Liberya'da Özgürlük ve Ölüm: Bir İç Savaşı Anlamak

ABD’nin 10 milyon dolarlık yardımıyla Sierra Leone’de kurulan mahkemede savaş suçlusu ilân edilen Liberya Devlet Başkanı Charles Taylor, uzun süren pazarlıklardan sonra 11 Ağustos’ta sürgüne gitmeyi kabul etti. Hemen ardından da, isyancı kuvvetler ile devlet güçleri arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı. Böylece 1989 yılında başlayan ve bugüne dek neredeyse kesintisiz devam eden iç savaş bitirilmiş sayılıyor. Amerikan askerleri birkaç hafta önce taşlarla kovalandıkları caddelere geri dönüyorlar. Sadece ABD askerleri değil, “Barış Gücü” olarak Liberya pastasından pay almak isteyen kimler varsa, isyancı kuvvetlerle beraber bir kere daha “özgürleştirilmiş” olan Monrovia sokaklarında şimdi…

Sierra Leone ve Liberya içinde ve arasında 14 yıldır devam eden bu sınırlararası iç savaşın tam bilançosu henüz çıkarılamasa da tahminler 400 binden fazla kişinin ölmüş, bir milyondan fazla kişinin göçmek zorunda kalmış, 30 binden fazla çocuğun da savaştırılmış olabileceği yönünde. Tecavüz, işkence ve diğer insan hakları ihlâllerinin boyutlarını ise kestirmek neredeyse imkânsız. Bu insanları bu kadar çılgınca bir savaşa sürükleyen neydi? Nasıl oluyor da böyle küçük bir coğrafyaya bu kadar çok vahşet sığıyor?

BİR HALKI KAÇ KERE ESİR EDEBİLİRSİNİZ?

Bu uzun iç savaşın kökleri aslında çok eskiye gidiyor, Liberya’nın kuruluşuna. Ancak Liberya’yı anlamak için Sierra Leone ve Gine’yle birlikte ele almak gerekiyor. Bu üç komşu ülke de kolonilerden geliyorlar. Liberya ABD’nin, Sierra Leone İngiltere’nin, Gine ise Fransa’nın Senegal’i bölerek kurduğu kolonilerdir. Fakat hepsinin birbirinden farklı kolonileştirilme tarihleri vardır.

On yıllar süren kölelik karşıtı hareketin etkisiyle, 1772’de Evangelist kilisesinin destekçilerinden G. Sharp’ın açtığı bir davada İngiltere’de köleliğin olmadığı kararının çıkmasının ardından, İngiltere’deki köleler özgür kalmış oldular. Fakat bu özgürleşen köleleri İngiltere’de tutmak istemeyen hükümet, 1787’de yarı-özerk bir koloni olan Sierra Leone’yi bu kölelerin yeniden yerleşimi için seçti. Sharp’ın da sponsorluğu ile, birkaç yıl içinde, özgür bırakılan yüzlerce köle buraya yerleştirildi. Amerikan kontrolünden kurtulmayı başaran bazı köleler de anavatanlarında yeni ve özgür bir hayata başlamak için Sierra Leone’ye gelmeye başladılar. İngiliz donanması da yakaladığı köle tacirlerinin elinden aldığı Afrikalılar’ı kökenlerine bakmaksızın Sirre Leone sahillerine, özellikle de Freetown’a getirip bırakıyordu.

Sharp’ın davasının ardından iyice kuvvetlenen kölelik karşıtı hareketin baskısı ile İngiliz hükümeti köleliğin yasaklanışını 1807’de kanun haline getirdi. Okyanusun öte yanında da bu kanunlaşmadan güç alan kölelik karşıtlarının talepleri ilginç bir biçimde köle sahiplerinin istekleri ile buluştu ve onların da desteği ile ertesi yıl ABD hükümeti yeni köle ithalini yasakladı.[1] Köle sahiplerinin yeni köle ithaline karşı olmalarının temel nedeni, yeni gelen kölelerin, köle fiyatlarını düşürüyor olmasıydı. Köle sahipliği aynı zamanda iş gücü sahipliği demek olduğu için, gelen köleleri ucuz fiyata alabilen yeni toprak sahiplerinin kolayca büyüyebilmeleri eski büyük toprak sahiplerini rahatsız etmeye başlamıştı.

1808 yasası ile ABD donanması da harekete geçti. Başta Amerika’nın doğu sahillerinden olmak üzere Atlantik Okyanusu’nda yakaladığı köle tacirlerinin elinden aldığı köleleri önceleri İngilizler’in yaptığı gibi Sierra Leone’ye getiriyordu. Sonraları bunları ABD’ye getirip hükümetin “himayesi” altına almak da uygulanır oldu. Fakat zaman içinde elindeki bu köleler ABD’ye sorun olmaya başlamıştı. 1816 yılında George Washington’un yeğeni, Yüksek Mahkeme (Supreme Court) hakimlerinden Bushrod Washington’ın ilk başkanı olduğu ACS-American Colonization Society [Amerikan Kolonizasyon Topluluğu] kuruldu.[2] ACS’nin destekçileri ve üyeleri içinde kölelik karşıtı hareketin sempatizanları olduğu gibi, özgür bırakılan kölelerin ABD toplumuna gelecekte problem olacağını düşünenler de bulunmaktaydı. Bu muhafazakâr kesim için, özgür bırakılan köleler ile bunların özgür doğan çocukları ve melezlerin oy kullanma hakkına kavuşma ihtimali büyük bir tehdit oluşturuyordu.[3] Bunun dışında, özellikle tüccar kesim içinden, sömürgecilikte Avrupa’nın çok gerisinde kalmış olan ABD’nin “Amerikan kültürünü almış” bu insanları Afrika’ya göndererek kendine yeni koloniler kurabileceğini düşünenler de mevcuttu. Din adamlari ise aynı yolla, çok başarılı olamadıkları Afrika’nın batı sahillerinde Hıristiyanlığın yayılmasını hızlandırabileceklerini düşünüyorlardı.

1819’da Kongre bu kölelerin geri yollanması kararını aldı ve bunun için de 100 bin dolarlık bir fon ayırdı. ACS ise bir yıl öncesinden, iki ajanını bölgede uygun bir yerleşim yeri bulması için yollamıştı bile. Kongre kararının hemen ardından da artık yasallaşmış olan bu göreve gönüllü oldular. 1820 yılının başında 88 ABD’li eski köleyi, ACS ve ABD hükümetinin misyoner ve ajanlarını taşıyan ilk gemi New York’tan kalktı. Sierra Leone’ye ulaşan geminin yolcularını Freetown’a indirmesi, ABD’nin bir anda böyle “hayırsever” bir politika izlemeye başlamasından şüphelenen İngiliz Vali tarafından yasaklandı. İngilizler’in bu direnişi ile yılmayan ABD ertesi yıl içinde iki gemi daha yollamış fakat Sierra Leone’ye girmeyi başaramamıştır. Ancak, 1818’den beri bölgede olan ACS ajanları, 1821’de yerli kabilelerden Bassa’nın şefleri ile yaptıkları anlaşmada, Manhattan’ın Amerikan yerlilerinden satın alınışına benzer bir biçimde, 60 millik bir sahil şeridini 300 dolarlık ticari mal karşılığında satın almayı başardılar.[4] Liberya, yani “özgür toprak” olarak adlandırılan bu kolonideki ilk yerleşimin adı önce Christopolis olarak konsa da, ACS’nin tavsiyesi üzerine, o dönemin ABD başkanı olan Monroe’ya ithafen, Monrovia olarak değiştirildi. Monrovia, bugün Liberya’nın başkentidir.

Liberyalılar ilk çatışmalarını özgürleşmiş kölelerin burada bir koloni kurmasından rahatsız olan köle tacirleri ile yaşadılar. Bassa şefleri de zaten dahil oldukları bu köle ticaretinin zarar görmemesi için Liberyalıların bölgede kontrol sağlamasını istememekteydi. ACS’ye satılan bu arazi, aslında kabilenin komünal kullanımındaki topraklar olduğundan araziyi kullanmaya devam eden yerliler ile ABD kökenli koloniciler arasında yaşanmakta olan çatışmalar da şefler tarafından körükleniyordu. Bunun üzerine ABD de deniz kuvvetlerinden bir birliği koloninin savunmasını üstlenmesi için görevlendirdi. Bu destekle Monrovia’daki yerleşim kuvvetlenince, ABD’de birbiri ardına birçok eyalette hakim, vali, senatör gibi yönetici kesiminin başkanlığında kurulan kolonizasyon toplulukları da “özgürleşmiş köleleri”, Afrika’da “vaadedilen topraklar”a yerleştirme kampanyası başlattılar.

