Afrika’da Sahra çölünün güneyinde bir kriz var, ve bu kriz 600 milyon insanı etkiliyor. İstatistikler bir rezalet. Nüfusun yaklaşık yarısı günlük bir dolardan az bir parayla geçiniyor.[2] Bu aşırı yoksulluğu yaşayanların büyük bir çoğunluğu kadınlar ve çocuklar. Eğer şu anki gidiş devam ederse, 2015 yılında yoksulluk sınırının altında yaşayan Afrikalılara [219] milyon kişi daha eklenecek. Günümüzde bir Afrika vatandaşı sadece 48 yıl yaşamayı umabiliyor. Ortalama yaşam süresi neredeyse bütün diğer kıtalarda yükselirken, Afrikalılar için aşağıya doğru iniyor.
Sağlık ve eğitimdeki gelişmeler en alt düzeyde. Çocukların üçte birinden fazlası yeterli derecede beslenemiyor. 1990’da dünya üzerindeki çocuk ölümlerinin yaklaşık üçte biri Afrika’da gerçekleşti. 2015 yılında ise bu oranın yüzde 55’e tırmanacağı hesap ediliyor. Sağlık altyapısı yetersiz. Kadınlar 13’te 1 oranında doğum sırasında ölüm riskiyle yüz yüze, bu risk sanayileşmiş ülkelerde 4085’te 1. Doğuma bağlı ölüm sıklığının saptanmasında ciddi problemler olsa da, kanıtlar 1990’dan beri küçük bir değişimin olduğunu gösteriyor. Sıtma ve tüberküloz gibi geleneksel salgın hastalıklar çok sayıda can almaya devam ediyor. Her yıl, çoğu çocuk olmak üzere, bir milyondan fazla kişi sıtma yüzünden hayatını kaybediyor. Hesaplara göre sıtma, Afrika’da ekonomik büyümeyi her yıl yüzde 1.3 oranında yavaşlatıyor - son 35 yılda yaklaşık 100 milyar doların üstünde bir kayıp.[3]
Eğitimdeki gidiş sağlıktakinin yansıması gibi. Çocukların yüzde 40’ının ilkokul eğitimine ulaşma imkânı yok. Dünya Bankası, 32 ülkenin -üçte ikisi Sahra-altı Afrika’da- 2015 yılı eğitim hedefi olan her çocuğun okula gitmesini gerçekleştiremeyeceğini hesaplıyor. Okula kayıt oranları, 1990’larda 17 Afrika ülkesinde düşmüş.
İnsanî krizler ve şiddetli çatışmalar kıtayı sarsmış durumda. Çoğunluğu kadın ve çocuk olan 100 milyondan fazla insan için savaş günlük yaşamın bir parçası. Dünyadaki silâhlı çatışmaların yüzde 40’ı Sahra-altı Afrika’da vuku buluyor - son on-yirmi yılda silâhlı çatışmaların artış gösterdiği tek bölge burası. Sürekli bir güvensizlik tehdidi, mülteci akını, savaşları besleyen yasadışı silâh, uyuşturucu ve diğer maddelerin kaçakçılığı ve istikrarsız ortamlarda fışkıran AIDS salgını günlük hayatı etkiliyor. Kenya, Tanzanya ve Zambiya çatışmalardan kaçıp sığınan büyük mülteci gruplarına ev sahipliği yaptıklarından, çatışmanın etkisinden, -çatışmada yer almasalar da- nasiplerini alıyorlar.
Çatışma eşitsizliği derinleştiriyor: Büyük çoğunluk acı çekerken, küçük bir azınlık bu durumdan kazançlı çıkıyor. Nüfus hareketleri ve tecavüzün bir savaş aracı olarak kullanılması HIV virüsünün yayılmasını hızlandırıyor. Bu duruma en somut örnek, soykırıma bağlı göç ve tecavüzlerin HIV enfeksiyonlarını altı kat arttırdığı Ruanda’dır.[4] Sorumlu bir yönetimin yokluğunda, kendilerine alternatif geçim yolları arayan veya adaletsizliğin içinde adalet için dövüştüklerine inanan insanlar şiddete başvurarak, yeni bir şiddet döngüsünü ateşliyorlar.
Ekonomistler Sahra-altı Afrikanın küreselleşmenin getirdiği olanaklardan faydalanacağını umuyorlardı. Fakat, Dünya Bankası ve Britanya’nın Uluslararası Gelişim Müdürlüğü’nün kabul ettiği üzere, küreselleşmenin nimetleri Afrika’ya uğramamıştır.[5] Afrika’nın dünya ticaretindeki payı 1950’deki yüzde 3’ten, 1990’ların ortasında yüzde 1.2’ye düşmüştür (Güney Afrika hariç). Afrika dünyadaki yatırımların sadece yüzde 0.9’unu yakalayabiliyor, o da zengin maden bölgelerinde. Küreselleşme, Afrika’nın sorunlarına cevap vermekten çok, hileli ticaret kuralları, uygun olmayan yatırımlar ve çöken mal fiyatları ile sorunları azdırmışa benziyor. Birçok Afrika hükümeti kendi ülkelerinin ekonomik dinamiklerini kontrol edemeyecek denli iktidarsız durumda, çünkü ekonomik ve politik yönetimin kaldıraçları uluslararası boyutlarda ve kendi kontrollerinin dışında. Dünyanın her yerinde ortalama yaşam standardı yükselirken aynı dönemde Afrika’da yüzde 20 oranında düşmüştür. Afrika, dünya ticaretini ve küreselleşmeyi yöneten büyük güçlerin akıntısına karşı kürek çekiyor.
Büyük miktarlarda etik olmayan yatırım ve madenlerin, doğal kaynakların ve silâhların yasadışı ticareti kayıt ve kontrol dışı kalmıştır. Milyonlarca Afrikalı için kıtanın sınırsız doğal zenginlikleri nimetten çok, bir lanet gibidir. Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Sierra Leone, Angola ve Sudan’daki maden endüstrisine yapılan yatırımlar ve maden ticareti uluslararası şirketleri ve silâhlı politik elitleri zengin eden, fakat bu arada uzun süreli ekonomik büyümeyi önemsemeyen savaş ekonomileri yaratmıştır.
Çatışmaların artmasıyla silâhlanmada da artış oldu. 100 milyon hafif silâh, dünyadaki hafif silâh toplamının beşte biri, Afrika’da dolaşımda. 1979-89 arasındaki on yılda büyük güçlerin Afrika’ya gönderdikleri silâh miktarı 60 milyar dolar değerinde. 1998 yılından beri dünyanın en yoksul iki bölgesi olan Afrika ve Güney Asya silâh alımındaki en büyük artışı göstermekte. Buna rağmen, birçok çatışma (Kuzey Uganda’daki gibi) şu anki silâh ticaretinden beslenmemektedir, bu silâhlar küçük çaplı ticaretle kuzeyden gelen eski silâhlardır. Sudan’daki çatışma gibi diğer çatışmalar ise Afrika’nın ötesinden gelen yeni malzemelerle beslenmektedir (bildirildiği üzere karadan karaya füzelerle).
Bütün sorunlara rağmen, Afrika’nın insanları umutlu olmayı sürdürüyor. Zengin doğa ve insan kaynaklarına sahip olması, insanların ve kültürlerin çeşitliliğinin müthiş bir doğal çevreyle buluşması Afrika’yı istisnai bir yer yapıyor. Kıta boyunca sıradan insanlar gelişme ve demokrasiye derin bir bağlılık gösteriyorlar. Güney Afrika’daki apartheid rejimi barışçıl bir biçimde sona erdi, Nijerya’ya demokrasi geldi, Gana ve Senegal’in uzun süreli liderleri iktidarı bırakıp demokratik seçimlerin yolunu açtılar. Değişimi gerçekleştirmek için yapılması gereken Afrika insanının cesaretinin ve zenginliklerinin işe yarar bir güç haline getirilmesidir.
ALARM VEREN GELİŞMELER
Afrika’da 40 yıllık iş tecrübesiyle Oxfam, Afrika’nın günümüzdeki durumu hakkında giderek endişeleniyordu. Birçok kişi bu endişeyi paylaştı, ve Afrika’nın geleceği hakkında zengin ve heyecan verici bir tartışmanın parçası oldular. Bu yazıdaki öncelikli analiz geniş kapsamlı değildir, ve bütün çözümleri içermez. Afrika hakkındaki tartışmayı geliştirmeyi, bir grup eylemi önermeyi ve girişimcileri Afrika’nın sorunlarını ve olası çözümlere yakından bakmalarını sağlamayı hedeflemektedir.
Afrika’nın doğusunda (Boynuz) merkez ve Batı Afrika’da yapılan atölye çalışmalarında Oxfam görevlileri, üye kuruluşlar ve davet edilmiş uzmanlar kıtayı etkileyen konular hakkında tartıştılar. İlk sonuçlar Afrika’da ilerlemenin karışık ve genelde yetersiz olduğuydu. Zorlukların seviyesi, Afrika’nın yeni dünya düzenine uyumunda bir şeyin temelinden yanlış olduğunu imâ ediyordu.
