Çöküşten Kaosa Rusya, ABD ve Kafkasya Üçgeni

“Bazıları topraklarımızdan kocaman bir parça koparmak istiyor ve diğerleri onların bunu yapmasına yardım ediyor. Ve böylece Rusya tehdidini ortadan kaldırmak istiyorlar”[1]

ABD’nin Afganistan’a ve sonrasında Irak’a uluslararası terörizmi bahane ederek saldırmasının ardından bütün gözler Ortadoğu’ya çevrilmişti. ABD Ortadoğu’da kendi hegemonyasını sorgulayan ya da hegemonyasını doğrudan hedef alan herhangi bir büyük gücün yokluğunda bu hegemonyanın bölgesel tesisi için son derece kanlı bir çatışmaya girdi.

Bu sıcak çatışmanın gölgesinde belki de dünyanın Ortadoğu’yu dahi aratacak gelecek çatışmalarının muhtemelen cereyan edeceği Kafkaslar’da olan bitenler büyük çoğunluğun gözünden kaçtı - ta ki Beslan’da yaşanan korkunç trajediye dek.

Beslan hemen herkesin kanını donduran bir trajedi olmakla birlikte, aynı zamanda uzun vadede Rusya’nın Kafkaslar’ı istediği gibi şekillendirebilmesi için bir sıçrama noktası olacak, tıpkı 11 Eylül’ün ABD’nin Ortadoğu projesinde bir sıçrama noktası olduğu gibi.[2] Ortadoğu zaten ABD’nın nüfuz alanındaydı ve Irak savaşı ile ABD Ortadoğu’daki direnişin tek tük kalelerini de gerekirse güç yoluyla yıkacağının işaretini verdi. Birçok analist tarafından petrol kaynaklarının mutlak denetimi olarak görülen ABD’nin bu saldırısında senaryonun belki de aksayan en büyük parçası Ortadoğu petrol kaynaklarının sonunun görünmüş olması. Kafkaslar’da ise dünyanın en son ve işlenmemiş petrol ve gaz yatakları var. Ama Ortadoğu’nun aksine bölgede Rusya nüfuzunu kaybetmek istemiyor ve çeşitli vesilelerle bunun için gerekirse başka devletlerle çatışacağını da sıkça tekrarlıyor. Görünen o ki yakın gelecekte dünyanın iki büyük petrol zengin bölgesinin paylaşımına tanık olmaya devam edeceğiz, hem de artan bir şiddette.

Beslan sonrası Soğuk Savaşın iki büyük gücünün Soğuk Savaş sonrası muhtemel gecikmiş hesaplaşma olasılığını değerlendirmek gerekiyor. Bunun sadece bir olasılık olarak var olması bile insanın kanını dondurmaya yeter. Diğer yandan, Beslan trajedisinin bu güç paylaşımında Rusya’ya bölgede egemenliğini yeniden tesis etmek için sağladığı olanakları da değerlendirmek istiyorum. Nitekim Beslan’daki vahşetin ne Çeçenlerin ne de bölge haklarının çıkarına olduğu ortada; durumdan vazife çıkarıp bunu kendi çıkarlarının tesisi olarak kullanabilecek bölgesel tek güç ise Rusya.

ÇÖKÜŞ SONRASI ÇEÇENİSTAN SORUNU: KAFKASLAR VE YENİDEN TOPARLANMA

1991 sonrası Rusya’yı dış politika açısından kabaca iki döneme ayırmak mümkün. Bu iki dönemin ayrım noktası ise Putin’in Rusya’nın Başkanı olarak seçilmesi. Putin’in seçildiği yıl olan 1999’a gelinceye kadar Rusya’nın ne Kafkaslar’da ne de Orta Asya’da bütünlüklü ve tutarlı bir politika izlediğinden söz etmek mümkün. Bu tutarsızlığın önemli nedenlerinden birisi bir yeniden yapılanma döneminden geçen Rusya’nın kurumsal ve ekonomik zayıflığı ve dış politikaya yön veren ulusal koalisyonların (askerler, iş adamları, bürokrasi bu koalisyonların önemli aktörleri) muğlaklığı.[3] Öyle ki, Putin öncesi dönemi analiz etmeye çalışanların hemen hemen ortak kanısı Rusya’nın kapitalizme değil derebeyliklerin kendi nüfuz alanlarını kurduğu bir tür feodal sisteme doğru ilerlediği yönündeydi.[4]

Merkezî devletin bütünlüğünü sağlamayı bir türlü başaramayan Boris Yeltsin döneminin ilk yılları Rusya’nın Batı’ya doğru yaklaşma çabası ile karakterize oldu. Kafkasya ve Orta Asya’daki Rus çıkarları, Batı ile yakınlaşma çabasının yanında ikincil olarak algılandı.[5] Rusya tarafından gevşetilen ilişkilerin bir sonucu olarak Kafkaslar ve Orta Asya’daki devletler, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu başta ABD, İran ve Çin olmak üzere bir dizi devletle yeni ve bağımsız ilişkiler geliştirdiler.[6]

Bu durumun kalıcı bir elit uzlaşmasına dayanmadığına dair sinyaller gecikmedi. Temel olarak bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynakları ve ulaşım hatları üzerindeki nüfuzunu kaybetmek istemeyen Rusya’nın yeni sanayi eliti Yeltsin politikalarına ilk itirazı yükseltti. İkinci itiraz ise Sovyet stratejik alanının dağılmasını Rusya’nın çıkarlarına taban tabana zıt olarak gören Rus Ordusu’ndan geldi.[7] 1993 yılında formüle edilen yeni Rus Dış Politika Belgesi ve ona eşlik eden Askerî Doktrin bu politikanın değişmeye başladığının ilk işaretini vermiş olsa da, asıl değişim Putin ile birlikte hayata geçecekti.

