Birikim’in 148. sayısındaki “Küreselleşme”ye ilişkin bölümde yer alan yazılardan ilham alarak kaleme aldığım bu kısa yazıda, bugünkü büyük anti-kapitalist dalganın, kapitalizmin global (ya da küresel) iflasının ürünü olduğunu iddia edeceğim.
Kapitalizmin, adaletsiz bir sömürü düzeni olduğu, en azından Marx’tan bu yana bilinmekteydi. İşçi sınıfı başta olmak üzere ezilen ve sömürülen kitleler, 150 yılı aşkın bir süredir, kapitalizme karşı şu ya da bu şekilde mücadele etmekteydiler. Ne var ki, gerek burjuvazinin ideolojik hegemonyası, gerekse ezilenleri sistemin içinde ehlileştirmek üzere getirilen ekonomik düzenlemeler, bu mücadelelerin sistemi yıkacak boyutlara tırmanmasını önlemişti. Yeni dalga, kapitalizmin, ideolojik ve ekonomik hegemonyasının temellerinin iyice aşındığı, hattâ artık açık seçik iflas görünümü verdiği bir ortamda, kapitalizmin ezdiği insanların, kapitalizmi toptan yıkmak üzere yeni bir deneye girişmenin koşullarının doğduğunu görmelerinin ya da sezinlemelerinin ürünüdür.
1. Kapitalizmin ideolojik hegemonyasının en önemli araçlarından biri, temsili demokrasidir. Temsili demokrasi, en azından “gelişmiş” kapitalist ülkelerdeki kitlelerin gözünde, neredeyse tüm “inandırıcılığını” yitirmiş durumdadır. “Gelişmiş” kapitalist ülkelerdeki insanların büyük çoğunluğu, artık, parlamento seçimleriyle herhangi bir şeyin değişeceğine, durumlarının iyileşeceğine inanmıyorlar. Düzen partilerinin aralarında gerçek bir farklılık olmadığı, gittikçe daha fazla insan tarafından fark ediliyor. İngiltere’de, New Labour’ın yeniden iktidar olmasına yol açan son seçimlerde, oy kullanma oranı % 50’nin altına düştü. Oy kullananların yarısından çoğu ise, çeşitli anketlerde, oy kullanmalarına rağmen, durumun değişeceğine en ufak bir inaçları olmadığını ifade ettiler. Parlamentonun ve orada yer alan partilerin, insanların gerçek hayatından son derece kopuk, son derece uzak olduğunu, bizzat o partilerin sıradan üyeleri bile biliyor ve ifade ediyor. Politik yapı, kitlelerden gittikçe daha fazla soyutlanıyor ve kitlelerin hayatından uzaklarda bir yerlerde gittikçe daha merkeziyetçi, renksiz ve monolitik bir yapı olarak, adeta içine kapanıyor, büzülüyor. Artık parlamenter sistem, insanlara hiçbir umut vaadetmiyor.
2, Bu büzülme, “tüketim toplumu”nun savunucusu ve “refah devleti”nin mucidi sosyal demokrasinin iflasıyla elele gidiyor. Sosyal demokrasinin iflası, elbette, vaadettiği “refah” toplumunun var olan ögelerinin, bizzat sosyal demokrasi tarafından budanmasından kaynaklanıyor. İngiltere’de, Muhafazakârlar bile, iktidarda oldukları dönemde, “refah devleti”ni budamakta bu kadar köktenci davranamamışlardı. Tory’ler iktidardayken, Labour Parti’ye umut bağlayan çok sayıda insan bugün boşluktadır ve sosyal demokrasi ilüzyonunun yıkılmasıyla yeni arayışlar içine girmişlerdir. “Tüketim toplumu”nun, bir orta sınıf ilüzyonu olduğu artık tamamen ortaya çıkmış bulunmaktadır. “Tüketim toplumu”nda tüketilen, doğadan ve insandan başkası değildir.
3. Doğu Avrupa’da duvarın çökmesiyle birlikte, sanki kapitalizme karşı bir alternatifmişler izlenimi veren komünist partilerle birlikte, onların merkeziyetçi-hiyerarşik Leninist örgütlenme anlayışları da iflas etti. Bu durum, bu partilerin kontrol ettiği radikal unsurları, yeni alternatifler aramaya sevk ettiği gibi, Leninizmin zıddı, özinisyatife dayanan örgütlenmelere omuz vermelerini getirdi. Komünistlerin radikal kesimlerdeki denetiminin sona ermesi, yakın zamana kadar komünist partilerin “çok bilmiş” stratejileriyle oyalanan insanların anti-kapitalist radikal saflara akın etmesini getirdi.
