Uzunca bir süredir ama özellikle 24 Haziran sonrasında, medya ve sosyal medyada iktidar yanlısı görevli veya gönüllü kalemlerin muhalefete dönük; "geçti o günler, artık buna alışın" türünden tacizleri çok arttı. Elbette, muhalefetteki moral bozukluğu ve yenilgi hissi dolayısıyla da, etkisi büyüdü, yerleşikleşti. Muhtemelen yerel seçim için yeni bir ittifak sürümünün devrede olmasıyla, "kazandık, yine ve her zaman kazanacağız" alaycılığının dozu artacaktır. Çok sevimsiz bir hal alsa da, siyaseti müsabaka havasına soksa da, bu tavrın anlaşılabilir bir tarafı var. Bir türlü tatmin olmayan rövanşist refleksler garantili siyasi motivasyon kaynakları. İktidar olmaktan çok iktidardan etmenin, refaha ermenin değil, ötekileri canından bezdirmenin daha önemli olduğu blok siyasetinin belirleyiciliği hâlâ yüksek. Pozitif beklentiler ve yeni bir başarı hikâyesi kurmanın zorlaştığı bir zeminde bu havanın değişmesi değil, daha da sertleşmesi beklenir. Fakat asıl anlaşılmaz olan, "artık başka bir durum var" söyleminin muhalefet blokundaki yaygınlığının giderek artması.
Bu yazıya ilham veren makale daha seçim öncesinde Birikim Haftalık'ta yayımlanmıştı. Evren Balta, otoriteryan sistemin kalıcılığını tartıştığı 12 Haziran tarihli yazısında şöyle diyordu:"Bir otoriteryan sistemin kalıcılığından ancak ve ancak otoriter siyasal sistem uzun dönemli davranışsal değişimi sağladığında söz etmek mümkün. (...) Nasıl ki demokratik konsolidasyondan söz edebilmek için bütün siyasal aktörlerin ‘demokrasinin tek oyun’ olduğu noktasında uzlaşmaları ve siyasal davranışlarını bu uzlaşıya göre şekillendirmeleri gerekiyorsa, otoriteryanizm için de aynı şey söz konusu. Bir diğer deyişle otoriteryanizmi büyük bir çoğunluk ve temel siyasal aktörler, siyasal davranışlarını belirleyen ‘tek gerçek’ olarak kabul etmediği ve buna karşı güçlü bir direniş var olduğu sürece otoriteryan konsolidasyondan bahsetmek mümkün değil. (...) Velhasıl bir rejimin belirli bir yöne doğru gösterdiği kimi özellikler (yani demokrasiye ya da otoriteryanizme geçiş) o rejimin süreklilik kazandığı anlamını taşımıyor."
Bence bu değerlendirmelerin, 24 Haziran sonuçlarıyla da hiçbir cümlesini değiştirmek gerekmiyor.
24 Haziran seçim kararının alındığı, ittifakın oluştuğu ve seçim yasalarının iktidar lehine düzenlendiği süreçteki karanlık havada boykot seçeneğini de tartışmaya açan "kötümser" yaklaşımlar yaygındı. Seçimin ertesinde oluşan moral çöküntü bu yaklaşımları tazeledi. Bir durum analizinden çok, kolay haklılaştırılabilecek ruh haline teslim olanları bir kenara bırakıp, maksatlı ve enerjik "kötümserlik" üzerinde ayrıca durmak lazım. Bu cümlede "kötümserlik" için kullanılan tırnak, gerçekten farklı bir içeriği işaret etmek için. Çünkü bahse konu durum, gerçek bir kötümserlik değil, rasyonellik kılığındaki bir pozisyon konforu. Durumdan bir sonuç çıkartmak için değil, durumu durulan yere göre tarif etmek için beslenen bir duygu. Üstelik bu yaklaşım, muhalefet bloğunda yer alan veya yer alma iddiasındaki belirli bir kesimin özel davranışı da değil. Hemen her grubun ya diğer çizgileri karalamak ya da kendi pozisyonunu haklılaştırmak için başvurmakta sakınca görmediği bir yöntem. Filin kör tarafından tarifindeki durumdan farklı olarak, maksatlı ve gayet gözü açık biçimde fili istenen tarafından tutup anlatmaya başlamak.