Sovyet stratejik alanını korumayı ön plana alan bu belgelerde Orta Asya ve Kafkasya’ya müdahalenin temel nedeni Sovyetler Birliği’nden ayrılan ve çok büyük bir oranda bünyesinde Rus barındıran cumhuriyetlerdeki etnik Rusların kültürel ve yasal korunması olarak tanımlanıyordu. Bunun yanısıra Rusya Federasyonu’nun mevcut sınırlarının her tür ayrılıkçı harekete karşı korunacağı ilkesi de bu yeni doktrinin önemli unsurlarındandı.[8]

Yeni askerî doktrinin açıklanmasından hemen sonra 1994’te Rusya Çeçenistan’da iki yıl sürecek kanlı bir savaşa başladı.[9] İnguşlarla birlikte Çeçenler Rusya Federasyonu içerisinde Sovyet egemenliğine açıkça karşı çıkan ilk Kafkas uluslarındandı. 1992 yılında milliyetçi lider Dudayev yarı-bağımsız bir şekilde Çeçenistan’ı yönetmeye başladı, ta ki 1994 yılında Yeltsin ile çatışıncaya dek. 1990’lı yıllarda yalnızca Rusya değil, aynı zamanda Çeçen devleti de son derece zayıflamıştı ve Çeçen-Rus savaşının kolay ortaya çıkan bir galibi olamadı. İki yıl süren savaş sonunda her iki taraf da büyük kayıplar verdi.[10] Savaşı bitiren ve Çeçenlerin lehine sayılabilecek Kasavyurt (Ağustos 1996) ve Rus-Çeçen Antlaşmaları (Mayıs 1997) Rus birliklerinin Çeçenistan’dan çekilmesini öngörüyor ve Çeçenistan’a bağımsızlık yönünde bazı imtiyazlar tanınıyor ama Çeçenistan’ın asıl statüsünün belirlenmesi (yani ‘tam bağımsızlık’) beş yıl sonra yapılacak görüşmelere erteleniyordu.[11]

Putin 1999’da Çeçenistan’ın bağımsızlık kazanmasından hemen önce Çeçenistan’da iki savaş arasında boy veren radikal İslâmcı ve önüne proje olarak Müslüman Kafkas Federasyonu kurmayı koyan Şamil Basayev yönetimindeki grubun Dağıstan’a düzenledikleri saldırılar sonrasında Çeçenistan’a karşı topyekûn yeni bir savaş ilân etti ve ilk savaş sonrası geri çekilen Rus birlikleri Çeçenistan’a geri döndü.[12] Rusya’nın bu savaşta izlediği politikalar (örneğin ayrım gözetmeden yapılan hava saldırıları, sivillere yönelik toplu katliamlar vb) iki savaş arasında parçalanmış Çeçen muhalefetini yeniden harekete geçirdi ve merkezileştirdi. Rusya bu dönemde askerî stratejilerinin yanı sıra aynı zamanda doğrudan politik kontrol stratejisi izlemeye başladı. Bu stratejinin bir sonucu olarak Rusya yanlısı Kadirov iktidara geldi, ta ki bu yılın (2004) Mayıs ayında yapılan bombalı bir saldırı sonucu öldürülene kadar. Geçen ay yapılan seçimlerde Kadirov’un İçişleri Bakanı Alkanov, Putin’in yaptığı müdahaleler sonucu seçildi. Bunu seçimlere hile karıştığını iddia eden Çeçen muhalefetinden bir bölümünün yaptığı yaklaşık 100 kişinin öldürüldüğü İnguş baskını izledi. Sadece Kafkaslar’la sınırlı kalmayan Moskova’nın sokaklarına da taşınan terör eylemlerinde geçen yıldan bu yana en az 1.000 kişi öldü. Ayrımsız şiddet ve terörün son durağı ise Beslan’dı.

PUTİN DOKTRİNİ VE YENİ GÜVENLİK STRATEJİSİ

Putin’in başkanlığı hem Rusya’nın iç dinamikleri ve hem de uluslararası politika açısından yeni bir döneme işaret ediyor. Hemen her alanda Rusya Putin’le birlikte bir merkezileşme sürecine tanık oldu. Devletin sermaye ile ilişkileri yeniden devlet lehine düzenlemeye tâbi tutulurken (ki bunun en iyi örneği petrol şirketi Yukos’un başına gelenler) aynı zamanda federatif düzeyde de bir merkezileşmeye gidildi, otonom cumhuriyetlerin yetkileri azaltıldı. Putin başkan olduktan hemen sonra iç politika alanında her tür muhalefete karşı sert bir politika izleyeceğini ve dış politikada da savunmacı bir pozisyondan daha agresif bir pozisyona kayacağına dair bütün işaretleri verdi. Öyle ki, Rusya analizcileri tarafından Putin’in Başkanlığı Büyük Petro’dan Stalin’e dek uzanan Rus devlet geleneğinin geri dönüşü olarak yorumlandı.[13]

Savunma (Nisan 2000), Ulusal Güvenlik (Ocak 2000) ve Dış Politika (Temmuz 2000) belgelerinin ortak teması Rusya’nın sınırlı yetenekleri olduğunun kabûlü ve hedeflere ulaşmada bazı tavizler verilmesi gerektiğinin ifadesiydi. Bu belgelere Rusya’nın zayıflıklarının tanınmasının Rus devletini güçlendirmenin bir yolu olarak görülmesi gerektiği söyleniyordu. Kremlin, Rusya’nın nüfuz alanı olarak görülen bölgelerde (ki eski Sovyetler Birliği sınırları ama özellikle Kafkasya ve Orta Asya Kremlin tarafından Rusya’nın doğal nüfuz alanı olarak görülmekte) başka devletlerin bölgesel hegemonya sağlamasının önüne geçilmesi hedefi açıkça telaffuz ediliyordu. Rusya ilk kez bu dokümanlarla birlikte komşularını domine etmenin ve Rusya’nın sınırları etrafında bir güvenlik kuşağı oluşturmanın gerekliğine vurgu yaptı. Bir diğer öne çıkartılan hedef ise İslâmcı köktendinciliğin hem Rusya’da ve hem de Rusya’nın nüfuz alanında yayılmasının önüne geçilmesi gerektiğiydi. Putin doktrini olarak anılabilecek bu belgeler, aynı zamanda Birleşik Devletler tarafından yönetilen tek kutuplu bir dünyanın ortaya çıktığını onaylıyor ve çöküşten sonra ilk kez ABD’nin uluslararası ilişkilerde tek taraflı güç kullanma yöneliminin Rusya ve dünya için önemli bir tehdit olarak görülmesi gerektiği ifade ediliyordu, ki bu durum Rusya’nın hiç dış düşmanı olmadığını (kalmadığını) iddia eden Yeltsin dönemi politikalarından radikal bir kopuş olarak görülmeli. Bunun yanı sıra bu belgelerde NATO ittifakının genişletilmesinin Rusya için zararlı olacağı da söyleniyordu. Kısaca, bu dönemde Putin tarafından imzalanan her bir doküman ABD’nin küresel hegemonyasından rahatsızlık duyan herkese bir çağrıydı, açıkça Rusya ABD’ye hâlâ alternatif bir güç olduğunu ve uluslararası terörizm ile ABD’den aşağı kalmayacak bir mücadele yürüteceğini açıklıyordu.[14]

