Hayvan hakları konusunun yeşil politika içindeki yerini kavramak için Almanya’da Yeşiller Partisi içinde yaşanan önemli bir sarsıntıyı hatırlamak ve partinin o dönemdeki en önemli ideologlarından Rudolf Bahro’nun 19 Haziran 1985 tarihli Tageszeitung gazetesinde yayımlanan istifa mektubuna göz atmak iyi bir başlangıç olacaktır. Bahro mektubuna insanların tek amacının neye benzerse benzesin partiyi kurtarmak haline geldiği suçlamasını yaparak başladıktan sonra partinin en temel bir ekolojik duruştan bile yoksun hale geldiğini ve yaşamı koruyan bir parti olma konumundan hızla uzaklaştığını söyleyerek bardağı taşıran damlayı şöyle açıklar:
“Dün, hayvan deneyleri sorunu üzerine sözcü aşağı yukarı şunları söyledi: ‘Tek bir insan hayatı bile kurtarılacak olsa, hayvanlara yapılacak işkenceye izin verilebilir’. Bu cümle, insanlığın bitkileri, hayvanları ve neticede kendilerini imha etmelerinin yolunu açan ana ilkeyi ifade etmektedir.”[1]
Bahro daha önce de partisinin parlamento grubunda hayvan deneylerinin tümüyle yasaklanmasına karşı çıkılıp “yasaklamak yerine kurala bağlamanın” önerilmesini ve uzlaşı aranmasını “alternatif toplama kampı mantığı” benzetmesiyle ağır bir biçimde eleştirmiştir.[2]
Bu örnek yeşil partilerin “reel politika” yaklaşımı içinde hayvan haklarını görmezden geldiğini mi göstermektedir, yoksa tam tersine parti politikası yapan siyasi oluşumlar içinde hayvan haklarının ciddiye alındığı belki de tek hareketin yeşiller olduğunu mu? Yeşiller, 1970’li yılların alternatif hareketlerini, örneğin nükleer karşıtı mücadeleyi, ekolojik sorunlara yönelik yurttaş inisyatiflerini ve barış hareketini kökeninde taşıyan bir siyasi hareket olarak, kültürel altyapısında da ’68’in mirası olan pasifizmi, özgürlükçülüğü ve tinsel yönelimleri barındırarak, zaten hem üye, hem de seçmen tabanında çok sayıda hayvan hakları eylemcisini ve vejetaryeni bulundurmaktadır. Buna yeşil düşüncenin etik öncüllerinin her şeyden önce insan-merkezciliğin eleştirisi üzerine kurulu olduğunu ve yeşil politik akımların geniş bir yelpaze içinde de olsa, diğer siyasetlerin (yeşillerin deyişiyle gri/renksiz partilerin) insan dışı canlılara ve insansız doğaya yönelik görmezden gelen veya tamamen araçsal tutumlarının tersi bir politika izlediklerini de eklersek, hayvan hakları gibi özgül bir sorunun yeşiller için nasıl olup da yeri geldiğinde merkeze oturduğunu açıklayabiliriz.
Gerçekten de hayvan hakları hareketi, o da kendi içinde geniş bir yelpazeye yayılan ve hayvan refahından hayvanları özgürleştirmeye kadar tanımıyla bile birbiriyle uyuşmaz görünen çok sayıda akımı içinde barındıran, kendi etik ve felsefi temelleri olan ve sonuçta kendi siyasi tercihlerini ve yaşam biçimini oluşturan özgül bir harekettir. Yeşil hareket, yapısında, hayvan hareketleri ile de, antinükleer hareketten feminizme, şiddet karşıtlığından çevreciliğe kadar tarihsel ve düşünsel olarak yakın ilişkide olduğu tüm diğer hareketler gibi yer yer çelişkilerle ve çatışmalarla dolu, ama ayrılması güç ve bütünleşik bir bağ taşır.