Analizler alarm veren gelişmeleri şöyle tespit etti:
1. Savaş ekonomilerinin büyümesi: Afrika’nın doğal kaynaklarının etik dışı bir biçimde sömürülmesi çatışmanın temel ve gelişen sebebidir. Yerel topluluklar için yıkıcı sonuçları vardır. Çatışma Afrika’da yaşayan insanların beşte birini etkilemektedir.
2. Dokunulmazlık kültürü: Sürekli bir barış ve uzun süreli insanî gelişim için gerekli olan insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü, Afrika’nın birçok bölgesinde yoktur. Adalet genellikle zor bulunur veya yoktur.
3. Yolsuzluk ve rüşvet: Yolsuzluklar birkaç kişiyi zengin ederken pek çok insanı yoksullaştırır. En savunmasız insanlar üstüne dayanılmaz yükler koyar ve yoksulluğun azaltılması çalışmalarını sekteye uğratır.
4. HIV/AIDS salgını: HIV/AIDS ağır ekonomik ve politik sonuçları olan büyük bir insanlık trajedisidir. HIV/AIDS’in günümüzde Afrika’nın karşılaştığı en büyük tehdit olduğu ileri sürülebilir.
5. Yetersiz uluslararası destek: Krizin büyüklüğüne rağmen, her zamankinden daha az bir destek vardır. Yardımlar azalmakta, ticaret kuralları hileli hale gelmekte ve borç yükünün azaltılması yeteri kadar derin değil.
Tüm Afrika ülkeleri bu sorunlara marûz kalmıyor, kalanlar da aynı derecede etkilenmiyorlar. Ayrıca Afrika’da bu yazının değinmediği birçok başka problem de var, etnik yapının karmaşıklığı, sosyal dışlama, toprak meseleleri, tekerrür eden kıtlık, şehirleşme, ve çevresel etkiler. Ancak son on yılda yukarıda belirtilen sorunların Afrikalıların büyük çoğunluğunu etkilediği ve bu etkilerin yaygınlığı ve yıkıcılığı giderek açık bir hale gelmiştir.
SAVAŞ EKONOMİLERİNDEKİ ARTIŞ
Afrika’daki çatışmaların nedenleri karmaşık ve çeşitlidir. Ayrıca ülkeler arası ve ülke içi çatışmaları, veya yerel, ulusal ve uluslararası savaşları ayırt etmek güçleşmiştir. Fakat, günümüzde kıtanın sınırsız doğal kaynaklarının denetimi, Afrika’daki çatışmaların arkasında yatan, önemi giderek artan bir faktördür.
Savaş ekonomileri, silâhlı çatışmayı sürdürecek ve uzatacak şekilde idare edilir. Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Sierra Leone, Sudan ve Angola’da çatışmalar, özel çıkarlar temelinde doğal kaynakların denetimine yönelik mücadeleye kolaylıkla bağlanabilir. Petrol, elmas, kereste ve koltan[6] gibi hammaddelerin etik dışı, çoğunlukla yasadışı olarak yerel ve uluslararası firmalarca çıkartılması bu savaşları beslemektedir.
Kongo’daki savaş açık bir örnektir. Kongo’daki doğal kaynakların sömürülmesinin etkilerini araştırmak üzere davet edilen Birleşmiş Milletler Uzman heyeti, Kasım 2001’de çatışma ve sonucunda gelen insanî felaket ile doğal kaynakların sömürülmesinin dahil olduğu dış çıkarların doğrudan bağlantısı olduğunu belirtmiştir.[7] Sudan’da da benzer bir hikâye var. Siviller uzun yıllardır süren karmaşık, hattâ son yıllarda petrolle birlikte daha da karmaşıklaşmış bir çatışmanın içindeler. Raporların açıkça belirttiğine göre uluslararası petrol şirketlerinin varlığı Sudan’daki savaşı körüklüyor.[8]
Sahra-altı Afrika’nın küresel ekonomi ile ilişkisi temel olarak doğal kaynakların ihracatına bağlıdır. Uluslararası ticaret sistemindeki rolü büyük ölçüde hammadde ve elmas, koltan ve petrol gibi değerli doğal kaynakları tedarik eden kıta olmasıdır. Bazı durumlarda, sorunlar hükümetin meşrûiyet eksikliği ve sorumluluklarından kaynaklanır. Diğerlerinde ise şirketler silâhlı kişilerle ticari ilişkiye girerler ve bu kişiler güçlü bir merkezî otoritenin yokluğunda kaynak yönünden zengin bölgelerin kontrolü için savaşırlar. Şeffaf ve etkili bir uluslararası kontrol sisteminin yokluğunda, birçok dış ticaret operasyonları yerel nüfusu ve ekolojik dayanıklılığı gözetmeden iş yapabilir.[9]
Çatışmanın yerel toplumlar üzerindeki etkisi felakettir. Günümüzde 100 milyondan fazla Afrikalı şiddetli çatışmalardan etkilenmektedir. 10 milyon kişi kendi ülkelerinde mülteci durumundadır.[10] Bunun kadınlar ve çocuklar üzerinde çok daha olumsuz bir etkisi olmuştur. Bu mültecilerin yüzde 90’ından fazlası kadın ve çocuktur. Sudan’daki durumun gösterdiği gibi, eğer siviller bir çıkarı engelleyebilecek bir yerde oturuyorlarsa (örneğin petrol çıkartılacak bir alanda), o bölgedeki insanlar topyekûn olarak sistematik insan hakları ihlâllerine marûz kalıyor ve kitlesel bir tehcir gündeme geliyor.[11]
Birçok durumda petrol, gaz ve madenlerin sömürülmesi yerel ekonomiler üzerinde uzun süreli bir kalkınmayı desteklemek yerine negatif bir etki yapıyor.[12] Bu savaş ekonomilerinin büyümesini ve kirli/yolsuz uygulamaların serpilmesini beraberinde getiriyor. IMF’in hesaplarına göre, Sahra-altı Afrika’nın ikinci büyük petrol üreticisi olan Angola’da ham petrol ihracatı 1999’da 4,6 milyar dolardı. Fakat, kabaca nüfusun yüzde 70’i olan 9 milyon kişi tam bir yoksulluk içinde yaşıyor. 3.7 milyon kişi yerlerinden oldu ve açlık çekiyorlar. UNICEF Angola’yı çocuk olmak için en kötü yer olarak tanımlıyor. Afrika’nın en büyük petrol üreticisi olan Nijerya 2001 yılında 17 milyar dolardan daha fazla ihracat yaptı fakat her yıl bir milyon çocuk korunabilir hastalıklardan ölüyor, yüzde 36’sı yeterli beslenemiyor ve yetişkinlerin yüzde 43’ü okuma yazma bilmiyor. Nijer Deltası Bölgesi vahşi çarpışmalar ve çevresel yıkım sonrası harap haldedir.
Orta Afrika’da veya Mano Nehri devletlerindeki[13] gibi, bu çatışmalardan bazılarının dinamikleri daha büyük bölgesel çatışmalar yaratmak üzere sınır ötesine taşmıştır. Son yıllarda bazı Afrika devletleri, “başarısız” olmuş veya başarısızlık yolunda ilerleyen komşu devletlerde ortak askerî ve ticari teşebbüslerle yeni gelir kaynakları aramaktadır. Bu dışarıdan müdahaleler yerel savunma ve ulusal güvenlik isimleri altında yapılabiliyor. Bu durum, Zimbabwe’nin Kongo’daki savaşa müdahalesinde açık şekilde görülebiliyor. Bu birçok gözlemci tarafından açık bir askerî ticaret örneği olarak görülmüştür.[14] Güney Afrika Gelişim Birliği’nin (SADC) ortak güvenlik şartı altında Zimbabwe Kongo’ya askerî birliklerini yollamıştır. Bu birliklerin askerî liderleri, elmas ve kereste sömürüsünden kazanç sağlamak için sonradan özel sektöre ve Zimbabwe hükümetine katılmıştır.Yeni kurulmuş bir şirket olan SOCEBO, ZANU-PF’nin kıdemli üyelerini ve askerî yetkilileri içerir. Kongo’da 33 milyon hektar ormanı kendisine bağlayarak dünyanın en büyük kereste imtiyaz alanını yaratmış oldular.[15]
Bu savaşları son erdirmenin sorumluluğu sadece Afrika’da değil, bu çok-uluslu şirketlerin çoğunluğunun ikamet ettiği Kuzeydeki ülkelere de düşmektedir. Kuzey hükümetleri doğal kaynakların kendi yetkileri altındaki şirketler aracılığıyla yasa ve etik dışı sömürüsünü önleyerek çatışmanın ilerlemesini engelleyebilirler. Yasadışı sömürü ve tamahtan kâr edenlerle uğraşmada daha sert bir tutum benimsenmelidir.