Bu yeni güvenlik stratejisini hayata geçirmek için Putin tarafından Ağustos 2000’de açıklanan Bilgi Güvenliği Belgesi’nde ise televizyon, yazılı basın ve internetin Rusya’nın güvenliğini tehdit ettiği ve devlet tarafından sıkı takip ve kontrole alınması gerektiği belirtiliyordu. Kısaca Putin daha başkanlığa seçildiği ilk yıl hiç beklemeden yeni bir otoritaryenizm ile devleti güçlendirmeye girişti. Bu yeni otoritaryenizmin temel dayanak noktası ise, Rusya halkları açısından, Çeçen savaşının kendi kişisel güvenliklerine yönelttiğini düşündükleri tehdidti. İster devletle işbirliği içinde yapılsın, isterse bizzat Çeçenler tarafından gerçekleştirilmiş olsun kentlerde artmaya başlayan sivillere yönelik terörist saldırılar tek bir sonuca yol açtı: Putin’in iktidarını sağlamlaştırması ve Rusya’da vahşi bir kapitalizmin eşlik ettiği otoritaryenizmin tesisi.

Putin ABD’ye karşı sertleşip, içeride de sert dış politikanın gerekliği olan otoritaryenizmi tesis etmeye çalışrken dünya hiç beklenmedik bir gelişmeye sahne oldu. ABD’nin 11 Eylül’ü uluslararası terörizm tehdidine karşı Putin ve Bush hükümetleri arasında yeni (ama muhakkak ki geçici) bir yakınlaşmanın zeminini hazırladı. ABD tek taraflı güç kullanarak müdahale stratejisini kendi ülkesinin yaşadığı acı üzerinde meşrûlaştırdı. Dünyada “terörizme” karşı tek taraflı güç kullanımı meşrûlaşırken, Rusya da Çeçen sorununu dünya kamuoyuna bir “terör” sorunu şeklinde göstermeyi başardı ve dünyanın diğer devletlerinden Çeçenistan’da uyguladığı politikalara karşı “onay” aldı.[15] Kendi sınırları dışında bölgesel müdahale konusunda ise 11 Eylül gibi büyük bir trajediye sahne olmayan Rusya’nın dünya kamuoyu nezdinde eli kolu bağlı idi. Ta ki dünyanın kanını donduran Beslan trajedisine dek.

Beslan üzerine Putin, teröristlerle asla konuşmayacağını söylediği ve sert tutumunu daha da sertleştirdiği bir profil çizdi. Trajedinin hemen ertesi günü televizyonlarda yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “Zayıflığımızı gösterdik ve zayıflar dayak yer.” 8 Eylül’de durum değerlendirmesi yapmak için yalnızca yabancı gazeteci ve akademisyenleri konutuna çağırıyor ve açılış konuşmasında: “Gerçek erkekler ilerlemeden yanadırlar, gerçek kadınlar ise onu durdurmaktan, Rusya artık ilerlemek istiyor” diyordu. Ama bu hususta asıl önemli açıklama Rusya Genelkurmay Başkanı General Yuri Baluyıevski’den geldi. Baluyıevski Rusya’nın dünyanın her yerinde teröristlere karşı önleyici vuruş yapmaya hazır olduğunu bildirdi. Böylece Rus stratejik alanı tıpkı ABD’de 11 Eylül sonrası olduğu gibi “teröristlerin olduğu her yer” olarak genişletilmiş oldu.

“KÜRESEL TERÖR”, ÇEÇENİSTAN VE BESLAN

Beslan krizi boyunca belki de devletin sorumluluğu açısından en önemli noktalardan birisi devletin üst düzey yetkilileri arasında sorumluluk alacak hiç kimsenin bulunamamasıydı. Kriz başladığında Putin Türk gazetecileriyle günlerce bütün gazete başlıklarında sündürülen Katerina ve Baltacı arasındaki aşk hikâyesi sohbetini daha yeni bitirmişti ve Moskova’dan uzakta Türkiye ziyaretine hazırlanıyordu. Kriz başladıktan sonra seyahat iptal edildi, Putin Moskova’ya döndü. Krizin sürdüğü zaman zarfında ne Putin’den ne de herhangi bir başka yetkiliden krizin boyutlarına dair bir açıklama geldi. Teröristlerin pazarlık istekleri (ki belki de hayat kurtaracaktı bu isteklere eğer cevap verilebilmiş olsaydı) kulaklarını tıkayıp ortadan yok olmuş bir siyasetçi-bürokrat sessizliği ile karşılandı.[16]