AMERİKALI AFRİKALILAR VE AFRİKALI AFRİKALILAR

Giderek, gerek özgürleşmiş kölelerin Liberya’ya gitmek için seferber edilmeleri gerekse bunun için para yardımı bulmak zorlaşmaya başladı. Kolonizasyon toplulukları birbirleri ile daha fazla işbirliği yaparak bu sorunları aşmaya yöneldiler. Bunun Liberya’ya yansıması ise, farklı yerlerde kurulmuş olan dağınık yerleşimlerin birleştirilerek Monrovia’ya katılmaya başlaması oldu.

Bu birleşmeyle birlikte ACS’nin yönetim kurulu başkanı olan Thomas Buchanan, Liberya kolonisinin valiliğine atandı.[5] Hemen ardından da, koloni içindeki vatandaşlık ve seçim hakları düzenlendi. Liberya’da yaşayan ve 21 yaşının üzerindeki her Amerikalı Afrikalı erkek seçme ve seçilme hakkına sahip kılındı. Liberya vatandaşı olmak için de “beyaz olmamak” şartı getirildi. Ancak deri rengine bakılmaksızın bölgede yaşamakta olan Afrikalı Afrikalılar bu vatandaşlık ve seçim haklarının dışında tutuldular. Zaten Liberya’ya yerleştirilen bu eski köleler kendilerini Amerikalı ya da Amerikan Liberyalılar olarak tanımlamayı tercih ediyorlardı.

Yerleşim birimlerinin birleştirilmesi ile arada kalan alanların da Liberya toprakları sayılması sonucu 15 farklı kabilenin toprakları Amerikan Liberyalılar’ın olmuştu. Liberyalılar, yerli kabilelerin topraklarına sahip çıkmakla kalmayıp bu kabilelerin diğer ülkeler ile yaptıkları ticaretten de vergi almaya başladılar. Buna ilk tepki yerli kabilelerden biri olan Müslüman Mandingolar’dan geldi. Bu kabile, bölgedeki en önemli altın üreticisi olup uzun yıllardan beri İngiliz, Fransız ve Lübnanlı tüccarlar ile altın ticareti yapmaktaydı.[6] Mandingolar’ın direnişine İngiltere de karışınca, ACS anlaşmak zorunda kalarak vergilendirme hakkını yasallaştırmak için de olsa Liberya’nın uluslararası statüsünü koloniden egemen bir devlete değiştirme planları yapmaya başladı.

Ekim 1846’da yapılan plebisitte çok az bir çoğunlukla da olsa alınan bağımsızlık kararıyla 27 Eylül 1847’de Liberya, Afrika’nın ilk bağımsız cumhuriyeti ilân edildi.[7] İngiltere Liberya’yı tanıyan ilk ülke oldu. ABD ise başkentinde siyah bir diplomat istemediği için 1862 yılına kadar bu ülkeyi tanımamıştır.[8]

ABD’de kölelikten kurtulup Afrika’ya gelen ilk yerleşimciler anavatanlarını gördüklerinde ne düşündüler bilmek zor ama, Afrika’nın yerlileri onları hemen beyazlara verdikleri isimle çağırmaya başlamışlar: “kwi.” Yerleşimciler ise yerli halkı “aborijinler” ya da “vahşiler”, kendilerinden sonra “Amerikalı olamadan” köle tacirlerinin elinden alınıp Liberya’ya getirilenleri de “Kongolu” olarak adlandırmışlar. Kongolu olarak çağrılanlar, vatandaş olsalar bile sosyal hiyerarşinin en altında, yerli kabilelerden bile daha aşağıda görülmekteydiler.[9]

Bu hiyerarşinin en üstünde ise toplam nüfusun yaklaşık yüzde 2’sini oluşturan Amerikalı Liberyalılar bulunmaktaydı. 12 melez aile bütün ekonomik ve siyasî gücü ellerinde tutuyordu. Bu yönetici kesim aynı zamanda masonluğa bağlıydı. Öyle ki, Mason olmayanlar oligarşik True Whig Partisi’nde değil yönetici, parti üyesi bile olamamaktaydı.[10] Liberya’nın kuruluşundan uzun yıllar sonra bile, sahildeki şehirleri ile ülke kuran ve onun tek yöneticisi olan ABD kökenli azınlık, iç kesimlerde yaşamakta olan yerli halk ile arasında bir bağ oluşturmaya çalışmamış, 1950’lere kadar yerli halkı sadece işgücü olarak görmüş, ticari işlerini de çoklukla kabile şefleri aracılığı ile devam ettirmişlerdir. Yaşam tarzı ile ABD’deki hayatı taklit eden ve kendilerini eski anavatanlarında elit olarak gören Liberyalılar’ın yönetimdeki baskıcı ve ayrımcı yaklaşımı Afrika kolonilerinin devletleşmelerinde yaşanan temel gerilim olan kabileler arası güç savaşını uzun bir süre ertelemiştir.[11]

Öte yandan toprakları Liberyalı olsa bile kendileri vatandaş olamayan yerli kabilelerin bu durumdan başlangıçta çok da rahatsız olmamalarının sebebi, Liberya’nın bu topraklar üzerinde tam bir kontrol sağlayamamasıdır. Liberya, bu zayıflığı yüzünden ülkenin ilk kuruluşunda sahip çıktığı toprakların, yüzde 40’ını İngiliz ve Fransız güçleri karşısında kaybetmiştir. Değerli madenlerin çıktığı bu topraklar bugün, Sierra Leone, Gine ve Fildişi Sahilleri’nin sınırları içindedir ve halen bu ülkeler arasında sorun oluşturmaktadır.

YENİ KÖLELİK

ABD kökenli yerleşimciler Liberya’ya ilk geldiklerinde, değil ACS’nin iddia ettiği gibi Afrika’ya ışık götürmek, bu zengin madenleri işleyecek bilgiye de sahip değillerdi. Çoğu kalifiye olmayan işlerde çalışmışlardı ve Afrika’da tarımın dahi nasıl yapılacağını bilmiyorlardı. Bu yüzden yiyecek dahil hemen her şeyi ithal ediyorlardı. İthalatı doğal hammaddeler ile karşılamaya çalışsalar da, 20. yüzyıla girerken Liberya, sadece ABD’nin desteği ve İngiltere’den aldığı borçlar ile ekonomik olarak ayakta kalabiliyordu.

Ülke dışına satılan hammaddelerden en önemlisi kauçuktu. Yerli kabilelerin topladığı kauçuk Liberyalılar tarafından İngilizlere satılıyordu. İngilizler’in kurduğu Liberya Lastik Şirketi bu ticareti geliştirmek için kauçuk ekimleri yaptıysa da, hasatlar verimsiz bulununca proje iptal edildi. Fakat, 1. Dünya Savaşı sonunda kauçuk piyasasının Hollanda ve İngiltere tekelinde olmasından rahatsızlık duyan ABD’li lastik firması Firestone için İngilizlerin verimsiz dediği bu ağaçlar önemli hale geldi ve Firestone bu plantasyona sahip olmak için harekete geçti. Yıllar süren pazarlıkların ardından 1926’da 1 milyon dönümtoprak, dönümü yıllık 6 cent’ten 99 yıllığına Firestone’a kiralandı. Bu anlaşmada Firestone kazancının % 1’i kadar vergi ödemeyi kabul ederken, iflasa gitmekte olan Liberya’ya yine Firestone tarafından bulunan 40 yıl vadeli 5 milyon dolarlık borcun yıllık faizi ise % 7’idi.[12]

Firestone, yaklaşık 20 bin Liberyalı’yı işe aldı, işçi ailerinin de barındığı bir şirket yerleşimi kurdu ve eğitim, sağlık gibi hizmetler de sağladı. Hattâ bir dönem için Liberya’daki tek bankanın sahibi de Firestone’du. Ayrıca kauçuk ekimi için alanlar açılırken kesilen ağaçlar Firestone’a kalıyordu.[13] Borç batağı içinde gelişim gösteremeyen Liberya’da hızla büyüyen Firestone’un işçisi olmak bile bir ayrıcalık haline gelmişti. Fakat Firestone aynı zamanda ülke yönetiminden büyük muhalefet de görüyordu çünkü işçilerinden bir kısmı yerli halktandı. Liberyalılar’ın yerli halkın Firestone’un plantasyonlarında çalısmasına karşı çıkış sebeplerinden biri, daha vatandaşlık hakları bile olmayan bu “vahşiler”in bir anda ekonomik ve sosyal refaha ulaşmalarına duyduydukları tepki ise, asıl sebep kuşkusuz Liberya’nın o dönemdeki ana gelir kaynağı olan işçi pazarlamasının önüne geçeceğine duyulan endişeydi.

