Kafkaslar’da yine 3 yıl önceki görüntülerle karşı karşıyayız. 3 yıl önce Ruslar büyük kayıplar vererek ve Çeçenistan’ı da elden çıkararak yaptığı anlaşmanın ardından çok bile bekledi.
Çünkü Çeçenler Ruslar’la savaşarak tam olmasa da bağımsızlık kazanan ilk ülke idi. Dolayısıyla bölgedeki karmaşık, bir o kadar da fazla sayıdaki topluluğa “kötü örnek” oldu. Ama, Yeltsin iktidarını kurtarmak için, kamuoyundaki itibarı o günlerde fena olmayan Lebed’i kullanarak geri çekilmek zorunda kaldı. 1996’da Kafkasya’daki bataklıktan kurtulan Rusya bu kez biraz daha acımasız. Bir önceki savaşta çatışmaları sadece başkent Grozni’ye kilitleyen ve kenti yerle bir eden Ruslar bu kez tüm Çeçenistan’ı yok etmeye kararlı. 1996 öncesinde Grozni’ye girene kadar savaşın izlerine hemen hemen rastlanmazken, bu kez 200 bin insan şimdiden mülteci konumuna düşmüş durumda.
1996 anlaşmasına göre Ruslar askerî olarak bölgeden çekilecek, yönetim Çeçenler’e bırakılacak, Ruslar Çeçenistan’ın yeniden imarı için ekonomik yardımda bulunacaktı. Bunlardan ilk ikisi gerçekleşti. Çeçenistan sınırları Çeçen askerler-militanlar tarafından korunmaya başlandı. Çeçenler seçimlerini yaptı “devlet” başkanını, başbakanını seçti. Yönetim şeklini değiştirdi. Yıllardır Rus-Sovyet yönetimleriyle yıldızı barışmayan Çeçen halkı biraz da tarihsel bir tepki olarak “şeriat” yönetimini seçti. Çeçenistan’daki İslâmi radikalizm dünyadaki İslâmi gelişmelerle paralel olarak büyüdü ama asıl neden savaşta yaşanan sürecin, yalnızlığın, zorladığı bir seçimdi. Mashadov’un Basayev’i bir anlamda kontrol altında tutmak, yani silahı elinde bulunduran muhalifleri memnun etmeyi amaçlayan bu tercih 3 yıl sonra yaşanacak yeni bir savaşın da ilk adımıydı. Çünkü tetiği şeriatın bayraktarlığını yapan Basayev çekti.
Komşu Dağıstan’ın birkaç köyünü işgâlle işe başlayan Basayev her ne kadar sonradan bunun bir işgâl olmadığını söyleyip geri çekildiyse bile, açıkça bir niyet beyanıydı. Yanlış olan zamanlama ve güç dengesinin hesaplanmamış olmasıydı. Basayev İslâmi romantizmin etkisiyle İslâmı tüm Kafkasya’ya yaymak için harekete geçti. Önce Dağıstan seçildi. Çünkü Hazar Denizi’ne kıyısı olan en yakın komşu Dağıstan’dı. 3 yıldır Çeçenler’in bir açığını yakalamak için pusuda bekleyen Ruslar sınır ihlâlini gerekçe göstererek kendi deyimleriyle Bandit, yani haydut-“teröristlere ” karşı harekete geçti.
Biraz soğukkanlı bir yorumla uluslararası hukuk ve Çeçenistan’la yapılan anlaşma açısından başlangıçta Ruslar tepkisinde “haklı”ydı; ancak sonrası tam bir vahşete dönüştü. Günümüz reel politikasında birçok uluslararası anlaşmada yer alsa bile insan haklarını korumanın, sivilleri savaş dışında tutmanın, toprak boşaltmanın, sınırları korumaktan sonra geldiği biliniyor. Ruslar doğal olarak Çeçenler’in hareketini sınırların ihlâline yönelik bir saldırı olarak değerlendirdiler ve tepki gösterdiler. Özellikle Türkiye’de yaşayanlar bunun ne demek olduğunu iyi bilir. Bu yüzden Türkiye’de, özellikle resmî çevrelerde, Çeçenler için dökülen timsah gözyaşlarına pek aldanmamak gerekiyor. Zaten Ruslar da kendilerini en iyi “anlayan” ülkelerden birinin Türkiye olduğunu biliyor. Çünkü Ruslar’ın Çeçenler için kullandığı argümanların söz düzeyinde olsa bile Türkiye’nin PKK’ya karşı kullandığı argümanlardan farkı yok. Daha da ötesinde Ruslar’ın Türkiye’yi defalarca “bu işe karışmaması” yönünde uyardığı biliniyor. Bu yüzdendir ki, el altından yapılan kimi yardımlardan öte hiç kimse bir önceki savaşta olduğu gibi sesini yükseltemiyor. AGİT zirvesi sırasında hiçbir Kafkas örgütüne ya da Türkiye’deki Çeçenler’e gösteri yapma izni verilmemesi ve gösteri yapmamaları yönünde uyarılmaları bunun bir uzantısı.
