Genişletilmiş Bir İnsan Hakları Kuramı İçin

İnsan hakları tartışmasını şu şekilde özetlemek mümkün: İnsan hakları, ahlâk alanını dar anlamda kapsama eğilimindedir ve bundan ötürü esas itibariyle negatif haklar ya da dokunulmazlık haklarıdır. Ayrıca, insan hakları kurumsal bir nitelik taşır, çünkü gerek uygulanma gerekse ihlal edilme biçimleri, devletin örgütlenişi ve eylemleri ile ilişkilidir.

Ahlâkî cemaat içerisinde insan hakları kavramı, eksiksiz ahlâkî statüye sahip varlıklar alanının sınırlarını belirler. İnsan haklarının en tatmin edici savunma temeline göre, bu alana dahil olmanın ölçütü, sadece bir amil olmak, yani hedeflere ve bu hedefleri gerçekleştirme arzusuna sahip, amaçlı bir varlık olmaktır.

Amaçlılık şartını yerine getiren varlıkların ayırt edici niteliği, özgürlükten ve refahtan, bir de tabii ki bunların önkoşulu olan yaşıyor olma durumundan yararlanma yetisidir. Bundan ötürü, gerek doğrudan gerekse eylemin önkoşulu olarak talep edilen özgül haklar, özgürlükle, refahla ve yaşamla ilgilidir. Bu tür haklar, bütün hak sahipleri arasında eşit şekilde geçerlidir, zira bu hakların güvence altına aldığı nitelikler eşit değerdedir. Dolayısıyla, eksiksiz ahlâkî statüye sahip varlıkların alanı tabakalara ayrılmış değil, homojendir.

Bu anlamda, tam da insan haklarını tesis eden doktrin temelinde, insan haklarının insana mahsus olmadığı açıktır. İnsan türüne mensup olmanın ahlâkî açıdan anlamlı bir ölçüt olmadığı fikri az çok açık bir biçimde kabul edilir. Bu kabul, Homo sapiens genotipine sahip olmakla ilgili herhangi bir yapısal göndermeyi kuramın aslî temelinden fiilen dışlar. Diğer yandan, paradigmatik olmayanlar da dahil olmak üzere bütün insanlar için eşit temel hakları güvence altına alma isteği şu anlama gelir: Bu tür hakların gerekçesi olan nitelikler, artık tipik biçimde insana has diye görülen nitelikler olamaz; bu nitelikler, insan dışı hayvanların geniş bir kısmını içine alan bilişsel-duygusal bir düzeyde olmalıdır.

İnsan dışı hayvanlardan hangilerinin eksiksiz ahlâkî statüye sahip varlıklar alanına dahil edilmek için gereken şartları tam olarak yerine getirdiği meselesi, henüz bütün ayrıntılarıyla karara bağlanabilecek bir mesele değildir. Bununla birlikte, genişletilmiş bir insan hakları kuramının, memelileri, kuşları ve muhtemelen genel olarak omurgalıları kapsaması gerektiğine şüphe yok. Sağduyuyla da desteklenen bu iddiayı doğrulayan çok sayıda çalışma var; bunları burada yeniden ele almayı gerekli bulmuyorum.[1]

İnsan hakları doktrini dokunulmazlığı merkeze aldığından, ilgili varlıklara farklı değerler atfedilmesi gereğine işaret edebilecek, hakların dağıtımıyla ilgili sorunları içermez. Dahası, insan hakları diline başvurulduğunda açıkça görüldüğü üzere, kuramın dayandığı bakış açısı sonuççu değil, deontolojiktir. Haklar, faydacı hesaplamanın mümkün biçimlerine getirilen sınırlamalar olduğuna göre, bazı bireylerin çıkarlarının feda edilebilir olması ilkesini getirebilecek herhangi bir düzenleme daha en baştan reddedilir. Bir bireyin haklarının, başkalarının çıkarları uğruna feda edilmesi kabul edilebilir olmayacağından, bireylere farklı değerler atfetme sorunu bu anlamda da gündeme gelemez. Son olarak, insan hakları doktrini kurumsal düzeye atıfta bulunur; yani kanun haline getirilmiş ya da resmî ihlâllerle ilgilidir; dolayısıyla bireyler arasında mevcut olabilecek çatışmalar sorununu bir tarafa bırakıp sadece sosyal iktidar ile topluluğu oluşturan bireyler arasındaki ilişkiye odaklanır.