Yakın zamanda pek çok girişimci savaş ekonomilerinin çeşitli yönlerini ve etik olmayan ticaret teşebbüslerini durdurmaya uğraştılar. Bu girişimcilerin çoğunluğu gönüllüydü ve etkili uygulama ve izleme mekanizmalarına sahip değillerdi. Fakat bazılarının büyük bir potansiyeli vardı, örneğin OECD’nin Çokuluslu Şirket Kılavuzu ve Ticaret Teşebbüsleri için Temel İnsan Hakları’nı yeni çıkartan BM İnsan Haklarının Korunması ve Tanıtımı alt komisyonu. Bunların etkili olması için politik iradeye ihtiyaç vardır. Hükümetler ve çokuluslu şirketler, Afrika’da ticaret ilişlerinde bulunanların uluslararası insan hakları ve insanî standartlara tam saygı göstermelerini sağlayacak adımlar atmalıdır. Bu sadece açık düzenleyici bir çerçeve içinde yapılabilir. Bunsuz, yasadışı ve vicdansız ticari aktivitelerde yer alanlar Afrika’nın kaynaklarını daha fazla acıya ve artan çatışmaya yol açarak sömürmeye devam edeceklerdir.
BÜYÜYEN BİR DOKUNULMAZLIK KÜLTÜRÜ
İnsan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü sürekli bir barış ve uzun süreli bir kalkınma için gereklidir. Fakat Afrika’da hukukun üstünlüğünün yok olduğu bölgelerde şu anda hiçbir etkili adalet mekanizması bulunmuyor. Bazı işleyen devletlerde bile değişik düzeylerde suç işleyenlerin bir dokunulmazlıktan faydalandığı çok açıktır. Bu dokunulmazlık kültürü, dehşet verici suçların soruşturma yapılmadan ve kurbanlara tazminat ödenmeden kapatılmasına izin veriyor. Birçok olayda uluslararası toplum bu adaletsizliklere göz yumuyor veya daha kötüsü insan hakları ihlâllerine ve soykırıma doğrudan olarak katkıda bulunuyor. Milyonlarca Afrikalı için, Uluslararası İnsanî Hukuk, Uluslararası Göçmen Hukuku, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ve Birleşmiş Milletler Tüzüğünün kendisi gibi çeşitli toplantılarda belirlenmiş haklar hiçbir şey ifade etmiyor.
Sadece Yüce Göller bölgesinde, son on yılda 5 milyon insan, şiddetli çatışmalarda hayatını yitirdi. 1994 Ruanda soykırımında ölen 800,000 kişi ve 1998’den beri Kongo’da ölen 2,5 milyon kişi dahil bu rakama. Kongo’daki şok edici ölümler bugün bile devam ediyor. Kongo’daki ölümlerin pek çoğunun savaşın yetersiz beslenme ve salgın hastalık gibi dolaylı etkilerinden olduğu söylense de binlercesi doğrudan şiddet sonucunda gerçekleşmiştir. 2001 yılında, savaşın başından beri Doğu Kongo’da her 8 evden birisinin şiddete bağlı bir ölüme tanık olduğu hesaplanmıştır. Bu insanların yüzde 40’ı kadın ve çocuklardı.[16] Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin yakın zamanda belirttiği üzere Kongo’da insan hakları ihlâlleri ve kayıplar tam bir dokunulmazlık zırhıyla devam ediyor. Sivil ve askerî yetkililer barışı sağlama ve gaddarlığa hedef olan nüfusu korumada yetersiz kalıyorlar.[17] Günümüze kadar Kongo’da hiç kimse ulusal veya uluslararası bir mahkemede bu suçlar yüzünden yargılanmadı.
Bu dokunulmazlık kültürünün önemli bir etkisi oldu. Adaletin olmadığı durumda, yerel nüfus umudunu kaybetti ya da meseleleri kendileri halletmeye kalkarak daha fazla şiddete yol açtı. Adalet arayışı bu yüzden iki seviyede halledilmelidir. Bir yanda, mühim savaş suçlarının ve sistematik insan hakları ihlâllerinin ele alınacağı bir foruma ihtiyaç vardır, böylece bu suçların bir cezası olacağını gösteren açık bir işaret göndermiş oluruz. Diğer tarafta ise yaygın suç kültürüyle uğraşılmalıdır. Yerel adalet sistemlerinin geliştirilmesi bunun en iyi yoludur. Bu çözümlerin Afrika önderliğinde yapılması çok önemlidir.
Adaletin yerleştirilmesi her zaman özgül durum göz önüne alarak yapılmalıdır. Güney Afrika’da ‘90’lı yıllarda olduğu gibi, suçluyu cezalandırmanın çözdüğünden daha fazla problem yaratmasının muhtemel olduğu özel durumlar olacaktır. Bunu çözmedeki temel ilke, acı çekmiş insanların ve sivil toplum örgütlerinin çatışma sonrası düzenlemelerin savaş suçlusunu adalete teslim ettiğini veya onlarla beraber yaşamanın yolunu bulup bulamadığını tespit etmeleridir. Uluslararası toplum sadece bu hakiki halk desteğini sağlamış çatışma sonrası düzenlemeleri desteklemelidir.
Yakın zamanda bu dokunulmazlık kültürünü ele alan bazı girişimler de oldu. Ruanda için kurulan, Arusha merkezli Uluslararası Suç Mahkemesi 800,000 Tutsi’ye ve ılımlı Hutular’a yapılan soykırımın sorumlularını cezalandırmak üzere toplandı. Süreç yavaş olsa da bir avuç dolusu kıdemli suçlu mahkûm edildi, bu gaddarlıklarla mücadelede önemli bir çabaydı. Benzer olarak, Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, Apartheid hükümetinin işlediği suçlar karşısında ülkenin suskunluk kültürünün üstesinden gelmesini başardılar ve toplumun uzlaşmaya doğru ilerlemesine yardımcı oldular.
Afrika Sözleşmesi’nin Haziran 1981’deki kabulüyle ve İnsan ve Halkların Hakları Afrika Komisyonu’nun (Afrika Komisyonu) Haziran 1987’de kurulmasıyla, Afrika hükümetleri insan haklarıyla prensip olarak ilgilendiklerini belirttiler. Maalesef devletlerin bu anlaşmaya ne kadar uygun davrandıklarını gözlemlemekle yükümlü Afrika Komisyonu etkili olamadı. Ülkeler her iki yılda bir rapor sunma sözlerini tutmadılar: Haziran 1998’de 200’den fazla rapor gecikmişti. Afrika Komisyonu’nun kuruluşunu alkışlarken, onu etkili bir yapı haline getirmek için Afrikalı liderlerin önemli çabalar göstermeleri gerekiyor.
Daha yakın bir zamanda, Afrika Komisyonu’na ek olarak bir Afrika İnsan ve Halk Hakları Mahkemesi kurulması önerildi.[18] Bir ceza mahkemesi olmasa da Afrika’daki insan haklarını korumak adına geniş kapsamlı bir mekanizma yönünde atılan önemli bir adım olacaktı. Henüz kurulmadı fakat yeterli sayıda Afrika hükümeti onaylarsa kurulacak. Üzücü olan şimdiye kadar sadece beş ülkenin bunu onaylaması. Politik iradelerini ve sorumluluklarına olan inançlarını göstermek adına Afrikalı liderlerin bu mahkemeyi onaylamaları gerekmektedir. Afrika’daki insan hakları ihlâllerinin kabul edilemez olduğu hakkında güçlü bir sinyal vermekte onların liderliği üstlenmeleri gereklidir.
Ayrıca Afrika Birliği’nin tüzüğündeki 18. madde, bir Afrika Adalet Mahkemesi kurulmasını önerir. Fakat görevleri, oluşumu ve yasaları henüz belirlenmemiştir. Bu mahkemenin gelişiminde ilerleme iyi karşılanacaktır. Uluslararası bir ceza mahkemesinin kurulmasının Afrika’daki savaş suçları davalarında yardımcı olacağı umulmaktadır. Ulusal mahkemeleri tamamlayıcı olsa da, ulus-devletlerin bakmak istemeyeceği ve bakamayacağı davalara da bakabilir.
Dokunulmazlık kültürü ile her seviyede uğraşılması gerekir. Yerel ve uluslararası girişimcilerin yanı sıra güçlü bir yerel adalet sistemine ihtiyaç vardır. Sıklıkla etkisizlik ve yolsuzluk sıkıntısı çekilse de uzun süreli gelişmenin temeli olan mesuliyet gereklidir. Uluslararası yardım yapanlar, ulusal alanda şeffaf ve etkili bir adalet sisteminin inşâsına katkıda bulunmalıdırlar.
YOLSUZLUK VE RÜŞVET
Dokunulmazlık kültürü yaygın yolsuzlukla desteklenmektedir. Yolsuzluk, basit tanımıyla, güvenilerek verilmiş gücün kişisel çıkarlar için kullanılmasıdır. Bu kavram ne yeni ne de Afrika’ya özgüdür. Her kıtanın yolsuzlukla sorunu olsa da Afrika için kaybedilen yatırımlara bağlı kaçan büyük fırsatlar ve acılar ve yoksulluktan doğan kabul edilemez insan kayıpları nedeniyle daha da mühimdir. 2001 yılında Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yayımladığı Yolsuzluk Algı Endeksi birçok Afrika ülkesinde yüksek oranlarda yolsuzluk olduğuna işaret eder. Nijerya, Uganda, Kenya ve Tanzanya’yı yolsuzluğun en yüksek olduğu ülkeler arasında sıralar.
