’90’ların başından itibaren önemli bir siyasî güç olarak yeniden ağırlık kazanmaya başlayan MHP ve Ülkücü Hareket’in, “Türkeş sonrası” ne olacağı hep tartışıldı. Alparslan Türkeş’in yaşının ilerlemiş olması ve sağlığı hakkında sık sık çıkan dedikodular kadar, onun sağlığında açık bir liderlik mücadelesine girişilememesi de, “sonrası” tartışmalarına zemin oluşturdu.
80’lerin sonundan itibaren Muhsin Yazıcıoğlu’nun ismi etrafında oluşturulan, “sonra”nın liderliği meselesi, bu ekibin ayrılmasından sonra yerini “veliahtlık” tartışmalarına bıraktı. Tuğrul Türkeş’in partide giderek daha etkili rol alması, Alparslan Türkeş’in ölümünden çok kısa bir süre önce Ramiz Ongun’u “göreve çağırması”, bazı önemli işaretler olarak not edilmişti. Ve sonunda Türkeş, otuz yılı parti liderliği olmak üzere yaklaşık yarım asır süren politik serüvenini noktaladı. “Yaratıcısı benim” dediği Ülkücü Hareketi ve lideri olduğu MHP’yi kişisel tarihine mahkûm kılacak zor bir denklem bırakarak öldü.
Türkeş’in ölümünün ardından verilmeye çalışılan “acısıyla tek yumruk olmuş hareket” görüntüsü çok çabuk dağıldı. Daha “kırkı çıkmadan” (her anlamda) miras kavgaları, liderlik mücadeleleri meydana çıktı. Alparslan Türkeş’in mal terekesi henüz paylaşılamadı,[1] siyasî mirası için ise durum daha da karışık. Türkeş’in siyasî mirası içinde “isim hakkı” ve “marka” olarak en değerli parçayı oluşturan MHP, “hukuki mirasçılar”a kalmadı.
YENİ OLMAYAN YENİLİK
Birikim sayfalarında çoğu Tanıl Bora ve Kemal Can imzalı birçok yazıda da sık sık ifade edildiği gibi, MHP hiçbir zaman homojen bir yapı olmadı. Yaygın kanaatin aksine, sıkı bir hiyerarşi ile hizaya getirilmiş tek tip insanlardan oluşan ve blok olarak davranan bir siyasî ekip de olmadı. MHP içinde kanatlar, ekipler, iktidar mücadeleleri ve iç çatışmalar her zaman mevcuttu. Kimi zaman açık vuruşmalara varan bu mücadelelerin “dışarıdan” fark edilmemesinin nedeni, “liderlik yarışı” gibi son derece önemli bir ayağının eksikliğiydi. MHP içindeki gruplardan hiçbiri Türkeş’in liderliğini açıktan sorgulayan ve “yeni lider” öneren bir çıkış yap(a)madı.
Türkeş’in ölümünden sonra, yıllardır zaten sürmekte olan iktidar mücadeleleri “liderlik yarışı”nı da içerecek biçimde yeniden alevlendi. MHP ve bu partiyi “dışarıdan” izleyenler için “yeni” olmayan yenilik de buydu zaten.
MHP, bir lider partisi. Bu cümlede ifade olunan “lider partisi” tanımlaması, son yıllarda pek sık gündeme getirilen “partilerde lider sultası” meselesinden epey farklı bir şey. Burada söz konusu olan, partinin varlığının bizatihi nedeni ve taşıyıcı iskeleti olan bir lider. Bu nedenle, MHP’nin sloganlaşan “lider-teşkilât-doktrin” üçlemesi yükü eşit dağıtan bir sacayağını ifade etmiyor. Lider, “taşıyıcı omurga” demek. Hareketin 30 yılda oluşan geleneğini, çeyrek asırlık teşkilât yapısını ve daha da önemlisi bütün “dış” ilişkilerini biçimleyen de bu omurga. Son derece karmaşık dengeleri, birbirine taban tabana zıt dinamikleri ve son derece keskin çatışmaları “açık etmeksizin” birarada tutan da “lider”.
“Türkeş sonrası MHP”yi bekleyen en önemli yenilik de yeni bir omurga yaratma meselesi. Bu omurganın yine “liderlik” olması pek kolay görünmüyor.[2] O zaman geriye “teşkilât ve doktrin” kalıyor.