Bu çerçevede düşünüldüğünde, en akla yakın seçenek eşitlikçi tezdir. Zira hiçbirimiz, yüksek zekâ seviyesine sahip bireylerin köleleştirilmesine karşı çıkıp düşük zekâ seviyesine sahip bireyler için buna müsaade edilmesini; ya da zeki insanların katledilmesinin, geri zekâlı çocukların katledilmesinden daha ciddi bir insan hakları ihlâli olduğunu savunmuyoruz. Temel hakların resmî düzeyde ihlâl edilmesi söz konusu olduğunda, yapılacak herhangi bir hiyerarşik derecelendirme bize ahlâkî açıdan son derece itici gelecektir.

TEMEL ADIM

Amerikalı hukuk profesörü Gary Francione, son kitabında insan dışı varlıkların (buradan itibaren bu terimi sadece amaçlı varlıklar için kullanacağım) mülk olarak nitelendirilmesinin, temel hakları Homo sapiens sınırlarından öteye genişletecek adımların önündeki en esaslı engel olduğunu iddia etti.[2] Francione’ye göre, bu bağlamda temin edilmesi gereken ilk hak, başkalarının amaçlarına hizmet eden bir araç muamelesi görmeme hakkıdır.

Şu ana kadar geliştirilen mantık çizgisini, toplumlarımızın mevcut durumuna uyguladığımızda da benzer bir neticeye varırız. Yalnız, önemli bir farkla: İnsan dışı varlıkların nesne ya da mülk kategorisinden çıkarılmaları, belirli bir hakkın tanınması değildir; genişletilmiş insan hakları kuramının sosyal düzeye taşınmasının temel koşuludur. Eşitlik üzerine feminist tartışma çerçevesinde, haklardan yararlanma noktasında ciddi bir uyuşmazlık söz konusu olduğunda ilk bakılacak noktanın, başlı başına bir hukuk ilkesi olarak “yasa önünde eşitlik”in nasıl tanımlanabileceği vurgulanmıştır.[3] Kadınlar söz konusu olduğunda bu durum, sosyal dönüşümü teşvik edecek, eşitliği gözeten bir yasa biçiminde kendini gösterir; insan dışı varlıkların durumundaysa, mülk statüsü gözetilerek inkâr edilen haklardan yararlanma önündeki temel engeli ortadan kaldıracak bir hukukî değişiklik söz konusudur. Bu anlamda, hukukî hakların nesnesi olma halinden öznesi olmaya geçiş, bir varış noktasından ziyade, “eşitlikçi zemin”den faydalanması mümkün olası varlıklar alanına dahil olmanın ilk adımıdır - çağdaş siyaset felsefesi, daha özgül herhangi bir bireysel hakkı saptarken, bu zeminden yola çıkar.[4]

Bu noktayı daha iyi anlamak için mevcut durumu göz önüne getirir. Milyarlarca insan dışı hayvan çıkarlarımız uğruna işkence görüyor, hapis tutuluyor ya da öldürülüyor. Bu varlıkların içinde bulundukları koşullar, gerçek anlamıyla köleliğe tekabül eder - yani, insanları, kelimenin tam anlamıyla mal varlığına indirgeyen uygulamaya (Aristoteles’in “canlı mülkler” şeklindeki köle tanımı her şeyi anlatıyor).[5] Örneğin, 19. yüzyıl Amerika’sında köleler kurumsal olarak kendi hedeflerinden, refahlarından ve özgürlüklerinden mahrum edilmişti ve yaşamları başkalarının kontrolü altındaydı. Ancak anayasaya getirilen on üçüncü ek maddeyle kölelik kaldırıldıktan sonra, neredeyse hiçbir ahlâkî ve hukukî korumadan faydalanılmasına izin vermeyen bu köklü eşitsizlik ortadan kalktı. Toplumun, genişletilmiş bir insan hakları kuramı çerçevesinde yeniden örgütlenmesi için de, anayasanın insan dışı hayvanları salt birer mülk olmaktan çıkarması, onların mülk statüsünün sonucu olan uygulamaları yasaklaması gerekir - gıda ya da bilimsel araştırma için yetiştirilmelerinden tutun da, çok çeşitli biçimler altında ticarî amaçlarla kullanılmalarına ve sistemli şekilde imha edilmelerine kadar.[6]

