Fakat Ne Yazık ki Stat Boştu
Tanıl Bora

Bir futbol sezonu daha sona erdi. “Süper” adlı Türkiye liginin, müstesna takımlar ve münferit maçlar haricinde, pek bir temaşa zevki verdiği söylenemez. Oysa, “lig değeri” yani pahası bakımından Avrupa’nın 6.’sıdır.

Temaşa ve ilgi değerini statlara gelen seyirci sayısıyla ölçecek olursak, ligimiz 6. sırayı tutamıyor zaten. Avrupa’nın seyirci ortalamalarında, pahada dördüncü olan Almanya ligi (Bundesliga) 41.514 seyirci ortalamasıyla herkese fark atıyor. Paha birincisi İngiltere (Premier League) 35.822 ile ikinci sırada. Pahada ikinci olan İspanya (La Liga) 27.700’le seyirci sıralamasında 3. geliyor. Paha 3.’sü İtalya (Serie 1), seyircide 22.164 ile 4.. Pahada 5. olan Fransa (Ligue 1), seyirci ortalamasında 6. (21.029). Arada 21.717 ortalamayla Almanya 2. ligi var. Fransa’nın hemen peşinde de İngiltere ikinci ligi Championship (20.119). 

Türkiye üst ligi ise bu sezon ancak dört haneli bir rakam tutturabildi: 9.694. Pahaca daha düşük yedi ligin seyirci ortalaması, Türkiye’nin üzerinde. Bunların sadece pahası değil, Rusya hariç hepsinin ülke nüfusu daha düşük, hemen hepsinde medyadaki futbol tantanası daha düşük. Sayalım: Hollanda 19.090; İskoçya normal sezon 13.998, play off grubu 23.260; Belçika normal sezon 11.157, play off grubu 15.886; Portekiz 11.873; Rusya 11.357; İsviçre 9.939; Polonya play off grubu 13.911, normal sezon 9.504. Ayrıca, futbolun o kadar da büyük heyecan yaratmadığı İsveç 9.471, Danimarka’nın şampiyonluk grubu 8.021, “gariban” Avusturya ligi 7.099 ortalamayla Türkiye Süperlig’iyle dip dibeler. [1] 

***

Açık ki, şişirilmiş, şişirilen bir futbol ekonomimiz var.

Peki, bu kadar futbol gazı solunan bir memlekette, insanlar neden maça gitmez? Sahada bilfiil top oynanan süre ve oyun sür’ati üst düzey liglere nazaran “hissedilir” derecede düşük olduğu için mi? Siyasî ve toplumsal atmosferin genel depresyon etkisi mi? 2011’de başlayan şike soruşturmasının hem “mevzuunun” hem komplolu yürütülme biçiminin, zaten güçlü olan adaletsizlik hissini kuvvetlendirmesinden mi? Passolig mi? E, hepsi.

***

Türkiye Süperlig’inin seyirci ortalaması, çok değil dört-beş yıl önce, şimdikinin aşağı yukarı %50 üzerindeydi. 2012/2013 sezonunda 14.719, 2013/2014 sezonunda 14.499. 2014/2015 sezonunda, 8.084’e indi. 2015/2016’te birkaç yüz kişi arttı (8.686), bu sezon, 2016/2017’de 9.694’e çıktı. 

%50’ye yakın azalmanın olduğu 2014/2015 sezonu, Passolig’in uygulanmaya başladığı sezondur. [2] Nedensellik aşikâr. “Yetkililer” de durumdan gayet memnunlar. Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören, 4 Aralık 2014’te “İstemediğimiz seyirciyi çıkarsanız aslında, düşüş de yok. Zaten istemediğimiz seyirciler gelmiyor,” demişti. 18 Ocak 2017’de bir televizyon mülakatında, bunu yineledi: “Passolig çıkmadan önce ortalamamız 10.980’di (yanlış bilgi- T.B.). Şu an 8.908… Yani 2 bin kişi kayıp. Zaten bu 2 bin kişi, tribünlerde görmek istemediğimiz taraftar kitlesi.” Futbol rejiminin yetkilileri, açıkça bir istenmeyen taraftar/istenmeyen seyirci tanımı yapıyorlar. 

Kimdir o istenmeyen taraftar? Sözüm ona, “olay çıkartanlar, şiddete yol açanlar, kötü ve çirkin tezahürat yapanlar…” Passolig çıkalı beri bu vakalarda belirgin bir azalma var mı? Kimsenin bunu iddia edebileceğini sanmıyorum. Passolig uygulamasının ruhunu anlatmak için, Atilla Gökçe üstadın iki buçuk yıl önce aktardığı, numaralı yerine oturmakta ısrar ettiği için karakolluk olup adlî kontrol cezasına çarptırılan taraftarın hikâyesi yeterlidir. [3]   

Bu dramatik düşüşün olduğu yılların, Gezi olaylarına denk geldiğini fark ediyorsunuz. İstenmeyen seyirci, esasen, Gezi protestolarına katılan, 2013/2014 sezonu boyunca birçok stadın tribünlerinde Gezi sloganlarını bağıran seyirci, yani o “türden” seyirci idi. Gezi’ye dahli sembolleşen Beşiktaş Çarşı grubunun nasıl kriminalize edildiğini biliyorsunuz. Olimpiyat stadındaki “tuhaf” sahaya dalma hadisesini, [4]  Galatasaray ve Fenerbahçe tribünlerinde protesto sloganları bağıran tribün gruplarına uygulanan tedhişi de unutmayalım. Elbette sadece doğrudan doğruya Passolig değil, onun refakatinde yaratılan atmosfer, illâ doğrudan “Gezici” olması gerekmez, öyle veya böyle muhalif saikleri olan futbolseverleri, taraftarları, seyircileri –hepsini değil elbette, birçoğunu diyelim– tribünden uzaklaştırdı. Kimisi protesto ederek gitmiyor, kimisinin sıtkı sıyrıldı.

