28 Mayıs tarihli tüm gazeteler sözleşmişçesine aynı başlığı atıyor ve “Soğuk Savaş’a tamamıyla veda edildiğini” yazıyordu. Aslında bu başlık hiçbirimize yabancı değildi. Sovyetler Birliği’nin çözülme sürecinden bu yana yüzlerce kez aynı başlığı okumuştuk çünkü. Atılan sevinç çığlıklarını yine birçoğumuz buruk bir tebessümle karşılamıştık o yıllarda.
Mayıs ayında, yıllarını “komünizm”le mücadeleyle geçirmiş birçok politikacı, bir zamanlar düşmanı olan “komünistler”le aynı kareye girerek kutladı Soğuk Savaş’ın bitimini. Soğuk Savaş döneminde yaşananlar hatırlanmadı; düşman sanki birkaç yıl içinde dost olmuştu. Her türlü olumsuzluğuna, insanlara cehennem hayatı yaşatmasına rağmen Soğuk Savaş’ın yine de bir dengeyi temsil ettiği kimsenin aklına gelmedi. Sovyetler’in dağılmasının ardından yaşanan etnik temizlikler, körüklenen milliyetçilikler ve dinî akımlara farklı açıklamalar bulunmaya çalışıldı. Paramparça olan dünya coğrafyası, o dönemlerde her türlü savaşa karşı çıkan birçok kişiye eski dengeyi nostaljik bir şekilde aratır oldu.
Soğuk Savaş döneminde dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen çatışmalar, dengeleri etkiler ve gözler o bölgelerde Amerika ve Sovyetler Birliği’nin nasıl tavır alacağına çevrilirdi. Bugün ölüme terk edilen, insan yerine dahi konulmayan ve doğal bir seleksiyonla yok olması beklenen Afrika ulusları dahi bu denge içinde çok önemli bir yere sahipti; bu dengeler çok yapay, göstermelik ve gündelik dahi olsa.
Hemen yanıbaşımızda Körfez Savaşı’ndan bu yana ambargonun cenderesinde kıvranan, her yıl binlerce çocuğun ilaçsız ve açlıktan öldüğü, topraklarının bir kısmı yol geçen hanına dönüp, fırsat bulanların kendi bayraklarını diktiği Irak, başlarındaki bir diktatör uğruna bu kadar süre yalnız bırakılmazdı. Ya da Sovyet işgalinden kurtarmak için yıllarca desteklediği grupları, işgal tehlikesi ortadan kalktıktan sonra yalnız bırakıp, yine kendi çıkarı için insanlık dışı Taliban hareketine terk edemezlerdi Soğuk Savaş öncesi. Yani her şey hesaplı, suni de olsa her hareketin -olumsuz da olsa- bir mantığı vardı. Dünya topyekûn bir savaştan korkar ya da korkutulurdu. Tüm dünya NATO ve Varşova’nın bize sunduğu oranda “sahte” bir barışı yaşardı. Ancak o sahte barış sona erince gerçek savaşlarla yüz yüze geldik...
Unutmaya yüz tuttuğumuz dört yıllık Bosna Savaşı da bunlardan birisi. Dengelerin olmadığı bir dünyada bilinçli olarak faşizme varan milliyetçilikler kışkırtıldı. Çünkü yeni dünya düzeninin başlıca göstermelik ilkesi politik çıkarının olmadığı yerde “tarafsızlığı oyna” idi. Bosna’da da ulusların birbirini kırması beklendi, tarafsızlık adına dört yıl boyunca ambargo uygulandı. Eskinin dünya savaşına neden olabilecek çatışması uzaktan izlendi. Soğuk Savaş sonrası çıkan tüm savaşlar NATO coğrafyasına uzakta yaşanırken Bosna bizzat coğrafyanın göbeğindeydi. Zaten NATO’nun güvenilirliği ve varoluş nedeni de asıl burada sorgulandı. NATO konseptinin yıllardır söylendiği gibi gerçekten güçlü olup olmadığı tartışıldı.