Çeçenler’in, Ortadoğu’dan Kafkaslar’a kayan ve önümüzdeki yüzyılda önemli rol oynayacak enerji kaynaklarının ve enerji taşıma hatlarının yer aldığı bölgede küçük de olsa söz sahibi olmak istiyorlar. Rusya’nın petrol boru hatlarının Karadeniz’e inen bölümünün bir kısmının Çeçenistan’dan geçiyor olması Çeçenler için bir koz ve bu Ruslar’ı rahatsız ediyor. Hattâ Ruslar Çeçenistan’ı by pass edecek yeni hattın yapımından söz ediyor. İşte bu da Çeçenler’i endişelendiriyor. Çünkü hemen hemen kayda değer hiçbir doğal zenginliği olmayan Çeçenistan’ın boru hattından mahrûm kalması ülkeyi sadece dağlara mahkûm etmek anlamına geliyor. Dağıstan’a İslâmı yaymak hayali bir proje gibi görünse de bu İslâmi kılıfın altında Hazar kıyılarına ulaşabilmek amacı yatıyor; yani petrol ve doğalgaz havzaları ve geçiş yollarına yakınlaşmak. Yani Çeçenler o kadar da romantik hayallerle yola çıkmış değil.. Şamil Basayev, Dağıstan’ı İslâmi bir devlet haline getirmeye çalışarak Dağıstan’ın kuzeyinden geçen Tengiz-Novorosisk’i tehlikeye atıyor.
Rusya ise politikasını kriz yönetimi üzerine kuruyor. 1992’den bu yana bölgede anlaşmazlıkları tırmandırarak -ki buna Abhazya ve Dağlık Karabağ da dahil- komşuları üzerinde baskı kurmaya çalışıyor. Rusya, Çeçenistan’ın Kuzey’ini ele geçirdiğini açıklamasının ardından Azeriler’e Grozni’nin dışından geçen hattâ petrol taşınabileceği teklifini getirdi. Eşzamanlı gelişmeler de oldu. Ruslar Çeçen-Abhaz sınırının güvenilmez olduğunu öne sürerek askerlerini çekti ve Gürcüstan’ı kendi sorunlarıyla başbaşa bıraktı. Azeri ve Gürcüler’e vize koyacağını açıkladı. Dağlık Karabağ konusunda anlaşmaya çok yaklaşıldığı bir sırada Ermenistan Meclisi basıldı, Başbakan ve Meclis Başkanı öldürüldü. Tabiî ki nedeni Dağlık Karabağ konusundaki yaklaşımdı. Aynı günlerde Azerbaycan Dışişleri Bakanı da aynı konudaki anlaşmazlık yüzünden, daha doğrusu yumuşak yaklaşımdan rahatsız olup istifa etti. Özellikle Ermenistan’da ölen ve öldürülen insanların kimliklerine bakacak olursak resim ortaya daha net çıkar. Öldürülen Başbakan Sarkisyan Dağlık Karabağ kökenli bir “şahin”, yani Dağlık Karabağ konusunda öyle kolay taviz verecek, orada yıllarca savaşmış biri olarak toprağını kolayca “satacak” bir isim değil.Ruslar Çeçenistan, Dağlık Karabağ gibi sorunlar çözüldüğü takdirde bölgede dengelerin değişeceğini; Amerikan eksenli politikanın denetimine girileceğini biliyor. Tüm bu olaylar ise Bakü-Ceyhan petrol boru hattı konusunda yoğun pazarlıkların yaşandığı döneme denk geliyor. Tüm bu gelişmeleri tesadüf olarak değerlendirmek safdillik olur.