***

Size bir de Rabia ülkesinden, Mısır’dan bahsedeyim…

El Ahli, sadece Mısır’ın değil Afrika’nın en popüler kulübüdür. Gerçekten milyonların sevgilisi bir kulüp… El Ahli’nin en etkili taraftar grubu olan Ultralar, 2011’de Tahrir meydanındaki protesto gösterilerine kitle halinde katıldılar. (Ezelî rakipleri Zamalek’in Ultra’larıyla da belki hayatta ilk defa Tahrir’de kol kola girdiler!) Polisle karşılaşmaya ‘alışık’ ve tecrübeli olduklarından, özellikle kalabalığa yönelik saldırılara karşı koymakta büyük ‘yararlılık gösterdiler’. Mübarek’i iktidarı bırakmaya götüren mücadelelerde önemli bir rolleri oldu.

El Ahli Ultra’ları, Mübarek’in devrilmesinden sonra da, geçiş döneminin tahakküm girişimlerine karşı protestoyu sürdürdüler. Müslüman Kardeşler’in iktidarı da olsa, başkasınınki de olsa, vatandaşı itip kakan, ona teba muamelesi yapan iktidar istemiyorlardı. Doktriner bir siyasî bilinçle değil (zaten politik bir ortak paydaları yoktu) temel bir “özgürlük” dürtüsüyle, sokaktaydılar.

1 Şubat 2012’de Port Said’de El Masri deplasmanına giden El Ahli taraftarları, korkunç bir saldırıya uğradılar. Maçın sonunda, polisler aradan çekilip El Masri taraftarları arasından bir grubun deplasman tribününe saldırmasına yol verdi. Taraftar olduğu da şüpheli bir güruh, sopalar, uzun bıçaklar, kırık şişelerle saldırdı. Kaçmaya çalışanlar, çıkış kapısının kapalı olduğunu gördüler. Stadın ışıkları da söndürülmüştü. 72 El Ahli taraftarı burada hayatını kaybetti.

Port Said katliamının davası o yıl görüldü, 21 idam cezası verildi, daha sonra bu sayı 11’e indi. Mahkemenin münferit “suçlu” tespiti yapıp olaydaki tertibi aydınlatmaktan kaçınmasına isyan eden El Ahli taraftarları, büyük protesto gösterileri yaptılar, onlar da şiddetle bastırıldı. 

Port Said katliamı üzerine, Müslüman Kardeşler iktidarı, topyekûn seyirci yasağı koydu. 2013 yazında askerî darbeyle gelen Sisi iktidarı da bu uygulamayı sürdürdü. Sadece Afrika kulüpler şampiyonası maçlarına “sınırlı sayıda” seyirci alınıyor. Mısır Ligi, sadece televizyondan izlenebiliyor.

2015 Şubat’ında yasak bir maçlığına kaldırılmıştı. Her zaman her rejime yakın olan, buna karşılık kendi Ultra’larına hep mesafe koyan Zamalek kulübü yönetimi, yetkilileri razı ederek, 10 bin seyirciyi maça alacağını açıkladı. Ancak statta maç izlemeye acıkmış yirmi bin seyirci kapıya yığıldı - tabii birikmiş protestolarını da dile getirerek... Polis gaz sıkarak ve “orantısız” şiddet kullanarak müdahale etti: 22 Zamalek taraftarı öldü. Ultra sözcüleri, taraftarların statlara dönüş ümidine bir darbe daha vurmak için mahsus böyle davranıldığı kanısındalar. Bu olay, tabii ki, yasağın “gerekliliğinin” bir teyidi olarak kullanıldı. 

2016/2017 sezonu da seyirci yasağı altında oynandı. Mısır futbolu, tam beş yıldır, bir televizyon olayından ibarettir.

Nasıl derler: Tabii, her ülkenin şartları değişik...


[1] Veriler, transfermarkt.com ve weltfussball.de sitelerinden.

[2] Bu konuda daha önce yazdıklarım: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/tanil-bora/passolig-kamu-alaninin-gaspi-1188145/ ve http://www.toplumsol.org/taraftarin-yurtsuzluk-hissi-tanil-bora/

[3] http://www.milliyet.com.tr/attila-gokce--cileli-bir-passolig-oykusu-1995172-skorer-yazar-yazisi/

[4] http://www.radikal.com.tr/yazarlar/tanil-bora/dellenme-mi-baska-bir-sey-mi-1152407/