YEŞİL DÜŞÜNCEDE İNSAN EGEMENLİĞİNİN SINIRLANMASI
Yeşil politik hareketi oluşturan öncül düşüncelerin bağdaşık bir bütün olduğu söylenemez. Ancak kendi içlerinde ciddi ayrım noktaları taşısalar da tüm bu öncüller insanın doğa içindeki yeri ve giderek doğayla ilişkisi konusunda yerleşik düşünceleri sarsan nitelik taşırlar. Örneğin Alman yeşil hareketi üzerine büyük etkide bulunan Hans Jonas, insan-merkezci bakış açısından tam olarak ayrılmasa da, Batı uygarlığının saplandığı nihilizmi insanın doğaya karşı sorumluluğunu vurgulayarak aşmaya çalışır, hatta “İnsanlığı” sorumluluk kapasitesine sahip olmasıyla tanımlar. Jonas “Sorumluluk fiziksel varoluşumuzun ontolojik bileşimini ahlaksal olarak tamamlar” der.[3] Canlı doğanın “kendinde-iyiliği” bizde derin bir saygı uyandırırken, bu “iyiyi” oluşturan her organizmanın kendi varlığının devamına yönelik doğal çabası, “ahlaksal bir aracı olan” insanda, insan onuruyla ve kendini aşan bir şekilde tüm canlıların varoluşunu amaç edinen bir sorumluluğa ulaşmasıyla dönüşür.[4] Jonas, doğada tanımladığı erekselliği insan aracılığıyla ahlaksal dizgeye taşırken, insana yüklediği “görev” insanın kendini mekanist bir biçimde doğanın “herhangi” bir unsuru olarak tanımlamasını engellemiş olur.
Hıristiyan ilahiyatından insanın doğanın efendisi değil, doğaya bakması, tüm canlıları koruyup kollaması gereken bir varlık olduğu çıkarımını yaparak bir tür “kahyalık etiği” öneren René Dubos gibi düşünürlerin düşünceleriyle birlikte, bu yaklaşımların insanın diğer canlılardan üstün ve ayrıcalık sahibi olduğuna vurgu yaptığı düşünülebilir. Yine de bu etik yaklaşımlar son derece önemlidir, çünkü doğaya müdahalenin son sınırına varıldığı, insan olmayan canlıların “insanlığın” yararı için soyları tükenene dek avlandığı, ekonomik rasyonalite ve büyüme dışında hiçbir ölçünün tanınmadığı bir dönemin ardından, insanın doğayla (ve hayvanlarla) ilişkilerinde dilediği gibi davranma özgürlüğünün sınırlanmasını öngörmektedirler.
İnsan egemenliğinin çok daha radikal bir şekilde sınırlandığı ekosistem ya da doğa-merkezci düşünceler ise yeşil harekete uzun yıllar boyunca bir yandan güçlü bir perspektif ve özgünlük kazandırmış, öte yandan da politik alanda ciddi iç tartışmalara ve Yeşillerin pragmatik politika sahnesinde zorlanmasına neden olmuştur. Asıl değer kaynağının ekosistemin kendisi, işleyişi ve bütünlüğü olduğu düşüncesiyle bireylerden çok ilişkilere ve bireylerle aralarındaki ilişkilerin oluşturduğu bütüne referans veren ve Aldo Leopold’un deyimiyle insanı birlikte yaşadığı tüm hayvanlarla, bitkilerle, böceklerle ve toprakla birlikte aynı “biyotik toplumun yurttaşı” sayan toprak etiği[5] ve benzeri ekomerkezci düşünceler, Arne Naess’in öncülüğünü yaptığı Derin Ekoloji akımında bir adım öteye götürülür ve her canlının “içsel değerinden gelen haklarının”, dolayısıyla en başta da kendini gerçekleştirme ve soyunu-türünü müdahaleden uzak biçimde devam ettirme haklarının garanti altına alınmasını savunur. İnsanın doğa üzerindeki yıkıcı müdahalelerinin kınanması, hatta insanın fail, doğanın mağdur olarak görülmesi ve insansız doğanın değerinin iyice vurgulanması gibi mantıksal bir sonuca varabilen bu düşünceler yeşil hareketin tabanında hem yaşamını bu düşüncelere göre yeniden düzenlemiş geniş bir kitle, hem de yeşil politikaları radikal ekolojist çizgiye çekmeye çalışan bir yönelim oluşturmuştur.