GELENEK YENİDEN GÖREVE
Türkeş’in ölümünden sonra ortaya çıkan iktidar mücadelesinin gerisinde, MHP’nin bundan sonraki “taşıyıcı omurgası”nın mahiyeti vardı. Tuğrul Türkeş, soyadına ve hukuki mirasçılığına dayanarak, yine “lider omurgalı” bir çözümün adayı olarak ortaya çıktı. Parti dışından onu destekleyenler de,[3] isme ve “kişisel tercihlerine” vurgu yapmakta bir sakınca görmediler. Ayrıca, Alparslan Türkeş’in son dönemde partiye bir anlamda dayattığı “yeni çizgi”nin devamcısı olarak da Tuğrul Türkeş lanse edildi. Genel kamuoyu ve medya desteğine dönük bir strateji içeren bu yaklaşım daha ilk kongrede geri tepti. Devlet Bahçeli’nin genel başkan seçilmesiyle “lider”in önemini ve Türkeş ismini silikleştiren bir gelişme yaşandı ve buna karşılık “yeni taşıyıcı omurga” olarak “gelenek” geri çağırılmış oldu. Peki çağırılan hangi gelenek? ’70’li yılların ikinci yarısında oluşmaya başlayan kitleselleşme süreciyle başlamıştı. Orta-Doğu Anadolu taşrasında kök bulan bu gelenek, hızlı toplumsal-iktisadî değişimle çeşitli düzeylerde çelişkisi olan alt-orta sınıfların tepkiselliğini anti-komünizm ekseninde politikleştiriyordu. Hâlâ parti içinde güçlü olduğu anlaşılan bu gelenek; ’60’lı yıllara damgasını vuran seçkinci ve “komitacı” çizgi ile ’90’lı yıllarda yükselen pragmatik ve merkezci tavırdan bir hayli farklı. işte, Türkeş’in ölümünden sonra geri çağırılan gelenek, bu.
Bu sonuç, aynı zamanda MHP içinde artık “taşıyıcı omurga”nın “lider” değil, geleneksel söylem olacağı biçimindeki bir seçimi de ifade ediyor.[4] “Öz MHP” yaklaşımını yenileyen ve ideolojik bir omurgayı öneren eğilim ilk raundu almış gibi.
GÖRÜNEN KÖY
’90’lar boyunca kabaran milliyetçilik dalgasından nemalanarak büyüyen[5] MHP, Aralık 1995 seçimleri arefesinde ve sonrasında çok ciddi stratejik ve örgütsel sorunlarla karşı karşıya kaldı. Bizzat Türkeş’in otoritesini bile sarsacak seviyeye çıkan bu sorunların odağında da, “partinin sahibi kim” tartışmaları vardı. Çoğu zaman başka suçlular bulunmuş olsa da, bizzat Türkeş tarafından yürürlüğe konulan, dava partisi yapısından kitle partisi yapısına geçiş süreci de aslında “geleneğin” tasfiyesinden başka bir şey değildi.
Bu tasfiye sürecinin birinci aşaması BBP’nin ayrılması ile sonuçlanmıştı, ikinci aşaması ise Türkeş’in ömrü yetmediği için tamamlanamadı. Bu tasfiye sürecinin, MHP’nin yapı taşlarını oluşturan “lider-teşkilât-doktrin” üçlemesi üzerindeki işleyişi de yarım kalmış oldu. “Lider” bizzat bu operasyonun yürütücüsü olduğu için zaten “tamam”dı.[6] ’90’lar boyunca “doktrin” meselesi de içi iyice boşaltılıp bulanıklaştırılarak halledildi. Geriye kalan “teşkilât” meselesi ise henüz çözülememişti. Aralık 1995 seçimleri öncesi ve sonrasında yaşanan ciddi örgüt sorunlarına bizzat el koyan Türkeş, yakın çalışma arkadaşlarından birkaçını feda etmesine rağmen, karizmasını ortaya koyarak bir operasyon başlattı, ama tamamlayamadı.
Türkeş’in başlattığı operasyon doğrultusunda “yenilenemeyen” teşkilât, kongre sonuçlarına da damgasını vurdu.[7] Türkeş’in ölümünün ardından, “partinin sahibi” tartışmaları yeniden alevlenmişti. Bu süreçte çoğu etkisizleş(tiril)miş veya “vazgeçmiş” muhalifler geri geldi ve aslında has “gelenekten” olmayan bir isim etrafında birleştiler: Devlet Bahçeli.
