T.C.’den öyle görünmüyor olabilir ama ABD tam bir varlık içinde yokluk ülkesi. Dünyanın açık ara en büyük gayri safi milli hasılasına sahip, dünya nüfusunun %5’ini barındırdığı halde küresel enerjinin çeyreğini tüketen bu ülke aynı zamanda dünyanın en büyük tutuklu nüfusunun yaşadığı ve 28 milyondan fazla insanın sağlık sigortasının olmadığı bir ülke. Son dönemde ABD’nin dertlerine bir de “opioid crisis” (krizi) eklendi.
Opioid, afyon (opium) içeren uyuşturucuların (örn. eroin) yanısıra afyona benzer etkiler verecek şekilde sentetik olarak üretilen ilaçların genel adı. OxyContin, Percocet, Vicodin, vb. gibi isimlerle piyasaya sürülen bu narkotik ilaçlar ağrı kesici olarak reçeteyle veriliyor. Ve fakat reçeteye tabi olmaları tüketimin kontrol altında tutulması anlamına gelmiyor; keza dünya nüfusunun sadece 20’de birinin yaşadığı ABD’de dünya opioid üretiminin beşte dördü tüketiliyor.[1] Opioid’lerin ABD’de gündelik hayata ne kadar nüfuz ettiğinin manidar bir göstergesi, bilgisayarınızdaki Word uygulamasında lisanı ABD Ingilizcesi seçip yukarıda bahsi geçen ilaç isimlerini (örn. OxyContin) yanlış yazdığınızda (örn. Oxycontin) uygulamanın otomatik olarak düzeltmesi. “OxyContin” ile “Oxygen” aynı muameleyi görüyor yani.
Narkotik ilaçların bu denli yaygın kullanımının vahim sonuçlarından biri hem doğrudan ilaçlardan hem de ilaçların sebebiyet verdiği eroin bağımlığından kaynaklı aşırı dozdan ölümler.[2] 2015 yılında ABD’de 53bin kişi bu yüzden hayatını kaybederken rakam 2016 yılında 64bin’e sıçradı. Mukayese açısından, opioid kullanımının bu denli yaygın olmadığı 1999 yılında 4bin kişi aşırı dozdan ölmüştü. Krizin boyutlarını anlamak bakımından opioid’in ABD’de trafik kazaları ya da silahlardan[3] daha fazla can kaybına neden olduğunu belirtelim. Başka bir kıyas ölçütü olarak ABD’nin 11 Eylül 2001’den bu yana Irak ve Afganistan’da yürüttüğü askeri operasyonlarda hayatını kaybeden ordu mensuplarının sayısının 7bin’i geçmediğini not düşelim.[4] Opioid krizinin etkisini belki de en çarpıcı şekilde özetleyen olgu, opioid’lerin sebebiyet verdiği ölümlerin son iki senedir ABD’deki ortalama yaşam süresini—ondalık küsurat seviyesinde olsa da—aşağıya çekiyor olması.
Kriz artık öyle bir raddeye varmış durumda ki bazı şehirlerde eczanelere, aşırı doza karşı etkili Naloxone adlı—burun spreyi ya da şırıngayla tatbik edilen—ilacı bulundurma zorunluluğu getirildi. New York şehri belediye başkanı Bill de Blasio opioid salgınıyla mücadele için ayırdığı 60 milyon dolarlık bütçenin önemli bir kısmını Naloxone’in ilk yardım ekipleri ve polislere dağıtılmasına tahsis etti.
Opioid’lerin ABD’de bu denli yaygınlaşmasının başlıca sorumlularından biri kâr hırsıyla tüketimi körükleyip duran ilaç şirketleri. Rahatlatıcı, keyif verici olmaları nedeniyle çok hızlı bağımlılık yapan ve bazılarının “legal eroin” dediği bu ilaçlar “Big Pharma”[5] diye bilinen sektör tarafından yıllardır kullanımı güvenli diye piyasaya sürülmekte. Örneğin, yukarıda bahsolunan OxyContin marka ilacın üreticisi Purdue Pharma, 1970’li yıllarda Valium gibi sakinleştirici ilaçların ticaretini yapmış, sonra 1995’de OxyContin için ABD Gıda ve İlaç Idare’sinden (FDA) onayı alıp—ki onay işlemini yürüten ekibin başındaki şahıs sonradan Purdue’ya geçiyor—doktorlara yönelik yoğun bir reklam kampanyasıyla pazarlamaya başlamış. Tıp dergilerinde verilen sayfa sayfa reklamlar, muayenehaneleri yakın markaja alan satış elemanı ordusu ve egzotik coğrafyalarda tertiplenen bedava ağrı tedavisi seminerleri ile doktorları kafakola alan Purdue Pharma bugüne kadar sırf OxyContin’den 35 milyar dolar kazanmış.[6]
Doktorlara yönelik reklam demişken değinmeden geçmeyelim: ABD televizyonlarında doğrudan tüketiciye hitap eden reklamlar da sıklıkla yayınlanıyor. Ürüne karşı pozitif duygular uyandırmak için çoğunlukla toz pembe pastoral ortamlarda geçen reklamlar, aralarında bazen ölümün dahi olduğu yan etkiler ninni söyler gibi okunduktan sonra “doktorunuza sorun” mesajıyla bitiyor. Yani, ilaç sektörü hem doktor hem hasta üzerinden, sanki buzdolabı satıyormuşcasına, talep arttırmaya yönelik her türlü numarayı deniyor.