1990’larla beraber küreselleşmenin hızlanmasıyla onlarca yıllık anti-demokratik liderlik, sorumsuz yardım politikaları, borçlar ve yapısal uyum politikalarından zayıflamış birçok Afrika ülkesi, yoksullar yerine güçlü çıkar gruplarına destek olarak dünya ekonomisindeki değişimlere ayak uydurmaya çalıştılar. Bunun sonucunda sistemli yolsuzluk günlük hayatın pek çok noktasını etkiledi. Yolsuzluk, Afrika devletleri ilk bağımsız oldukları zaman gelmedi. Çalışmalar Afrika hükümetlerinin kolonyal yönetim zamanından şeffaflık ve temsil eksikliğini miras aldığını belirtir. Bu kolonyal yönetimlerin pek çoğu belirli grupları, insanları ve bireyleri diğerlerinden üstün tutmuş ve bir imtiyaz sistemi kurmuşlardır.
Ekonomik ve finansal yolsuzluk kültürü sinsi ve çürütücüdür. Yasadışı insan trafiği (kadınlar çoğunlukla), ölümcül silâhlar, uyuşturucu ve değerli doğal kaynaklar bireyleri zenginleştirir ve gelir ihtiyacı duyan devletleri zayıflatır. Resmî kanıtlar yolsuzluğun Afrika’daki savaşları körüklediğini ve yaygın bir acıya yol açtığını gösterir. Yoksulluğa karşı savaşın kısmen ya da tamemen önünü kesecek bir iklim yaratır.
Günümüzde yolsuzluk, Afrika liderlerinden veya ticaret çıkarlarından, sosyal sistemlerin işe yaramadığı yerde hayat mücadelesi veren insanların günlük ufak yolsuzluklarına kadar yayılır. Bu çerçevede yüksek seviyelerde yapılan yolsuzluğun çok daha geniş bir etkisi vardır. Bu yerlerde yapılan yolsuzluk en zayıf insanların üstüne dayanılmaz yükler bindirerek, birkaç kişiyi zengin eder birçoğunu yoksullaştırır. Yolsuzluk sürünen ulusal borcun artmasına, sosyal yapıların ve hizmetlerin yıkılmasına yardım eder. Daha kötüsü, suça, silâhlı şiddete ve insanî krizlere yol açar.
Yolsuzluğa karşı herhangi bir ciddi ve uyumlu çabanın politik liderlerin açık taahhütlerine ve sözlerine gereksinimi vardır. Bunun sözden öteye gitmesi gerekmektedir. Afrika liderleri, pek anlamı olmayan çabaları yüzünden ödül beklememelidirler. Örneğin, Kenya hükümetinin yolsuzlukla mücadele hakkındaki büyük laflarına rağmen, Aralık 2000’de Kenya Yüksek Mahkemesi, Yolsuzluk Karşıtı resmî kurumu anayasaya uygun bulmadığını açıkladı. Güney Afrika’da yolsuzluğu önlemek üzere kurulmuş Özel Araştırma Birliği’nin başı anayasal bir komisyon tarafından yüksek önemdeki bir araştırmada yer alırken görevinden alındı. Afrika’da çalışan şirketlerin de soruna eğilmeleri gerekmektedir. Yolsuzluğun yukarıda bahsedilen savaş ekonomilerindeki gidişat ile ciddi bağlantıları vardır. Maden endüstrisinde “İmza İkramiye Ödemeleri” şirketler tarafından imtiyazları almak için yapılan büyük ihale tekliflerinde kullanılıyor. Bunlar yasal olsa da şeffaf değildir ve neredeyse hiçbir zaman hükümetler tarafından yoksulluğu yok etmek amacıyla kullanılmıyor. Günümüzde Küresel Rapor Girişimi ve diğer hükümet dışı kampanyalar gibi şirketleri faaliyetlerinde şeffaflık yönünden destekleyen hareketler var.
Hükümetler tek başlarına yolsuzluğun kontrol altında tutulacağını umamazlar. Aktif fakat bağımsız bir sivil toplumun katılımını ve desteğini kazanmaya ihtiyaçları ve zorunlulukları vardır. Yolsuzluk karşıtı kampanyalar arkalarında halk desteği olmazsa başarılı olamazlar. Yolsuzluğun ciddi bir biçimde durdurulması bu yüzden Afrika sivil toplum girişimine ihtiyaç duyar.
HIV/AIDS SALGINI
AIDS, kuşku götürmez bir biçimde Afrikanın günümüzde karşı karşıya olduğu en büyük tehdittir. 1998 yılında çatışma 200.000 cana mal oldu ve AIDS on kat daha fazla can aldı. Salgın başladığından beri 16,3 milyon insan hastalıktan öldü. Açık ara ile çoğunluğu Afrika’da yaşamını yitirdi.[19] 2001 sonunda kıtada 28 milyon yetişkin ve çocuk HIV veya AIDS ile yaşıyordu. Hesaplara göre HIV/AIDS her 25 saniyede başka bir insana bulaşıyor. Sadece 2001 yılında 3.5 milyon yeni vaka görüldü.[20] Sahra-altı Afrika’da yetişkinler arası yayılma oranı yaklaşık yüzde 8.4 iken, dünyada yüzde 1.2dir.[21] İstatistikler belirgin olarak kötü olabilir, çünkü çatışmada bulunan ülkelerden kesin HIV bilgisi almak neredeyse imkânsızdır. AIDS krizinin şiddeti on yıl önceki beklentileri çok aşmaktadır.
AIDS salgınının etkileri devasa ve çok geniş kapsamlıdır. Şimdiden Afrika üzerinde ortalama ulusal büyüme oranlarında yüzde 2 ile 4 arasında düşüşe yol açmıştır[22] ve 2015 Milenyum Kalkınma Hedeflerine ulaşma yolunda en güçlü engellerden birisidir.
Kişiler üzerindeki etkileri yıkıcıdır. Afrika, kadınların erkeklerden daha fazla hastalığa yakalandıkları tek kıtadır. Genç kızlar, tecavüz gibi cinsiyet ayrımcılığına dayalı şiddet , erkeklerin kadınlar üzerindeki yaygın egemenlikleri yüzünden risk altındadırlar. En üretken yaş grubu olan 20-50 yaş grubu özellikle etkilenmiştir. Üretkenlik düşer ve deneyimsiz gençler ve yaşlılar üzerindeki iş yükü artar. Aileler bununla baş etmek için aldıkları yiyecekleri azaltır, üretken aidiyetlerini sağlık yardımı için satarlar. Kadınlar ve genç kızlar HIV virüsünün geçişine yatkındırlar ve hastalığın etkilerine ve ölüme karşı dayanıksızdırlar. Çocuklar ailelerini geçindirmek, para kazanmak ve masaya yemek getirmek için okullarından alınırlar. Bu genellikle genç kızlar üzerine ticari seks ve erken evlilik kabulü gibi büyük yükler bindirir. Okuldan ayrılan çocuklar genellikle okula geri dönmezler ve bu yüzden becerileri ve iş bulma imkânları kısıtlanır.
Daha fazla insan etkilendikçe, salgın toplumda ve ekonominin bütün sektörlerinde dalgalanmalar yaratır. Zambiya’da öğretmen okullarından mezun olanlardan daha fazla sayıda öğretmen AIDS’ten ölüyor olabilir.[23] Tarımsal verimlilik yiyecek, gelir ve döviz girişini aşağıya çekerek düşmektedir. Krize cevap verme durumunda olan sağlık sistemi çöküyor: sağlık bakımı için gereksinim büyüyor fakat bu hizmetleri sağlayacak sağlık personelinin hastalanıp ölmesi nedeniyle kapasite azalıyor. Kalifiye profesyonellerin yerine yenilerini koyma çalışmaları çok önemlidir. Fakat Avustralya, Kanada, ABD ve İngiltere, çalışanları çok fazla etkilenen Zimbabwe ve Güney Afrika gibi ülkelerden sağlık personeli ithal etmeye çalışıyorlar.
Umut veren gelişmeler de var. Zambiya’nın Lusaka kentinde 15-19 yaş arası genç kızların ve Uganda’nın Masaka kentinde gençlik arasında salgının yayılmasının yarı yarıya azaldığı görülmektedir.[24] Güney Afrika’daki büyüyen sivil toplum hareketi hükümete salgının tanınması ve giderilmesi yolunda baskı yapıyor. Maden şirketleri gibi salgının yaygınlaşmasında erkekleri ailelerinden ayıran göçmen işgücünü kullanan bazı ticari kuruluşlar, salgını düşürecek pratik çözümler bulma, bakım sağlama ve etkiyi azaltma çalışmalarında başı çekiyorlar. 2001 yılında sivil toplum kuruluşlarıyla beraber Afrika liderleri HIV/AIDS’e ivedilikle çözüm bulma konusunda başarılı bir tanıtım kampanyası yürüttüler. Doha, Katar’daki Dünya Ticaret Örgütü zirvesinde gelişmiş ülkeler insan sağlığının patent korumasından daha öncelikli olması gerektiği prensipini kabul ettiler.
