Türkiye’de bir süreden beri en fazla konuşulan konulardan biri din.
Sadece hükümet ve onunla birlikte yükselişe geçen dini kurumlar, tarikatlar, vakıflar, dernekler, cemaatler, özetle itikat ekonomisinin farklı yüzleri değil, bunlara karşı eleştirel ve mesafeli duran kesimler de dini konuşuyor. Din, bir biçimde her kesimin gündeminde.Bunda şaşılacak bir şey yok, çünkü Türkiye’de din denildiğinde, kimsenin aklına bir inanç sistemi ya da varoluşsal derunilik gibi şeyler gelmiyor. Düpedüz grup menfaatlerine dayalı hısımlıklar ile sergilenen mekanik dayanışmanın türlü halleri, din ile harmanlanarak servis ediliyor. Daha çok siyasal alanda bir anlama karşılık gelen ve gittikçe siyasal tarafgirliğin bir gösterenine dönüşen bir şey din. Bu nedenle din ile ilgili konuşulduğunda dinin kendisinden, yani dine ilişkin meselelerden değil, din üzerinden meşrulaştırılmak ya da eleştirilmek istenen meseleler üzerine konuşuluyor.
Bunun sosyoloji ile açıklanabilecek bazı nedenleri olduğu gibi siyasal kültür ve gündelik siyasetle de ilgili nedenleri var. Hele bizim gibi kimliklerin her şeyi açıklamaya yettiği ülkeler üzerinden düşünülecek olursa, dini kimliklerin, o dine inanıp inanmamakla bir ilgisinin olmadığı, toplumda kimin nereyi işgal ettiğinin bir göstereni olduğu söylenebilir. Deizm konusunun gündeme gelmesiyle birlikte ortaya çıkan endişenin bir nedeni de bu.
Deizm, yani “herhangi bir dine inanmıyorum ama evrende bir güç var sanki” itikadının, devlet erkânının mühim bir kısmı ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından sert ve kahredici bir dil ile lanetlenmesi, din ve vicdan özgürlüğü konusunda gelinen içler acısı yeri göstermekle birlikte, dini kimliklerin siyasal alandaki karşılıklarının vurgulaması bakımından da ilginçti. Gerçek Türk gençlerinin deist, hatta ateist olamayacağının, onların hakiki iman erleri olduğunun bu kadar yüksek perdeden ifade edilmesinin nedeninin din değil, kimlik olduğu çok açık. Belli ki deizm Türkün, Türklüğünü bozan bir afet. Bu nedenle devletlimiz, bir kez daha dinsiz kişilerin Türk olamayacağını vatandaşlarına hatırlatmış oldu. Yeri gelmişken hatırlatalım; Anadolu irfanı böyle haşin dönemlerde Türklük dairesinden çıkılmaması gerektiğini iyi bilir (bkz.).
Türk gençliğinin deizme kaydığı, hatta bazılarının ateizmin aldatıcı tuzaklarına düştüğü konusundaki malumatların abartıldığını, bu konudaki birçok malumatın tezvirattan öteye geçmediği kanısındayım. Din kurumuyla ilgili bir değişim varsa bile, bunun deizm, ateizm başlıkları altında değerlendirebilmek için yeterli bilginin olmadığını düşünüyorum. Haliyle bu tartışmanın epey spekülatif, fazlasıyla zorlama bir yanı var. Konu din olduğunda, Türkiye’de yaşayan gençlerin, din meselesini kendilerinden önceki kuşaklar gibi değerlendirmediği, itikatlarını kimlikten siyasete dönüştürmek konusunda halefleri kadar başarılı olamadıkları söylenebilir. Ancak bu durum, gençlerin dini aidiyetlerini gittikçe yok saydıkları, ‘yeter artık!’ diyerek kendilerine giydirilen din gömleklerini fırlatıp attıklarını göstermez. Sadece inançlarını başkaları için sopa olarak kullanma istidatları, kendilerinden öncekiler kadar iyi değil ya da onlar kadar istekli değiller, denilebilir.
AKP dönemi Türkiye’sinde bir dindarlık tipinin yükseldiğini, kendi kültürünü ve kurumlarını yarattığını gözlemledik. Bu tamamlanmış bir süreç olmamasına rağmen dayandığı temeller oturmuş vaziyette. Bu yeni tip dindarlıktan hem hükümet hem de dini çevreler pek memnun değil gibi görünse de, bunun sağladığı geniş maslahatlardan istifade etmek hususunda birbirleriyle yarışıyorlar. Fakat bu, meselenin sadece bir yönü. Meselenin diğer yönü, bu dindarlık tipine bakıp buna mesafeli duran, bununla yan yana gelmek istemeyen ya da kendine orada bir yer bulamayan kişilerin din meselesine, dolayısıyla bu yeni din kültürüne ve kurumlarına, alternatif arayışlar geliştirmeleriyle ilgili. Böyle bir girişimin olmadığı, olanların ise çok cılız kaldığı söylenebilir. Gençlik ve din arasındaki ilişkide yaşanan bir değişim varsa, bunun istikametinin deizm, ateizm gibi bir yere doğru değil, çok daha bireyselleşme eğilimlerini içeren, siyasallıktan etkilenme düzeyi görece daha düşük, kurumsallaşmış dini ilişki ağlarına dâhil olmaktan imtina eden bir dindarlık olabilir. Bu görüşler de en az deizm meselesi kadar tartışmaya açık, ancak Türkiye’deki kültürel yapı içerisinde dinin, hâlâ bir inanç olmaktan daha çok, bir grup kimliğinin bir parçası olarak kullanıldığını unutmamak gerek. Bu nedenle deist olmak, aynı zamanda topluluktan kopmak olarak yorumlandığı için durduk yerde Türklükten olmak da var!
Belki de eskisi kadar sağa sola bağıran, gereksiz yere abartılı hareketler yapan ve fazlasıyla siyasallaşmış kibirli dindarlık yerine bunları pek umursamayan ve bu dindarlıkla yakın görünmek istemeyen bir dindarlık gelişiyor olabilir. Çünkü bu yüzyıl, Müslüman-yoğun ülkelerde yaşayan kişilerin gerçek dünya ile başka düzeylerde karşılaşmak zorunda kaldıkları bir yüzyıl oldu. Sadece IŞİD ve benzeri örgütler değil, bizzat Türkiye’de yaşanan FETÖ hadisesi, tarikat yurtlarında yanan, tecavüze uğrayan çocuklar, bir başka boyuttan fırlayıp hayatımızın ortasına girmiş gibi duran hocalar ve benzeri hadiseler, vicdan sahibi ve aklı başında herkesi durup düşünmeye sevk eder. “Gençler” denilen kişiler, bu meselelere kafa yoruyorsa her şey yolunda demektir; kafa yormuyorsa, işte gerçek başarı orada!