Raymond Williams ve Marksist Eleştiri
Barış Özkul

28 Ocak Raymond Williams’ın 30. ölüm yıldönümü. Williams, Galli bir demiryolu işçisinin oğlu olarak geldiği Cambridge’te üniversite okuduğu yıllarda komünist olmuş, New Left Review’u kuranlar arasında yer almış, 1950’lerden itibaren yazdığı kitaplarla önce İngiltere’yi sonra Kıta Avrupası’nı sallamış, solda birçok kişinin ezberlerini bozmuştu. Fikirleri ve kitaplarıyla “Kültürel Çalışmalar” gibi disiplinlerin önünü açarken, Terry Eagleton gibi Marksist edebiyat teorisyenlerine hocalık etmişti.

Geniş bir kültürel alan tanımı yapıp bu alana sığdırabildiği hemen her şey üstüne yazan, son derece üretken bir yazar olduğu için Williams’ın teorik katkılarını tek bir kalemde toplamak güç. Kitaplarına koyduğu adlar da ilgilendiği meselelerin kapsamını yansıtacak kadar “iddialı”dır: Kültür ve Toplum, Taşra ve Kent, Modern Trajedi, Marksizm ve Edebiyat. Üstelik kültür ve toplumun bugününe en az üç yüz yıl katederek ulaşır. İngiliz toplumunun 20. yüzyıldaki halini anlaşılır kılmak için Pope ve Dryden’la yola koyulur. Modern trajediyi anlamak için Antik Yunan’dan Rönesans’a, Neo-Klasik’ten Hegel’e uzanır. 

Williams öncelikle bir edebiyat teorisyenidir (uzmanlığı İngiliz edebiyatı) ve Marksizm dâhil birçok alandaki tespitleri aslında edebiyat ve kültür teorisi içinde ulaştığı yargıların sağlamasıdır. Onun kültür ve edebiyat alanındaki yargılarını anlaşılır kılabilmek için 20. yüzyılın birkaç popüler kavramı ve tartışmasına dönelim.

***

“Amaçlı “yanılgı” (intentional fallacy), Yeni Eleştiri akımının üzerinde ısrarla durduğu bir sorunlu okuma tarzı olarak edebiyat yapıtını değerlendirirken yapıtın kendisine odaklanmak yerine yazarın amacının metinde gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırma yanılgısıdır. Bir edebiyat yapıtını yazara veya yapıta atfedilen teleolojik beklentiler ışığında okumak metnin varsayımsal niyetleri her an yanlışlayabilecek ögelerini göz ardı etmekle sonuçlanabilir. Dolayısıyla bu, okuma ufkunu genişletmek yerine daraltan, kısıtlayıcı bir yaklaşımdır. 

Ne var ki edebiyat metnini her türlü öznel-nesnel dış etkiden bağımsız, özerk bir varlık olarak mutlaklaştırmak, onu tarihsel ve ilişkisel bağlamından tümüyle soyutlamak da bir o kadar sorunludur. Romantik çağın kadir-i mutlak, her etkiden münezzeh “yaratıcı yazar” nosyonu 20. yüzyılda Yeni Eleştiri’nin metne tarihdışı bir kudsiyet atfeden mekanik yaklaşımına sirayet etmiştir. 

Tarihselci yaklaşım 20. yüzyılın ikinci yarısında yukarıda sözü edilen iki yaklaşımın kısıtlılıklarını aşıp edebiyat yapıtını tarihdışı-tarihüstü bir kavrayışın nesnesi olmaktan çıkartmak üzere, metni karmaşık bir sosyo-kültürel bütünlük tarafından belirlenen (ve bu bütünlüğü belirleyen) yapısal koşullar içinde kendi potansiyel anlamları ve göreli özerkliğini üreten, aktif bir tarihsel aktör olarak düşünmeyi önermiştir. Metinsellik nosyonu tıpkı birey ve toplum gibi edebiyat yapıtının da her tarihsel devrin ayırıcı özelliği olan ideolojik formasyon tarafından belirlendiği varsayımı etrafında yeniden tanımlanmıştır.

Bu yaklaşım bağlamında hem Romantik çağın kutsal-yaratıcı sanatçı nosyonundan hem de Anglo-Sakson edebiyat eleştirisine 1940’lardan itibaren egemen olan Leavisçi paradigmadan (Yeni Eleştiri) uzaklaşan Raymond Williams’ın tarihselci yaklaşımı okuma eylemine bir perspektif çoğulluğu ve derinlik katmıştır.

Williams’ın edebiyata yaklaşımı demokratik bir öncüle dayanır. Sosyo-kültürel alanı edebi-kültürel metinlerle tarihsel süreçler arasındaki ilişkilerden oluşan karmaşık bir bütün (konstellasyon) olarak kavramsallaştıran Williams bu bütünün ögeleri arasında bir hiyerarşi kurmaz; bunlar hem görece özerk hem de birbirine bağımlı ögelerdir, aralarındaki ilişki yataydır. Williams, holistik bir kültür tasavvuruna yaslanır: Kültür, insan ilişkileri ve “hissiyat yapıları”ndan meydana gelen toplumsal ağlarca belirlenen (ve bu ağları belirleyen) bütün bir yaşam tarzı ve toplumsal pratiktir. Sanat ve edebiyat bu karşılıklı belirlenim çerçevesinde kültürel teamüllerle kurumları yaratan ve üretilen anlamları aktif kılan genel sürecin parçasıdır. 

Williams bu öncülden hareketle edebiyat, sanat, politika ve gündelik hayat arasındaki sınırları ortadan kaldıran ilişkisel bir kültür fikrine ulaşmış ve bu fikrin hakkını veren araştırmalar yapmıştır. Somut bir örnek olarak Viktorya çağı romanlarına bakarken; geleneksel ideolojik örüntülerin romanlarda nasıl dolaşıma sokulduğunu inceledikten sonra birden fazla romanda ortaya çıkan organik-toplumsal birlik tasavvuruna işaret ederek “endüstriyel-roman” diye bir kategori üretmiştir.   

***

Raymond Williams sonuçta bir Marksist’ti ve hemen bütün araştırmalarında “praksis”, “şeyleşme”, “tarihsel bilinç”, “yabancılaşma” gibi Marksist formülasyonlara sıklıkla başvurmuştu. Ama Marksist olduğu için kaba saba, indirgemeci “sınıf analizleri” yapmamış; tersine insan deneyimini merkeze alan, ampirizmi bir üslup ve söylem analizi olarak işe koşan son derece incelikli bir okuma yöntemi ortaya koymuştur. Yazarlardan sanat ve edebiyat alanı dışında üretilmiş bir toplumsal kalkınma teorisini eserlerinde “diyalektiğin” ve toplumsal gelişimin gerekleri uyarınca geliştirmelerini bekleyen araçsalcı Marksizm’in yerine edebiyatın toplumsal dönüşümü insan deneyimi dolayımıyla -bireysel kırınıma uğratarak- nasıl kaydettiğini sanat ve edebiyatın kendi kuralları içinde kavramayı denemiştir. Bunun bir Marksist olarak edebiyata bakarken oldukça önemli bir fark ve sınır çizgisi olduğu kanısındayım.