Sebat
Tanıl Bora

Yanılmıyorsam Sadun Aren söylemiş… Bizim solcular, demiş, –meâlen–, kavga-hadise var dense hemen koşar, ama her gün sektirmeden şu saksıya bir bakraç su dökülecek dense, iki gün sonra o iş tavsar…

Şu zamanlarda “bir hadise var!” deyince koşanın da azaldığından yakınılabilir… Lakin Aren’in meselesi bakîdir: gün be gün yapılacak ufak işlerin talibi pek azdır. (Bu halin, eninde sonunda, âcil ve fedakârane “görevler”in zaafa uğramasıyla da bir alâkası yok mu?) Evet, böyle bir sorun var (solla ilgili konuşuyoruz ama öznesini genişletebilirsiniz): âcil ve vahim sayılmayan, gösterişli olmayan, zevk-heyecan vermeyen, nitelikli de görünmeyen, istikrar ve devamlılık isteyen işlere gelememek... Sebatsızlık.

***

Trabzon-Akçaabat’ın Sebat Gençlik futbol kulübü vardı – sonra Sebatspor yaptılar. Sebat ve gençlik, bir araya edilmesi kolay değil. Hele Karadeniz’de – ama belki de, olacaksa ancak orada…

Sebat, güzel, vakur bir kelime.

***

İslâmî söylemde, Âl-i İmrân suresinin meallerinde geçer sebat: “Dininize sımsıkı sarılın ve onun üzerinde sebat edin”, “Sabredin, (düşman karşısında) sebat gösterin, cihat için hazırlıklı ve uyanık bulunun.” Kelimenin anlam katlarını açan kullanımlar. Sebat. Arapça sbt kökünden geliyor, “sabit”e çok yakın.[1] Ötüken Osmanlıca Türkçesi Sözlüğü sebat’ın anlamlarını şöyle sıralıyor: 1. Yerinden kıpırdamama, yerinde durma. 2. Sözünden ve kararından dönmeme, sözünde durma. 3. Bir işi sonuna kadar sürdürme; direşme. 

Bir Osmanlıca sözlüğün bile kullanmaktan imtina etmediği şu direşme’ye eğilelim. Ali Püsküllüoğlu’nun Öz Türkçe Sözlüğü’nde şöyle açıklanmış: Bir işe, bir isteğe yılmadan ve sonuna kadar bağlı kalma. Direşme, sebat’ın direnmeyle yakınlığını vurguluyor; sanki onun biraz daha fazlası. Zaten, aradaki yapım eki (iş/eş), gir-iş-mek, kalk-ış-mak, yat-ış-mak’taki gibi, öznenin bir durumdan başka bir duruma geçmesini anlatıyor.[2] Kelimenin sesinde de, direnmeye karılmış bir ülfet ve bir ‘bereket’ var.

***

Edip filozof Hans Blumenberg, “Sabit ve sübut” başlıklı deneme parçasında, durmanın, “fiziksel varlık için,” sözgelimi bir vazo için, “bir eylem olmadığını” hatırlatmıştı. Oysa insan, “fizyolojik açıdan girift bir işlem gerçekleştirerek,” velhasıl bir eylemde bulunarak durur. Bir zeminde durmak için, bir eylem, bir çaba lâzımdır. (Ve: “İnsanın düştüğü zemin, yalnızca durduğu zemin olabilir.”)[3] Durmayı bu uyarıyla birlikte düşünmek, sebat’ın şu pek sevilen lâfla “duruş sergileme”den farkını da işaretliyor. Sebat, eyleyerek durmaktır; üzerinde durduğu zeminle de ilişkili bir eylem.

Jakuzi grubunun vokalisti Kutay Soyocak, “bir şeylere devam edebilmek, [faaliyetini sürdürmek, yani] en büyük politik eylem,”[4] demiş ya…

***

Sebat’ın gözde refakatçisi: sabır. Kol kola anılmalarına alışığız: Sabır-ve-sebat... İslâmî söylemde, sebat, sözüne sadık kalmayı; sabır ise bu sadakatin sıkıntısına, ezasına katlanmayı anlatıyor. “Kişisel gelişim” söyleminde; sabrı pasif, sebatı aktif direniş diye ayırt ediyorlar. Sabır-sebat ilişkisi ve farkı hakkında, bir romandan, epik bir pasaj aktarayım: 

“Sabır, yapılacak her şeyin anlamsız olduğu sezgisiyle sükûnetinin bozulmasına izin vermiyordu. Sebat, hedefe doğru gitmek üzere bastırıyordu. Sabır kendini olanların akışına bırakmıştı. Sebat, silahlanmamış göze ateşkes gibi görünebilecek bir hızla yapıyordu bunu ama, ileri doğru atılıyordu. Sabır, boyun eğişin şarkısını söylüyordu. Sebat, ağır çekimdeki öfkeydi.”[5] 