4. Ulus-devletin ve milliyetçiliğin, dolayısıyla anti-emperyalizmin, kapitalist sisteme karşı mücadele anlamına gelmediği, başta Çin olmak üzere, bütün “anti-emperyalist”, ulus-devlet yapılarının kapitalizme teslim olmalarıyla açık seçik ortaya çıktı. Çin Halk Cumhuriyeti, bugün kapitalizme açtığı geniş pazarıyla, kapitalist sistemin en büyük destekçisidir. Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki diğer ulus-devletçi, “anti-emperyalist” yapılar da (buna Küba da dahildir) öyle. Milliyetçi ulus-devletçilik, bırakın kapitalizme karşı olmayı, milli boğazlaşmaları ve yerel hegemonya savaşlarını körüklemesinin ötesinde, yerel ve vahşi bir milli kapitalizmi canlandırmasıyla, kapitalizmin en önemli can damarlarındandır. “Gelişmiş” kapitalist ülkelerdeki radikal kesimler, özellikle 1960’lı yıllarda, “Üçüncü Dünya” ülkelerindeki bir “anti-emperyalist” kalkışmaya bel bağlamışlardı. Bugün, “Üçüncü Dünya”nın “anti-emperyalist” ülkelerinin kapitalizmin en büyük dayanağı olduğunun görülmesi, bu tür umutlara da bir son vermiştir. Nitekim, böylesi bir “milliyetçi”liğin, hiç de kapitalizme karşı mücadeleyle müttefik olmadığını, bu türün en sivri temsilcilerinden birinin, bugünkü anti-kapitalist harekete saldırması açıkça ortaya koymaktadır. (Bkz. Hasan Yalçın, “Küreselleşmenin Küresel Direnişi!”, Aydınlık, 29 Temmuz 2001)
5. Parlamentarist, sosyal-demokratik, Leninist ya da anti-emperyalist ilüzyonlardan kopan ezilen kitleler, büyük bir hızla, hiçbir merkezi ya da hiyerarşik örgütün hegemonyası altında olmayan, harekete katılanların, kimsenin direktifi olmadan, kendi inisyatifleriyle imal ettikleri “home-made” araçlara dayanan anti-kapitalist harekete akmaktadırlar. Bu, belki de, Rusya’daki 1917 Şubat devriminden beri görülmemiş ölçüde büyük bir kitle inisyatifidir. Bu hareketin mensuplarının büyük çoğunluğunun, kapitalizmin ezdiği ve sömürdüğü, işçiler, işsizler ve işsiz adayı gençler olduğuna kuşku yoktur. Elbette hareket yaygınlaştıkça, orta sınıfların en huzursuz kesimlerinden de saflara bir akış başlamıştır.
Bu bağlamda, Ceylan Özerengin’in yazısındaki bazı saptamalara bir iki küçük itirazda bulunmak istiyorum. Ceylan Özerengin, “ ‘Siyah ve Kırmızı Blok’, adından da tahmin edileceği gibi, her tür sol akımla anarko-sosyalistleri bünyesinde topluyor. Tüm eylemlerin en kalabalık grubu ve adlarındaki gibi iki renkli bayrak taşıyan ‘Siyah ve Kırmızı Blok’, yerine göre aktif veya pasif tavır alıyor” dedikten sonra,
“Tam anlamıyla aktif olan ve bugüne dek bizlerin TV ekranlarında polise taş attıklarını, cam-çerçeve indirdiklerini ve otomobilleri yaktıklarını gördüklerimiz ise ‘Siyah Blok’. Bunlar kendi içlerinde yine farklılık gösterseler bile genel olarak anarşistler, Troçkistler ve Avrupa solunun dışında kalan eylemci sol grupların mensuplarından oluşuyor.” (“Küreselleşme Karşıtları İn midir, Cin midir?”, Birikim, sayı: 148, s. 36) diyor.
Kanımca bu kategorileştirme oldukça mekanik, üstelik yanlış. Birincisi, “Siyah ve Kırmızı Blok” diye bir şey yok. Siyah-kırmızı bayrak taşıyanlar, genelde anarşistler, özelde anarko-sendikalist ve anarko-komünistlerdir ki, bunlar, anarşistlerin “hard-corn”unu oluştururlar ve genel olarak, bugüne kadar “kara blok” diye anılan kesimin içinde yer almışlardır. İkincisi, Troçkistler, “kara blok”un içinde yer almazlar.”Kara Blok” çok farklı eğilimdeki anarşistlerin, bir zamanlar Lenin’in “sol çocukluk hastalığı” diye hedef aldığı sol komünistlerin, punkların, dövüşken radikallerin içinde yer aldığı bir bloktur.