Bizi bu sonuçlara ulaştıran argüman, ne olumsaldır, ne de aykırı ve tuhaf. Bu argüman, çağdaş etik doktrinleri arasında en evrensel kabul göreninin -insan hakları kuramının- sonucunda ulaşılan zorunlu bir diyalektik çıkarsamadır. Bu anlamıyla, genişletilmiş bir insan hakları kuramının gereklerinin normatif gücü, yalnızca hali hazırdaki ayrımcılığa katılmaktan imtina etmeyi değil, bu ayrımcılığa karşı çıkmayı da gerektirir.[7] Çünkü, temel hakların, bu haklara sahip olması gereken varlıklara kurumsal düzeyde tanınmaması, mağdurları bu hakların sağlayacağı yararlardan mahrum bırakmakla kalmaz, hakların kendisine de doğrudan bir saldırı mahiyeti taşır. Bir başka deyişle, böyle bir inkâr sadece neyin doğru olduğu düşüncesini değil, bizatihi adalet fikrini de altüst eder.

The Animal Ethics Reader, ed. Susan J. Armstrong -

Richard G. Botzler, Londra-New York: 2003, s. 30-32

[1] Bu argümanın sentezi için bkz. örneğin David DeGrazia,Taking Animals Seriously: Mental Life and Moral Status (Cambridge, 1996), bölüm VI, s. 166-172.

[2] Gary L. Francione, Animals, Property and the Law (Philadelphia: Temple University Press, 1995), s:10.

[3] Catharine A. MacKinnon, “Crimes of War Crimes of Peace”, On Human Rights içinde, ed. Stephen Shute ve Susen Hurley (New York Basic Books, 1993) s.103.

[4] “Eşitlikçi düzlem” kavramı Ronald Dworkin’e ait. Çağdaş tartışmalarda bu kavramın rolüyle ilgili bir değerlendirme için bkz. Will Kymlicka, Contemporary Political Philosophy: An Introduction (Oxford: Clarendon Press, 1990) s. 5.

[5] Aristoteles, Politics, I, 2, 1253 b.

[6] Ne zaman ki her türlü resmî ayrımcılığı ortadan kaldıran bir adımla, genişletilmiş insan hakları kuramının koruması altına aldığı varlıklar arasına insan dışı hayvanlar da dahil edilir, ancak o zaman tek tek hak sahipleri arasındaki özgül ilişkiler sorunuyla ya da kaçınılmaz çıkar çatışmalarını düzenleme yöntemleriyle ilgilenmek mümkün olur. Genişletilmiş kuramda öngörülen haklara bağlı kalmak, etkileşimli bir bağlılıkla çakışmamakla birlikte, böylesi bir fikirden bütünüyle bağımsız da değildir. Zira toplumun, bireylerin aşağılayıcı muameleye ya da ayrımcılığa maruz kalmadan yaşayabilecekleri şekilde düzenlenmesi gerektiği iddiası, haliyle bireylerin korunmaları için daha esaslı bir kaygı içerir. Bununla birlikte, her iki bağlılığı bir araya getirmeye yönelik başlangıç niteliğinde bir girişim şu kaynakta bulunabilir: Paola Cavalieri ve Peter Singer, The Great Ape Project: Equality Beyond Humanity, der. Paola Cavalieri ve Peter Singer (New York: St.Martin’s Press, 1994).

[7] Bu ve bir sonraki önerme için bkz. Thomas Pogge, “How Should Human Rights Be Conceived?”, Jahrbuch für Recht und Ethik, cilt 3 (1995), s. 116 ve 109. Böylesi bir tahlil, Jean-Yves Goffi ile Ursula Wolf’un, farklı şekillerde, bireysel ahlâk ile siyasi ahlâk arasına koydukları ayrımı çürütebilir: Jean-Yves Goffi, Le philosophe et ses animaux: du statut éthique de l’animal (Nîmes: Éditions Jaqueline Chambon, 1994) ve Ursula Wolf, Das Tier in der Moral (Frankfurt: Vittorio Klostermann, 1990).