Yeni imzalanan NATO-Rusya Güvenlik Antlaşması’nın önündeki ilk sınavlardan biri de Bosna’nın ve bundan yola çıkarak Balkanlar’ın geleceği... Aslında kapalı kapılar ardında planlar şimdiden yapılmış durumda. Soğuk Savaş sonrasının genel projesi milliyetçilikleri ve ayrılıkları körüklemek, birlikte yaşama umutlarını yok etmekti. Bosna’da dört yıl boyunca uygulanan ana politikalardan birisi de buydu. Ve bundan dolayıdır ki, Bosna’da yıllardır birlikte yaşayan insanlar için daha savaşın başında sonu belli olmuş gibiydi. Gerçi bunda “sosyalizm” adı altında gizlenen ulusal kimliklerin payı da vardı. “Lord Owen” planı savaşın ilk kıvılcımının ardından ortaya konmuş ve ülkeyi üçe bölmeyi amaçlamıştı. Bosna’daki uluslar bire bir olmasa bile dört yıl sonra Lord Owen planının bir başka benzerini kabul etmek zorunda bırakılmıştı. Ama bu Owen planının haklı çıkması anlamına gelmiyordu. Temel mantık başlangıçtan itibaren bölünme üzerine konmuştu; hattâ bu etnik temizlikle gerçekleşecek olsa bile. Çünkü yeni dünya düzeninin ve Soğuk Savaş sonrasının mantığı bunu gerektiriyordu.
Bölünme dört yıl sonra gerçekleşti. Bunun gerçekleşmesinden öte yaşanan katliamlar özellikle Boşnakların uğradığı soykırım, bu insanların birçoğunun zihnine “bir daha birlikte asla” düşüncesini yerleştirdi. Görünürdeki uygulama ise insanların birlikte yaşamasını desteklemek ve buna uygun planlar uygulamaktı. Oysa masada konuşulan planlar ülke topraklarında farklı olarak uygulamaya konuldu. Yapılan planlar insanların birlikte yaşaması üzerineydi. Ancak pratikte bunların gerçekleşmesinin ne kadar zor olduğunu planları hazırlayanlar da biliyordu. Örneğin, en büyük soykırımın gerçekleştiği Serebrenica’da anneler çocuklarının kemiklerini henüz almaya gidemedi. Köy ve kasabaları Sırp tarafında kalan birçok Boşnak evlerine döndükleri zaman büyük bir tepkiyle karşılaştı ve güvence olarak gördükleri, planı hazırlayanların silahlı gücü IFOR (NATO Barışı Uygulama Gücü) tarafından zor kullanarak kovuldular. Dört yıllık katliamın planlayıcısı ve uygulayıcısı General Mladiç ve Sırp yönetiminin başı Karadziç defalarca IFOR yetkilileri ile masaya oturmalarına rağmen yakalanamadılar. Hattâ NATO Barış Uygulama Gücü -Şimdilerin NATO İstikrarı Sağlama Gücü SFOR- zaman zaman savaş suçluları ile işbirliği yaptı. Son skandalların biri de Pirjedor’da görev yapan Birleşmiş Milletler Polis Gücü’nün savaş suçluları ile birlikte görev yaptığının ortaya çıkmasıydı.
Aslında tüm bu örneklerde görüldüğü gibi NATO ve Batılı ülkelerin sistematik bir biçimde, daha ilk başta kafalarında olan planları yürürlüğe koymalarıydı. Bu ülkeler baştan itibaren birlikte yaşama projesini destekler gibi görünmekle birlikte, attıkları tüm adımlarda ve masaya koydukları planlarda parçalamayı hedeflemişlerdi.
Asıl amaç Yugoslavya’yı parçalamaktı ama, bu bilinçaltlarındaki milliyetçilikler de birleşince hem Yugoslavya’nın bir minyatürü olan Bosna Hersek kan gölüne döndü. Batı kendi evinde sınırlarını kaldırmaya yönelip bir hayali gerçekleştirmeye çalışırken, hemen yanıbaşında sınırları daha kalın çizgilerle çizip, birlikteliklere ve zihinlere duvar çekerek, kendi hayalinin sadece kendi içinde geçerli olduğunu ortaya koydu.