Liberya’nın işçi ticareti, köle ticaretinin yasaklanmasının getirdiği işgücü açığının kolonilerde sorun olmasıyla başlamıştı. Köle alımsatımı yerine bulunan yol “işçi ticareti”ydi. 1905’te İspanyollar ile anlaşan Amerikalı Liberyalılar, iç kesimlerdeki şeflerden kafa başına ücret ödeyerek aldıkları insanları Alman gemileri ile İspanyol kolonilerine taşıyarak “işçi” olarak “kiralamaya” başladılar.[14] ABD’nin özgürleşmiş köleleri, anavatanlarına döndüklerinde modern köle tacirleri konumuna gelmişlerdi.

Bu işgücünün dışarı satılması başta Firestone olmak üzere ülkeye gelen yabancı şirketlerin işine gelmiyordu. Firestone’un bölgeye yerleşmesinin hemen ardından bu modern köleliğe karşı çıkışlar başladı. Protestolar, 1931’de ABD, Almanya ve İngiltere’nin Liberya’ya ültimatom vermesine kadar gitti. Verilen ültimatomun ardından Cemiyet-i Akvam 8 ülkelik bir panel düzenleyerek 12 bin vatandaşı buna karşılık bir milyondan fazla nüfusu olan Liberya’yı masaya yatırdı. Öncelikli konu zorla işçilik ve sosyal hizmetlerdi. Artan baskılar sonucunda Liberya, zorla işçi toplamayı yasaklasa da sosyal hizmetleri ülke geneline yayma konusunda bir adım atmayı kabul etmedi.

2. Dünya Savaşı döneminde Uzak Doğu dışındaki en büyük kauçuk ve lastik üretim merkezi halindeki Liberya’nın ABD için önemi iyice artmıştı. ABD’li siyahlardan oluşan 5 bin kişilik bir askerî kuvvetle beraber birçok mühendis ve ekipman savaş sırasında Liberya’ya yollandı ve burada bir üs kuruldu. Aynı yıllarda ABD’nin bölgedeki demir madenlerine de artan ilgisi ve Firestone’un isteği ile Pan American Havayolları Liberya’ya bir havaalanı kurarak düzenli seferlere başladı. Pan American Havayolları uzun yıllar Liberya’nın havaalanı işletmesini tekelinde bulundurdu. Zaten Liberya’nın belli başlı bütün ekonomik faaliyetleri, aynı zamanda Liberya’nın yöneticisi olan ABD kökenli elit azınlığa dahil ailelerin çoğunlukla büyük yabancı şirketler ile ortak kurdukları tekellerin elindeydi.

Tarıma dayalı bir ekonomisi olan Liberya’nın kauçuk, kahve, kakao gibi ithalat ürünleri geniş plantasyonlarda üretilirken ülkenin iç tüketiminde kullanılan ve temel gıda maddesi olan pirinç daha çok yerel, küçük çiftçiler tarafından yetiştirilmekteydi. 1944’te oligarşik True Whig Partisinin ve Masonlar’ın merkezinden gelerek başkanlığa seçilen William V.S Tubman da pirinç tekelini elinde tutuyordu. Tubman’ın ekonomik açıklık politikaları ile birlikte en önemli projesi, merkezin muhalefetine rağmen Liberya’nın birleştirilmesiydi. Kadınlara ve yerel toprak sahiplerine oy hakkı verilmesi, daha çok fabrikalar kurularak kırsal nüfusun şehirlere göçü bu dönemde gerçekleşmeye başlamıştı. Ama şehirlere başlayan göç ve gelen firmaların kendi çalışanları için büyük miktarlarda ve düşük fiyata pirinç ithali, Tubman’a zarar vermeye başlayınca, reformların önü kesiliverdi. Şehirlere gelen genç nüfusun suç oranını arttırmasını bahane eden Tubman, 1963’te yetişkin erkeklerden işsiz olanların kırsal bölgelere geri gönderilmesine ilişkin bir yasa çıkardı. Yerli halkla birleşme politikaları da böylece çatlamış oldu. Bu başarısızlığa rağmen 1971’de ölene kadar iktidarda kalan Tubman, ülkede bir birlik sağlamaya çalışması ve ekonomik açıklık politikaları ile, bir başkanlık kültü oluşturmuş ve modern Liberya’nın kurucusu olarak anılmayı başarmıştır.[15]

Tubman’dan sonra iktidara gelen yardımcısı Tolbert kıyafeti ile daha Afrikalı bir çizgi çizse de, kendisi Güney Carolinalı eski bir kölenin oğlu ve artık iyi bir kahve tüccarıydı. İktidara gelince de hemen parti ve ülke içinde kendi patronluğunu kurmaya girişti. Genelde düşmanı olmamasına rağmen Ulusal Güvenlik Konseyi’ni kurarak kısa sürede bakanları ve bürokratları kendi şahsi iradesi altına almayı başardı. Aynı zamanda oldukça yenilikçi gözükmekteydi de. Seçmen yaşını 18’e indirdi, eski Başkan’ın sahibi olduğu pirinç tekelini afişe ederek kaldırdı ve devlet tarafından belirlenen pirinç fiyatlarını düşürdü. Sosyalist ülkeler ile ilişkiler kurdu. SSCB, Libya, Çin vd. ülkelerin konsoloslukları açıldı, ticaret anlaşmaları yapıldı. Ama bu yakınlaşma tepkiler de çekiyordu. Çin ile imzalanan şeker ticareti anlaşmasının ardından Tayvan, Liberya ile bütün ilişkilerini askıya aldı, bölgede bulunan bütün firmalarını ve çalışanlarını geri çekti. Buna karşılık olarak da Çin, Liberya’ya onlarca mühendis ve doktor ile birlikte askerî ve tıbbi malzemelerden oluşan yüklü bir yardım yaptı.[16]

Fakat Tolbert her ne kadar yenilikçi gözükse de aslında Liberya hâlâ, Tolbert’in de dahil olduğu aynı on iki aile tarafından yönetilmekteydi. Mesela Tolbert’in kardeşi Maliye bakanı ve başkanlık danışmanıydı, üvey kardeşi de senatördü. Bu kardeşler aynı zamanda Liberya’nın kendi alanlarında tekelleşmiş şirketlerin de sahibiydiler. Tolbert, ne ekonomik krize ne de kendi ailesinin de parçası olduğu ülke yönetimindeki yozlaşmaya bir çözüm getirebildi. 1973’te Tolbert’e karşı başarısız bir darbe girişimi oldu. Ertesi yıl da kardeşi şüpheli bir uçak kazasında ölünce Tolbert, geniş çaplı bir polis ve ihbarcı ağı kurarak tutuklamalar dönemi başlattı. Her tür muhalefeti bastırarak 1975’te rakipsiz olarak seçime katıldı. Toplumsal huzursuzluğun gittikçe tırmandığı bu yıllarda Tolbert’in yabancı şirketlerin Liberya’da daha büyük rol oynamalarına yönelik politikaları ve vergi indirimleri, daha büyük ekonomik krizleri de beraberinde getirdi. ’70’ler Liberya’da artan ekonomik krizle beraber, başta öğrenciler ve iç kesimlerdeki yoksul küçük üreticiler olmak üzere çeşitli muhalif grupların oluşum dönemidir.

1980 DARBESİ

Şehirlere ve plantasyon kasabalarına ’70’lerde tekrar başlayan göç dalgasını önlemek ve kırsaldaki küçük üreticilere refah getirmek için 1979’da temel gıda maddelerine yapılan yüksek zamlar, yine başta bu kırsalda yaşayan halkın yoğun tepkisi ile karşılaştı. Üniversiteli öğrencilerin kurdukları PAL-Progressive Alliance in Liberia [Liberya İlericiler Birliği] ve MOJA-Movement of Justice in Africa [Afrika’da Adalet Hareketi] gibi örgütlerin protestolarına kasabalardaki işsizlerin de katılımıyla Liberya’nın iç kesimlerinde başlayan ayaklanmalar yaklaşık bir yıl sonra, 12 Nisan 1980’de, Tolbert’in kaldığı Başkanlık Sarayı’nın basılıp Tolbert ve 27 korumasının öldürülmesi ile sonuçlandı.[17] Başçavuş Doe’nun önderliğinde yapılan darbe başarı ile sonuçlanmış ve Liberya’nın bütün çehresi bir anda değişime uğramıştı.