Bu etik arka planın ötesinde vurgulanması gereken bir diğer düşünce, yeşillerin sistem eleştirisini endüstriyalizmin bütününe yöneltmeleri, hatta endüstriyel düzeni mümkün kılan aydınlanma düşüncesine ve moderniteye yönelik eleştirilerin bir hayli belirleyici olmasıdır. Yeşil düşüncede Sanayi Devriminin bir tür uğursuz milat olarak görüldüğüne, modern felsefenin başlangıç noktasını oluşturan Descartes’a referans verilerek tüm evreni ruhsuz bir makine olarak tanımlayan mekanistik anlayışın suçlandığına ve premodern çağlara yönelik saygıyla karışık bir özlemin varlığına sıklıkla tanık oluruz. Gerçekte endüstriyalizm fabrika üretiminin çok ötesinde, toplumu tümüyle biçimlendiren modern rasyonalitenin yeniden üretim biçimi olarak tanımlanabilir. Modern toplumu kuşatan tüm kurumlarıyla, okulları, hastaneleri, iletişim, ulaşım ve tüketim ağlarıyla bir bütün olan endüstriyalist sistem hayvanları da hammadde olarak işlediği üretim yerlerinde ve protein ve kalori cetvelleriyle ifade edilen birer birim olarak tanımlandığı tüketim zincirinde özerk birer varlık olmaktan bütünüyle çıkarır. Endüstriyel çiftlikler, tavuk-yumurta fabrikaları, mezbahalar, süpermarketler ve laboratuvarlar modern toplumu oluşturan ve hiç durmadan kutsanan diğer kurumlardan farklı değildir. Yeşil politikalar, endüstriyalist sistemin doğayı ve insanlığı yıkıma götürmesine karşı ortaya çıkmış yeni bir politik akım olarak duruşunu sadece etik kategorilerden değil, maddi uygarlığı tanımlama ve eleştirme biçiminden, yani endüstriyalizm karşıtlığından da almıştır.
Yeşil hareketin düşünsel arka planını oluşturan çeşitlilikten verilebilecek bu örnekler, yeşilin tüm tonlarında insan etkinliğinin hayvanlar ve diğer canlılar lehine sınırlandırılmasının ve endüstriyalizm eleştirisi bağlamında hayvanların konumlandırılışının ve hayvanlara yönelik muamelenin kökten reddinin ne kadar merkezî öneme sahip olduğu hakkında bir fikir verebilir. Yeşiller, parlamenter mücadelede ön saflarda oldukları yükselme dönemlerinde radikal tonlarını törpüleyip daha kolay kabul edilebilir bir program üzerine oynasalar da, harekete yeşil rengini asıl veren, arka planını oluşturan bu anlayışlardır. Tabii yeşil hareketlerin ve partilerin dünyanın heryerinde birbirinin aynı olmadığını da unutmamamız gerekiyor.
YEŞİL PARTİLERİN HAYVAN POLİTİKALARI
Yeşil hareketin tarihinde doğanın tüketildiğini ve insan uygarlığının sonunun yaklaştığını savlayan kalkınma eleştirisinin ve endüstriyel kirlilik ve nüfus artışı nedeniyle insanlığın kendi atıkları içinde boğulacağı kehanetinin önemli payı vardır. Her iki eleştiri de 70’li yıllardan bugüne sistemin ve çevre hareketlerinin el birliğiyle önce fazlasıyla harcıâlemleştirilmiş, sonra da büyük ölçüde gündemden düşürülmüştür. Ama bu eleştiriler bir yandan da ’70’li ve ’80’li yıllar boyunca bütünlüklü bir politik hareket ve kültür doğurmuş, önceki bölümde örneklediğimiz insan egemenliğini sınırlayıcı etik yaklaşımlar ve endüstriyalizm eleştirisi de bu hareket ve kültür içinde büyük ölçüde içselleştirilmiş, böylece yeni ortaya çıkan politik akımın en önemli nitelikleri haline gelmiştir. Öte yandan yeşilin tonları coğrafi, tarihsel ve kültürel anlamda farklı gelişim serüvenleri geçirmiş, örneğin İngiltere, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde daha derin ekolojist renkler taşıyan, bu nedenle de insan olmayan canlılara ve insansız doğaya daha fazla vurgu yapan bir yeşil hareket doğmuştur.
