Cuma günü 51 yaşında vefat eden arkadaşım Mehmet Ördekçi, son on yılda bir internet “fenomen”i haline gelmişti. Bunu vefatının ardından yazılanlardan da anlamak mümkün: “Hiç yüz yüze tanışmadık ama Facebook postlarını ilgiyle takip ederdim,” “Ekşi Sözlük’te hep tartışırdık ama kendisini severdim” vs.
Tanıştığımızda Mehmet’in on yıllık mahpusluğu biteli üç-dört yıl olmuştu; ufak tefek editoryal işlerle yeni bir hayat kurmaya çalışıyordu – Taksim’de bir ev tutmuştu. O yıllarda “solcular”ın popüler mekânı olan Hazzopoulo Pasajı’nda vakit geçirirdik (Ahmet Vehbi Şafak ve başkalarıyla). Başka bir gün Bostancı’da uzun uzun oturduğumuzu hatırlıyorum. Mehmet o yıllarda çok fazla cezaevi anısı anlatmazdı. Güncel siyasetle, dünya ahvaliyle yakından ilgiliydi. Cezaevinde ona işkence yapan adamların yargılanma ihtimali onu umutlandırmıştı. Yalnız umudu değil epey enerjik bir dimağı da vardı. Kafası zehir gibi çalışırdı; kimin ne dediğine, solcuların ya da sağcıların kutsallarının ne olduğuna bakmadan söyleyeceklerini dosdoğru söylerdi. Seveni kadar sevmeyeni de çoktu.
2010’lardan başlayarak kronik hastalıkları gitgide depreşti ve ölümüne kadar evden nadiren çıkabildi; internetle ilişkisi ondan sonra yoğunlaştı; kendi yazacaklarını yazmasına engel olacak kadar fazla vakit ayırdı bazen internete. Yeni zamanların ruhuna pek uymayan bir “internet personası” vardı. Anonim mahlaslar arkasına saklanmadan kendi adıyla yazıp çizer ve bazen karşı tarafta infial yaratacak kadar sertleşirdi – malum Yetmez Ama Evet tartışması sırasında aldığı tavır ve yazdıkları siyaseten doğru olmakla birlikte girdiği kavgalar ve üslubu oldukça sorunludur.
Mehmet’in “haklı ama öfkeli tutumu” Türkiye siyasetini yakından ilgilendiren başka olaylarda da gözlemlenir: Ölümünden sonra onu solun ezberlerini, dogmatizmini eleştirdiği için kucaklayan pragmatik-muhafazakârların Gezi olaylarını darbe olarak değerlendirdikleri sırada Mehmet, Gezi’yi açıktan destekledi; Davutoğlu entelicansiyası HDP’yi terör örgütü destekçiliğiyle itham ederken Mehmet, HDP’nin Türkiye’nin demokratikleşmesi için önemli bir potansiyele sahip olduğunu yazdı.
Kendi ilkeleri ve değerleri olan bağımsız bir aydın olduğu için siyaseti bir kehanet veya meteoroloji tahmini olarak görmezdi. Başkalarının beklentilerinden önce kendi ilkelerine sadık kalmaya çalışırdı.
Öfkesinin kişisel nedeni uzun süren cezaevi hayatıydı. On yıl cezaevinde kalmak başlı başına zor bir deneyim iken bunun üstüne kolay kolay unutamayacağı bireysel acılar eklenmişti: Kardeşi Murat Ördekçi’nin Hayata Dönüş operasyonunda katledilmesi ve içerideyken karısından ayrılması Mehmet’i derinden etkilemişti.
Cezaevinden çıkınca örgüt ve hapishane rantı yemek yerine solla, Marksizm’le, kendi bildikleriyle hesaplaşmaya girişti – yine ancak bağımsız bir aydının girişebileceği türden cesur ve dürüst bir hesaplaşmaydı bu. Bir aşamada Marksist olmaktan da vazgeçti ve bu vazgeçişin nedenlerini uzun uzadıya açıklamaya, temellendirmeye çalıştı.
Her şeyden önce kendine karşı dürüst birisiydi Mehmet. Devrimci olmaya karar verdiğinde onu sonradan AKP’li olmakla, sola ihanet etmekle itham edenlerin asla göze alamayacakları hayatı yaşamış, tehlikeleri göğüslemişti; devrimci olmaktan çıktığında da sözüne güvenilir, dürüst, demokrat birisi olarak hayatına devam etti.
Benim tanıdığım Mehmet yaşadığı acıları, çektiği zorlukları başkalarının konuşmasından hoşlanmazdı. Böyle konularda sıkılgan ve çok gururluydu. Kolay kolay yardım kabul etmezdi. Öyle “erken veda etti” gibi patetik laflardan hoşlanmazdı. Yine de kendisiyle helalleşmeyi çok isterdim.