Samuel K. Doe ve arkadaşları Liberya’nın yerli gruplarındandı. Çoğunluğu Krahnlar’a mensuptu. Böylece Liberya, yüzelli yıl sonra ve zorla da olsa, ilk kez bir yerli Afrikalı yöneticinin kontrolüne geçmişti.[18] Darbeyi yapanlar Ulusal Muhafızlar’dan 17 subay ve astsubay ile onlara bağlı askerlerdi. Kendilerini PRC-People’s Redemption Council [Halkın Kurtuluşu Konseyi] diye adlandırdılar. PRC’nin başkanı olan Doe, ilk olarak, bütün partilerin kapatılması ve siyasî mahkûmların salıverilmesini emretti. Sınırlar kapatılmış, eski yöneticilerin peşine düşülmüştü. Darbe, ekonomik krizden kıvranmakta olan halk arasında önce büyük bir sevinçle karşılandı. Doe da, ilk yaptığı konuşmalarda toprak reformlarından, getirilecek eşitlikten sıkça bahsediyordu. Zaten darbenin hemen ardından SSCB’nin Liberya’ya büyük yardımlar yapacağı haberleri yayılmıştı. Bütün bu sola yaklaşma tablolarınından sonra Doe, gerçek rengini 1981 yılında belli etti. Libya Konsolosluğu kapatıldı, Sovyet Konsolosluğu’ndan görevli sayısını yarıya indirmesi talep edilirken, İsrail ile diplomatik ilişkiler başlatıldı. 1982 Ağustos’una gelindiğinde, eski Başçavuş yeni Başkumandan Doe CIA’dan özel güvenlik koruması almış, Beyaz Saray’da daha birkaç ay önce True Whig üyelerinin kurtarıcısı rolündeki Reagan ile fotoğrafçılara poz vermekteydi.[19] İki yıl içinde de ABD, bütün Afrika ülkelerine yaptığından daha fazla yardımı Liberya’ya vermeye başlamıştı.[20] Şapkadan bir kez daha ABD çıkmıştı; söylentiler ise, darbeye Tolbert’in Sovyetler ve Çin ile giriştiği şeker ticaretinin getirdiği yakınlaşmanın yol açtığı yönüne dönüşüvermişti.

Bu gelişmelerin ardından PRC içinde büyük bir ayrılma ve ihraç dalgası başladı. Siyasî sahneye Doe’nun halkla ilişkilerinden sorumlu PRC üyesi olarak çıkan Charles Taylor da ayrılan/ihraç edilen bu grubun içindeydi. İhraç ve sürgünlerle iktidarda tek başına kalan Doe, önceleri eski yöneticilere karşı uyguladığı şiddeti, kısa zaman içinde yeni iktidarı yaratırken karşılaştığı her sorunu çözmede sıradan bir uygulama haline getirdi.

Amerikan petrol firması AMOCO’nun Liberya sahillerinde çalışmaya başladığı ’80’li yıllar Liberya içinde ise şiddetin gerçek anlamda başladığı yıllar oldu. 1984’te Doe kendine karşı da protestolara girişen Liberya Üniversitesi’nde eğitimi belli olmayan sürelerle erteledi. Kayıplar ve faili meçhul cinayetler de hızla artmaktaydı. Ertesi yıl yapılan sözde seçimlerde kendini yeni cumhuriyetin Başkanlığına ve Başkumandanlığa yükselten Doe, AFL-Armed Forces of Liberia [Liberya Silâhlı Kuvvetleri] içinde düzenlemelere de girişti. Doe’nun ordu hiyerarşisini hiçe sayarak kumanda kademelerine kendi kabilesinden askerleri getirmeye başlaması ile ayaklanan General Quinwonkpa’nın başarısız darbe girişiminin ardından generalin taraftarlarına ve kabilesine karşı Nimba bölgesinde büyük bir şiddet operasyonu başlatıldı.[21] Böylece iki etnik grup da karşı karşıya gelmiş oluyordu. Aynı bölge 1989’da Taylor’un başlattığı isyan hareketinin de merkezi olacaktır.

TAYLOR’UN İSYANIYLA BAŞLAYAN ŞİDDET ÇILGINLIĞI

1989 yılının son günlerinde aslında Amerikalı Liberyalı olan Charles Taylor’un başkanlığında kendilerini NPFL-National Patriotic Front of Liberia [Liberya Ulusal Vatansever Cephesi] olarak adlandıran yaklaşık 150 kişilik bir grup, Doe iktidarının sonunu getirecek isyan hareketini başlattılar. Taylor’un kumandasındaki bu gerilla grubunun çoğunluğu Libya’da, bir kısmı da Taylor’un 1987’de tanıştığı Kaddafi’nin aracılığı ile sağlanan Burkina Faso yardımı ile eğitim almıştı. Taylor’un öncülüğündeki bu küçük grubun başlattığı silâhlı hareket, son beş yılda Doe’nun şiddet politiklarına marûz kalmış olan Gio ve Manolar’ın da katılımı ile, kısa sürede Liberya’nın güney kesimine hızla yayıldı ve Taylor, doğrudan Monrovia üzerine ilerlemeye başladı. Yeterli bir savunma sergileyemeyen AFL dağılmaya yüz tutarken, NPFL içinde çıkan problemler isyanı yavaşlatsa da, 1990 yılında başkent kuşatılmış durumdaydı.

Darbenin ardından merkezî gücü zayıflayan Liberya’da, Doe’nun şiddet politikalarına da tepki olarak gerek politik gerekse çıkar amaçlı birçok silâhlı grup türemişti. NPFL’nin hızlı ilerleyişine rağmen bölgeyi kontrol altında tutamaması ile artan kaos ve çatışmalar ülkeyi büyük bir kan gölüne çevirdi. Sokaklarda başı, kolu, bacağı kopuk cesetler, el değiştiren bölgelerde her gelenin tekrar yaptığı yağmalar, tecavüzler, rakip grup taraftarlarının katledilmesi, tam bir terör görüntüsü çiziyordu.

Doe’nun hâmisi olan, Liberya’nın neredeyse bütün ekonomik faaliyetlerini kontrol eden ve 500 kişilik konsolosluğu bölgedeki CIA merkezi olarak çalışan ABD, hızla gelişen bu sürece Körfez Savaşı yüzünden ciddi bir müdahalede bulunamadı.[22] BM’ye bağlı birliklerin de etkisiz kaldığı bu ortamda, çatışmaları durdurarak barış görüşmelerini başlatmak üzere ECOWAS-Economic Community of West African States [Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu] bir barış gücü oluşturarak bölgeye göndermeye karar verdi. Bölgede egemenliğini genişletmek isteyen Nijerya’nın baskısı ile alınan bu kararın ardından, ECOMOG-ECOWAS-Monitoring Group [ECOWAS-İzleme Grubu], bölgeye gireceğini ilân etti. Bu arada, başkent Monrovia’yı alması an meselesi olan Taylor, bunu saldırı olarak kabul edeceğini başta büyük çoğunluğu Nijeryalı askerlerden oluşan ECOMOG olmak üzere, bütün yabancı güçlere saldıracaklarını açıkladı. ECOMOG bölgeye girer girmez de dediğini yaptı. Bu saldırılardan sonra ABD kendi uyruklarını bir operasyonla başka bölgelere transfer ederken, barış gücü olarak bölgeye gönderilen ECOMOG daha çok Nijerya’nın egemenlik politikaları doğrultusunda Liberya iç savaşı içinde bir taraf olarak yerini almaya başladı.[23]

Bu arada Sierra Leone’de de RUF-Revolutionary United Front’un [Devrimci Birleşik Cephe] başlattığı devrim hareketi Freetown’a doğru ilerlemekteydi. RUF’un ülke dışındaki en büyük desteği ise Taylor’du ve birinin başarısı diğerinin kazanma şansını çok büyük oranda arttıracaktı. ECOMOG’un müdahalesi aynı zamanda Taylor kuvvetleri ile RUF’un arasına girerek Sierra Leone’deki devrim girişiminin de önünü kapatmaya yönelikti. BM’nin görevlendirdiği birimlerden bağımsız hareket eden ECOMOG, bu müdahale ile başladığı kariyerine, ilerleyen yıllarda uyuşturucu ticaretinden insan hakları ihlâllerine, çocukların fuhuş için kullanımından birçok faili meçhûl cinayete kadar birçok olaya karışacak ve barış gücü olmanın tamamen dışına çıkacaktır.[24]