Ruslar’ın sıkıştığı ortada. Çünkü gelişmelerden Bakü-Ceyhan dolayısıyla devre dışı bırakılacaklarını anlamışlardı. Ardından doğal gazın taşınacağı ve bir Rus projesi olan Mavi Akım’ın da devre dışı kalabileceğini hissettiler. Yani doğalgazda Amerikan’ın desteğindeki Orta Asya ülkelerinin söz sahibi olacağı Trans-Hazar hattının hayata geçirilmesi söz konusu. Hazar kıyısındaki bu geçiş yollarında şimdiden çatlak meydana gelmiş durumda. Bakü-Novorosisk hattının Amerikan baskısı ile gözden çıkarılması ile hat Bakü-Ceyhan’a kaydı ve bu AGİT zirvesinde kabul edildi. Rusya belirli oranda devreden çıkarıldı. Ancak Ruslar’ın bu işin peşini bu kadar kolay bırakacaklarını düşünmek yanıltıcı olur. Çünkü Bakü Ceyhan’ın hayata geçmesi, finansmanı diğer detaylar daha yıllar alacak bir tartışmanın konusu olacak.
AGİT’te yaşanacaklar ise daha zirve başlamadan biliniyordu. Her ne kadar zirve öncesinde Ruslar, Çeçenistan konusunda sert bir çıkış yapmayacaklarını açıklasalar bile neredeyse tek gündem maddesinin bu olacağı belliydi. Nitekim beklenen oldu. Soğuk Savaş döneminde bile yaşanmayan bir tartışma yaşandı. Rusya bir yandan uzun süredir kelimenin tam anlamıyla “kaale alınmamanın” kızgınlığı ile masaya oturdu. Çünkü Kosova’dan kalan bir hesap vardı. Kosova’da Amerika öncülüğündeki NATO, Ruslar’ı “takmamış” ve dünyada tek güç olduğunu kanıtlamak istemişti. Üstelik Kosova’daki harekât, dinî ve etnik köken olarak Ruslar’a çok yakın olan Sırbistan’a karşı girişilmişti. Çeçenistan operasyonu nedeniyle eleştirilmeye başlanan Ruslar “siz Kosova”da biz Çeçenistan’da diyerek yanıt verdi.
Ruslar’ın Zirvede Kosova’ya yönelik NATO operasyonunu gündeme getirmesi nedensiz değildi. Genel anlamda bakıldığında her iki olayın benzer yanları yok değil zaten. Zirvede yaşanan kriz ara formülle aşıldı. Yani Rusya’nın toprak bütünlüğü kabul edildi. Terör kınandı ama Çeçenistan konusunda siyasî bir çözümün gerekliliği kabul edildi. Türkiye medyasına göre Ruslar geri adım atmıştı. Ruslar’ın geri adım attığı yoktu aslında. Ruslar zirvede önce hücum taktiği ile “Çeçenistan konusunda en küçük bir maddenin dahi sonuç bildirgesine konması halinde zirveyi terkedeceği” tehdidinde bulunurken daha sert bir bildirgenin çıkmasını da engelledi. Gerçi AGİT’in deklarasyon olarak yayımladığı çoğu belgenin hayata geçmediğini de biliyordu. “Siyasî çözüm” gibi muğlak bir ifade ile geçiştirildi Çeçenistan konusu. Rus basınına göre yönetim İstanbul’da aşağılanmıştı ama genel anlamda değişen çok bir şey olmadı. Hattâ Kafkasya’da kontrol edilebilir bir kargaşa Amerika’nın da işine geliyordu. Ama AGİT’te söylenenleri Ruslar kadar üzerine alınacak pek çok ülke var; Türkiye gibi...
Çünkü ABD başkanı Clinton’ın Ruslar’ı asıl, kızdıran ”bundan böyle hiçbir ülke bu ya da şu olaydan dolayı bu bizim içişimizdir, diyemeyecek. Böyle bir şey olmayacak” sözleriydi. Belki AGİT çerçevesinde hiçbir anlam ifade etmeyen bu sözler genel anlamda Türkiye’nin de üzerinde çok düşünmesi gereken sözlerdi. Türkiye Kürt meselesinin de “içişimiz” savunmasıyla bugüne kadar geldiğini biliyoruz. Ama Clinton’ın sözleri ileriki yıllarda Türkiye’nin de Kürt meselesinde sıkıştırılabileceğinin işaretlerini veriyordu. Sözlerin Clinton ya da başka birisine ait olması önemli değildi. Önemli olan Türkiye ve benzer ülkelerin benzer konularda başının ağrıyabileceği. Yani toprak bütünlüğünün tanınması, terörizmin kınanmasının yanısıra, siyasî çözüm, ya da kültürel ve sosyal hakların tanınması...