Otoriteryanizmin tek oyun, üzerinde yürünecek tek yol haline gelmesinde, iktidarın artırdığı ve artırmaya devam edeceği baskılar ve yandaşlarının tacizlerinden çok daha etkili olan bir "kötümserlik" dolaşıyor ülkenin üzerinde. Bazen kötücül bir kaynaktan beslenen, bazen kötülüğe yakınlaşan bir "kötümserlik". Mevcut durumu, çoğunlukla geçmişe referansla, farklı ihtiyaçlara göre farklı milatlar vererek "biz söylemiştik" üst başlığıyla sunmak en yaygın olan. Bu konuşma/yazma tarzı, ağırlıklı olarak hasım, rakip veya düşman birilerine hitap ediyor. Biraz yumuşak versiyonu "nasıl yanıldınız", yaygın olanı "yanıltmaya çalıştınız" şeklinde. Konuşma veya yazı biraz ilerledikçe, durum tespitinin, üzerine tartışılan durumun pek de bir önemi kalmıyor; altı çizilmeye çalışılan şeyin, sadece "kim haklı" sorusuna cevap olduğu anlaşılıyor. Geçmişe referans veren kötümserliğin bir başka versiyonu da, mevcut durumu "asla öngörülemez" bir seviye olarak tarif ederek önceki pozisyonu savunmaya çalışmak: "Bizim göremememiz normal, bu kadar kötü olacağını kimse göremezdi."
Geçmişe referanslı "kötümserlik", haklılığı için öngörülmüş veya asla öngörülemez olduğunu söylediği durumun vahametini abartmak zorunda. Çünkü böyle kurulan haklılık, yaşanan felaketin büyüklüğüyle çok ilişkili. Geleceğe dair projeksiyonlar yaparak ilerleyen "kötümserlik" yaklaşımı da, yine büyük ölçüde yakın çevredeki birilerine konuşma derdinde. İster sınıf siyaseti penceresinden ister "tek adam rejimi" üzerinden kurulsun, ister komplo teorileriyle ister bilimsel modellerle desteklensin, "her şey daha kötü olacak" fikri, çoğu zaman bir endişenin değil de, başkalarını suçlayarak bir şey yapmama konforunun aracına dönüşüyor. Birilerinin nasıl yetersiz, nasıl yanlış pozisyonlar aldığını, bu halin nasıl bir çözümsüzlük, zayıflık yarattığını ve açık veya örtülü biçimde muktedirin nasıl güçlendiğini anlatıp, sonuna hiçbir karşılığı olmayan bir slogan eklenerek bitirilen yazı ve konuşmalar giderek artıyor. Birilerini suçlar, uyarır, kınar veya gaza getirirken kendisini tam olarak nasıl bir pozisyona yerleştirdiği asla anlaşılamayan insanların sayısı artıyor. Örneğin, yeraltına inmekten başka çare kalmamış gibi konuşanların iktidarın iznine tabi, hatta kamudaki görevlerine devam ettikleri hayretle görülebiliyor.
Mevcut durum sahiden kötümser olmayı gerektirecek kadar ağır. Gidişat, koşulların daha iyi ve umudun daha fazla olacağı bir yakın gelecek göstermiyor. Kuşkusuz bu durumun da, bu duruma gelişin de çeşitli kritik dönemeçlerdeki tercihlerle, pozisyonlarla bağı var. Kötümserliğin ilacı uyduruk bir enerjik "iyimserlik" değil elbette. Olanı anlama çabasında, yaşananlara karşılık üretmede daha geniş bir açıdan bakmak, yüzleşmelere, hesaplaşmalara yer açmak gerekli. Fakat, Evren Balta'nın yazısında da işaret edildiği gibi, yaşanılan sistemik değişikliğin kalıcılığı açısından "davranışsal değişim" üzerine de daha fazla kafa yormak gerekiyor. Enerjik "kötümserliğin", yaşananların tek ve değişmez oyun halinde kalıcılaşmasındaki rolü, sistemi kurumlaştırma çabalarından daha etkili olabiliyor. Çünkü yenilgi, yalnızlık, çaresizlik gibi kuvvetli duygular, hayatta olduğu gibi siyasette de yakın temasla daha hızlı yayılıyor. Değişmez bir durumla, alt edilemez bir güçle ve tek gerçek haline gelen koşullarla yüz yüze kalındığı düşüncesi, tanıdık olanın ağzında daha ikna edici oluyor.