Bölgedeki diğer gruplardan farklı bir biçimde kabile temelli olmayan ve Sierra Leone’nin yoksul kırsal kesimi genelinde örgütlü olan RUF ise, Doğu Bloku’ndaki değişimin de etkisiyle olsa gerek 1991 yılında ideolojik bir kaos içine yuvarlanarak, anti-emperyalist söylemini radikal bir Batı karşıtlığına çevirdi. “Yürekler ve Hafızalar” adını verdiği strateji doğrultusunda geniş çaplı, maceraperest ama bir o kadar da kanlı eylemler yapmaya başladılar.[25] Aynı yıl içinde Liberya’nın kuzeydoğusunda, Gine sınırına yakın, eski başkan Doe’nun kabilesi olan Krahn’ların bölgesinde tutunabilen AFL, Taylor’un müttefiki olan kabilelere karşı kin besleyen Krahn’larla birleşerek ve Gine’nin de desteği ile ULIMO-United Liberian Movement for Democracy’i [Demokrasi için Birleşik Liberyalı Hareketi] kurdu. Taylor ise, hızla ilerleyişinin önünü kesen ECOMOG ve Gine’yi, başta AFL olmak üzere Doe taraftarlarının savunusunu yapmakla suçlayarak onlara karşı olan saldırılarını hızlandırdı.[26] Buna karşılık ULIMO da BM’nin barış gücü olan UNOMIL ve diğer insanî yardım kamplarına saldırıyordu.[27] Bütün bu karmaşadan kaçmaya çalışan halk da önce taraftarı oldukları ya da etnik olarak dahil oldukları grupların bölgelerine, daha sonra da yine yollarına devam edip sınırların diğer tarafına göç etmeye başladı. Taylor taraftarları güneydeki Fildişi Sahili’ne sığınırken, Doe’ya bağlı olanlar ve Krahn mensupları daha çok Gine’ye sığındılar. Fakat doğuda Gine ve kuzeyde Sierra Leone, Taylor ve RUF’un saldırılarına karşı sınırlarını mayınla döşemiş olduklarından çok sayıda insan bu mayın tarlalarında hayatını kaybetmiştir.

Liberya’da Taylor yavaş da olsa ülke çapında kontolü ele geçirirken, Sierra Leone’deki durum oldukça karışıktı. Başta devlet güçleri ile RUF arasında başlayan çatışmalar RUF’un önemli elmas yataklarını ele geçirmesinin ardından, Britanya Devletler Topluluğu ile RUF arasındaki bir savaşa dönüştü. Kısa sürede bölgeye Gurkalardan, Güney Afrika’nin özel kuvvetlerine, İngiliz Komandolarından, Nijerya ve Ganalı birliklere kadar büyük bir çok-uluslu Britanya askerî gücü ulaştı.[28]

Sonunda, Liberya’da yedi yıllık savaşın ardından 1996’da Taylor’a bağlı güçler başkent Monrovia’nın kontrolünü ele geçirdiler. Aynı yıl Sierre Leone’de yapılan seçimlerin muğlak sonuçlarından zafer ilân ederek çıkan ve İngiltere’ye yakın bir isim olan Kabbah, başkanlığına geldiğinde ilk yaptığı iş bölgede vahşetleri ile tanınan Kamajor savaşçılarının eski liderini Savunma Bakanı olarak atamak oldu. Böylece Britanya Topluluğu’nun ve ECOMOG’un askerlerine yerel Kamajor savaşçıları da katılarak, RUF karşısında büyük bir güç oluşturdular. Buna rağmen RUF, başkent Freetown’un 40 mil civarına kadar inerek ilerleyişini sürdürdü. RUF’u durduramayan Kabbah, BM’nin artan baskıları ile de ateşkes imzalamayı kabul etti.

BİTMEYEN SAVAŞ

Taylor ile birlikte hareket eden gerillaların iktidarı fiilen ele geçirmelerinin ardından, BM ve ECOWAS silâhsızlanma konusunda arabuluculuk yapmaya giriştiler. Bu 7 yıllık iç savaş oldukça vahşi görüntüler sergilemişti ve yüzbinlerce insan ülke dışına kaçmak zorunda kalmıştı. Ayrıca Taylor taraftarlarının büyük bir kıyım yapmasından da korkuluyordu.

Öncelikle sınırlara döşenen mayınlar gündeme geldi. Bunlar, savaşan gruplardan çok savaştan kaçmaya uğraşan insanları vuruyordu. Çoğunlukla Gine ve Liberya sınırında olan bu mayınların temizlenmeye başlanıp yolların tekrar açılması ile ilticacılardan küçük bir kısmının dahi olsa geri dönmesi sağlanırken, Gine’de 32 yıllık Ahmed Sekou Toure iktidarından sonra 1984’te kansız bir darbe ile iktidarı ele geçiren Lansana Conte’ye karşı başarısız bir devrim girişiminde bulunan isyancıların bir kısmı da Liberya’ya geçtiler. Tabiî bu gerilla gruplarının Liberya’da eğitim alıp bölgede aktif olmaya devam etmeleri, Liberya ve Gine’nin arasını tekrar açtı. Bu grupların bir kısmı 1997’de RUF ile birleşmiştir.

Barış anlaşmasına rağmen bölgedeki elmas madenlerini kontrol altında tutmaya çalışan RUF, liderleri Sankoh’un Nijerya’da yakalanmasına rağmen Sierra Leone’deki etkinliğini güçlendirdi ve aynı yıl 25 Mayıs’ta General Paul Koroma’nın liderliğinde genç subayların oluşturduğu AFRC-Armed Forces Revulutionary Council [Silâhlı Kuvvetler Devrimci Konseyi] tarafından Kabbah yönetimine karşı yapılan darbeyi de desteklediler.

Liberya’da yenilgiye uğrayan tarafın destekçisi konumundaki ECOMOG güçleri de hiç olmazsa Sierra Leone’deki konumlarını koruyabilmek için güçlerini Liberya’dan büyük ölçüde çektiklerinden Taylor, BM’nin önerisine uyarak bir seçime gitmeyi kabul etti ve birçok gözlemciye göre adil olan bu seçimi de kazanarak 1997’de Devlet Başkanı oldu. Seçimleri kazanmasının ardından Taylor, silâhsızlanma ve arabuluculuk görüşmelerine rağmen, Krahn’lara ve ULIMO’ya karşı operasyon düzenleyerek yaklaşık 300 bin kişiyi Fildişi Sahilleri’ne sürgüne yolladı. Fildişi Sahilleri’ne sürgüne yollananların dışında birçok Krahn ve ULIMO taraftarı da Taylor’dan kaçarak Gine’ye sığındılar.

Devlet Başkanı olmasına rağmen iç savaş psikolojisini üzerinden atamayan Taylor, muhalif gruplara karşı şiddet politikasına devam ederken ülkenin yeniden yapılanması için bir adım atamıyordu. İç savaş sırasındaki saldırıları yüzünden başta Firestone olmak üzere hiçbir ABD’li firma Liberya’da çalışmak istemiyordu. BM’nin iç savaş sırasında getirdiği ambagoları da devam eden şiddet nedeni ile kaldırmaması sonucu Taylor’un elinde keresteden petrole, kauçuktan demire kadar zengin kaynaklar olmasına rağmen ülkenin idaresi için hiçbir ekonomik gücü kalmamış oluyordu. Bu ortamda Taylor, muhaliflerinin üslendiği, Gine ve Sierra Leone arasında kalan Lofa bölgesine tekrar bir operasyon düzenledi. Bu bölgeye giden yol da Müslüman Mandingolar’ın kontrolündeydi. Taylor bu operasyonla RUF, dolayısıyla RUF’un kontrol ettiği elmas yatakları ile arasında kalan ve RUF’a verdiği desteğe karşılık transfer ettiği elmasların önünü kesen eski hükümet taraftarı grupları safdışı ederken, Mandingo bölgesindeki geniş altın yataklarını da kontrolü altına almayı amaçlıyordu.