Avrupa’nın en güçlü yeşil hareketini yaratan Almanya’da ise hareketin oluşum yıllarında pasifizm, feminizm ve sol görüşler daha baskındır. Buna rağmen ve Almanya’da Yeşiller’in partileşmesi tamamen bir seçim ittifakı nedeniyle gerçekleştiği için parlamenter mücadele ve bu sürecin mantıklı sonucu olan hükümet olma (koalisyona girme-girmeme) sorunu daha ilk yıllardan başlayarak harekete damgasını vurmuş olsa da, klasik siyasi parti yapılarına, reel sosyalizme ve endüstriyalist paradigmaya tepkiyle tanımlanabilecek olan ve yazının başında andığımız Bahro’nun da aralarında bulunduğu köktenci kanat, hayvan deneylerinin tümüyle ve hemen yasaklanmasını savunacak kadar radikal bir tavır alışa yönelebilmiştir.
Bugünkü yeşil parti programlarında hayvan hakları sorunu farklı birkaç başlık (ve dolayısıyla anlayış) ile ele alınmaktadır: Hayvan refahı, hayvanların korunması, hayvan hakları, hayvanların özgürleşmesi gibi. Programında hayvan haklarına en geniş yer veren parti tahmin edilebileceği gibi İngiliz Yeşil Partisi’dir. Farklı parti programlarında hayvan hakları konusu yer yer tarım, gıda, yabanıl doğanın korunması, ekoloji gibi farklı bölümlerin alt maddeleri olarak da yer almakta, ama programlarda çoğunlukla ayrı bir hayvan hakları bölümü bulunmaktadır. Aşağıda yeşil partilerin programlarında hayvan haklarının nasıl yer aldığını ve temel politika önerilerini birkaç başlık halinde özetlemeye çalışacağım:[6]
1- Neredeyse tüm yeşil parti programlarının temel değerleri tanımlayan bölümlerinde hayvanların saygı duyulması gereken, acı çekme yeteneğine sahip, içsel değere sahip canlılar olarak tanımlandığını görüyoruz. İngiliz Yeşil Partisi, programında önemli bir yer kaplayan hayvan hakları konusunda önce uzun ve kısa vadeli hedeflerini belirlemiştir. Uzun vadeli hedef diğer türlerin sömürülmesinin ortadan kaldırılması ve yaşam örgüsündeki karşılıklı ilişkinin daha iyi anlaşılmasının sağlanması; kısa vadeli hedef ise hayvanların hakları ve gereksinimleri konusunda kamuoyundaki farkındalığı arttırmak, seçmenleri bilgilendirmek ve yerel düzeyde politikalar geliştirmek yoluyla uygun yasal düzenlemeleri gerçekleştirmek olarak tanımlanmaktadır.
2- Yabanıl hayvanların korunması yeşil programlarda özellikle vurgulanmaktadır. Türlerin ortadan kaldırılmasının önlenmesi, yabanıl hayvanların kendi doğal ortamlarında yaşamlarını ve soylarını sürdürmelerinin güvence altına alınması, milli parklar ve soyu tehlikede hayvanlar için özel koruma bölgeleri kurulması öngörülür. Yabanıl hayvanların korunmasında yaşam alanlarına yönelik insan nüfusu baskısının ortadan kaldırılması, kirliliğin önlenmesi ve doğal yaşam alanlarının özel düzenlemelerle korunmasının yanı sıra avcılığa yönelik önlemler de önem taşır. ABD Yeşil Partisi, türlerin ortadan kalkmasının durdurulmasını sadece bu canlılar için değil, gelecek kuşakların yeryüzündeki zenginlikten mahrum kalacak olmaları nedeniyle de istediğini özellikle belirtir.