***

Sebat-sabır ilişkisini, zanaatkâr meşrebince düşünmeli. Sebatla sabır en iyi, zanaatkâr emeğinde geçinirler. İşini iyi yapma arzusu, çalışmadaki gurur,[6] sabrın tahammülünü sebatkârlığın azmiyle birleştirir. Sonucunu, getirisini, ucundaki başarıyı düşünmeden, –sadece onu düşünmeden–, hırsı, öfkeyi de ağır çekime alarak, uğraşın kendisine anlam yükleyerek, ondan haz alarak uğraşmak, zahmetin sıkıntısını, tekdüzeliğin yıpratıcılığını eksiltir. Uğraşın kendisi, örnek teşkil eder, bir davete dönüşür. Sisifos’a hürmetkâr bir ruh halinden söz ediyoruz.

***

Bu ruh halini erdemleştirenler, Stoacılar değil miydi? 16/17. yüzyılın yeni-Stoacılıkla maruf filozofu Justus Lipsius’un De Constantia, yani Sebat Üzerine adını taşıyan bir eseri var.[7] Otuz yıl savaşlarının tarumar ettiği Avrupa’da, genel kötülük karşısında, temel erdem olarak koyduğu sebatkârlığı tek çare sayıyor: Sebat akılcı eyleme odaklanmaktır, irade-i cüz bilinciyle, özgür iradeyle eylemektir ona göre. 

***

Ve tabii, takıntı işidir sebat – yalan yok, psikanalizcesini söyleyelim: obsesyon. Burada sebat adına istediğimiz, kişilik bozukluğuna dönüşmemiş, Freud hazretlerinin tabiriyle “çocuksu kadir-i mutlaklık” hissiyatına gömülmemiş, kusursuzluk çabasında ve ayrıntıda boğulmayan, esnekliği ve karar verme kabiliyetini yitirmeyen, çevresiyle irtibatını koparmayan, ‘sıhhatli’ obsesyondur. Ama o kadarlık, illâ olacak.

***

Son seçimlerde Sandık Gücü gönüllüsü olarak çalışan Deniz Özgür, Express’teki söyleşisinde, seçim güvenliği organizasyonundaki hazırlıksızlıktan, ihmalkârlıktan, ‘ödevini yapmamış’ olmaktan yakınıyor. Yani, sebatsızlıktan... “Solu kimlik olarak sırtına geçirip belli ritüellerin esiri olmak” yerine “esnek ama kalıcı, tahakküme karşı ama disiplinli” yaşam alanları, “yuvalar” yaratmaktan söz ediyor. Yani, iğneyle kuyu kazmaktan.[8] Sebattan.

***

Geçen cumartesi, Cumartesi Anneleri 700. defa kaybedilmiş yakınlarını hatırlatmaya dururken, sebatın bir başka yüzünü hatırlattılar.[9] Karşılaştıkları zulmün yüzünü kapkara yapan bir sebat. Kadınlara mahsus demeyelim – ama çok defa kadınların taşıdığı, sebat kahramanlığı (link)



[1] Kelimenin bir yakın akrabası da sübut’tur: Sabit, berkarar ve payidâr olup durmak; kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık seçik, kesin olmak; hukuken, ispatlanarak sabit olmak.

 

[2] Bunu fark etmemi sağlayan Can Cankoçak’a çok teşekkür…

[3] Hans Blumenberg: Endişe Nehri Geçiyor. Çev. Cemal Ener. Metis Yayınları, İstanbul 2014, s. 90-1.

[4] Alper Bahçekapılı’nın söyleşisi, Cumhuriyet Cumartesi, 4 Ağustos 2018.

[5] Thea Dorn, Die Unglückseligen, Knaus Verlag, Münih 2016, s. 49.

[6] Richard Sennett: Zanaatkâr. Çev. Melih Pekdemir. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2009, s. 315 ve 384.

[7] http://www.lipsius-constantia.de/

[8] “Bizim büyük çaresizliğimiz” (Merve Erol’un söyleşisi), Express, sayı 165 (Temmuz-Ağustos 2018), s. 29. “Sosyal sol” bahsinde, işte bunu dert ediyordum: http://www.birikimdergisi.com/haftalik/1519/sosyal-sol-siyas%C3%AE-sol#.W30ya84zapo.
Bunu hatırlatan videoyu görmeyen varsa: https://vimeo.com/284546244