“…ego ile karşılaştırılabilir bir bütünlüğün bireyde başlangıçtan itibaren var olamayacağını varsaymak zorunda olduğumuzu belirtebilirim; egonun gelişmesi gerekir. Ancak oto-erotik dürtüler başlangıçtan beri oradadır; dolayısıyla narsisizmin ortaya çıkması için oto-erotizme bir şey -yeni bir ruhsal eylem- eklenmiş olmalıdır.”[1]
Demek böylece cinsel dürtülerin birbirinden bağımsız bir biçimde ve düzensizce, ve dışarıdaki bir nesneye ihtiyaç duymadan, kendi ilgili beden parçasına müracaatla (oto-erotik olarak yani) kendilerini doyurdukları durum ile narsisizm ayrıştırılmaya çalışılıyor. Sevgi-nesnesi yerine bizzat egonun yerleştiği çocuksu narsisizmin hükmettiği dönem ile egonun oluşma/ortaya çıkma zamanının denk düşmesinden söz ediliyor. Narsisizm ile egonun eşzamanlı oluşunun yanısıra, burada bir de egonun oto-erotizme eklenen “yeni bir ruhsal eylem” (action) olarak tasarlanması var demek ki.
Egonun bedenin yüzeyi olarak, beden şemasının kuruluşunun yamacında gelişen, ortaya çıkan bir ruhsal birim/eylem olarak kavranması, çok sonra Lacan’ın “ayna evresi” diyeceği narsisistik deneyimin de habercisi değil midir: “Ego ilk ve öncelikli olarak bedensel egodur. Sadece bir yüzey oluşum (entity) değil fakat bizatihi bir yüzeyin yansımasıdır. Yani en nihayetinde ego, başta bedenin yüzeyinden kaynaklananlar olmak üzere bedensel duyumlardan türemiştir, ..zihinsel aygıtın yüzeyini temsil etmenin yanısıra…” Bu, egonun belirli bir ruhsal işlemde, organizmanın ruhsal alanın içine yansıtılması eyleminde temellenmesi demektir: Psikolojik içeriklerin sonradan ekleneceği bir beden yüzeyi, bir çerçeve olarak ego.Başlangıçta, çocuk genitallik-öncesi (pregenital) dürtülerden kaynaklanan uyarılmayı dışsal bir şey olarak deneyimler. Sözkonusu dürtüler sadece pregenital değil aynı zamanda kısmidir. Çünkü, çocuk henüz onları hiç bir biçimde düzenleyemediği gibi, bir bütün olarak kendi bedenine ait olarak da deneyimleyemez haldedir. Yalnızca annenin aynalayıcı tepkileri sayesindedir ki, çocuk kendi deneyimine katılır, “erişim sağlayabilir”. Demek o aynalama süreci aracılığıyla, ayna ile söz konusu kısmi dürtülerin bedenin kapsayıcı yüzeyi tarafından içerilmiş, sarıp sarmalanmış görünmesi sağlanır, anarşik bir biçimde doyum aramayı sürdüren kısmi dürtüler artık bir bütünlük/tümlük olarak deneyimlenen bedenin içine alınmış, beden tarafından temellük edilmiş olur.
Lacan’ın ayna-evresine (onun oluşturduğu teorik yapıda öznelliğin asli ve daimi yapılarından birisi olan imgesel düzenin bir paradigması olarak konumlandığını not edelim) ilişkin geliştirdiği kavrayışlar Freud’un ego teorisinin temel anlamını/içgörüsünü muhafaza etme ve derinleştirme derdindedir. “Ego imgesel bir işlevdir” derken kast ettiği şey, Freud’un “Narsisizm Üzerine: Bir Tanıtım” (1914) metninde büyük ölçüde zaten mevcuttur. Yeniden tekrarlayacak olursak; egonun kendi birliğine/bütünlüğüne kavuştuğu süreci hazırlayan dinamik, ötekinin sağladığı/sunduğu aynalayıcı imge/model temelinde öznenin kendi imgesini -egonun bizzat kendisi olan imgeyi- edinmesidir. Narsisizm, bu imge tarafından öznenin sevinçle büyülenmesi/yakalanması olarak belirir, boy gösterir. Egonun ilk oluşma anı temel bir narsisistik deneyime karşılık gelir: Ayna imgesiyle erotik bir kendinden geçme, büyülenme, bağlanma. İlkel egoya libidinal yatırım, kısmi ve birbirinden bağımsız dürtülerin anarşizminden ve çok-biçimli sapıklığından kalıcı bir örgütlenme ve düzen oluşturma girişimidir. Egonun kökenini yerleştireceğimiz yer demek ki, prematür doğumun başlangıçtaki düzensizlik, eşgüdümsüzlük ve kaosunun aşılması çabasıdır: “Narsisizmin ortaya çıkması için yeni bir ruhsal eylemin oto-erotizme eklenmesi gerekmektedir” çünkü.
[1] Freud, SE XIV, s. 77