Krizin en başından beri Rusya devletinin en üst kademesinden en alt kademesine kadar herkes bu işin küresel terörizmin Rusya ayağı olduğunu açıklıyordu. Sadece Rusya’da değil, bütün dünyada yeniden küresel terörizm gündemin baş köşesine oturdu. Neydi bu küresel terörizm? Neydi onları bu kadar barbar ve cani yapan? Kimilerine göre militanların kimliği idi. Nitekim ilk açıklamalarda Beslan eylemini yapanlar arasında Arapların, Lübnanlıların bulunduğu söylendi, ki bunun doğru olmadığı ortaya çıktı. Sonra eylemcilerin arasında Çeçen olmadığı, eylemcilerin İnguş oldukları söylendi. Aynı dönemde eylemin emrini Çeçen önderlerin verdiği açıklandı. Sonra eylemcilerin arasında Çeçenlerin de olduğu tespit edildi. Kısacası tam bir keşmekeş. Sonradan öğrendik ki, Çeçen ya da İnguş militanların hepsi Rusya vatandaşı, küresel değiller yani, aynı bölgenin çocukları... Peki o zaman küresel olmanın anlamı ne? Para akışının küreselliği mi? Yani İslâmi gruplardan Çeçenistan’a akan paralar mı? Bu konuda rivayet muhtelif olmakla birlikte, asıl para akışının ilk savaş sırasında ve iki savaş arasında olduğu. İkinci savaşın başladığı 1999’dan beri bunun büyük oranda durduğu da biliniyor.[17] Üstelik Beslan eyleminin arkasında olduğu düşünülen Basayev’in karşılaştırıldığı Usame Bin Ladin gibi küresel bir hedefi de yok. Yani Basayev yalnızca Rusya’ya karşı, bölgede Rusya’nın egemenliğinin sona ermesini istiyor ama ABD’nin küresel hegemonyası ile herhangi bir öne çıkmış derdi yok.

Bu eylemlere küresel niteliğini veren ne olursa olsun, sadece küresel terörizm suçlamasının dahi devletler tarafında iç çatışmaların üstünü örtmek ve kendi sorumluluklarından kurtulmak için kullanılan bir kılıfa dönüştüğünü görmek lazım. Nitekim daha Beslan olmadan hemen bir yıl kadar önce Rusya’nın kendi rakamlarıyla bile Çeçenistan’daki yurtdışı kaynaklı İslâmi militan sayısı 100 olarak telaffuz ediliyordu, akademisyenlerin verdiği rakam ise 30-40 civarında idi ki, bu durum Çeçenistan’ın en azından militan profili düzeyinde küresel terörizmin beşiği falan olmadığını gösteriyor.[18] Oysa bir taşla iki kuş vurmak isteyen Rusya elitlerine göre, El-Kaide’nin Çeçenistan’a yerleştiği şüphe götürmez. Şimdi geriye bölgeyi ve dünyayı teröristlerden temizlemek kalıyor. Mesele eğer gerçekten dünyayı “terörden” temizlemekse o zaman endişe etmemize gerek yok; ABD ve Rusya mütteffikler. Ama eğer mesele Irak’ta olduğu gibi yalnızca terör değil, başka şeyler ise (petrol, bölgesel egemenlik vs) o zaman Rusya ve ABD şu an Kafkaslar’da teröre karşı savaşıyoruz diye burun buruna durmaktalar.

ABD Beslan krizinin Rusya tarafından Kafkasya’da ABD çıkarlarına karşı kullanabileceğinin farkına varmakta gecikmemiş gözüküyor. Trajedinin şokuyla yapılan ilk açıklamalarda Beslan olayının küresel terör eylemlerinin bir parçası olduğu fikri paylaşılıyor ve ABD’nin stratejik ortağı olan Putin Rusya’sının uluslararası teröre karşı artarak devam edecek savaşının destekleneceği ifade ediliyordu. Putin’in 11 Eylül sonrası ABD yönetiminin izinden gideceği anlaşıldığında ise, potansiyel kapışmanın hemen farkına varan ABD yöneticileri, Putin’i Çeçenlerle konuşmaya davet etti. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Richard Boucher, “Bizim politikamız, farklı görüşlere sahip siyasetçilerle ve liderlerle görüşmek. Bunu geçmişte yaptık, bundan sonra yapıp yapmayacağamız ise bu kimselerin kimliğine bağlı” dedi.[19] Putin’in cevabı ise son derece sert ve alaycı idi: “Neden siz de Usame Bin Ladin’i Beyaz Saray veya Brüksel’e davet edip, konuşmuyorsunuz? Ona ne istediğini sorun, istediklerini verin, ve o da sizi rahat bıraksın”.[20]

KAFKASLAR’DA

NÜFUZ SAVAŞIMI:

BESLAN VE ÖNCESİ

Gerçekte ABD ve Rusya arasında Beslan sonrasında da zaman zaman alevlenen gerilimi, Beslan öncesinde aramak lazım. Beslan’ın içinde bulunduğu Kuzey Osetya’nın Kafkaslar için stratejik bir önemi var. Gürcistan içerisinde Rusya’nın desteklediği ayrılıkçı Rusya yanlısı Güney Osetya’nın (adından anlaşılacağı gibi) kuzey komşusu Rusya’nın Osetya’sında bulunuyor Beslan. Rusya’nın Gürcistan ile ilişkileri ise Gürcistan’ın Kafkas petrolünü Batı’ya taşıyan yol üzerinde bulunması nedeniyle oldukça önemli ve Gürcistan’ın ABD ile giderek yakınlaşması nedeniyle de bir o kadar gergin.

Sovyetler Birliği dağıldığından bu yana doğal kaynaklar bakımından zengin Orta Asya ve Kafkaslar’ı kimin kontrol edeceği ve daha da önemlisi bölgenin petrolünün dünya pazarına hangi hat üzerinden taşınacağı sorunu çözülmedi. Batı dünyası bölgede Rusya’nın etkisini kırmak için Rusya hattına alternatif yollar aramaya girişti. En kısa yol olan İran, ABD’nin İran politikası yüzünden gerçekleştirilemedi. Geriye kalan tek mümkün hat ise Azeri petrolünün Gürcistan üzerinden Avrupa pazarına ulaştırılmasıydı. Bu nedenle Gürcistan’ın Rusya etkisinden kurtularak ABD merkezli ittifakın bir parçası haline getirilmesi çabaları, Rusya tarafından büyük bir tehdit olarak algılandı.[21]

Bütün bunların yanı sıra Rusya, Gürcistan’ı Çeçen savaşının başladığı ilk yıllardan beri Çeçenlere yardım etmekle ve de Çeçen sınırını (bilerek) iyi kontrol etmemekle suçladı. Çeçen teröristlerin Gürcistan’ın Çeçenistan sınırındaki Pankisi Gorge bölgesindeki mülteci kamplarında yetiştirildikleri ve bu bölgede gizlendikleri de Rusya’nın iddiaları arasındaydı. Üstelik Rusya Gürcistan’ın kendi ülke sınırları içerisindeki Çeçen faaliyetlerine bırakın engel olmayı, destek olduğunu düşünüyor. Rusya bu durumu Rusya içerisindeki istikrarsızlığı ateşleyerek bölgesel güç olarak ortaya çıkma niyeti olarak yorumluyor.