Aralık 1995 seçimlerindeki milletvekili listelerinin belirlenmesinde teşkilâtın tepkisini alan isimlerin Tuğrul Türkeş’in yakın çevresinde görünmesi de, teşkilâtın rövanşist reflekslerini harekete geçirdi.
Şimdi, kazananlar da kaybedenler de parti içi demokrasiden bahsediyor, ama yapısı gereği MHP’de teşkilât tabanının etkinlik kazanması kolay değil.
KİMLER YARIŞTI
Herkesin şansını denediği ve zemin yokladığı olaylı Mayıs kongresi ardından, “partinin sahibi kim” tartışmalarında iddia sahibi üç ana kanat olduğu açıklık kazandı. Birincisi, yukarıda anlatmaya çalıştığımız ve kökleri ’70’li yıllarda atılmış olan “gelenek” ittifakının Devlet Bahçeli ismi etrafında oluşturduğu blok; ikincisi Tuğrul Türkeş’in etrafında yer alan ve ’90’ların “yeni çizgi”sinin[8] taraftarları, üçüncüsü de ’60’ların sonu ve ’70’lerin başında hâkim olan kuşağın ve Aydınlar Ocağı ve Türk Ocakları gibi odaklardaki eski ağabeylerin desteğini arkalayan Ramiz Ongun ekibi.[9] MHP’yi Türkeş sonrasında taşıyacak ana kadronun bu ekiplerden hangisinin kontrolünde olacağı, MHP’nin geleceği açısından hayatî bir önem taşıyordu.
Bu tablodan da anlaşılacağı üzere, Türkeş öldükten sonra yaşanan üç kongre, MHP’nin birbirinden farklı üç tarihsel döneminin eğilimlerinin mücadelesi biçiminde geçti.
Yukarıdaki paragrafta en kaba boya fırçasıyla çizilen bu eğilimler ve ekipler, elbette bu kadar homojen birliktelikler değil. Her ekibin içinde, o ekibin aslî karakterinden hayli uzakta, ama çeşitli kişisel veya siyasî mülahazalarla orada yeralmış insanlardan bahsetmek mümkün. Bu ekiplerin yaslandıkları taban ve destek aldıkları kadrolar ile referanslarını derledikleri tarihsel kesitin baskın karakteri onların asli rengini gösteriyor. En azından, “başka” etkilere bağlı olmaksızın doğan destek veya tepkilerin kaynağını işaret ediyor.
Fakat, yine aynı ekipler, parti dışı destekleri ve daha da önemlisi “derin devlet” hizipleriyle ilişkileri açısından da farklılaşıyor. Dolayısıyla, kongrede ortaya çıkan tablonun, delegelerin siyasal iradesini aşan yönleri bulunduğunu da kabul etmek gerekir.[10]
Gerek Devlet Bahçeli ile birlikte kazanan grup, gerekse Tuğrul Türkeş ile birlikte kaybeden grup, kendi içinde de muhtelif ekipleri barındırıyor. Dolayısıyla, son derece kaygan bir zeminde politika yapılan MHP’de, ilginç saf değiştirmeler görülmesi hiç de şaşırtıcı olmaz.[11]
Genel Başkanlığa Devlet Bahçeli’yi seçen MHP Kurultayı, “geleneği” göreve çağırıp “Öz MHP”ye dönüş isteğini ifade etmiş oldu. Ama, bu o kadar kolay değil. Her şeyden önce böyle bir “öze dönüş” için yeterli “öz kadro” mevcut değil. Zaten, seçim sonrasında oluşturulan Başkanlık Divanı da, kendi içinde çok uyumlu bir yapı arzetmiyor. Sorun çıkartma potansiyeli hayli yüksek olan bu divan ve kılı kırk yaran temkinliği ile çok zor adım atan Bahçeli ortaklığını zor bir dönem bekliyor.
İdeolojik bulanıklığın kaldırılması, doktrinin yeniden tahkim edilmesi ve geleneksel söylemin yeniden dolaşıma sokulması gibi ciddi “fikri” meselelere ek olarak, teşkilatın “öz kadrolar” eline geçmesi veya bir başka deyişle Türkeş ekibinin tasfiyesi de yeni dönemin acil (acil olduğu kadar da son derece zor) işleri arasında.