Bazı Afrika liderleri halkı bilgilendirmek ve sorunu tanımlamak adına yoğun kampanyalar yürüttüler; özellikle Uganda, Senegal ve Botswana’da. Nisan 2001’deki OAU Abuja AIDS zirvesi virüs hakkındaki önemli konularla ilgilendi ve hem tedavi hem de korunmanın AIDS ile savaşta vazgeçilmez olduğunu belirtti. Fakat diğer Afrika liderleri salgını ya görmezden geldi ya da sorunu doğrudan ağırlaştıracak şekilde hareket ettiler.
HIV/AIDS, Afrika toplumunun sırtında zaten bulunan ağır yükle uğraşma kapasitesini düşürmektedir. Çatışmalar yüzbinlerce insanı yerlerinden ederek, cinsel şiddeti ve kadın ve çocukların ekonomik bağımlılığını arttırarak, bu kesimin HIV virüsünü kapma olasılığını ve bozuk sağlığın etkilerine olan kırılganlıklarını arttırmaktadır. Yolsuzluklar, salgını azaltabilecek veya fırsatçı enfeksiyonlar[25] için kolay tedavi yöntemleri sunacak, bilgilendirme ve danışmanlık gibi etkili ve temel hizmetleri sunma yolundaki çabaları baltalamaktadır.
HIV/AIDS Afrika için büyük güvenlik, ekonomik, ve politik sonuçları olan büyük bir insanlık trajedisidir. HIV/AIDS’e karşı ciddi bir savaş politik alanda ve cephede önemli hareketler gerektirir. Sorunun büyüklüğünü görmek ve HIV/AIDS’i her kalkınma planının merkezine koyacak politikalar belirlemek için politik irade gereklidir. Hareket için ise para gereklidir. Küresel Sağlık Fonu, bu yıl AIDS ile savaşta gerekli olan fonların sadece yüzde 10’unun kullanılacağını hesap etmektedir. Bazı Afrika ve uluslararası malî yardım sağlayan hükümetlerin büyük laflarına ve verdikleri sözlere rağmen, yapılanlar laflarla uyuşmamaktadır.
YETERSİZ ULUSLARARASI DESTEK
Afrika’nın bugün karşılaştığı problemlere bakarsak dış yardımın azalması dikkat çekicidir.
Son yıllarda zengin uluslar Afrika’ya yaptıkları kalkınma yardımlarını dramatik ölçüde azaltmışlardır: 1990 ve 1999 arası bu yüzde 40 oranında düşmüştür. 1990ların ikinci yarısında, OECD ülkelerinde kişi başına düşen gelir 16.000 dolardan 20.000 dolara yükselirken Sahra-altı Afrika’da kişi başına düşen yardım 34 dolardan 20 dolara düşmüştür.
1970 yılında Birleşmiş Milletler ve birçok diğer malî yardım sağlayan ülke, Gayri Safi Milli Hasılalarının (GSHM) yüzde 0.7’sinin deniz aşırı ülkeler için kalkınma yardımına harcanması üzerinde anlaşmaya vardılar. OECD’nin Kalkınma Yardımı Komitesi’nin 22 üyesi deniz aşırı ülkelere yardım olarak ortalama sadece yüzde 0.22sini sağladılar. Eğer her OECD ülkesi GSMH’lerinin yüzde 0,7sini kalkınma yardımı olarak gönderseydi, yardımlar 114 milyar dolar daha fazla olacaktı.
Dünyanın en büyük ekonomilerine sahip olan G7 diğerlerine kötü örnek oluyorlar. Kişi başına harcama bakımından sadece Japonya 1990’ların sonunda başına göre daha fazla yardım harcaması yapıyordu. ABD, Kanada, İtalya ve Almanya gibi ülkeler ise kişi başına düşen yardım harcamasını üçte bir veya daha yüksek oranlarda azalttılar. Dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD, GSMH’sinin sadece yüzde 0.1’ini yardıma ayırmakta, bu da OECD ortalamasının yarısından daha az bir oran. Askerî harcamalar ile karşılaştırınca durum daha da kötü gözüküyor. 2000 yılında Afrika’ya yapılan insanî yardım 2 milyar dolardan daha azdı; bunun da çoğu adaletsizce dağıtılmıştı. Buna zıt olarak, dünya üzerindeki askerî harcama, Soğuk Savaşın sona ermesinden 10 yıl sonra, 798 milyar dolardı.
2000 yılındaki BM Genel Kurulu’nda dünya hükümetleri, aşırı yoksulluğu silme, çocuk ölümlerini azaltma ve eğitim olanaklarını arttırma kararı aldılar. 2015 yılına dek ulaşılması için gayret gösterilecek insanî hedefler, Milenyum Kalkınma Hedefleri (MKD) olarak belirlendi. Bu gidişle bu hedefler açık farkla ıskalanacak. Sahra-altı Afrika şu anda hedeflerden en uzak bölge. Bu hedeflere ulaşılmak için gereken maddiyatı hesaplamak güç de olsa, Oxfam yıllık artı 100 milyar doların gerekli olduğunu öngörüyor.[26] Çok büyük fakat karşılanabilecek bir miktar. OECD için ise bu rakam yüksek gelirli çiftçiler ve tarım sektöründeki firmaların altı haftalık destek ücreti ile eşdeğer.
Yardım genellikle büyük ölçüde eşitsiz bir şekilde dağıtılıyor. Bu durum özellikle yardıma muhtaç olan insanların nerede olursa olsun eşit statüye sahip ve yardım alma haklarının olduğu, uluslararası hukuk adına insanî müdahalelerin yapıldığı yerler için geçerli. 1999 yılında malî yardım sağlayan hükümetler BM çağrısıyla eski Yugoslavya’daki insanlara kişi başına 207 dolar verirken, Sierra Leone’de kişi başına 16 dolar, Kongo’da ise 8 dolar vermişlerdir. Rakamlar insanî aciliyeti olan olaylarda uluslararası toplumun ikiyüzlü bir yaklaşım sergilediğini gösteriyor. Batı hükümetleri için stratejik öneme sahip ülkelerde ve medyanın önem verdiği savaş kurbanları için yardım hemen geliyor. Fakat pek çok insanî felaket ve kesinlikle Sahra-altı Afrika’daki insanî felaketler, doğru bir biçimde “unutulmuş acil durumlar” olarak adlandırılıyorlar.
Kalkınma yardımı her zaman olumlu biçimde kullanılmıyor. Bazen yolsuzlukla malûl hükümetler tarafından alınıp kötü projelere harcanabiliyor. Kötü şöhretine rağmen, resmî kalkınma yardımı insanî gelişimi desteklemede kritik rol oynar. Temel hizmetleri finanse etmede önemli bir rolü vardır. Uganda örneğinde, eğitim ücretleri kaldırılınca okula kayıt oranları 1996-1998 arasında yüzde 54’ten yüzde 80’e yükselmiştir.
Hükümetlerin yoksuluğu azatmak için güçlü ulusal planları varsa yardım çok faydalı olabilir. Sahipliği ve toplumsal harcamalar üzerinde sivil toplumun etkisini genişletmeyi ve güçlendirmeyi amaçlayan Yoksulluğu Azaltma Stratejisi Raporları’nın (YASR-PRSP) kabülü, değişen çevreye örnek olur. YASR’larla ilgili ciddi problemler vardır. Sivil topluma danışma karışık hale getirilmiş ve bazı durumlarda hükümetler ve/veya IMF ve Dünya Bankası etkili diyaloğu imkânsızlaştıran programları kabul etmişlerdir. Yine de YASR çerçevesi doğru yolda önemli bir adımdır. Parçalı performansa rağmen önemli kazançlar kazanılmaktadır. Örneğin, Gana’da sivil toplumun etkisi YASR sürecinde dikkatleri ülkenin kuzeyindeki yoksullaşmış alanlara çekmiştir ve Etiyopya’da süreç ilköğretimi geliştirecek stratejiler yaratmada ve özellikle cinsiyet temelli eşitsizlikleri azaltmada yardımcı olmuştur.