Bunun karşısında Rusya da Abhazya ve Güney Osetya’daki Rusya ile birleşme yanlısı ayrılıkçı hareketleri destekleyerek Gürcistan’da istikrarsızlığı körüklüyor. Putin örneğin daha çok kısa bir süre önce Abhazya’nın ayrılıkçı lideri Khajımba ile içeriği gizli bir görüşme yaptı, ki Khajımba birçok kereler bağımsızlıkları için Gürcülerin etnik olarak temizlenmesi gerektiğini açıkça ifade etmiş bir lider. Güney Osetya’da Rusya’nın “barış güçlerinin” Gürcü mahallelerini işgâl ederek, Gürcüleri zorla yerlerinden ettikleri rapor ediliyor. Aynı zamanda Rusya Güney Osetya’da aktif olarak ayrılıkçı birlikleri topluyor ve eğitiyor. Ve hem Abhazya’daki hem de Güney Osetya’daki kişilere Rus vatandaşlığı neredeyse sorgusuz sualsiz dağıtılıyor.[22] Dolayısıyla bölgede Rusya’nın bir yeniden yapılanma arayışı içinde olduğunun bütün işaretleri var. ABD ise bölgede terörizme karşı savaşa destek kılıfı altında kendi askerî üslerini açarken, Rusya’nın askerî üslerini kapamasını istiyor.

Washington ve Moskova arasındaki çatışma AGİK’in Maastrictht’te yapılan yıllık zirvesinde de devam etti. Amerikan delegasyonu Moldovya Başkanı’na Rus birliklerin ülkelerine 2020’ye kadar yerleşmesine izin veren antlaşmayı reddetmesi yönünde baskı uyguladı. Powell, Rusya’nın Gürcistan’dan birliklerini çekmesi gerektiğini tekrarladı ve Moskova’yı Kafkasya’daki ayrılıkçı hareketleri desteklemekle suçladı.[23] Ama ABD ve Rusya arasındaki asıl gerginlik Gürcistan’daki ABD destekli “gül” darbesi ile birlikte daha da su yüzüne çıktı.

GÜRCİSTAN’DA

“GÜL DARBESİ”

ABD’nin Gürcistan’a El-Kaide militanları ile savaşmak için Gürcü birliklerini eğitmek üzere asker yerleştirmesini Rusya “darbe hazırlığı” olarak nitelemişti. Nitekim beklenen “kadife devrim” gecikmeden geldi, yılların kurdu politikacı Şevardnadze’nin iktidarı 22 Kasım 2003 Gürcistan parlamentosunun yeni dönem açılışına oyların yeniden sayılmasını talep eden Mikhail Saakaşvili önderliğindeki protestolarla sarsılmaya başladı. Bu sarsıntı yalnızca bir gün sürdü. Ertesi gün protestolar başarıya ulaşmış ve 45 gün içersinde yeni seçimlerin yapılacağı duyurulmuştu bile. Bu noktada Rus Dışişleri Bakanı Tiflis’e gelerek Şevardnadze’nin iktidarda kalmasını istediyse de muhalefetin tepkisiyle karşılaştı. Şevardnadze olası bir iç savaşı engellemek için istifa ettiğini açıkladı.

25 Ocak 2004’te Colin Powell Mikhail Saakaşvili’nin Gürcistan Başkanı olarak göreve başlama törenine katıldı. Gürcistan’daki iktidar devri Washinton tarafından demokratik bir darbe olarak adlandırılırken, bu iktidar devri 11 Eylül sonrası Rusya ile ABD arasında zorlukla oluşturulan ortaklığın aşındığının bir işareti ve belki de daha sonraki gerginliklerin önemli nedenlerinden biri olacaktı. Rusya kendisi için son derece önemli olan bu ülkedeki ABD eğitimli yeni başkanı “fazla Amerikalı ve fazla bilinmez” buluyordu.[24] ABD ise yeni Gürcü yönetiminin bekasının kendi garantörlüğü altında olduğunu sık sık tekrarlıyor.

Her zaman olduğu gibi bu sefer de Gürcistan’daki ABD destekli darbenin demokrasinin yayılması ile hiçbir ilgisi yok elbette. Yazının başlarında da ifade ettiğim gibi, Karadeniz ve petrol zengini Kafkaslar arasında stratejik bir coğrafi konuma sahip Gürcistan büyük güçlerin çıkar çatışmalarında sahne oluyordu daha ziyade. 2005’te bitecek Bakü-Ceyhan boru hattının “güvenliği” için, Gürcistan’da ABD yanlısı bir hükümetin kurulması ABD hükümetinin öncelikleri arasında. ABD’nin Gürcistan’daki politikası ise Rusya için kabûl edilemeyecek kadar aşırı. Bush yönetimi Rusya’nın çıkarlarını çok provokatif bir tarzda zorluyor ve Rusya’yı ABD’nin askerî tesisleri ile çevreliyor.[25]

2004 yılının ilk yarısında Saakaşvili ile Putin ilişkileri iyileştirme konusunda adım attılar. Bir noktada, iki lider kapsayıcı bir işbirliği antlaşması ihtimalini konuşuyorlardı. 2004’ün ortasına gelindiğinde işbirliği yolundaki bu adımlar Rusya’ya göre Saakaşvili’nin aptalca hataları yüzünden, Gürcistan’a göre ise Putin’in uzlaşmaz tavrı yüzünden yerini yeniden gerginliğe bıraktı.