Anti-kapitalist hareketteki gerçek saflaşma kanımca şöyledir: 1. “Şiddet”e karşı olduklarını söyleyen ve başını, hareketin içindeki orta halli unsurlardan oluşan “şemsiye” örgütlerin çektiği kesim; 2. “Şiddet” konusunda birinci kesime daha yakın olan, Sosyalist Worker Party ve diğer Troçkist ya da sosyalist örgüt ve unsurların oluşturduğu, sosyalist kesim; 3. “Şiddet” konusunda, ilk iki kesimden ayrılan, bugüne kadar “kara blok” diye ifade edilen, başını anarşistlerin çektiği, çeşitli türdeki anarşist, sol komünist, radikal-ekolojist, punk ve radikallerin içinde yer aldığı radikaller kesimi.
KUTU
Adaletsizlik ve yoksulluk kuvvetlerine karşı
İtalyan medyasından öğrendik ki, İtalyan ve Amerikan hükümetleri 24 Mayıs’ta Roma’da düzenlenen bir toplantıda, Temmuz ayında yapılması tasarlanan G-8 toplantısına karşı Cenova’da biraraya gelecek çoğulluğa savaş ilân etmeye karar vermiş.
İnsanlığa karşı ordularınızı ve özel kuvvetlerinizi devreye sokma kararınız sizi, neoliberal sömürüyü kabul etmeyenleri hergün öldürdükleri, aç bıraktıkları ve zulme maruz kıldıkları küresel güneydeki müttefiklerinize yakınlaştırıyor.
Tüm gezegende askerleriniz, farklı bir dünyaya, başka dünyaları da barındıracak bir dünyaya dair fikir ve rüyalara karşı silah kullanıyor.
Cenova toplantınızda da, ancak özel olarak seçilmiş bazı kişilere açık olan bir dünya dayatmak istiyorsunuz - tek ideolojinin para, kâr, pazar, mallar ve bedenlerin ideolojisi olduğu bir dünya. Sizin dünyanız bir imparatorluk, sizler imparatorsunuz ve milyarlarca insan sizin sadece tebanız.
Bu imparatorluğun varoşlarından, direnen ve herkes için daha iyi bir hayatın düşünü besleyen farklı dünyalardan bugün bizler, isyankar özneler, resmen size savaş ilan ediyoruz.
Bu sizin yaptığınız bir seçim, çünkü biz barışı tercih ederiz ve bu karar sizin kibrinizi ve iktidarınızı mağlup etmek anlamına geliyor. Ancak bunu yapmak zorundayız.
Adaletsizliğe son vermek için sizi durdurmayı denemek bizim görevimizdir.
Sizin yüzünüzden acı çeken kardeşlerimizin seslerini duyurmak bizim görevimizdir.
Ordularınızın sebep olduğu korkuya boyun eğmemek ve başlarımızı dik tutmak bizim görevimizdir.
Görevimizdir, çünkü biz ancak mecbur bırakıldığımızda savaş ilân ederiz.
Ancak, işgâlci askerlerinizle savaşmak ya da edilgen bir teslimiyet arasında tercih yapmak zorundaysak, hiç şüphemiz yok. Savaşacağız.
Savaş yolunda yürüyeceğimizi de resmen ilan ediyoruz. Cenova’da olacağız ve hayalperestler, yoksullar, çocuklar, dünyanın yerlileri, kadınlar, erkekler, gayler, lezbiyenler, sanatçılar, işçiler, yaşlı ve genç insanlar, beyaz, siyah, sarı, kızılderililer ordumuz dayatmalarınıza itaat etmeyecek.
Ordumuz ancak sizin mağlubiyetinizden sonra dağılmak üzere kuruldu.
Bugün “Artık Yeter!” diyoruz.
İmparatorluğun varoşlarından
Neo-liberalizme karşı insanlık için Beyaz İşçi Tulumlular
26 Mayıs 2001, Cenova, İtalya, Dünya Gezegeni
aut-op-sy tartışma listesine gönderilen posta
http://lists.village.virginia.edu/~spoons/aut_html
çeviren ÖZGÜR GÖKMEN