansenleriyle, silah gösterileriyle bir gecede “isim” yapabiliyorlar. Eskinin yeraltı dünyasında “isim yapmak”, “nam salmak” yıllar alırken, bugünün çete liderleri sosyal medya sayesinde daha yirmili yaşlarda eski mafya şeflerinin otuz yılda edinebildiği şöhreti edinebiliyorlar. Toplumsal statü arayışı bu çürümüş biçimlerde yeniden üretiliyor.
***
Bu tabloya bakınca, bahis furyası ve yeni nesil mafyacılık basit birer kriminal olgu olmaktan çok, sınıfsal tıkanma ve kültürel erozyonun birer semptomu gibi görünüyor. Sınıfsal hareketliliğin meşru kanalları tıkandıkça, toplum daha karanlık ve yüksek riskli alternatiflere yöneliyor. Şimdi bu yöneliş savcı marifetiyle birkaç popüler figürü derdest edip gözdağı vererek durdurulabilecek bir şey mi? Yoksa daha zor sorularla yüzleşip, çürümenin temelindeki sınıfsal tıkanma ile toplumun geniş kesimlerine kanıksatılan umutsuzluk ve çaresizlik hisleri üzerine mi düşünmek gerekiyor?
Sorunun asıl muhatabı düşünmeye, diyaloğa, sorun çözmeye pek niyetli olmasa da, yine de soralım.