Moskova’da yalnızca siyasî çevrelerde değil ama halk arasında da anti-Gürcü duyguların yayılmaya başladığını ifade ediyor analizciler.[26] Ağustos ayında Güney Osetya’ya seyahat eden Mikhail Markelov, Çeçen militanlarının bölgede aktif oldukları ve Gürcü hükümetinin müttefiki olarak Gürcülere çeşitli operasyonlarda yardım ettiklerine dair Rusya’da yankı uyandıran bir iddiada bulundu.[27] Bu iddiadan yalnızca bir-iki hafta sonra ise Gürcistan sınırındaki Kuzey Osetya’da Beslan eylemi gerçekleşti.[28]

Dolayısıyla Gürcistan üzerinden, karşılıklı verilen muhtıralarla, ABD ve Rusya Kafkaslar’da burun buruna gelmiş durumdalar. Her iki büyük güç için de bölge vazgeçilmez ve her ikisi de bölgenin kontrolünü bir diğerine bırakmak istemiyor. Bölgenin kontrolü için ise Gürcistan stratejik önemde. Beslan sonrası Rusya bölgeye güç kullanarak müdahale edebileceğini açıklıyor. Üstelik ABD’nin açtığı yolda teröre karşı sınır ötesi güç kullanımı meşrûlaşmış durumda.

SONUÇ YERİNE

Yıllardır Mearsheimer gibi muhafazakar uluslararası politika teorisyenlerinden, Žižek gibi Marksist düşünürlere kadar pek çok kişi küresel güçler arasında bir hegemonya savaşının olacağını ve bu savaşın taraflarından birinin Çin olacağını yazıyor. Şimdilik Kafkaslar’daki resimde Çin’in pek etkisi yok gibi, ama hızla büyüyen ekonomisi ile petrol bağımlısı Çin’in Kafkas ve Orta Asya petrolüne olan ilgisi kendi sınırlarından görece uzak olan Ortadoğu petrollerine olan ilgisinden çok daha fazla. Üstelik Rusya ve Çin arasındaki stratejik ve ekonomik ortaklık, ABD ve Rusya arasındaki ortaklıktan çok daha hızla büyüyor.[29]

Beyaz Saray’daki ‘Rumsfield, Cheney ve Wolfowitz kliği’ ABD’nin bu dünyanın en güçlü ve yenilmez devleti olduğuna ve Rusya’nın da yalnızca kağıttan bir kaplan olduğuna inanmış durumdalar. Savaşların bir nedeni eğer maddi çıkar ve yapısal krizler ise bir diğer nedeninin de yanlış hesaplama olduğu unutulmamalı. Ben bu yazıdaki analizlerin bizi götürebileceği yerin bir adım sonrasına gidip, ‘Beslan aslında Rusya’nın, Gürcistan’ın ya da ABD’nin komplosuydu’ (bunlardan birinin ya da birkaçının) ya da ‘bu devletlerin herhangi birinin işbirliği ile gerçekleşti’ demeyeceğim. Bu eylem pekâlâ bölgenin karışmasından çıkarları olduğunu düşünen bağımsız Çeçen grupları tarafından da yapılmış olabilir. Bütün bunların hepsi birer seçenek olarak mümkündür elbette, ama bu noktada asıl önemli olan Beslan trajedisinin zaten son derece hassas olan bölgedeki dengeleri daha da hassaslaştırmış ve bölgeyi potansiyel çatışmaların yeni alanı haline getirmiş olması. Şu hiçbir zaman unutulmamalı; Rusya’ya bir darbe vurmak için yapılan bu terör eylemi, yalnızca masum çocuklara ve onların ailelerine büyük bir darbe vurdu, Rusya’nın savaştan ve şiddetten yana olan elitleri bu eylemi kendi otoriteryen ve yayılmacı projeleri için bir kaldıraç olarak kullanmakta ise gecikmediler.

Kelimenin tam anlamıyla etnik bir mozaik olan bugünkü Rusya’da Beslan trajedisi Putin’in otonom cumhuriyetlerin siyasî haklarını bütünüyle kısarak Rusya’nın federalizmden merkezî diktatörlüğe geçiş sürecini hızlandırdı öncelikle. Putin’in aldığı ilk karar bundan böyle bölgesel yöneticilerin seçimle değil, merkezden atama ile görevlendirilmesi ve bölgelerin merkezdeki söz hakkının merkezî seçim sisteminde yapılan değişiklikler ile azaltılması. Putin’in bundan sonraki muhtemel adımı ise başkanın yetkilerinin daha da arttırılması ve bir dönem daha görev yapmasını sağlayacak şekilde anayasanın değiştirilmesi olacak. Ve böylece kendini içerde sağlama alan Putin, ondan sonra yüzünü Rusya sınırları dışına döndürebilecek.

Gelişmeler gösteriyor ki terörizme karşı ittifak adı altında Kafkaslar ve Orta Asya’da güç ve nüfuz için bölgesel ve küresel güçlerin hesaplaşması devam ediyor. Eğer Rusya ABD’ye rağmen bölgede yayılmacı politikalar izler ve kendi sınırları içerisindeki şiddeti kendi sınırları dışında (ve içinde de) şiddet kullanarak çözmeye devam ederse, ve eğer ABD Rusya’ya rağmen bölgeyi kendi nüfuz alanı haline getirmeye yarayacak agresif politikalarında ısrarcı olursa ve eğer ayrımsız ve siyasetsiz kör şiddet yaptıklarının yalnızca büyük güçlerin işine yaradığını görmeden binlerce masum insanı öldürerek yoluna devam ederse geleceğimizi “iyi niyetli siyasetçilerin” barışa duyduğu inanç belirlemeyecek elbette. Geleceğimizi Kafkaslar’da muhtemel bir büyük güçler çatışması belirleyecek.

EVREN BALTA

[1] Putin’in 4 Eylül 2004’te yaptığı ulusa sesleniş konuşmasının başlangıcı. Bu konuşma ile Stalin’in 3 Temmuz 1941’de Kızıl Ordu’nun aldığı ilk yenilgileri ulusa duyurmak için yaptığı konuşma arasındaki benzerlikler tesadüf olamayacak kadar dikkat çekici.

[2] Burada Beslan’da olup bitenlere ilişkin “ama”larla dolu bir analiz yapmak niyetinde değilim. Tıpkı 11 Eylül’ün olduğu gibi Beslan’ın da, vahşetin inanılmaz bir biçimi olarak sorgusuz sualsiz kınanması gerektiğini düşünüyorum. Ama bunu yaparken de “çıkar” hesaplarından vazgeçmeyen devletlerin bu büyük trajedilerin üstüne bina ettikleri siyaseti konuşmaktan çekinmemeliyiz.

