Kendi tarihini yazmak, o tarihe sahip çıkmaktır. Başkalarının hikâyelerinde kaybolup gitmeye direnmektir. Doğrusunu anlatma sebatıdır. Ve tabii hatırlama çabasıdır da.
Kürt siyaseti içindeki kadınların nerelerden nereye geldiklerini, bunu nasıl yaptıklarını Gültan Kışanak değil de kim anlatacaktı? Kendisinden beklenebileceği gibi, işleri güçleştirmeyi göze almış, cezaevlerindeki yirmi bir yoldaşına haber salmış, deneyimlerini anlatmalarını istemiş. Çünkü bu uzun ve zorlu yol, onu yürüyenlerin ortak çabalarıyla, cesaret ve emekleriyle, kararlılıklarıyla katedilebilirdi; ancak böyle, birlikte anlatılabilirdi.
Gültan Kışanak Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne eşbaşkan seçildiğinde nasıl sevindiğimizi hatırlıyorum. 2014 yerel seçimlerinde. 1990’lardan başlayarak sahiden iğneyle kuyu kazar gibi yürüttükleri kadın özgürlük mücadelesinin ışıklı bir anıydı o seçim. Hak edilmiş bir zafer. Geri alınamaz bir kazanım. Sonradan olup biten her şey, belediyelere kayyum atanması, seçilmiş kadın siyasetçilerin tutuklanması, bin bir emekle kurulmuş kurumların bir çırpıda yıkılması… bu kazanımı ortadan kaldıramadı. Biz o ışıklı anı, bu kadınların nelerin içinden geçip geldiklerini, neyi kazandıklarını unutmadık.
“İlk Kürt kadın belediye meclis üyeleri, Duriye Kaya ve Emine Hacıyusufoğlu ile 12 Eylül darbesi döneminde Diyarbakır 5 No’lu Cezaevinde birlikte kalmıştım. O zaman sadece iki kadın meclis üyesi vardı. Aradan otuz yedi yıl geçti, şimdi cezaevleri kadın milletvekilleri, belediye eşbaşkanları ve belediye meclis üyeleriyle dolu.”
Ne tuhaf ve ne haklı bir saptama. Kadın mücadelesinin gelişimini cezaevlerindeki seçilmiş kadın sayısının artışıyla ölçmek.
Kürt siyasetinde kadın mücadelesi yürütmek, bir yandan devletin ağır baskısına göğüs gererken bir yandan siyasetin erkekleriyle durmadan çatışmak, müzakere etmek anlamına gelmiş. Kitabın tamamı, bize bu zorlu işin nasıl başarıldığını anlatıyor. Durmadan kapatılan partilerin, durmadan dağıtılan örgütün yeniden ve yeniden kurulması, bu yapılırken bir yandan kadın örgütlenmesinin genişleyen ve derinleşen bir biçimde kotarılması. Kadın seçim komisyonları, özerk örgütlenmede ayak direme, bütçeden pay için mücadele… Sisyphos efsanesindeki gibi: kayayı kan ter içinde taşı, yuvarlansın, yine taşı.
Ama işte, Kürt Siyasetinin Mor Rengi bize anlatıyor ki, durmadan kendini tekrar eden bir emek değil onlarınki. Gelişen, derinleşen, ilerleyen bir mücadele. Partideki erkeklerden seçmen amcalara kadar herkese dert anlatmaya çalışırken kendi aralarında tartışmışlar, sorunlara çözümler aramışlar, buldukları çözümler işlemeyince yenilerini aramışlar… Elbette kadınlardan güç alarak. Onlarla el ele vererek, onlara kulak vererek.
“O gün o toplantıya katılan kadınlardan birçoğu sevinçten ağladı. İlk kez böyle bir şey yaşadıklarını, daha önce kendilerine fikirlerini soran hiç kimse olmadığını söylediler. Oysa yaptığımız çok normaldi. Kadınların da yaşam alanı olan kentte, bir iş yapılacaksa kadınlara sormak, görüşlerini almak, o güne kadar hiçbir belediye başkanının aklına gelmemişti.”
Şu “yaptığımız çok normaldi” sözü, kitaptaki tüm anlatıların tonunu belirliyor: “Kahraman değiliz biz, yapmamız gerekeni yaptık.” Kadınları örgütlerken, belediye işlerini yepyeni bir anlayışla ele alırken, polis kapıyı kırdığında buna hakkı olmadığını sakince anlatırken, partideki erkekler kadın kotasını delmek için “istisnalar” icat ettiklerinde buna göz yummazken, “belediyeye her ay ne kadar para geliyor, nereye harcanıyor” halka hesap verirken, “bu kadar ahali bir kadının arkasında mı yürüyecek” dendiğinde öne geçerken… yapmaları gerekeni yapmışlar.
Kahramanlık payesini üstlenmeyen bu kadınlar, anlatılarında hep kişisel hayatlarından, nasıl bir aileye doğup hangi koşullarda yetiştiklerinden de bahsediyorlar. Erkek siyasetçi anlatılarında görmeye alışık olmadığımız bu tavrı da doğallıkla üstleniyorlar. Kişisel olanın politik olduğunu hatırlatır gibi. “Siyaset yapmayı ve hapse girmeyi sadece erkeklere mahsus gören bir anlayışla mücadele ediyordum” deyiveriyorlar mesela. Geçerken söylenivermiş bu sözün nasıl zorlu bir şeye işaret ettiğini sezebiliyoruz ancak.
Siyasal tarihimize eşbaşkanlık gibi müthiş bir fikri, müthiş bir tecrübeyi armağan etmiş bu kadınların emeği boşa gitmeyecek elbet.