Yardım gözü kapalı verilmemelidir ve malî yardım sağlayanlar, bu yardımlar sayesinde insanî gelişim sektörlerini yönlendirmenin otomatik olarak iyi yönetim getireceğine inanmamalıdır. Geçmişte yardımların etkinliği hem bağışçıların hem de bazı yolsuz Afrika hükümetlerinin kötü politikalarıyla azaltılmıştır. Eğer ilerleme sağlanmak isteniyorsa, Kuzey ve Afrika hükümetlerinin tarafında reformlar gereklidir. Birçok kalkınan ülke bütçe önceliklerini çok yavaş veya hiç değiştirmemektir. Derin köklü yolsuzluk, aşırı askerî harcamalar ve yoksulların yüksek eğitim ve sağlık bakımı gibi hizmetleri çok az kullanabilmesi gibi sorunlar sürmektedir. Kullandıkları retorik laflara rağmen, malî yardım sağlayanların yardım kalitesi, eğitimin hakettiğinden az desteklenmesi, aralarındaki zayıf işbirliği, uygunsuz politikalar, bağlı/koşullu yardımlar ve jeopolitik öncelikler gibi ciddi problemlere eğilmeleri gerekmektedir. Malî yardım, özellikle yardımı alanlar çatışma içindeyse ve bütçe desteği yoksulluğu azaltma dışında daha farklı amaçlar için kullanılabiliyorsa durumlarda problemli oluyor.
ADALETSİZ TİCARET
Ticaret söz konusu olunca Afrika genellikle haksız muameleye uğruyor. Kuzey hükümetleri Afrika’ya dünya pazarını kapatmıştır ve desteklenmiş (subsidized) mal fazlalarını yerel üretimi baltalayarak Afrika pazarında satmaktadırlar. Aynı anda Afrika hükümetleri IMF koşulları altında pazarlarını çok süratli bir biçimde açmak zorunda bırakılmaktadır. IMF direktörü Horst Koehhler’in Ocak ayında vurguladığı gibi, “zengin devletler halen yüzlerce milyar doları gelişmekte olan ülkelerin avantaj sahibi olduğu, tarım, işlenmiş yiyecekler, tekstil, giyim ve hafif sanayide sübvansiyonlara harcıyor.”[27]
Afrika’nın dünya ticaretindeki payı 1950’den bu yana yüzde 3 oranında azalarak ‘90’ların ortasında yüzde 1,2’ye (Güney Afrika hariç) düşmüştür. Geçen on yılda dünya ticaretinde temel ürünlerin yeri sanayi ürünlerinin payının üçte biri oranında artmıştır. Temel hammaddelere ihtiyaç duyan ülkeler geriden takip etmektedirler. Bu bağımlılık ihracat gelirlerinin dörtte üçü veya daha fazlasının hammadde alımına gittiği, 17 ülkenin hammadde (petrol hariç) gereksinimi olduğu Sahra-altı Afrika’da sıkça telaffuz edilir. Birçok durumda çok küçük bir ürün grubu ihracatın çoğunluğunu elinde tutar. Sadece kahve Etiyopya’nın ihracatının yüzde 60’ını, pamuk Burkina Faso’nun ihracatının yarısını ve koka Gana’nın ihracatının dörtte birini karşılar. Hammadde fiyatları düşünce, bunun ülke üzerindeki etkisi yıkıcı olur. Örneğin, Etiyopya’da az üretim ve düşük fiyat kahve ihracatını bir yılda yıllık 257 milyon dolardan 176 milyon dolara düşürmüştür.
Ticari yatırımlar Afrika’nın gelişimi için çok önemlidir. Fakat yatırımlar, savaş ekonomilerinin büyümesinin gösterdiği üzere, yoksulluğu azaltmaktansa çatışmayı körüklemiştir. Yabancı yatırımların büyük bir yüzdesi maden sektöründedir. Ocak 2002’de Uluslararası Ticaret Komisyonu tarafından yayımlanan bir rapor, 2001 yılında ABD’nin Afrika’dan yaptığı ithalatın arttığını fakat bu ithalatın büyük ölçüde petrol ve diğer enerji ile ilgili ürünler tarafından domine edildiğini açıklamıştır.[28] Bu ticaret büyük ölçüde meşrû olsa da, pek çoğu kayıtsız, etik dışı ve yukarıda bahsedildiği üzere yerel ekonomiler ve insan hakları üzerinde yıkıcı etkileri vardır. Afrika’daki ticari yatırımlar durmamalıdır, fakat yerel toplum için ve kalkınmayı ileri götürecek şekilde düzenlenmelidir.
DAHA KAPSAMLI BORÇ RAHATLAMASI
Aşırı Borçlu Yoksul Ülkeler (ABYÜ-HIPC) Girişimi, borç sürekliliği konusunda önemli bir noktaya işaret etmiştir. Fakat manşetlerdeki rakamlar yanıltıcıdır. ABYÜ’ye dahil 23 ülkenin 2001 ortası borç rahatlaması miktarı yaklaşık 34 milyar dolardır. Fakat bu ülkelerden 15’i devlet gelirlerinin yüzde 10’undan fazlasını borç ödemede kullanmaktadır. Yarısından fazlası borç ödemeleri için temel eğitimden fazla para harcamaktadır, ülkelerin üçte ikisi sağlık hizmetleri yerine borçlarına para ayırmaktadır. Zambiya gibi cehaletin ve çocuk ölümlerinin arttığı bir ülkede ABYÜ Girişiminin borç rahatlamasından sonra bile hükümet bütçesinin çeyreğinden fazlası borç ödemesine gitmektedir.
ABYÜ’nün başarısı için kredi verenlerin yaptığı açıklamalara rağmen, IMF Afrika’nın ihracat gelirleriyle yaptığı borç ödemelerinin 2002 yılında yüzde 18.4 oranına yükselmeden önce 2001 yılında azami yüzde 17.1’e düşeceğini (1999 yılındaki yüzde 20.3 seviyesinden) hesap etmiştir.[29] Bu hâlâ, Afrikalı liderlerin ve borç rahatlatma kampanyası destekçilerinin vurgulamaya devam ettikleri gibi, sakat bırakan bir borç yüküdür. Bu borcun büyük çoğunluğu, görevleri yoksullukla mücadele olması gereken Dünya Bankası ve IMF’yedir. Ne bu iki kurum ne de kredi veren zengin ülkeler, ABYÜ programında marjinal düzenlemelerden daha fazlasını düşündüklerinin işaretini vermektedirler.
GELECEK İÇİN UMUT
Gelecek için umut var mı? Afrika’daki durumun ağırlığı geçtiğimiz sene daha çok ilgi çekti ve kesinlikle bazı olumlu işaretler var. Afrikalılar hükümetlerinin inisyatif almasını bekliyorlar: aktif bir biçimde değişim ve daha fazla katılım istiyorlar. Yerel ve bölgesel medya her şeye rağmen çok tartışılan politik konular hakkında açıkça ve özgürce konuşuyor. Kadın grupları ve diğer destek grupları kadının cinsel zayıflığı, ev içi şiddet ve tecavüz konularını tartıştılar. Yerel hükümet dışı organizasyonlar hükümetlere HIV/AIDS ile savaşma ve sağlık hizmetlerine ulaşım konusunda baskı yaptılar. 2001 yılında eylemcilerin kurduğu bir ortaklık çok uluslu ilaç şirketlerine Güney Afrika’nın daha uygun fiyata ilaç edinme hakkını elinden almak isteyen yasal süreçten vazgeçmeleri için baskı uyguladılar. Kıtada yerel düzeyde barışa kavuşma ve çatışmaları sona erdirme çalışmaları artıyor. Hükümetler bu toplumsal hareketlerle gizli gizli ortak hareket ediyor. Örneğin, Uganda’da Katılımcı Yoksulluk Değerlendirmesi, sivil toplumu, YASR’ın gelişim, uygulama ve izleme süreçlerine dahil ediyor.
En önemlisi, Afrika hükümetleri uyumlu hareketin gerekliliğini anladılar ve bu yönde politik irade gösteriyorlar. Haziran 2001’de Afrika Birliği Organizasyonu’nu yeni bir hale sokarak, iddialı yeni bir yapı oluşturdular: kıta çapında ortak hareketi canlandırmayı benimseyen Afrika Birliği.
Afrika Birliği tarafından onaylanmış yeni girişim, Afrika Kalkınması için Yeni Ortaklık (AKYO-NEPAD) adını almıştır. Afrika’nın geleceğinin kendi ellerinde olduğunu ileri sürer. Afrika ve uluslararası toplum arasında iyi yönetim, demokrasi ve insan haklarına bağlılık üstüne kurulmuş yeni ilişkilerin kurulmasını destekler. Aynı zamanda Afrikalı liderler çatışma ve istikrarsızlığı çözmek ve bu yolla yatırımlar, büyüme ve kalkınma için ortam hazırlamak için çaba göstereceklerdir. AKYO analizi Afrika’nın tarihten ve diğer kıtalarla ilişkilerinden bağımsız olarak tam anlamıyla anlaşılamayacağını kabul eder.