MHP’nin yeniden “Ülkücülerin öz partisi” haline getirilmesi, hemen ilk bakışta bir küçülme ve içeri dönme yaklaşımını çağırır gibi görünüyor. Üstelik, geleneksel tabanı harekete geçirerek çok elverişli bir konjonktürün varlığından da bahsetmek mümkün değil. Siyasî arenadaki hatların yapay eksenlerde çizilmiş olması, bu alandaki manevra imkânlarını da sınırlıyor.
Önce, Genelkurmay bilgi notu, ardından MGK Siyaset Belgesi gibi metinlerde[12] ifade olunan ve “devletin artık MHP’ye başka türlü baktığı”nı imâ eden bilgiler de MHP’nin yeni dönemi üzerinde Demokles’in Kılıcı edasıyla sallanıyor.
Bütün bu karışık denklemin içinden, “başarı” şansı yüksek bir çözüm cümlesi üretmek kolay değil. Genel başkan seçilmiş olmasına rağmen “liderliği”ni henüz tescil ettirememiş ve partide kontrolü tam sağlayamamış Bahçeli’nin kişisel açmazları da cabası.
Tuğrul Türkeş, girdiği liderlik mücadelesinden iki yenilgi alarak çıktı. Şimdi, parti içinde kader birliği yaptığı insanlar ve parti dışından kendisine destek verenlerin moral yükünü de kaldırmak zorunda. Çünkü, Tuğrul Türkeş’i destekleyen ekibin ortak bir düşünce ekseni bulunduğunu söylemek son derece güç. Birbirinden çok farklı saiklerle hareket eden ve bu yüzden de “iktidar” gibi çok somut bir hedef olmadıkça birarada tutulmaları çok zor olan bir zeminin üzerinde duruyor Türkeş. Bir tarafta “hemen ayrılalım”cılar, diğer tarafta “bekleyelim”ciler. Aynı gün içinde, aynı ekipten hem “birlik” açıklamaları, hem de “zehir zemberek” deklarasyonlar. Bütün bunların gerisinde de, hâlâ boyunlarında asılı duran şaşkınlık. Kazanmaya şartlanmış ekibin, “olmadı şimdi muhalefete bakalım” biçiminde hızlı bir dönüş yapması kolay olmuyor. Böyle bir durumun, en geçerli ara formülü de hemen imdada yetişiyor. “Yeni yönetime biraz zaman tanıyalım, bakalım ne yapacaklar. Durumu sonra değerlendiririz.”
Ramiz Ongun da, bu ara formülü benimseyenlerden. Ongun ekibinin MYK içindeki isimleri ise başkanlık divanı seçimlerinde olduğu gibi küçük operasyonlara şimdiden başlamış durumda. Muhalefetin açık bir strateji ortaya koymamasının asıl nedeni ise hâlâ muğlaklığını koruyan siyasî konjonktür. Seçim gibi bir olasılığın iyice belirginleşmesi, muhalif ekiplerin stratejilerini doğrudan etkileyecek.
Bahçeli’nin başarısız olarak genel başkanlığından uzaklaşacağı bir MHP’nin ne kadar cazip bir lokma olacağı da ayrı bir tartışma konusu. Eğer, başarılı olursa minderi yeniden ortaya atmak ise hemen hemen imkânsız.
SONA DOĞRU
Hangi cepheden bakılırsa bakılsın MHP artık Türkeş’in MHP’si değil ve olmayacak. Küçülerek kendi içine dönse de, yeniden kurulacak minderlere Türkeş adını geri getirse de, ittifaklar kurup Meclis’e girse de,[13] kendi gücünü deneyip dışarıda kalsa da artık “gerileme sürecine” girmiş durumda. Ama, gerilemekte ve çözülmekte olan siyasî yapılar, gevşek siyasî zeminlerin en iştah açıcı lokmaları oluyor. Dolayısıyla, eski bir MHP’linin söylediği gibi, “MHP, en iyi para eden siyasî enkaz”.
Kimsenin, hattâ kendi ekibinin bile[14] büyük bir başarı beklemediği Devlet Bahçeli’nin büyük bir sürpriz yaparak partiyi atağa kaldırması[15] dışındaki muhtemel bütün gelişmeler, MHP’nin giderek erimesi sonucunu doğurmaya aday. Zaten bütün hesaplar da, ilk seçimdeki dönemeci avantajlı alabilmek üzerine yapılıyor. Son günlerde dolaşıma sokulan “merkez sağ için yeni oluşum” söylentilerinin satır aralarına MHP çevresindeki isimler yerleştiriliyor.