İşin ilginci İstanbul Deklarasyonu’nu imzalayan ülkelerin çoğunluğu etnik sorunlarla uğraşan ülkeler. Yaptırım gücü hâlâ tartışılan AGİT, “içişimizdir” tepkisine bir kez daha darbe indirdi. “İnsan hakları, temel hak ve özgürlükler demokrasi ve hukuk üstünlüğü AGİT’in güvenlik konseptinin merkezindedir” denilerek teşkilata üye ülkelerin içişleri ile diğer ülkelerin de ilgilenebileceği görüşünü ortaya koydu. Daha da önemlisi “katılımcı devletler vatandaşlarına hesap verir ve AGİT’e verdikleri taahhütleri yerine getirme konusunda birbirlerine karşı sorumludur” diyerek önemli bir maddenin daha altı çizildi. Biz ise Zirveyi ne kadar başarılı tamamladığımızın ve Clinton’ın ziyaretinin toz dumanı arasında kaldık, medya tarafından çizilen pembe tabloları okuduk. Amerika’nın Ruslar’ı nasıl fırçaladığını dinledik. Gerisi zaten bizi çok da “ilgilendirmiyordu”.
Şimdi İstanbul Deklarasyonu’ndaki maddelere ne kadar uyulur bilinmez, ama ortada olan zirvede dile getirilen görüşler yeni yüzyılda AGİT’te veya başka platformda her ülkenin önüne gelecektir. Yani uluslararası hukuk çerçevesinde belli oranda en azından norm olarak kabul etmek gerekecektir.
Ama bu normları AGİT’in gerçekleştiremeyeceği de ortada. AGİT’in kuruluş amacı, başta eski Sovyetler Birliği olmak üzere tüm Varşova Paktının “Demokrasi ve liberalizm”e geçmesini sağlamak ve bu süreçte aynı ülkelerde meydana gelebilecek çatışma ve karışıklığı önlemekti. AGİT bir anlamda varlığını eski Varşova Paktı ülkelerine bağlamıştı. Bu yüzdendir ki, Batı, Rusya’ya karşı her ne kadar sert görünse bile bu ülkeyi kaybetmeyi göze alamıyor. Yine bu yüzdendir ki, Ruslar her seferinde kendi bildiklerini okuyor. Zaman zaman da sıkıştırılmışlığının intikamını alıyor. Ayrıca Batı yıllardır farklı bir ekonomik sistemde yaşayıp empoze edilmek istenen amorf bir kapitalizm uğruna Yeltsin gibi bir lidere destek vermek zorunda kalıyor.
Yine Rusya AGİT’in kendisine muhtaç olduğunu biliyor. Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Antlaşmasına uymuyor. Temelde silah sayılarının azaltılmasını, yapılacak tatbikatlara katılacak asker sayısını belirleyen, sınırlardaki birlikleri belli oranda sınırlayan ve belli zamanlarda yenilenen bu antlaşmaya Ruslar hiçbir zaman uymadı.
Son Zirvede imzalanan AKKAanlaşmasına daha şimdiden Çeçen gölgesi düşmüş durumda. 1990 yılında NATO ve Varşova Paktı tarafından imzalanan anlaşma uyarınca tarafların bulundurabileceği limit belli olmuştu. Bu kez saptanan silâh limitleri kağıt üzerinde yarıya indirildi. Ancak İstanbul’da imza atılırken Rusya’nın aynı silâhlarla yürüttüğü operasyon sürüyordu. AGİT başından beri ölü doğmuş bir birliktelik, her yeni zirvede alınan yeni kararlara rağmen, bir önceki kararlar hiçbir zaman tartışılmıyor yükümlülüklere uymayanlara hiçbir yaptırım uygulanmıyor.
AGİT, insan hakları, azınlıklar, temel hak ve özgürlükler için savundukları ile desteklenebilir bir buluşma. Ancak, dünyaya tek bir ideoloji, ekonomik sistem ve “aşağılama” getirmek istediği de ortada. Üstüne üstlük AGİT’in neyi ne kadar yapabildiği ya da yapabileceği tartışılır.
Yani Cumhurbaşkanı Demirel”in “AGİT bölgesinin her köşesindeki insanların bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi birleşmiş ve bütünleşmiş yaşayabileceği güne kadar bu amaç uğruna çalışmalıyız” sözlerine hoş bir anektod olmaktan öte gitmeyecek gibi. Ayrıca Nazım Hikmet’in rüyasını da herhalde AGİT gerçekleştirecek değil.
METE ÇUBUKÇU