Güney Koreli yönetmen Bong-Joon Ho’nun Parazit’i gösterime girdikten kısa süre sonra epey ilgi topladı ve hazin sonla biten bir sınıf atlama serüveni etrafında ezeli bir soruyu tekrar sordurttu: Fakirlik şiddeti, öldürmeyi meşrulaştırır mı?
Soruyu bu genellik düzeyinde sorunca yuvarlak bir yanıttan fazlasını vermek zor; felsefe ve hukuk gibi formel disiplinlerden farklı olarak sanat, vakaları genellemek yerine tekillikleri, özgül farkları, bireysel deneyimleri odağına aldığından, filmin öyküsünden yola çıkıp soruları çoğaltmayı deneyelim: Hangi şiddet, ne saikle, nasıl bir karşılaşma vesilesiyle?
Seul’deki bir gettoda güç bela geçinen, hiçbir işte dikiş tutturamayan Kim ailesinin oğlu Ki-Woo, şehrin müreffeh ve Batılılaşmış muhitinde yerleşik Park ailesinin evine özel ders vermek üzere girdikten sonra türlü yalanlarla kızkardeşini ailenin travma terapisti, babasını özel şoförü, annesini ise evin hizmetçisi yapıyor. Böylelikle alt sınıf Kim ailesi kendini üst sınıf Park ailesine manipülasyon ve yalan yoluyla kabul ettiriyor. Filmin ana ekseni bu yer değiştirmenin -sakilliği anlaşılmadan- ne kadar devam edebileceği üzerine kurulu.
Yalan ve manipülasyonun sınıfsal bir amaca hizmet ettiği sürece meşru kabul edilebileceğini savunagelen bir sol ortodoksi var (sol fikriyatta ta “Onların Ahlakı Bizim Ahlakımız” risalesinden beri varolan köklü bir araçsalcılık). Bunun ne kadar çürük çarık bir ahlak anlayışı olduğuna (“kapitalistlere kazık atabiliyorsan ne âlâ”) burada girmeyelim; çünkü Parazit’te yalan ve manipülasyonun sınıfsal yönü her zaman dikey değil: Kim ailesinin ilk işi evin eski hizmetçisinin ayağını kaydırıp evden kovulmasını sağlamak oluyor. Konu sınıf atlamaksa, işçi sınıfı ya da prekarya arasında bir dayanışma bilinci yok. Tersine, birbirinin üstüne basıp yükselmekten beis görmeyen bir yırtıcılık var.
Parazit’teki ilk açık şiddet sarmalını evin eski hizmetçisinin -alacaklılarından kaçmak üzere kilerde saklanan- kocası ile Kim ailesi arasındaki itişme tetikliyor. Kim ailesi düşkünlüğü itibarıyla onlardan beter bir konumda olan adamın kollarını ve ağzını bağlarken, karısının da kilerde beyin kanaması geçirip ölmesine yol açıyor. Eski hizmetçinin kocası da ilk fırsatta Kim ailesinin oğlunun kafasına koca bir taş indiriyor. Bu yatay sınıfsal şiddet filmin merkezî bir ögesi: Kim ailesi hizmet verdikleri üst sınıf ailenin evi kendilerine kaldığında salonda topluca içki içip kendi aralarında kavga ediyorlar. Tamamen içgüdüsel, dar menfaatlere (yeme-içme gibi) odaklı bu kavgacılık çıplak bir aczin dışavurumu.
İçgüdüler, duyular ve öfkeler Parazit’te sınıfları ayıran içkin özellikler: Zengin Park ailesi alt sınıfların kokusundan alabildiğine rahatsız. Evin küçük oğlu; hizmetçi, şoför, travma terapisti ve öğretmenin (bir bütün olarak Kim ailesinin) benzer koktuklarını fark ediyor; baba Park, şoförünün kokusundan ikrah etme derecesinde rahatsız.
Koku filmde adeta özsel bir gösterge. Kim ailesinin üst sınıflara öykünmesinin önünde engel oluşturan bu duyusal zaaf dikey bir tepkisel şiddeti tetikliyor. Filmin final sahnesinde zengin baba Park’ın onca hengâme içinde yerde cansız yatan adamın kokusundan rahatsızlık duyması yoksul baba Kim’in bir intikam cinayeti işlemesine zemin hazırlıyor. Bu sınıfsal intikama varmadan; baba Kim’in trafikte öfkelenip ansızın küfretmesi, anne Kim’in kapıyı çalmadan odalara girmesi, kız Kim’in içki içince abuk sabuk konuşması gibi ani içgüdüsel taşmalar Kim ailesinin sınıf atlama arzusunun aşılması imkânsız özsel-duyusal sınırlarla çevrili olduğunu anlatan sahneler.
Parazit’in suni cennetinden görünen muhafazakâr sınıfsal manzara bu. Bong-Joon Ho bu manzarayı içine sindiremediğinden, Haneke keskinliğinde bir alternatif evren yaratıp Kim ailesine ve bu arada evden kovulan hizmetçinin kocasına cinayetler işletiyor. Bu şiddet sarmalının sınıfsallığı içgüdüselliğiyle sınırlı olduğu için “fakirlik şiddeti meşrulaştırır” tarzı bir basite indirgemeyle meşrulaştırılması pek mümkün değil. “İşçi sınıfı ve prekarya yükselmek için her yola başvursa da siyaseten ve ahlaken yapayalnız olduğu bir dünyada kendi sınıfsal, özsel sınırlarıyla uzlaşmak zorunda” mesajını keskin renklerle aktaran Parazit çıkışsız bir şiddet ritüeliyle, bir açmazla taçlanıyor.
***
Benzer bir çıkışsız şiddet ritüeli Parazit’ten birkaç hafta önce gösterime giren Joker filminde bu kez Bong-Joon Ho’nunki kadar keskin olmayan bir öyküyle sunulurken, başarısız komedyen Joker’in işlediği cinayetler Amerika’daki eğlence endüstrisinin sahteliği ve acımasızlığıyla meşrulaştırılıyor (ve tabii kurguda kolaycılığın bir gereği olarak aile dramı makyajıyla).
Bildiğimiz dünya imgelerin çıplaklığını, üslubun dolaysızlığını, kör şiddetin cazibesini davet eden bir geçiş sürecinde ve bu geçiş sürecinin siyasî figürleri (Trump, Modi, Bolsonaro, Erdoğan) kitleler nezdinde samimiyet olarak algılanan bir keskinlikle konuşmaktan, rakiplerine sözel şiddet uygulamaktan zevk alıyorlar. Örneğin Trump birkaç hafta önce “Bağdadi’nin köpekler gibi ölmesinden” duyduğu memnuniyeti iletiyordu. Ağzına geleni söylemeyi marifet sayan bu doğrudanlık; açıklık (dürüstlük), müstehcenlik ve saldırganlık arasındaki sınırı ikinci kümeye doğru bükerken dolaysız şiddete tanıklık etmenin heyecanı bir gerçekçilik/ “harbilik” yanılsaması yaratıyor.
Hem Parazit’e hem de Joker’e sirayet eden kör ve yalın şiddete dayalı bu yanılsamanın alt sınıfların dünyasındaki karşılığı “böyle gelmiş böyle gider” hissi uyandıran, kendi içine kapalı bir anlam evreni. Parazit’in sonunda baba Kim’in Park ailesinden başka bir zengin aileye intikal eden aynı evde, aynı kilerde, aynı umutlarla saklandığı görülüyor.