MHP’nin bir “marka” olarak sürüp sürmeyeceği veya sürecekse nasıl bir yapıda devamına izin verileceği, sadece siyaset dünyasının rasyonelleriyle açıklanamaz. Bu noktada “derin devlet”in operasyonel beklentilerini ve MHP’yi taşıyan toplumsal tabanın kararlılığını da hesaba katmak gerek.
MHP’de siyasî ifadesini bulan toplumsal taban yeni bir maceraya[16] akmadıkça MHP var olmaya devam edecek, ama giderek marjinalleşecek. “Devlet partisi”nin çeşitli kanatlarının MHP’nin geleceğine ilişkin farklı senaryolar ürettiği de kuvvetli dedikodular arasında.
Bütün bu etkenler ve her bir etkenin kendi iç dinamikleri MHP’yi farklı rüzgârlara açık bırakıyor. Bundan sonraki MHP (ve MHP’den zuhur edecek diğer yapılar) artık bütün bu etkileri harmanlayarak birarada tutabilen bir yapı olamayacak. Hem belirli bir toplumsal tabanı tutan bir siyasî hareket, hem “merkez sağ”ın alternatifi kitle partisi; hem “derin devlet” için “operasyonel” bir güç, hem de siyasî tablonun önemli anahtarı; hem “medya”nın sevgilisi, hem de reaksiyoner saldırganlığın merkezi olması mümkün değil artık. İşte bu yüzden artık Türkeş’in MHP’si olamayacak. Bunlardan biri ya da öteki veya hiçbiri olacak.
KEMAL CAN
[1]Türkeş ailesinin miras kavgası hayli “kanlı” biçimde devam ediyor. Seval Türkeş ve Türkeş’in büyük çocukları arasında süren bu mücadele mahkeme kapılarına düşmüş durumda.
[2]Tuğrul Türkeş ve onu destekleyenler soyadı dolayısıyla genel başkanlık değil, liderlik talebini dillendiriyorlardı ama “başbuğ”luk iddiasını ağızlarına bile almadılar. Devlet Bahçeli de, gerek kişiliği, gerek geçmiş performansı itibariyle MHP’yi tek başına taşıyacak bir lider profili çizmiyor.
[3]MHP dışından Tuğrul Türkeş’i destekleyenler bir hayli çoktu. Özellikle büyük medya “MHP’nin yeni yüzü” imajı etrafında hesapsız kitapsız bir kredi açtı. Televizyonlarda zeytinyağlı fasulye tarifleri yapan, talk show’ları birbir gezen Türkeş, yine medyanın en “sivri” kalemlerinin desteğine mazhar oldu.
[4]MHP içinde uzun zamandır politika yapan ve son seçimde Tuğrul Türkeş’i destekleyen bir MHP’li tepkisini “en başa döndük. Rahmetli epey temizlemişti, şimdi her şey geriye gidecek” diyerek dile getiriyordu.
[5]Burada sözü edilen büyüme de aslında son derece tartışmalı. Çünkü ’94 yerel seçimlerinde bir önceki seçimlere göre büyük bir patlama yaparak % 8’in üzerinde oy alan MHP, bu oy artışını geleneksel tabanını oluşturan bölgelerde değil, yeni açıldığı ve özellikle Kürt meselesinin çeşitli biçimde etkilediği bölgelerde yapmıştı. Aralık 1995 seçimlerinde oy oranını koruyan MHP, bu yeni alanlardaki yükselişini sürdüremediğini gösterdi.
[6]Dava partisinden kitle partisine yönelme operasyonu bizzat Türkeş’in teşvik ve onayıyla gerçekleşti. Fakat, bu operasyona muhalif olanlar açıktan Türkeş’i karşılarına almadıklarından, hep başka hedefler seçtiler. En klasik bahaneye; “kendi iyi ama ah o çevresindekiler” bahanesine sarıldılar. Ancak, böyle bir bahane liderin otoritesini kaybettiği anlamını içereceğinden, aslında çok daha yıkıcıydı. Bu operasyonların hemen öncesinde, önemli köşe yazarlarının “sağduyulu, bilge lider” imajıyla Türkeş efsanesini yenilemeleri ve “Nâzım okuyan, değişen Türkeş” görüntüsü, “lider”lik makamını “değişim”e hazırlamıştı.