Ve fakat artık opioid tüketiminin toplumsal bedeli iyice ayyuka çıkıp mevzu ulusal sağlık krizi boyutuna vardığından “Big Pharma” mercek altında. Örneğin, yukarıda bahsi geçen Bill de Blasio ve eşinin önderliğinde New York şehri, aralarında Purdue Pharma’nın da bulunduğu opioid üreticisi firmalara dava açtı. Kullanıcıları yanlış yönlendirdikleri ve piyasaya aşırı miktarda opioid sürerek karaborsa oluşmasını teşvik ettikleri için davada söz konusu şirketlerden 500 milyon dolar tazminat isteniyor. “Aşırı miktar”, ilaç firmalarının açgözlülüğünü ve sorumsuzluğunu ifade etmekte yetersiz kalıyor; zira resmi makamların tespit ettiği üzere West Virginia’nin küçük bir kasabasındaki tek bir eczaneye sekiz sene zarfında toplam 12,3 milyon opioid hapı gönderilmiş! Firmalar, yahu bütün kasaba ahalisi çoluk çocuk hergün bu hapları kullansa bu kadar tüketemez…dememiş, alan müptelâ satan memnun zinhiyetiyle vaziyete göz yummuş.
Federal ve yerel yönetimlerin opioid krizine verdiği tepki geç ve yetersiz olsa da “crack” salgınına karşı takındıkları tutumdan yeğdir. Kokainin kristalize, ucuz bir türevi olan crack 80’li ve 90’lı yıllarda ağırlıklı olarak yoksul siyah kesimleri kasıp kavururken nerdeyse tek mücadele yöntemi olarak kullanımı cürümleştirmek benimsenmiş ve bu yüzden yüzbinlerce insan hapse girmişti, girmekte. Üstelik kokainin daha pahalı ve çoğunlukla beyazlar tarafından kullanılan toz halinin 500 gramını bulundurmak ile crack’in 1 gramını bulundurmak aynı cezaya tabi! Bu ırksal ayrımcılık opioid krizinde de kendini gösteriyor. Örneğin, 2015 ve 2016’daki opioid sebepli ölümlerin yaklaşık %80’i beyaz nüfustandı.[7] Bu istatistik ile yetkililerin krize polisiye bir meseleden ziyade bilinçlendirme, rehabilitasyon gibi yöntemlerle yaklaşıyor olmasında bir bağ var, kuşkusuz.
Opioid krizi yüzünden ilaç şirketlerinin başına, 2008 finansal krizinden sonra finansal hizmet firmalarının başına ne geldiyse kuvvetle muhtemelen o gelecek; yani pek bir şey gelmeyecek. Kimse hapse girmeyecek, ilk duyuşta kulağa devasa gelen ama şirketlerin kârlarının yanında devede kulak kalan tazminat bedelleri ödenecek ve bir sonraki krize kadar işler “normal” seyrinde devam edecek. İnsanın bir OxyContin çakası geliyor hakikaten.
[1] http://abcnews.go.com/US/prescription-painkillers-record-number-americans-pain-medication/story?id=13421828
[2] American Association of Addiction Medicine’in rakamlarına göre 5 eroin kullanıcısından 4’ü öncesinde opioid ilaçlar kullanmış: https://www.asam.org/docs/default-source/advocacy/opioid-addiction-disease-facts-figures.pdf
[4] https://www.thebalance.com/the-cost-of-war-3356924
[5] “Big Pharmaceutical”in kısaltması olan bu tabir büyük (big) eczacılık (pharmaceutical) şirketleri ya da onlar adına lobi faaliyeti yürütenler için kullanılıyor.
[6] https://inequality.org/great-divide/big-pharma-firm-brought-us-opioid-crisis/
[7] https://www.kff.org/