[3] Blank, Stephen & Rubinstein, Alvin (1997) “Is Russia still a Power in Asia” Problems of Post-Communism 44(2)

[4] Bunun için bakınız: Verdery, Katherine (1996) What was Socialism, and What Comes Next? Princeton; Princeton ve Stark, David and Bruszt, Laszlo (1998) Postsocialist Pathways: Transforming Politics And Property in East Central Europe Cambridge.

[5] Kortunov, Andrei & Shoumikhin, Andrei (1998) “Russia and Central Asia: Evolution of Mutual Perceptions, Policies, and Interdependence” Yongjing Zhang and Rouben Azizizan (der) içinde Ethnic Challenges beyond Borders London: St. Anthony Press.

[6] Buradaki önemli bir nokta da Yeltsin’in etrafındaki güç blokunun Sovyetler Birliği’nin zayıf halkası olarak gördükleri bu cumhuriyetleri ekonomik ve politik olarak desteklemekteki isteksizlikleriydi. Buna bir de Rusya’nın kendini Batılı olarak görme arzusu ekleniyordu. Bu arzuyu gerçekleştirmenin ön koşullarından biri de “geri kalmış” olarak görülen Kafkas ve Orta Asya Cumhuriyetleri ile Batılı medeniyetin bir parçası olduğuna inanılan Rusya arasına bir mesafe koymaktı.

[7] A.g.e.

[8] Aron, Leon (1993) “The Emerging Priorities of Russian Foreign Policy” Leon Aron and Kenneth M. Jensen (der) The Emergence of Russian Foreign Policy. Washington D.C.: United States Institute of Peace Press.

[9] Burada Çeçen savaşının nedenlerini ya da savaş sürecini analiz etmeye çalışmayacağım. Bu kendi başına başka bir yazının konusu. Fakat şunu söylemekte yarar var ki, Çeçen direnişi konu edildiğinde bu direnişin nedeninin yalnızca Çeçen ve Rus tarihine gönderme yapılarak açıklanması yeterli değil. Tarihsel haksızlıklar, toplumsal huzursuzluğun temel nedeni değil, daha çok başka nedenlerle ortaya çıkan toplumsal huzursuzluğun örgütlenme zemini olarak görülmeli. Diğer bir deyişle bugün birçok tarihçi Çeçen savaşının köklerini 19. yüzyıla dayandırsa da bu çatışmalar arasında kurulan süreklilik büyük oranda söylemsel düzeyde görülmeli. Tarihsel haksızlıklardan daha ziyade yeni dönem Çeçen kalkışmasının arka planında Çeçenistan’ın Sovyet yönetiminin tarihi boyunca ekonomik, yaşamsal ve eğitim göstergeleri açısından bütün özerk cumhuriyetler arasında en altta olması görülebilir. Bakınız, Dunlop, John (1998) Russia Confronts Chechnya: Roots of a Separatist Conflict, Cambridge.

[10] Fakat Anatol Lieven’in iddiasına göre hem Rusya ve hem de Çeçenistan ilk savaşta aslında göründüğünden daha güçlü idi. Çeçenistan’ın güçlü olmasının nedeni dışardan bir saldırı ihtimali karışında hemen bütün nüfusu mobilize edebilme yeteneğine sahip olması, Rusya’nın güçlü olmasının nedeni ise federal birimlerin hiçbirinden (Çeçenistan hariç) Rusya devletine karşı bir ayrılıkçı hareketin doğmamış olmasıydı. Lieven, Anatol (1998) Chechnya: Tombstone of Russian Power, Yale.

[11] Bu antlaşmalara öncelik eden bir rehine krizini de burada anmakta yarar var. Şamil Basayev grubunun içinde hastalar ve çocukların olduğu bir hastaneyi işgâl etmesi sorasında yapılan pazarlıklar Çeçen krizinin Çeçenlerin istediği şekilde sona ermesine yol açmıştı. Daha sonraki Çeçen muhalafetinin bu hastane baskınını kendilerine örnek aldığını ve Rusya’nın da Çeçenlere istediklerini vermeme konusunda buradan “ders” çıkardığını iddia etmek ve Beslan ile hastane baskını arasında bir süreklilik kurmak da mümkün.

[12] Bu baskınların Rusya’nın yeni bir savaş başlatmak için düzenlediği komploların sonucu olduğuna dair birçok teori mevcut. Baskınlardan hemen sonra Moskova’da meydana gelen apartman bombalamalarının da yine Rus gizli servislerinin işi olduğu sıkça dile getirilen iddialar arasında. Devletlerin kendi siyasî tercihlerini meşrûlaştırmak için sivillere yönelik örtük ve manipülatif şiddete başvurmaları elbette şaşırtıcı bir durum değil, ama komplo iddialarına odaklanan analizler de şu üç meseleyi gözden kaçırıyor: 1) bu iddiaların doğrulanması neredeyse mümkün değil ve enerjiyi bu yöne aktarmak eylemlerin sonuçlarını analiz etmemizi güçleştiriyor, 2) devletler eylemin aktörünü geniş kitleler nezdinde yeniden kurabilme yetisine sahipler çoğu zaman ve bu kamusal hafızada yer ettikten sonra, eylemin gerçek aktörünün suçlanan grup olup olmadığı da çok değişiklik yaratmıyor. 3) komplo teorileri bu dünyada devletler dışında suç işlemeye muktedir, kendi tercihleri ve gücü olan başka aktörlerin varlığını yok sayarak, ters taraftan devletleri “herşeye muktedir” güçler haline getiriyor. Bu nedenlerle bu yazıda komplocu analizlere hiç değinmemeyi tercih ettim.