3- Avcılığa karşı yasal düzenlemeler yapılması, avcılığın tamamen yasaklanması ya da yasaklanmasına varacak kurallarla kontrol altına alınması yeşil programların çoğundaki ortak noktalar arasındadır. Kürk ve deri elde etmek ya da kozmetik endüstride kullanmak ve benzeri lüks tüketim amaçlı yapılan avcılığın ve balina, fok gibi deniz memelilerinin avcılığının tamamen yasaklanması önerilir. Avcılığın tümüyle ve istisnasız biçimde ilkesel olarak yasaklanmasının programlara girmesinin sadece pragmatik nedenlerle değil, özellikle de bazı yerel topluluklar için ekonomik ve kültürel önemi büyük olan balıkçılığın yarattığı soru işaretleri nedeniyle zor olduğu görülmektedir. Av yasağıyla ilgili güncel iki örnek olarak İngiltere’de tilki avının geçtiğimiz günlerde yasaklanmasında İngiliz Yeşil Partisi’nin çalışmalarının da rolü bulunduğunu ve Kanada Yeşil Partisi’nin Kanada’nın fok avcılığına karşı olduğunu açıklayan ilk siyasi partisi olduğunu ekleyebiliriz.[7]
4- Endüstriyel ya da fabrika tipi hayvancılık, yeşil parti programlarında neredeyse istisnasız bir biçimde kınanan en önemli başlıklardan biridir. Bu tutum bir ölçüde endüstriyalist paradigma karşıtlığı, yerel, kendine yeten, küçük ekonomilerin savunulması ve yerli kültürlerin ekolojik bilgeliğine yapılan vurgudan doğmuş olsa da, fabrika hayvancılığının eleştirisinde kullanılan en önemli dayanak, hayvanların bu işletmelerde doğaları hiçe sayılarak zalimane koşullar altında tutulmaları ve acı çekmeleri gerçeğidir. Dolayısıyla endüstriyel hayvancılığa karşı geliştirilen politikalar, bu çiftliklerdeki koşulların iyileştirilmesi, örneğin hayvanların kapatıldıkları hücre ya da sandık tipi yerlerin ortadan kaldırılması ve hayvanların doğala yakın bir ortamda yaşamalarının sağlanmasından başlayarak, endüstriyel hayvancılığın tedricen de olsa tamamen ortadan kaldırıldığı ve geleneksel hayvancılığın yeniden asıl hayvancılık şekli haline geldiği bir düzenin kurulmasına ulaşacak kadar farklılıklar içeren bir yelpazede yer alır. Ayrıca yoğun endüstriyel hayvancılığın çevreyi kirlettiği ve sürdürülemez olduğu da vurgulanmakta, hatta İngiliz Yeşilleri bu tarz hayvancılığı emek değil enerji yoğun olarak niteleyerek değişik bir ekolojik yorum da getirmektedir. Endüstriyel hayvancılığa karşı geliştirilen politikalar arasında hayvanlara acı veren bir uygulama olan canlı hayvan naklinin yasaklanmasına da yer verilmektedir.