[7]Tuğrul Türkeş’in teşkilâtı tanımaması nedeniyle, hazırlanan MYK listesinin çok zayıf olduğu ve bunun kongrenin kaybında belirleyici olduğu sık sık ifade ediliyor. Buna karşılık teşkilâtı çok iyi bilen isimlerden kurulu Devlet Bahçeli ekibinin teşkilât dengelerini iyi hesaplayan bir liste ile güçlerini çok arttırdıkları söyleniyor.
[8]Bu “yeni çizgi”yi Ülkü Ocakları eski Başkanı Azmi Karamahmutoğlu şu sözlerle anlatıyor: “Tuğrul Türkeş’in bıyıksız ülkücüler sözüyle ifade ettiği kentli bir çizgiyi savunuyoruz biz. Mesela, açıkça söylüyorum, ben muhafazakâr değilim.”
[9]Sadi Somuncuoğlu, Yılma Durak, Nevzat Köseoğlu gibi Aydınlar Ocağı ve Türk Ocağı gibi çevrelerde etkili olan eski kuşak MHP’liler Ongun’un yakın ekibini oluşturdu. Ayrıca Türkiye Günlüğü dergisi çevresi de Ongun’un yanında yer aldı.
[10]MHP Kongresi öncesinde ve sonrasında bütün ekipler birbirlerini “derin devlet”le ilişkileri dolayısıyla suçladılar. Fısıltı gazetesiyle dolaşıma sokulan haberlerde Batı Çalışma Grubu’nun Tuğrul Türkeş’in kazanmasını istediği; devlet içindeki bir başka kanadın Ramiz Ongun için çalıştığı; Devlet Bahçeli’nin eskiden beri “bazı yerlere” rapor verdiği; bazı delegelerin devlet görevlilerince tehdit edildiği söylendi. Yine ANAP’ın Tuğrul Türkeş, DYP’nin de Bahçeli için çalıştığı iddia edildi. Her ekibin bir diğeri aleyhine yaydığı bu iddiaların ötesinde, gerek “derin devlet”in, gerekse bütün siyasî partilerin MHP kongresine büyük ilgi gösterdiği bir gerçek.
[11]Son derece ihtiyatlı bir insan olarak bilinen Devlet Bahçeli’nin genel başkan seçilmesinin hemen ardından “yeni” ittifakların zeminini yoklaması, “yumurtaları ayrı sepetlerde saklama” düşüncesinin bir ürünü.
[12]Aydınlık gazetesi Haziran 1997 tarihli Genelkurmay bilgi notuna dayandırdığı haberinde, Bahçeli’nin kazanması durumunda ordunun MHP’nin durumunu yeniden gözden geçireceğini yazdı. MGK Siyaset Belgesi’nde de MHP ve Ülkücü kuruluşlar “tehlike” olarak anıldılar.
[13]ANAP’ın MHP’nin muhtemel seçim ittifaklarının önünü kesmek için barajı düşürme veya kaldırma şeklinde bir önleme hazırlandığı söyleniyor. MHP’nin önüne “geçilebilir” bir baraj konduğunda, teşkilâtı ittifaka ikna etmek çok zor. Bunu sağlığında Türkeş bile yapamadı. Ayrıca, Devlet Bahçeli de “liderliği” tescil hedefini sürdürdükçe, ittifaktan uzak durmaya çalışacaktır.
[14]Bahçeli’yi destekleyen ekibin yakın dönem stratejisi kontrollü bir küçülme ile yapıyı yeniden toparlamak. Kısa vadede büyüme veya patlama bekleyen yok.
[15]Bu noktada en önemli beklenti, RP’nin kapatılmasıyla ortaya çıkabilecek koridoru “geleneksel taşra muhafazakârlığı” ekseninde doldurarak yeni bir alan yaratmak. Bahçeli’nin “RP’nin önünü biz keseriz” sözleri de bu noktanın altını çiziyor. ancak, MHP’nin son beş yılda ısrarla kaldığı Atatürkçü-laik hattan ayrılarak böyle bir manevraya yönelmesi zaman isteyen bir operasyon. Mevcut konjonktür içinde MHP’ye bu zaman kalmayabilir.
[16]Başta BBP olmak üzere bu tabanla buluşma konusunda istekli birçok yapı hazırda bekliyor. MHP’deki gelişmeler artık eskisi kadar geniş ve güçlü olmayan bu tabanın yönünü de belirleyecek.