Sierra Leone’de de benzer bir durum yaşanıyordu. RUF’un da desteğini alan AFRC ülke çapında Kabbah ve taraftarlarına karşı şiddetli bir operasyon başlattı. Bu saldırı ile başlayan çatışmalar yüzünden yaklaşık 250 bin kişi Kabbah ile birlikte Gine’ye iltica ettiler. Kabbah ve taraftarlarının da Gine’ye ilticası Ulimo, Mandingo, Krahn, Kabbah ve Kabbah’ı destekleyen Kamajor Savaşçılarının yakınlaşmasını da beraberinde getirdi. Gine’ye kaçan bu gruplar aynı yıl, ECOMOG’u da yanlarına alarak Sierra Leone’den karşı atağa geçtiler. BM’nin yasağına rağmen Sandline isimli İngiliz elmas firması da Kabbah ve taraftarlarına silâh da dahil olmak üzere her tür lojistik desteği sağlamaya devam etti.[29] Sandline’in dışında büyük elmas alıcılarından olan İsrail ve Kanadalı şirketler de bu grupları desteklemeyi tercih ettiler. Bu özel yardımları da alan Kabbah güçleri tekrar atağa geçince Sierra Leone büyük bir karmaşaya yuvarlandı. Kasabalar, şehirler gün içinde el değiştiriyor, herkes hemen her gün kendi kesin zaferini ilân ediyordu. Batı ülkeleri Freetown’a önemli sayılabilecek bir askerî güç gönderdi ama, sadece kendi vatandaşlarını bu ortamdan kurtamak için. Birkaç hafta süren bu hızlı boşaltma operasyonlarının sırasında tekrar ateşkes imzalanması gündeme gelse de ECOMOG ve Kamajorların saldırıya devam etmesi bunu engelledi. Batı ülkelerinin vatandaşlarının Sierra Leone’yi terk etmesinin ardından Nijerya’nın başını çektiği ECOMOG şiddetli bir atağa geçerek Mayıs 1998’de Freetown’u kontrol altına aldı ve Kabbah’ı tekrar iktidara getirdi. Kabbah’ın bu kanlı geri dönüşü de yine büyük bir mülteci hareketine yol açtı. Bu sefer Kabbah’tan kaçanlar Liberya ve Gine’ye sığınıyordu. Hattâ aynı yıl içinde RUF güçlerinin Sierra Leone’den tamamen atıldığı söylense de Liberya üzerinden saldırılarına devam eden AFRC ve RUF, 1999’un Ocak ayında Freetown’ı tekrar ele geçirmeyi başardı. Bu kanlı çatışmalardan sonra BM’nin ağır baskısı ile tekrar başlayan barış görüşmelerinde RUF, yasal bir parti olmayı ve seçimlere gidilmesini kabul etti. Böylece resmî güçler arasındaki çatışmalar dursa da Kamajor Savaşçıları, RUF kamplarını vurmaya devam ettiler. Bu kampların çoğu elmas madenlerini kontrol eden bölgelerde kurulmuş durumdaydı. RUF’un barışı kabul etmeyip siyasileşmeyen güçleri de paramiliter Kabbah taraftarlarına ve bunların üslendikleri Gine topraklarına da saldırılar düzenlemeye devam etti.

Aynı süreçte ULIMO da Gine üzerinden Liberya’ya saldırılarını arttırıyordu. 1999’un sonlarına doğru gerginlik Taylor ve Conte arasında kişisel bir sorun haline geldi. Bunun ardından da Liberya ve Gine, rakip gerilla gruplarını desteklemenin de ötesinde, birbirlerinin sınır kasabalarına saldırmaya başladılar. Gine de aktif olarak çatışmalara girince, sınırları içinde biriken mülteciler sadece iki değil birçok ateş arasında kaldılar. Üstelik bölgenin karışmasından ve topraklarının mültecilere yerleşim yeri olarak verilmesinden rahatsız olan Gine halkı da bu durumdan mültecileri sorumlu görüp onlara karşı sert ve saldırgan tavır almaya başlamıştı.

Taylor’la arası iyice açılan Gine diktatörü Lansana Conte, Taylor’a karşı Liberyalı sığınmacı ve kaçaklardan oluşan grupları oldukça güçlendirip büyük bir saldırı için hazırlıyordu. Mandingo ve Krahn etnik kökenlilerin ağırlıkta olduğu bu grup kendini LURD-Liberians United for Reconciliation and Democracy [Yeniden Uzlaşma ve Demokrasi için Birleşmiş Liberyalılar] olarak adlandırdı. İçinde Taylor’un eski grubu NPFL’den olup muhalefete düşenlerden darbeci general Doe taraftarlarına ve ULIMO’nun farklı fraksiyonları da dahil olmak üzere birçok farklı grubu barındıran, şefleri ve askerlerinin çoğu Müslüman Mandingolardan oluşan LURD’un asıl kuruluşu ise daha önce, 1999’da ABD’de ilân edilmişti.

Gine, ABD, Nijerya ve İngiltere’nin de desteklediği LURD’a bağlı isyancıların bu saldırıları 2002 yılına kadar 1989’dan beri devam eden iç savaşın bir parçası ve Gine ile sonuçlanmayan bir sınır savaşının uzantısı gibi görülüyordu. Fakat 2002 yılında Sierra Leone’de Gine, İngiltere ve ECOMOG (Nijerya) destekli Kabbah ve Kamajor güçlerinin bölgede üstünlük sağlamalarının ardından BM’nin de devreye girmesi ile arta kalan RUF güçlerinde büyük bir çözülme başladı ve aynı yıl içinde de savaşın sona erdiği ilân edildi. RUF’un çözülmesinin ardından Taylor bölgede yalnız kalırken, LURD ise Liberya’nın güneyindeki MODEL-Movement for Democracy in Liberia [Liberya’da Demokrasi için Hareket] ile eşgüdümlü olarak ülke çapında bir atağa geçti.

Sierra Leone’de sona eren savaş, Taylor’u iki açıdan vurmuştu: bir yandan, RUF’un silâhsızlandırılması ile birlikte LURD ve Gine’ye karşı bölgedeki çok önemli bir askerî desteğini, elmas ve altın madenleri üzerinde olan kontrolünü kaybetmiş, öte yandan ise barıştan sonra Siera Leone’de kurulan Savaş Suçları Mahkemesi’nce hakkında çıkarılan tutuklama kararı ile beraber BM’nin de desteklediği ambagoların iyice sıkılaştırılması ile karşı karşıya kalmıştır. Sierra Leone’deki Savaş Suçları Mahkemesi’nin yapısı da oldukça ilginçti. Kabbah mahkeme üzerinde hiçbir gücü olmadığını söylemesine rağmen, kendisi RUF ve NPFL’den çok da farklı taktikler kullanmamış olsa da, bu mahkemenin önüne hiç çıkmamıştır. Hattâ ne bölgenin en kanlı gruplarından ve bir gece içinde bir kasabayı yok edebilmeleri ile ünlü olan Kamajor savaşçıları, ne de savaşın üçüncü ayağı olan Gine’nin 19 yıllık diktatörü Lansana Conte bu mahkemede yargılandılar. Taylor’un suçlu ilân edilmesi de ABD Senatosu’nun “mahkemeye” 10 milyon dolarlık yardımı vermeyi kabul etmesinin ardından gelmiştir.

Taylor’un savaş suçlusu ilân edilmesi ile ABD, İngiltere, Gine, Nijerya ve diğer ülkeler artık isyancılara verdikleri desteği gizlememeye başladılar. Bu büyük destek ile saldırılarını hızlandıran LURD, birkaç ay içinde Monrovia’yı kuşatıverdi. Yeni bir toplu katliamlar zincirinden korkan BM ve ECOMOG güçleri araya girerek bu sefer de isyancıların ilerleyişini durdurdular. Limanları da kontrolü altına alan LURD’un destekçilerinin sözünden dışarı çıkmaya pek niyeti yoktu zaten. Taylor’a ABD tarafından sürgüne gitme önerisi yapıldı. Aksi takdirde yakalanırsa savaş suçlusu olarak hüküm giyecekti. İsyancıların ve diğer tarafların da desteklediği bu görüşe Taylor, başta olumlu bakmadı. Hattâ şehrin savunması için özel uçağı ile Libya’dan yeni silâhlar getirdiği bile söyleniyordu. Bu arada, BM ve diğer “Barış Güçleri” her ne kadar kıyım ve talana karşı Monrovia’yi korumaya almış olsalar da, şehre 30 kilometre kadar yaklaşan LURD taraftarları ele geçirdikleri bölgelerde her türlü kıyımı, talanı ve tecavüzü yapmaktaydı. Orada, onları durduracak hiç kimse yoktu. Kuzey ve doğuda LURD, güneyde de MODEL tarafından altedilen Taylor, BM’ye bağlı güçlerin Monrovia’ya gelişleri ile birlikte, 11 Ağustos 2003’te ABD’nin tavsiyesine uyup yerini Devlet Başkan Yardımcısı Moses Blah’a bırakarak sürgüne gitmeyi kabul etti. Savunma Bakanı da isyancı gruplar ile önce ateşkes anlaşmasını, 19 Ağustos’ta da barış anlaşmasını imzalandı. Buna göre Moses Blah, Ekim ayında görevden ayrılarak yerini Ocak 2005’te yapılacak seçimleri hazırlayacak olan ara hükümete bırakacak. 76 üyeli olması planlanan bu ara hükümette de Blah (Taylor) hükümetinden 12, LURD’dan 12, MODEL’den 12, diğer partilerden 18, sivil toplum ve özel çıkar gruplarından 7, 15 yerel bölge temsilciliklerinden ise sadece birer üye yer alacak.