AKYO’nun avantajı doğrudan Afrika demokrasilerindeki köklerinden yerel bir kurum olarak doğuşundan ve statüsünden kaynaklanmaktadır.[30] Afrikayı yoksulluktan kurtarmada öncülüğü Afrikalılar yapmalıdır. En etkili politikalar ve programlar yerel istişare süreçleri ve bağımsız karar alma ile ulaşılanlardır. Bu iyi yönetim, etkili kurumları olan muktedir bir devlet, sağlam ekonomik yönetim ve toplumun tüm katmanlarınının katılımını gerektirir. Afrika hükümetleri sivil toplumu yönetime dahil etmek için kesinlikle daha çok çalışabilirler ve çalışmalıdırlar; özellikle AKYO gibi tepeden aşağıya doğru bir yaklaşım söz konusu olduğunda.[31]
Uluslararası düzeyde Afrika’daki krize dikkat çekmek için büyük bir gayret olduğu görülmektedir. Fakat bunun politik iradede gerekli olan dramatik değişimi sağlayıp sağlamayacağı henüz belli değildir. AKYO girişimi Afrika’da G8, AB, BM, ve Dünya Bankası gibi başlıca kalkınma kurumları tarafından iyi karşılanmıştır. Uluslararası malî yardım verenler, Afrika’nın kendine has sorunları konusunda ve kalkınma bölgelerinde özel düzenlemelerin yapılması konusunda hemfikirdirler. Afrika hükümetlerini kalkınma sürecini sahiplendikleri ve sorumluluk aldıkları için alkışlamaktadırlar ve bu yolda onlara destek sözü vermişlerdir.
Eylül 2001’den beri uluslararası hareketin bağlamı ve küresel güvenliği tehdit etmeye devam eden temel ve kronik haksızlıkların işaret edilme biçimleri değişti. Neredeyse her dünya lideri, 11 Eylül’deki terörist saldırıyla küresel yoksulluk krizi, başarısız diplomasi ve sürekli insanî yardım gerekliliği arasında bağlantı kurdu. Küresel güvenlik krizi, küreselleşme krizi ile ilişkilendirildi, halbuki pek çok uluslararası politikanın dış etkisi dünya üzerinde aşırı kutuplaşmaya ve memnuniyetsizliğe yol açtı. Bu analiz küreselleşmenin şablonunun yoksullar lehine değiştirilmesi ve kalkınmaya dönük daha adil ve katılımcı bir yaklaşım yaratılması gibi gayretli önerilerin doğmasını sağladı.
Fakat, bu iyi niyetleri karşılayamayacak kadar az politik çaba sarfedildi veya yeni kaynaklar yaratılamadı. Dünya, liderlerinin söz verdiği sürekli barış ve güvenliği sağlayacak kurumlar için yaratılan kaynakların pek azını gördü, eğer herhangi bir şekilde gördüyse.
Afganistan, çatışma ve güvensizliğin temel nedenleriyle uğraşmanın gereğini öne çıkardı. Milyonlarca insanın en temel olanaklardan faydalanamaması ve dünyanın bir bölümünün zenginleşirken diğer bölümünün daha da yoksullaşması kabul edilemez. Bu konular havaya karışmayacaklardır. Eğer sistematik ve kesin olarak tanımlanmazlarsa sonuçları çok daha büyük olacaktır.[32]
Bu temel nedenleri göstermek sadece ahlâki bir zorunluluk değildir; bu ayrıca dünyanın güvenlik çıkarları içinde gereklidir. Küreselleşmeyi yoksulların lehine çevirme ve küresel güvenliğin temelinde yatan birbirine bağlı politikaları reforme etme zamanı gelmiştir.
“İŞLER ESKİSİ GİBİ”YE SON!
Afrikalıların yararına Afrika ile etkili ve yeni bir ortaklık hem Afrika’da hem de Afrika dışında önemli değişimler gerektirecektir. Tarihi boyunca kıta sömürülmüştür: işgücü arayışında köle ticareti, kolonyal dönemde toprak ve gelir elde etme çabalarıyla sömürülmüştür. Soğuk Savaş döneminde Afrika , ileri jeopolitik stratejiler için ideolojik bir savaş alanı olarak kullanılmıştır. Afrika’nın zengin dünya ile ilişkileri eşitlerin ortaklığından çok uzaktır. Çok şey değiştiyse de birçok şey hâlâ aynı. “İşler eskisi gibi” yaklaşımına son vermek gerekmektedir.
Günümüzde Afrika’nın karşılaştığı problemler adil ve sahici bir ortaklık perspektifinde aşılabilir. Bu uluslararası toplum ve Afrika liderleri arasında, meşrûiyet konusunda yapılacak yeni sözlerle desteklenen, küresel, yerel ve ulusal düzlemlerde farklı bir ortaklık gerektirir.
Küresel düzeyde, Afrika ile yeni bir ortaklığı destekleyen etkili küresel yönetim için koşulların yaratılması gerekmektedir. Bu düzeyde tüm aktörlerin meşrûiyeti ve karşılıklı hakları ve sorumlulukları temelinde küresel ticaret, yatırımlar, iş ortaklıkları, finans ve uluslararası ortaklık konularına değinilmelidir.
Yerel düzeyde, özellikle barış sağlama ve barışı koruma konularında politik ve ekonomik ortaklıklar biçimlerini canlandırmak gerekmektedir. Belki de bu düzeyde, insanlık suçu işlemekle suçlananlar, savaş suçları ve savaş ekonomilerinden kâr edenlerin yanı sıra yolsuzlukla savaşta yeni yaklaşımlar bulunur. Yolsuzluk ve dokunulmazlık gibi sorunların önüne geçmek önemliyse de çatışmadan çıkmış ülkelerin sosyo kültürel dokusunun düzeltilmesi için yollar bulmak eşit derecede önemlidir.
Ulusal düzeyde, Afrika ülkelerinin hükümetler/liderler ile halk arasında sosyal anlaşma ile meşrû devletler olarak işlemesine izin verecek koşullarının yaratılması gerekmektedir. Devletlerin yurttaşlarına karşı sorumlu olması, onlara güvenlik ve hukukun üstünlüğünü, geçim imkânı, ayrıca sağlık ve eğitim gibi toplumsal hizmetleri sunması gerekmektedir. Bu Afrika liderleri için sosyal hareketler ve sivil toplum ile daha fazla dayanışma gerektirir.
Bütün bu düzeylerde sorumlu tutulabilmeyi destekleyecek pratik mekanizmalar ve süreçler gereklidir.
Afrika krizi için herkese uyan tek bir çözüm yoktur. Bir yanda ortak diplomatik hareketle çatışmaların durdurulması için adımlar atılması ve bundan zarar görmüş insanlara insanî yardım sağlanması gerekmektedir. Bu çabalar çatışmanın temel nedenlerini, doğal kaynakların çıkarılması dahil olmak üzere göz önünde bulundurmalıdır.Aynı zamanda, çatışmaya girmeyen, sivil toplumun katılımıyla yoksulluğu azaltmak ve yönetimi güçlendirme yönünde adım atan ülkelere güçlü destek verilmelidir. Günümüzde Afrika’nın karşılaştığı problemlerin ağırlığına bulunacak uzun süreli çözümler bu stratejilerin eş zamanlı olarak ilerletilebilmesinde yatar.
Afrika’da refah ve barışa ancak problemlerin yerel, ulusal, bölgesel ve küresel boyutlarda uğraşılırsa ulaşılabilir. Şu an kelimelerin harekete dönebileceği bir andır, Afrika’ya durduğu yol ayrımında doğru yolu seçmesi için yardım edilebilir. Afrika’nın aşması gereken zorluk, hangi yolun doğru olduğunu düşünmek veya ne yapacağına karar vermek değil, bunu yapacak iradeyi oluşturmaktır.
Africa Recovery, June 2001
Anderson, M. (1999) Do No Harm: How Aid Can Support Peace - Or War, Boulder, Colorado: Lynne Rienner Publishers.
John-Jean B. Bayra (1993) ‘The New Political Conditionalities of Aid: an Independent View from Africa’, IDS Bulletin 24.
Bond, P. (2000) ‘Thabo Mbeki and Nepad: Breaking or Shining the Chains of Global Apartheid’, The Review of African Political Economy, Ağustos 2000.
Christian Aid (2001) ‘The Scorched Earth: Oil and War in Sudan.’
Christian Aid, Save the Children, and Oxfam (2001) ‘No End in Sight: The Human Tragedy of the Conflict in the Democratic Republic of Congo.’
Commission on Global Governance, Our Global Neighbourhood, The Report of the Commission on Global Governance, Oxford University Press, 1995.
Davidson, B. (1992) The Black Man’s Burden: Africa and the Curse of the Nation-State
DfID (2000) ‘White Paper on Globalisation’, Londra: DFID.
Denny, C. (2000) ‘The only way is up’, The Guardian, 15 Haziran 2000.
De Waal, A. (1997) Famine Crimes: Politics & the Disaster Relief Industry in Africa, Indiana University Press: Bloomington & Indianapolis.
Dietrich, C. ‘The Commercialisation of Military Deployment in Africa’, Institute for Security Studies.
Duffield, M. (2000) ‘Globalisation, Transborder Trade, and War Economies’, Bölüm 4, içinde Berdal, Mats ve David Malone (eds.), Greed and Grievance: Economic Agendas in Civil Wars, Boulder and Londra: IDRC/Lynne Rienner.