Şu anda Bosna Hersek fiilen ikiye bölünmüş durumda. Yönetim tek merkezli ve harita üzerinde Boşnak-Hırvat Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti mevcut. Bu ikiye bölünmüşlük günlük pratikte yürümüyor. Çünkü Sırplar Republica Sırpska’yı Bosna Hersek’ten ayırıp, anavatan Sırbistan'a bağlamak için gün sayıyor. Bunu yapmaları için her türlü şart da olgunlaşmış durumda zaten. Sadece ulusların finans çevrelerinden gelen yardımların kesilmemesi için şimdilik harekete geçmedikleri biliniyor. Ancak Sırpların, Sırbistan’la birleşme projesini şu anki harita ile oynayarak gerçekleştirmek istiyor. Bunun için hazırlıkları var. Doğal olarak Boşnak ve Hırvatlar da karşı haritalarla önümüzdeki yıllarda farklı bir parçalanmaya hazırlıyorlar kendilerini. Ancak tüm haritaların hazırlanmasının ötesinde önemli ve düşündürücü olan Bosna coğrafyasında yaşayan insanların -en azından bir kısmının- birlikte yaşama fikrinden uzaklaşmış ya da uzaklaştırılmış olması. Bunun mimarlarının Sırplar olduğu herkesçe biliniyor artık.
Savaşın fiilen sona ermesinin ardından imzalanan Dayton Barış Antlaşması’nda çizilen sınırların çok uzun süre devam etmeyeceği söylenirken, herkes yeni sınırların hazırlığı içine girmiş gibi görünüyor. Şimdilik masada gerçekleşen bu sınır pazarlığının önümüzdeki yıllarda daha korkunç bir silahlı çatışmaya dönüşebileceğinden de korkuluyor.
Dayton Barış Antlaşması ile Büyük Sırbistan hayali sona eren Sırplar, yine de savaştan kazançlı çıkmıştı. Sırbistan’la olan sınır onlar için hep güvence olmuştu. Ama savaşta da çok önemli bir stratejik nokta olan Brçko koridorunu Boşnaklar hiçbir zaman Sırplar’a vermemişlerdi. Şimdi küçük bir benek gibi Sırbistan’la Sırp Cumhuriyeti arasında kalan bu önemli geçit pazarlık konusu. Amerikan yönetimi açıkça telaffuz etmese bile bu geçit noktasını Sırplara vermek niyetinde. Ancak bu niyet Boşnaklar tarafından anlaşılınca bölgenin kaderinin tayini bir yıl sonraya bırakıldı ve SFOR askerlerî denetim için Brçko koridoruna gönderildi. Yani kriz bir yıldan daha kısa bir süre için ertelendi. Çünkü Boşnak ve Hırvatların Brçko koridorunun Sırplara verilmesine yanaşmayacağı biliniyordu. Şimdilerde Amerikan yönetimi Boşnaklar’ı başka toprak vermek koşulu ile Brçko konusunda ikna etmeye çalışıyor. İşin ilginci Amerika’nın Brçko konusundaki stratejisini Dayton Barış Antlaşması imzalanmadan önce hazırladığı ancak yeni bir çatışmadan korktuğu için uygulamasını zamana bıraktığı biliniyor.
Boşnak yönetiminin bir bölümü ise Brçko koridoruna karşı şu anda Sırp bölgesinde olan ve savaş döneminde kuşatılmış beş şehirden biri olan Gorazde’yi pazarlık kozu olarak kullanmak istiyor. Haritalarda Boşnak-Hırvat Federasyonu’ndan Sırp Cumhuriyeti’ne uzanan bir eli andıran Gorazde savaş boyunca çok zor günler geçiren hiçbir yardımın -silah dahi- gitmediği etrafı Sırplar’la çevrili bir kent. Sırp Cumhuriyeti’ni rahatsız eden, bu kent karına saplanmış bir bıçak gibi duruyor. Boşnak yönetimi Sırplar’ın bu kentten rahatsız olduğunu biliyor. Çizdikleri bir haritada Brçko’ya karşılık Gorazde’yi vermeye niyetleniyorlar. Ancak dört yıl boyunca çok zor koşullarda ve yalnızlık içinde savaşan Gorazde halkını ikna etmeleri de hayli zor görünüyor. Ancak bu plan sadece Boşnaklar’ın değil tabiî. ABD’de de Boşnak yönetimini bu plana zorluyor.