Bu anlaşmaların ardından Nijerya, ülkeye 1500 kişilik “barış gücünü” göndermeye başladı. ABD ise zaten Liberya açıklarında beklemekte olan gemilerinde bekleyen 2300 kişilik Özel Kuvvetler için hazırlık yapmakla görevli 200 kişilik bir denizci grubunu liman bölgesinde konuşlandırmıştı. Bush’un Ekim ayında yapılacak seçimle ülkeden geri çekeceğini söylediği bu askerlerin sayısının 3200’e kadar çıkması bekleniyor. Başta Nijerya olmak üzere ECOMOG’a dahil kuvvetlerin ülkeden ayrılış tarihi ise henüz belirsiz.

ÇOCUKLAR, ELMASLAR VE SİLAHLAR

Liberya’da 14 yıl süren iç savaşın sadece ilk beş yılında ölenlerin sayısı BM tahminlerine göre 150 bin, göçmek zorunda kalanların sayısı da 500 bin civarında. Sierra Leone’deki iç savaşta ölenlerin sayısı ise 200 bin civarında tahmin ediliyor. Ama Liberya ve Sierra Leone’deki bu kaos ortamında yaşananlar sadece savaşan grupların birbirlerini öldürmeleri veya büyük göç dalgaları değil. Savaşan güçler, birbirlerine üstünlük kuramamaları ya da verilen yüksek kayıplar yüzünden, önce 19, giderek 15 yaşın altındaki çocukları da seferber etmeye başladılar. Liberya için BM rakamları savaşan grupların toplam savaşçı sayısının 1993’te 60 bin civarında olduğunu ortaya koyuyor. UNICEF raporları da bunun yaklaşık 6 bininin 15 yaşın, 10 bininin de 18 yaşın altındakilerden oluştuğunu, 1996’ya kadar devam eden aktif iç savaş koşullarında savaşan/savaştırılanlar arasında 15 yaşından küçüklerin sayısının 10 bini bulduğunu, hattâ 10 yaşındaki çocukların bile boylarından büyük silâhlar ile çatışmalara katıldıklarını söylemekte.

Çocukların savaşa katılmaktaki en büyük nedenleri başka türlü hayatta kalmalarına imkân olmamasıydı. Yaşanan göçler ile tarımsal üretimin neredeyse sıfırlanması, savaş süresince ülkede büyük bir yiyecek kıtlığını da beraberinde getirmişti. Bu kıtlığa, arkalarında güvenli bölgeler yaratıp kendi lojistik desteklerini sağlayamayan grupların ihtiyaçlarını ele geçirdikleri bölgeleri yağmalayarak sağlamaları da eklenince, göç edemeyenler için hayatta kalmanın tek yolu bu silâhlı gruplara katılmaktan geçer olmuştu. Savaşan bütün gruplar için ise çocuklar gerek enerjileri gerekse emirlere harfiyen uymaları ile daha çok tercih ediliyorlardı.

Avrupalılar, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başlarında kendilerine karşı direniş gösteren Batı Afrika ülkelerine o dönemde yeni model silâhların satılmaması konusunda anlaşmış olsalar da, şimdi bu iç savaşı durdurmaya çalıştıklarını iddia eden bütün bu ülkelere ait son model silâhlar savaşan grupların ellerindeydi.[30] Artık bir klasik olan Kalaşnikoflar’ın yanında Thompsonlar, ABD yapımı M-serisi silâhlar, hattâ G-3’lere bile rastlanıyordu. Yiyeceğin bu kadar kıt olmasına rağmen, on yaşındaki çocukların eline silâh verebilmenin bu kadar kolay olmasının nedeni, bu grupların kontrol ettikleri bölgelerdeki elmas ve altın madenlerini rahatça silâha dönüştürebilmeleriydi. Zaten savaşın gittikçe vahşileştiği dönemlerdeki seyri de, ağırlıklı olarak bu maden yataklarının kontrolünü elde tutmak veya ele geçirmek üzerinden ilerlemişti. Kıt olan yiyeceğe ve diğer ihtiyaç maddelerine rağmen silâhın bu kadar kolay bulunabilmesi bu uzun iç savaş sırasında vahşeti arttıran temel unsurdur. Silâhlı gruplar sivil yerleşimlere saldırarak gündelik ihtiyaçlarını tedarik ediyorlardı. Bu, silâhla her istediğini kolayca ele geçirme mantığının bir adım sonrasında da toplu tecavüz vakaları belirmeye başladı. Bir gruba dahil olurken, çocuklar bile ya birini öldürmeye ya da birine tecavüz etmeye zorlanıyorlardı. Bir grubun içine girdikten sonra da bunlar gündelik yaşamlarının bir parçası haline geliveriyordu.

Belki de çocuklar için her şey hâlâ bir oyundu. BM danışmanlarının iç savaşta sayıları hızla artan çocuk askerleri rehabilite etmek için kurdukları merkezlerden birinde yüzlerce çocuk askerlerden biri ile danışmanı arasında geçen görüşmeden bir kesit şöyle:

“- Öldürdün mü?

- Hayır.

- Silâhın var mıydı?

- Evet.

- Nişan aldın mı?

- Evet.

- Ateş ettin mi?

- Evet.

- Ne oldu?

- Sadece yere düştüler.”[31]

Liberya’nın büyük mühründe şu yazılıdır: “Bizi buraya özgürlük aşkı getirdi - Liberya Cumhuriyeti.” Oysa özgürlük, Liberya’da çocukluğunu hiç yaşayamamıştı.

SONUÇ

ABD kökenli Afrikalılar kendilerini daha Afrika’ya dönüşlerinin en başından elit olarak görmeye, bir misyonla bölgede bulunmaya hazırlanmışlardı. Kendi kimliklerini bu ortak konum üzerinden kurarak kendilerini aynı etnik grubun üyeleri olarak görmeye başlamışlardı.[32] Her etnik kimlikte var olan kurgusallığın, derecesi iyice yükselmiş bir biçimini sergileyen kimlikleşme süreci ve koşulları, Liberya’nın kurucularını Afrika’da, Afrikalılardan oluşan ama, kendini yerli Afrikalılara karşı ve onlardan her bakımdan üstün olarak konumlandıran bir tanımlamaya götürmüştü. Afrika’nın çeşitli bölgelerinden çalınıp ABD’nin farklı yerlerinde köle yapılan bu insanlar, anakıtalarına geri döndüklerinde Afrika’nın yerlisi olarak var olan insanları, “vahşiler” olarak görüp, onları, onların toprakları üzerinde kurdukları devletin bir parçası olarak saymamayı tercih etmişlerdi. Bu kimlik, Liberya’yı kuranların kendilerini artık Afrikalı olarak dahi görmemelerine kadar varmıştı. Öyle ki, Liberya’nın Bağımsızlık Bildirisi’nde bile şu sözler yer alıyor: “Biz Liberya halkı, ki aslında Kuzey Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamaktaydık…”

Özgür bir vatan vaadiyle ABD’den gelip Liberya’yı kuran eski kölelerin yerli halkla kaynaşmak yerine ayrımcı politikalar uygulamaları, hattâ “işçi kiralama” adı altında, yerli halkı İspanyol plantasyonlarına yollayarak bir çeşit yeni köle tacirleri haline gelmeleri, ırkçılık ve kölelik ilişkisinin yeni yorumlara ve kavramsallaştırmalara ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Irkçılığın deri rengiyle ilişkili olmadığını öteden beri ifade eden sosyal ve siyasî teorinin savlarına ışık tutan Liberya’nın özgün koşulları, aynı zamanda burada yaşanan ayrımcılığın nasıl muğlak kriterlere dayandığını da gözler önüne sermektedir. Beyaz olmayan insanların vatandaş olabildiği bu ülkede yöneten kesim “ötekiler” ile sınırlarını sözde bir “uygarlaşmış” olup olmamak tanımıyla çizmiştir.[33] Öte yandan, ABD’den gelenler ise, her ne kadar derilerinin rengi siyah ve anavatanları Afrika olsa da, yerlilerin ilk gözlediği gibi artık “beyaz adam” gibi hareket etmeye başlamışlardır. Irkçılığın içselleştirilmesi sonucunda, Liberya’daki asıl ayrım, toprağa bağlı çalışması ile işçi durumunda olan, hattâ işçi olarak alınıp satılan Afrikalı ile, artık “beyaz adam”ın ticari temsilcisi durumundaki eski Afrikalı arasına oturmuştur. Yerliler tarafından “kwi” olarak çağrılan ve kendilerine “ABDli” diyen Liberyalı Afrikalılar belki de her şeyden çok şu gerçeği ifade ediyorlardı: Kölelerin özgürleşmesi, Afrika’ya “medeniyet” götürmek ya da bağımsız bir cumhuriyet kurmak adı altında da olsa Liberya, temel olarak bir sömürge projesi idi. Diğer sömürge projelerinde olduğu gibi, yerli halklar da sömürülecek doğal bir kaynak idi. Burada en şaşırtıcı olan, Amerikalı eski kölelerin kendi geçmişlerini nasıl bu kadar kolay unutarak “beyaz adam”ın Afrika’daki “siyah eli” haline gelmiş olmalarıdır. [34]