5- İnsan yaşamı ve sağlığı söz konusu olduğunda hayvanların feda edilebileceği düşüncesinin toplumda oldukça yaygın olduğunu düşünürsek, yeşil partilerin hayvan deneyleri konusunda net bir karşı tavır almalarının oldukça cesur bir davranış olduğunu teslim etmemiz gerekir. Yazının başında söz ettiğimiz örnekte Bahro’nun istifasına neden olacak bir orta yolculuktan sonra bugün Alman Yeşilleri’nin hayvan deneyleri politikası hayvan deneylerinin kaldırılmasının hedeflendiği ve yerine alternatiflerin geçmesi gerektiği şeklinde ifade edilmektedir. Elbette Yeşiller koalisyonun küçük ortağı oldukları son yedi yıl boyunca bu politikalarını uygulamaya koyamadılar. Öte yandan örneğin Avusturya Yeşilleri’nin programında insan yaşamı için zorunlu görülen hayvan deneylerine yönelik bir istisna cümlesi göze çarpmaktadır ve gerçekten de reel politik söylemde bunu reddeden bir tavır almak çok kolay olmasa gerektir. Buna karşın İngiliz Yeşilleri’nin hayvan deneyleri politikası çok daha nettir:
“Her yıl Britanya’da 2.5 milyon hayvan deneylerde kullanılıyor. Zehirleniyor, haşlanıyor, hastalıklarla enfekte ediliyor, sakatlanıyor, kör ediliyor, beyinleri sakatlanıyor ve bilim adına aç bırakılıyorlar. Boya sökücülerden fırın temizleyicilere kadar toksik kimyasallarla test ediliyorlar. Yeşil Parti tüm hayvan deneylerine son vermeyi, bunları hayvanların kullanılmadığı daha güvenilir alternatiflerle değiştirmeyi hedefler.”[8]
İngiliz Yeşilleri kozmetik, genetik, silah sanayi, davranış bilimleri gibi alanlardaki hayvan deneylerine derhal son vermeyi, tıbbi deneyleri de beş yıl içinde yasaklamayı hedeflemektedir. Ayrıca eğitim amaçlı hayvan deneylerinin de bilgisayar modellemeleri vb. yöntemlerle değiştirilmesi öngörülür.
6- Hayvan hakları düşüncesinin mantıksal sonuçlarından biri olan vejetaryenlik konusunda parti programlarında net bir cümleye pek rastlanmaz. Bu konu daha çok bir yaşam biçimi, kültür ve inanç sorunu gibi düşünülse de, yeşillerin genelde et yememeyi etik açıdan daha uygun, daha tercih edilebilir bir seçenek olarak gördüklerine şüphe yoktur. İngiliz Yeşilleri et tüketimini düşürecek politikalar geliştirmeyi öngörürken gıdaların “daha insani ve sağlıklı olmasından” söz eder. Hatta yemek endüstrisinde ve aşçılık eğitimi verilen okulların müfredatında vejetaryen beslenmenin zorunlu ders olması istenerek eğitim kurumlarının yemekhanelerinde vejetaryen tercihlere de yer verilmesinin gerektiği vurgulanır. Aslında endüstriyel hayvancılığın sınırlandırılması ve giderek ortadan kaldırılması et fiyatlarını arttıracak ve et tüketimini ister istemez düşürecektir. Bu nedenle etik bir tercih olan vejetaryenliğin toplumda yaygınlaştırılması için bu politikaların ve toplumda vejetaryenleri koruyan düzenlemelerin birlikte önerilmesi anlamlıdır.
7- Yeşil parti programlarında ayrıca hayvanların sirklerde ve benzeri eğlence amaçlı gösterilerde kullanılmasının yasaklanması, hayvanat bahçelerinin kapatılması, evde beslenen hayvanların topluca üretilmesine ve satılmasına karşı çıkılması, hayvanlar üzerinde yapılan genetik müdahalelerin yasaklanması, çeşitli amaçlarla (hobi, güzellik yarışmaları vb.) hayvan yetiştirilmesi ve yarıştırılmasına sıkı düzenlemeler getirilmesi gibi öneriler de yer almaktadır.