Gerçekleşmesi çok zor, ancak konuşulan bir başka plan ise ülkeyi tamamıyla üçe bölmek. Amerikalılar’ın deyimi ile “Balkanlar’da bir İsrail yaratmak”. Bu plana göre harita tamamıyla değişiyor. Hırvatlar’ın yoğun olduğu ve Hırvatistan’a komşu olan bölge bu ülkeye bağlanıyor, Mostar da Hırvatlar’a veriliyor. Mostar, Boşnak ve Hırvatlar’ın yıllarca birlikte yaşadığı, ancak şimdi nehrin farklı yakalarında yaşamak durumunda kaldıkları bir kent. Hırvat ustaşaların sürekli kentin Boşnak kesimini taciz etmesi, saldırılarda bulunması bir yana, bu kent Boşnaklar için çok önemli, Hırvatlar’ca yok edilen tarihin büyük bir kısmı Mostar’da. Mostar’dan çekilmek birçok Boşnak için bir tarihi sona erdirmekle eşanlamlı. Üstelik, Boşnaklar için Adriyatik’e açılan tek kapı da kapatılmış olacak. Hırvatlar da bunun bilincinde. Bu kapının kapanıp Boşnak yönetiminin sadece kuzeyden çıkışa zorlanması niyetinde. Yine bu plana göre Brçko koridoru ve Gorazde, Sırp Cumhuriyeti’ne veriliyor. Şu anda başkent Banja Luka olmak üzere tüm Sırp bölgesi Boşnaklara bırakılıyor. Yani Sarajevo, Banja Luka hattı Bihaç’la tamamlanıyor. Hırvatistan ve Sırbistan arasında küçük bir ülke oluşturuluyor, etrafı kuşatılmış biçimde. Bu uygulanması en zor olan planların arasında sayılıyor aslında. Birçok kişi ülkenin bir kez daha bölünebileceğini söylüyor, ama haritanın bu şekilde gerçekleşmesi zor görünüyor.
En büyük tartışma ise Boşnaklar arasında yaşanıyor. Çünkü Hırvat ve Sırplar ülkenin üçe bölünüp anavatanlarına bağlanmaya her zaman hazırlar. Boşnakların bir kısmı ise hâlâ Federasyon çatısı altında yaşayabilmenin koşulunu arıyor. Ama birlikte yaşamayı kafalarından silenlerin sayısı da her geçen gün artıyor. Boşnak yönetimi başta Aliya İzzetbegoviç, ayrılığı başından beri savunsa da şimdilik tek bir Bosna’dan yana görünüyor. Konu ise tartışmaya açılmış durumda. Boşnak basınında “eğer birlikte yaşasak birkaç yıl önce çocuklarımızı kesen katil çetniklerin, birkaç yıl sonra bizi büyükelçi olarak temsil ettiğini, ya da para içinde yüzdüklerini gördüğünüzde şaşırmayın” ya da “Hırvat ve Sırplar’la yaşamak bizi rehine durumuna sokar” türü satırlara rastlamak mümkün. Koşullardan dolayı şimdilik birlikte yaşamayı savunan İzzetbegoviç’in niyeti ise biliniyor. Tek ulus tek kültür, tek ve küçük bir Bosna İzzetbegoviç’in liderliğini yaptığı SDA’nın yayın organı tarafından yapılan araştırmaya göre Boşnakların yüzde 22’si birleşik bir Bosna’nın hayal olduğu düşüncesinde ve hemen bir Boşnak devleti kurulmasını savunuyor.
Tüm yaşananlardan sonra aslında ayrılığı savunanların sayısının daha çok olduğunu söylemek hiç de zor değil. Dört yıl boyunca yaşananlardan sonra birlikte yaşamayı tercih etmemek anlaşılabilir. İnsanların istemlerinden öte uluslararası kuruluşların ve ABD’nin Bosna’ya biçtiği rol de çok önemli. Ancak Bosna’nın bölünmesini savunmak, küçük bir ülke uğruna Boşnaklar’ın şu anda ellerinde toprakları ve avantajları saldırgan tarafa hediye etmiş olacak ve “Balkanların İsrail’i” yaratılmaya çalışılacaktır. Bazı İslâmi çevreler için bulunmaz nimet gibi görünen bu planın uzun vadede oldukça sorunlu olacağı açık. Diğer yandan Dayton’un hayata geçirilemeyen maddeleri ile Bosna’nın hiçbir yere varamayacağı da ortada. Çünkü Dayton’un Boşnakların aleyhine işlediği ortada. Ortada olan bir başka şey, mevcut durum korunmaya çalışıldıkça ülkenin yeni çatışmalara gebe olduğu... olması gerektiği.