Afrika’da, demokrasinin Amerikan tarzı bir karikatürünü kuran bu elit iktidarının Doe’nun darbesi ile yıkılmasıyla beraber yüzelli yıldır nerdeyse hiçbir politik hakkı olmayan yerli halklar sonunda “zor”la da olsa yönetimin merkezine ulaşmayı başarmış gözükseler de ABD’nin yeni iktidarı satın almasının ardından ülkede, halkların özgürlüğü değil daha vahşi bir sömürge iktidarı başladı. Doe rejiminin yıktığı aynı zamanda sivil iktidar anlayışıydı da. Darbe ile militarize olan Liberya halkları önce Doe’nun saldırgan askerlerine daha sonra da birbirlerine karşı kolayca silâha sarılır hale gelmişti. Darbe ile başlayan bu hesaplaşma bize yerli halkın eski elit yöneticileri karşısında bile aralarında bir birlik oluşturamadığını gösteriyor

156 yıllık tarihi boyunca 133 yıl ABD kökenli azınlığın oligarşik iktidarı altında yaşayan bu halk, iç savaşı aslında bu darbe ile başlatacak olursak, son 23 yıldır birbiri ile savaşıyor demektir. Bu savaşın kökleri Liberya halklarının bütün tarihleri boyunca iktidara dahil olamamalarında ve ülkelerinin zenginliklerinden hiçbir pay alamamalarında yatıyor. Yeni kurulacak olan ara hükümetin organizasyon şemasından çıkan sonuç ise, iç savaşta taraf olan her grubun talan ve tecavüzleri ile büyük mağduriyetlere uğrayan bu halkın yine kendini mecliste ifade edemeyeceğidir. “Barış Güçleri”nin kontrolünden sonra yabancı şirketlerin, yeniden hareketlenmesi ile birlikte ülke zenginliğinden pek de bir pay alamayacağı anlaşılan Liberya halkının siyasî iradesini ifade edecek olan sesinin de yeniden kısılması ise, ifade biçiminin er ya da geç yeniden şiddete dönmesinin, yeni savaşların ve acıların başgöstermesinin önünde bu barışın da yeterince güçlü duramayacağını düşündürüyor.

[1] Robert Rinehart, “Historical Setting,” Liberia: A Country Study. Harold D. Nelson, der. (Washington, D.C.: American University, 1985), s. 7.

[2] Aslında kuruluş adı, American Society for Colonizing the Free People of Colour in the US [Amerika Birleşmiş Devletleri’ndeki Özgür Renkli İnsanları Kolonize Etmek için Amerikan Topluluğu] ve amacı da, beyaz olmayan özgür insanların Afrika’da yeniden yerleşmesi idi.

[3] Tom W. Shick, Behold the Promised Land: A History of Afro-American Settler Society in Nineteenth Century Liberia (Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1980), s. 13. Oy hakkına kavuşma ihtimali olan bu insanların sayısı 1790’da yaklaşık 60 bin iken 1810’da üç katına çıkmış, iç savaş sonunda ise sekiz katına çıkarak yaklaşık 500 bine ulaşmıştır.

[4] Rinehardt, a.g.m., s. 10.

[5] Kardeşi James Buchanan da ileride ABD’nin başkanı olacaktı.

[6] Augustine Konneh, Religion, Commerce, and the Integration of the Mandingo in Liberia (Lanham: University Press of America, 1996), s. 63.

[7] Liberya’nın bu erken bağımsızlığına karşın Gine 1958, Sierra Leone ise 1961’de bağımsızlıklarını ilân edebilmişlerdir.

[8] Buna rağmen Liberya, kendine model olarak ABD’nin yönetimini aldı: başkanlık sistemi, senato yapısı, yargıçların seçimle gelmesi, seçimlerde iki partili sistemin benimsenmesi gibi. Öyle ki Liberya’yı sonraki yüzyıl boyunca yönetecek olan partinin amblemi bile ABD’nin Cumhuriyetçi Partisi’nin sembolünün aynısıydı, bir fil.

[9] J. Gus Liebenow, Liberia: The Quest for Democracy, (Bloomington and Indianapolis: Indiana University Press, 1987), s. 19.

[10] Irving Kaplan, “The Society and Its Environment,” Liberia: A Country Study, s. 104.

[11] Kendisini özgür kölelerin ülkesi olarak tanımlayan Liberya’da ırkçı ayrımcılık ancak 101 yıl sonra, 1958’de yasaklanabilmiştir.

[12] Rinehardt, a.g.m., s. 41-2.

[13] 1980 yılında kereste ihracı, demir ve kauçuğun ardından Liberya’nın en büyük gelir kaynağı durumundaydı.

[14] Yasal olarak da bu kişiler iki yıllık bir sözleşme ile çalışmaya gidiyorlardı. Ücretlerinin karşılığı ise altın olarak Monrovia Bankası’nda açılan hesaplarda onların dönüşünü bekleyecekti. İspanyollar ise ödemeyi doğrudan Liberya Hazinesi’ne yapmaktaydılar.

[15] Liebenow, a.g.e., s. 119.

[16] Jean R. Tartter, “Government and Politics,” Liberia: A Country Study, s. 244-6.

[17] Adekeye Adebajo, Liberia’s Civil War: Nigeria, ECOMOG, and Regional Security in West Africa, (Boulder ve Londra: Lynne Rienner Publishers, 2002), s. 23.

[18] Edward Lama Wonkeryor, Liberia Military Dictatorship: A Fiasco ‘Revolution’ (Chicago, Illinois: Strugglers’ Community Press, 1985), s. 18.

[19] Adebajo, a.g.e., s. 35.

[20] 1985’te bu rakam 500 milyon doları bulmuştur.

[21] Stephan P. Riley, “Liberia and Sierra Leone: Anarchy or Peace in West Africa?,Conflict Studies, No. 287, (Londra: Research Institute for the Study of Conflict and Terrorism, 1996), s. 6.

[22] Abiodun Alao, John Mackinlay, ‘Funmi Olonisakin, Peacekeepers, Politicians, and Warlords: The Liberian Peace Process, (Tokyo, New York and Paris: United Nations University Press, 1999), s. 24-6.

[23] Adebajo, a.g.e., s. 48-9.

[24] Adebajo, a.g.e., s. 173.

[25] Bu değişim ve eylemlerden daha çok RUF’un lideri Foday Sankoh ve kendilerini West Side Boys [Batı Yakası Çocukları] diye adlandıran grup sorumlu tutulmuştur.

[26] M. Weller, der., Regional Peace-Keeping and International Enforcement: The Liberian Crisis, (Cambridge: Cambridge University Press, 1994), s. 237.

[27] Weller, a.g.e., s. 451-3.

[28] Riley, a.g.e., s. 16.

[29] John L. Hirsch, Sierra Leone: Diamonds and the Struggle for Democracy, (Boulder ve Londra, 2001), s. 65-7.

[30] F. Ugboaja Ohaegbulam, West African Responses to European Imperialism in the Nineteenth and Twentieth Centuries, (Lanham: University Press of America, 2002), s. 171.

[31] Human Rights Watch/Africa, Easy Prey:Child Soldiers in Liberia, (New York: Human Rights Watch, 1994), s.40.

[32] Kaplan, a.g.m., s. 90.

[33] Yekutiel Gershoni, Black Colonialism: The Americo-Liberian Scramble for the Hinterland, (Boulder ve Londra, 1985), s. 25.

[34] Metinde yer alan kurgusak etniklik, ve yeni ırkçılık için bakınız; Etienne Balibar ve Immanuel Wallerstein, Race, Nation, Class: Ambiguous Identities, (Londra ve New York, 1991).