[13] Şunu da hemen eklemek isterim: Çöküş sonrası reddedilen sosyalist geçmiş, Putin döneminde Rusya’nın şanlı tarihinin bir parçası olarak yeniden kucaklandı. Bu kucaklamayı görmek için sokakta satılan iç içe geçmiş küçük bebeklerden oluşan geleneksel Rus matruşkalarına bile bakmak yeterli. Lenin ile başlayan küçük matruşka bebekleri Gorbaçov’dan sonra Putin’le bitiyor. Hatta bazı bebekler Büyük Petro ile başlıyor, tabiî hep en üstteki en büyük matruşka bebeği Putin.

[14] Cummings, Sally (2001) “Happier Bedfellows? Russia and Central Asia Under Putin” Asian Affairs, 32(2)

[15] Çeçen sorununun bir “terör” sorununa dönüşmüş olmasında terör eylemlerini en başından beri sıkça kullanan Çeçen hareketinin kimi bölümlerinin de rolü büyük elbette.

[16] Kriz bittikten sonra siyasetçilerin kimisi tatilden döndü, kimisi evde hasta yattığını açıkladı. Aslında tam da bu Rusya’nın meseledeki sorumluluğunun en ağırından komplo en hafifinden plansızlık olmasının yani sıra kamusal sorumluluk alabilecek herhangi bir otorite olmaması, alternatif bütün seslerin susturulmuş olması olarak anlaşılması gerektiğini düşündürtüyor. Yani “teröristlerle” konuşmak isteyecek/ konuşabilecek hiçbir kamusal otorite yok. Oysa konuşmanın kritik olduğu böyle durumlarda ‘teröristle konuşulmaz’ felsefesini benimsemiş yeni otoritaryen devletlerin sorunu çözmek için herkesi öldürmekten başka çaresi de yok (bu nasıl bir çare ise!).

[17] Masha Gessen (2004) What drives the separatists to commit such terrible outrages? www.Slate.com 4 Eylül, 2004.

[18] Bu konuda daha ayrıntılı bir analiz için bkz.: The Economist (2004) After Beslan Russia’s horror: Nobody should excuse what happened in Beslan but Chechnya still needs a solution 11-17 Eylül.

[19] Cumhuriyet, “Washington Moskova’yı Kızdırdı”, 9 Eylül 2004. Bu iddia elbette son derece gülünç!

[20] Jonathan Steele (2004) “Angry Putin Rejects Public Beslan Inquiry” The Guardian 7 Eylül.

[21] ABD’nin Kafkaslar ve Orta Asya devletleri ile yakınlaşma çabası elbette yalnızca Gürcistan ile sınırlı değil. Kafkasya’da Azerbaycan ABD’nin diğer önemli stratejik ortağı. Orta Asya’da yine hemen bütün devletler özellikle 11 Eylül sonrası ABD ile güvenlik konusunda işbirliğine girdiler. Afganistan işgâlinin hemen sonrasında ABD Özbekistan’da askerî üs kurdu. Bugün ABD’nin Özbekistan’da üçbin dolayında askeri var. ABD’nin Kırgızistan’da da üsleri var. ABD aynı zamanda bölgede geleneksel olarak Rusya yanlısı Ermenistan ile de son dönemde ilişkilerini derinleştiriyor. Rusya’yı tehdit eden bir başka gelişme ise NATO Orta Asya ve Kafkaslar’da da işbirliğini arttırmayı hedeflediğini açıklaması oldu. Gürcistan, Azerbaycan ve Özbekistan liderleri NATO ile Ortak Eylem antlaşmaları imzalama niyetlerini açıkladılar.

[22] Socor, Viladamir (2004) “On the Ground in Abkhazia and South Ossetia”, Wall Street Journal Europe, 3-5 Eylül.

[23] Grey, Barry and Volkov, Vladimir (2003) “Georgia’s “rose revolution”: a made-in-America coup” 5 Aralik 2003 www.eurasia.net

[24] Cohen, Ariel (2004)Georgian Inauguration Complicates Us-Russian Relations” 1/23/04 www.eurasia.net

[25] A.g.e.

[26] Torbakov, Igor (2004) South Ossetia Crisis Stokes Tension Between Russia And Georgia, Eurasia Insight www.eurasia.net 8/25/04

[27] A.g.e.

[28] Tüm bu gerilimler nedeniyle, Beslan’dan önce dahi, kimi Gürcü politikacılar Gürcistan ve Rusya arasında silahlı bir çatışmanın olasılığına karşı halkı uyarıyorlardı. İmedi televizyonunda 24 Ağustos’da yayımlanan bir ropörtajda Gürcü Parlementosunun Savunma ve Güvenlik Komisyonu başkanı Givi Targamadze, Rus birliklerinin Gürcistan’a saldırı hazırlığı içinde olduğunu söyledi. Rusya ve Gürcistan arasındaki bu gerginlik Saakaşvili’nin 19 Ağustos’da Gürcü birliklerini Güney Osetya’daki stratejik pozisyonlardan çekme kararı üzerine hafifledi. Fransız gazetesi Liberation’da 24 Ağustos 2004’te yer alan bir röportajda Saakaşvili Gürcistan ve Rusya’nın çatışmanın eşiğinde durduğunu söylüyor ve Gürcü halkının savaş olasılığına hazırlanması gerektiğini ifade ediyordu. Gürcistan ABD ile güvenlik alanında ABD askerlerinin Rusya sınırına yerleştirilmesini öngören bir de işbirliği antlaşması imzaladı.

[29] Çin Rusya’nın Çeçenistan’daki, Rusya’da Çin’in Tayvan’daki aktivitelerini destekliyor. Çin ve Rusya ilk ortaklık antlaşmasını 1996 yılında Şangay zirvesinde gerçekleştirdiler. Daha sonra Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan 2000 yılında İslâmcı terörizm gündemi ile Duşanbe’de bir araya gelerek, merkezî Bişkek’te olacak bölgesel bir anti-terörizm merkezinin açılması kararına imza attılar. Rusya ve Çin 2001 yılında Dostluk, Komşuluk ve İşbirliği antlaşması imzaladılar. Bu antlaşmanın ele aldığı konulardan ilki ABD’nin hegemonyasını durdurmak için Çin ve Rusya’nın ortak işbirliği yapmasıydı. Diğer maddelerde Çin ve Rusya sınırının güvenliği, silah ve teknoloji transferi ve de Orta Asya’da İslami terörizm ele alınıyordu.