YEŞİLLERİN YUMUŞAK KARNI
Yeşiller ve yeşil hareket üzerine yazan kişiler sıklıkla yeşillerin değer ve politikalarının siyasi yelpazenin tümünde yavaş yavaş kabul görmeye ve standardı oluşturmaya başladığını, politik söylemlerinin bu şekilde ödünç alınması nedeniyle yeşil partilerin oy tabanının genişlemediğini ileri sürerler. Bu düşünce popüler çevre korumacılık alanında bir noktaya kadar doğru olabilir. Ancak yeşil politikada temel varsayımların birçoğu özgündür ve aslında bu özgünlükleri nedeniyle oluşturmak durumunda kaldıkları somut politikalar yerleşik yapının kaldıramayacağı, bu nedenle de marjinalleşen bir dizge oluşturmaktadır.
Hayvan hakları örneğinde bu durumun özellikle belirgin olduğu söylenebilir. Gerçekten de herhangi bir siyasi düşünceye sahip bir kişi, ya da herhangi bir siyasi hareket hayvan haklarını savunabilir. Bu savunu vicdani gerekçelerden aydın sorumluluğuna, estetikten hayvan sevgisine dek bir dizi nedenle gerekçelendirilebilir. Ancak hayvan politikaları sağdaki ya da soldaki siyasi yapılar için ideolojik arka planları açısından zaten konu dışı olduğu ve bu alanda söylenecek sözler “hümanist” çerçeve dışına çıkılmadan benimsenebilecek bir tür “uygarlık kazanımı” anlamını taşıyacağı için, bu siyasetlerin hayvan hakları konusunda zorlanmaları pek söz konusu olmayacaktır. En azından hayvan hakları mevcut politikaların genişletilmesi çalışmalarında çağdaş bir araç olarak kaldığı sürece.
Yeşil hareketler ve partiler için ise hayvan hakları konusu zorlu bir politik alandır. Yeşiller yeni ilaçların geliştirilmesi gibi kritik konular söz konusu olsa bile hayvan deneylerine karşı çıkacak denli radikal programlar geliştirmeyi (yer yer) göze alabilirlerken içsel değer kavramından yola çıkan biyo-eşitlikçi düşünsel arka planlarıyla uyum içindedirler. Yeşiller, fabrika tipi hayvancılığa karşı çıkıp koşulların iyileştirilmesini (dolayısıyla bu işten edilen kârın azaltılmasını) ve geleneksel hayvancılığa dönülmesini savunurlarken de endüstriyalizm karşıtı ve nispeten gelenekselci yeşil düşüncelerle uyum içindedirler, avcılığa karşı, ya da türlerin korunmasıyla ilgili politikalarında da.
Yeşil partiler bu tutarlı politikalarını orta hatta çekip sistem içinde uygulanabilir bir nitelik kazandırılmaya çalıştıklarında derin ekolojistlerin ve hayvan hakları hareketinin ağır eleştirilerine maruz kalmaktadırlar. Tedrici iyileştirme politikaları ve hayvan refahı olarak adlandırılabilecek politikaların ön plana alınması, böylece parlamentoda bir kazanım elde etmeye çalışmak ya da düpedüz taviz vermek yeşillerin daha radikal kanadı ve aktivist seçmenler tarafından yeşil ideolojiye düpedüz ihanet olarak algılanmaktadır. Özgün ve tavizsiz hayvan hakları politikaları ise yeşil partilerin daha ekolojist, daha koyu yeşil, dolayısıyla da daha marjinal olmaları ve daha küçük kalmaları anlamına gelebilmektedir.
Yeşil yazında insanlık, kendini doğanın ve tüm canlıların efendisi olarak görerek ve kendi çıkarını tek değer olarak gördüğü için tüm canlılara ve hayvanlara da eziyet ederek Rudolf Bahro’nun deyimiyle imhacı bir uygarlık yaratmış olarak değerlendirilir. Kurtuluş yeni bir etik, yeni bir uygarlık, yeni bir düzen kurmakla mümkündür. Asıl sorun bir yandan bu düzenin ne kadarını ve ne ölçüde bugün hayata geçireceğimiz ve gelecek düşlerimizle birlikte daha ne kadar yaşayabileceğimiz konusunda bir karara varmanın kolay olmaması, bir yandan da gelecek düşlerimizin saflığını korumak adına bugün elde edebileceğimiz kazanımları elden kaçırmanın doğru olup olmadığının yarattığı çelişki sayılabilir mi?