Global Witness (2001) ‘Taylor-made: The Pivotal Role of Liberia’s Forests in Regional Conflict’.
Hearn, J. (1998) ‘The ‘NGO-isation’ of Kenyan Society: USAID & the Restructuring of Health Care’, Review of African Political Economy 75:89-100.
Hochschild, A. (2000) King Leopold’s Ghost, Papermac.
Iliffe, J. (2000) Africans, The History of a Continent, Cambridge University Press.
Kanbur, R. (2001) ‘The New Partnership for Africa’s Development (NEPAD): An Initial Commentary’, Southern African Regional Poverty Network, Kasım.
Landes, D. (1998) The Wealth and Poverty of Nations, USA: Abacus.
Macrae, J. (2001) Aiding Recovery: the Crisis of Aid in Chronic Political Emergencies, Londra and New York: Zed Books.
Naim, M. (2000) ‘Washington Consensus or Washington Confusion?’ Foreign Policy, Bahar 2000, 86-103.
New Partnership for Africa’s Development (NEPAD), Ekim 2001.
Oxfam America. Extractive Sectors and the Poor, Ekim 2001.
Petras, J. (1997) ‘Imperialism and NGOs in Latin America’, Monthly Review, Aralık 1997
PSIRU (2001) ‘Cracking Down on Corrupt Companies: A Critical Analysis of the EC’s Public Procurement Proposals’, Kasım.
PSIRU (1999) ‘Privatisation, Multinationals and Corruption’, Temmuz.
Reader, J. (1998) Africa: Biography of a Continent, Londra: Penguin.
Robertson, G. (2000) Crimes Against Humanity: the Struggle for Global Justice, Londra: Penguin.
Robinson, M. (1993) ‘Will Political Conditionality Work?’ IDS Bulletin, 24(1)
Stiglitz, J. ‘More Instruments and Broader Goals: Moving Toward the Post-Washington Consensus’, 1998 Annual Lecture (Helsinki: WIDER, March 1998).
Stockton, N. ‘In Defence of Humanitarianism’, Disasters, 22(4).
Transparency International (2000) Source Book.
Turner, M. and D. Hulme (1997) Governance, Administration and Development: Making the State Work, Londra: MacMillan.
UK All Party Parliamentary Group on the Great Lakes and Genocide Prevention (2001) ‘Report on Visit to DRC’, Ağustos.
UN Economic Commission for Africa, Transforming Africa’s Economies: Economic Report on Africa 2000.
UN (2001); Declaration of Commitment on HIV/AIDS’, Haziran.
UN (2001) ‘Report of the Panel of Experts on the Illegal Exploitation of Natural Resources and Other Forms of Wealth of the Democratic Republic of the Congo’, Kasım.
UNCTAD (2000) Least Developed Countries Report, (2000).
UNCTAD (2001) World Investment Report.
UNDP (2000) Human Development Reports.
UNDP (2001) Human Development Reports.
UNOCHA (2000) Global Humanitarian Assistance 2000 ve OCHA website.
UNRISD (2000) ‘Visible Hands: Taking Responsibility for Social Development.’
Verschave, F-X (2000) Noir Silence: Qui Arretera la Francafrique? (Les Arenes 2000).
Watkins, K. (1997) Economic Growth with Equity, Oxford: Oxfam.
World Bank (1998) Assessing Aid: What Works, What Doesn’t and Why, OUP/World Bank.
World Bank et al. (2000) Can Africa Claim the 21st Century?
World Bank (2001) Global Economic Prospects and the Developing Countries 2002.
World Bank (1992) Governance and Development.
[1] Oxfam, 1942 yılında Oxford Açlıkla Mücadele Komitesi (The Oxford Committee for Famine Relief) olarak kurulmuş ve 1949’da amaçlarını genişleterek, dünya çapında savaş ve diğer nedenlerle ortaya çıkan acıların giderilmesi yolunda çalışmaya başlamıştır. 1992’de Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiştir. Oxfam, BM nezdinde de kabul gören ve yıllar içinde yürüttüğü projeler nedeniyle haklı bir saygınlığa ulaşmış en büyük uluslararası hükümet-dışı örgütlerden biridir. Başından beri en çok önem verdiği bölgelerin başında Sahra-altı Afrika gelmektedir. Bu rapor, önerilerinden çok Afrika’nın mevcut dertlerine yönelik kapsamlı bir resim sunması açısından çevrilmeye değer bulunmuştur. Raporun, her altbaşlığın altında bulunan somut öneriler bölümleri, uzunluk ve ayrıntı mülahazaları nedeniyle bu yayımlanan çeviride yer almamaktadır (Birikim’in notu).
[2] Tahminler yüzde 45 ile yüzde 52 arasında değişiyor.
[3] Tahminler, WHO (Dünya Sağlık Örgütü), Harvard Üniversitesi ve Londra Hijyen ve Tropik Tıp Fakültesi’nden.
[4] Ruanda Hükümet Raporu.
[5] World Bank (2000). DfID (2000) ‘White Paper on Globalisation’.
[6] Koltan, columbite-tantalite’nin kısaltmasıdır. Bu çelik griliğindeki metalik maden Amerika, Afrika ve Güneydoğu Asya’da bulunmaktadır. Uyum gücü oldukça yüksek olan bu hammadde, yüksek ısıya, asit aşındırmasına olan dayanıklılığı ve ileri derecedeki ısı ve elektrik geçirgenliği nedeniyle birçok stratejik sanayide kullanılmaktadır. Koltan, özellikle cep telefonu, bilgisayar, oyun araçları, video, video kamera ve otomobil elektroniği üretiminde önemlidir.
[7] Oxfam GB (2002) ‘Poverty in the Midst of Wealth’, Briefing Paper No. 12, Oxford: Oxfam.
[8] Christian Aid ‘Scorched Earth’
[9] See UN ‘Report of the Panel of Experts on the Illegal Exploitation of Natural Resources and Other Forms of Wealth of the Democratic Republic of the Congo’.
[10] World Bank et al. (2000) Can Africa Claim the 21st Century?
[11] Christian Aid ‘Scorched Earth’.
[12] Oxfam America, ‘Extractive Sectors and the Poor’, Oct 2001.
[13] Liberya, Sierra Leone, Gine (çn).
[14] Dietrich, C. (2001) ‘Les Commercants Militaires Sans Ethiques et Sans Frontieres’, International Peace and Information Service.
[15] Global Witness (2001) ‘Zimbabwe’s Resource Colonialism in the DRC’, Londra, 26 Ağustos.
[16] IRC (2001) ‘Mortality in the Eastern Democratic Republic of Congo’.
[17] Genel Sekreter’in Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki BM Yardım Örgütü hakkındaki 10. Raporu, Şubat 2002.
[18] Bu mahkeme, 1998’de Afrika Birliği tarafından kabul edilen Afrika İnsan ve Halkların Hakları Bildirgesi’ne bağlı bir protokole dayanılarak kurulmuştur.
[19] UNICEF ‘Children Orphaned by AIDS: Frontline Responses from Eastern and Southern Africa’.
[20] A.g.e., s. 3
[21] UNAIDS ‘AIDS Epidemic Update’ Aralık 2001, s. 3.
[22] Dixon, S., S. MacDonald, and J. Roberts ‘The Importance of HIV and AIDS in Africa’s Economic Development, British Medical Journal 324, 26 Ocak, s. 232.
[23] Kelly, M.J. (2000) ‘What HIV/AIDS Can Do To Education, and What Education Can Do to HIV/AIDS’, Konferans Bildirisi; the All sub-Saharan Africa Conference on Education for All, Johannesburg, 6 Aralık 1999.
[24] UNAIDS (2000) ‘Report on the Global HIV/AIDS Epidemic’, sf. 10.
[25] “Fırsatçı enfeksiyonlar,” AIDS hastalığı sırasında, vücudun bağışıklık sisteminin güçsüzleşmesini fırsat bilerek herhangi bir organ sisteminde ortaya çıkan enfeksiyonlar için kullanılmaktadır. AIDS’e bağlı ölümlerin çoğu bu tür fırsatçı enfeksiyonlar nedeniyle olmaktadır (ç.n.).
[26] Daha çok bilgi için bknz: Oxfam ‘Last Chance in Monterrey: Meeting the Challenge of Poverty Reduction’, Briefing Paper No. 17, Mart 2002.
[27] Minter, W. ve S. Booker (2002) ‘Africa Policy Outlook 2002: African Priorities Ignored due to Washington’s War on Terrorism’, Foreign Policy Focus, Şubat 2002, s. 3.
[28] A.g.e..
[29] A.g.e..
[30] Kanbur, R. (2001) ‘The New Partnership for Africa’s Development (NEPAD): An Initial Commentary’, Southern African Regional Poverty Network, Aralık 2001, s. 5.
[31] ‘Fulfilling Africa’s Promise’, Millennium Lecture K.Y. Amoako, Downing Street, Londra, 17 Aralık 2000.
[32] Daha çok bilgi için bknz: ‘From Words to Deeds’, Briefing Paper No. 14, 19 Aralık 2001.