(*) Yeşil Parti programlarını derlemekteki yardımlarından dolayı Beril Sözmen ve Işıl Sarıyüce’ye teşekkür ederim.
[1] Rudolf Bahro, Statement on My Resignation From The Greens, Tageszeitung, 19 Haziran 1985 (Rudolf Bahro, Building the Green Movement içinde s:210-211, New Society Publishers, 1986).
[2] “Görebildiğim kadarıyla hayvan deneyleri başa çıkmak zorunda olduğumuz en politik sorunlardan biridir. Bu alanda radikal olmak modern Batı putperestliğinin en kutsal ineklerinden birini, “bilimin özgürlüğünü” kurban etmek anlamına gelmektedir. (...) Hayvan deneyleri tüm uygarlığımızın maddi ve tinsel kuruluşunda merkezi bir yer kaplar. Burada ortadan kaldırılması bütün yapının çökmesine neden olacak temel taşlarından birinden söz ediyoruz. (...) Her durumda hayvan deneyleri dönüşüme hazır olup olmadığımız konusunda öyle merkezi bir sorundur ki, neyi gerçekten istediğimiz ve neyi artık istemediğimiz konusunda bundan daha iyi bir turnusol kağıdı bulamayız.” Rudolf Bahro, A Lesson in Compromise: A Green Animal Protection Law Based on Alternative Concentration Camp Logic? (Rudolf Bahro, Building the Green Movement içinde s:196-209, New Society Publishers, 1986).
[3] Hans Jonas, The Imperative of Resposibility, University of Chicago Press, 1984 (aktaran Lawrence Vogel, bkz. not 4).
[4] Lawrence Vogel, “The Outcry of Mute Things”: Hans Jonas’s Imperative of Responsibility (Minding Nature: The Philosophers of Ecology içinde s:167-185. Ed. David Macauley, The Guilford Press, 1996).
[5] Aldo Leopold, Toprak Etiği, çeviren: Nergis Ertekin. Üç Ekoloji, sayı 2, Kış-İlkyaz 2004, s:125-143.
[6] Bu özet İngiltere, ABD, Almanya, Avusturya, Avustralya, Yeni Zelanda, Fransa ve Kanada yeşil partilerinin programları ile Küresel Yeşiller Bildirgesi ve Avrupa Yeşilerinin Yol Gösteren İlkeleri taranarak oluşturulmuştur. Son iki belge için bkz. Yeşillerin Uluslararası Belgeleri, Yeşiller Kitapçık Dizisi-1, İstanbul, 2003 (http://www.yesiller.org/yayinlar.htm adresinden indirilebilir). Yeşil parti programlarına internet sitelerinden ulaşmak için http://www.greens.org ve http://www.europeangreens.org/ adreslerindeki bağlantılara başvurulabilir.
[7] Ancak Kanada Yeşilleri bu kararı alırken oldukça zorlanmıştır. Kanada’da fok avcılığı fok popülasyonunun sürdürülemez büyüklüğe ulaşması ve balık popülasyonunu tehdit ettiği gerekçesiyle savunulmaktadır. Kanada Yeşilleri, önce bu gerekçeye bir tür ekomerkezci bakış açısıyla destek vermişlerse de, daha sonra balık popülasyonunu asıl tehdit edenin endüstriyel balıkçılık olduğunu ve fok avcılığının büyük bir vahşet olduğunu söyleyerek politikalarını düzeltmişlerdi. Elbette fok avcılığını aklayan görüşler ekolojik olmaktan çok ekonomiktir ve Kanada Yeşilleri avcılığa karşı çıkma nedenleri arasına fokların turist getireceğini de ekleyerek ekonomik fayda tarafına oynamayı ihmal etmemiş görünmektedirler.
[8] Green Party Policy (broşür) -Animal Rights: Ending cruelty and exploitation. http://policy.greenparty.org.uk/policypointers/animalrights.pdf