İngiliz ya da daha doğrusu Britanyalı seçmen 1 Mayıs genel seçimlerinde, beklendiği üzere artık başına “yeni” sıfatı eklenen İşçi Partisi’ni eşi menendi görülmemiş bir çoğunlukla tam 179 milletvekili farkla iktidara getirdi.
Öyle ki İşçi Partisi milletvekilleri iktidar partisi için ayrılmış sıralara sığmıyor parlamentoda. Seçmen öte yandan dört kere üst üste seçip 18 yıl başta tuttuğu Muhafazakâr Parti’yi de, ülkenin seçim tarihinde görülmemiş bir hezimetle beş yıl için Majestelerinin muhalefeti ilân etti. Bu durumda kaçınılmaz olarak “demokrasinin beşiğinde” seçmenin niye bunu böyle yaptığını anlayıp dersler çıkarmak ihtiyacı doğdu. Ama tabiî nereden bakıldığına bağlı olarak getirilen yorumlar da farklılaştı. Basitçe sıralamak gerekirse, (a) Halk solun ve sosyalist politikaların sağın politikalarından daha iyi olduğunu sonunda anladı. Sol zafer kazandı. (b) Bu aslında Muhafazakârların zaferi. Seçimi kaybettiler ama ideolojik olarak kazandılar ve İşçi Partisi ancak sağa kayıp onlara benzeyerek seçim kazanabildi. (c) Britanyalılar Muhafazakârlardan el aman deyip “alma mazlumun ahını, çıkar 18 senede” demiş oldu. (d) Seçmen “demokrasilerde tebdil-i iktidarda ferahlık vardır” dedi.
Ben (d)’yi hemen dışlıyorum. Çünkü Muhafazakâr Parti’nin niçin dört kere üst üste seçildiğini açıklamıyor. Bence İngiltere’de seçmenin niçin İşçi Partisi’ni iktidara getirdiği sorusunun yanıtı esasen (b) ama aynı zamanda (c) şıkları. Bu durumda (a) da otomatik olarak reddedilmiş oluyor.
MUHAFAZAKÂRLARIN ZAFERİ
Muhafazakâr Parti seçim kampanyası boyunca, seçmene, “İşçi Partisi bizim politikalarımıza sahip çıkıyor. Aslı varken niçin taklidini seçiyorsunuz?” diye soruyordu. Bu sorudaki gücenikliği ve haklılığı anlamak mümkün. Çünkü gerçekten İşçi Partisi 1979’da iktidarı kaybeden parti değil artık. Kimilerine göre modernleşti, kimilerine göre sağa kaydı. Ama artık sendikalar tarafından kurulan ve politikalarına onlar tarafından yön verilen, temel üretim araçlarının kamu mülkiyetinde olmasını ilke edinen bu nedenle özelleştirmelere karşı çıkan, refah devletinin bekçisi İşçi Partisi tarih oldu. İşçi Partisi’nin geçirdiği bu değişimin temelinde ise bizzat, 1979’da Margareth Thatcher liderliğinde iktidara gelip, orada 18 yıl oturan “Yeni” Muhafazakâr Parti’nin İngiltere’nin ekonomik, sosyal yapısını ve dolayısıyla da siyasî haritasını yeni baştan çizmesi yatıyor. Kısacası Muhafazakâr Parti iktidarı İngiltere’yi, muhalefetini ancak kendisine benzeyerek var olabileceği bir noktaya getirerek önemli bir ideolojik zafer kazanmış oldu. Ama bu dönüşümü yaratırken, fazla ileri gittiği de seçmenin 1 Mayıs seçimlerinde indirdiği tokadın ağırlığından belli oluyor. Muhafazakârlar sadece seçimi kaybetmediler. Tarihlerinin en büyük yenilgisini aldılar.
DEMİR LADY’DEN SONRA OLANLAR
Margareth Thatcher 1979’da İngiltere tarihinin ilk kadın başbakanı olduğunda, tarihe bu özelliğiyle adını yazdıracağı düşünüldüyse de pek hata edildiği kısa sürede anlaşıldı.
Thatcher özellikle iki dünya savaşının getirdiği yıkımın ardından bir toplumsal uzlaşma olarak köklenen refah devletine büyük darbeler indirdi. Sosyal hizmetler için ayrılan fonlar kısılır ve hizmetler giderek kötüleşirken, sosyal güvenlik ödemelerinin kısılması için adımlar atıldı. Emeklilere, işsizlere, çocuklara, tek başına çocuk büyütenlere, özürlülere, yaşlılara, mültecilere kısacası en zayıf durumdaki kesimlere yönelik sosyal güvenlik ödemeleri ya da yardımlar tırpanlandı. Son yıllarda sayısında düşüş olmakla birlikte ülkede halen 2 milyonu aşkın işsiz var. Bunların içinde sürekli işsizlerin oranı ücretlerdeki genel düşüş nedeniyle arttı. Thatcher ve sonrasında Muhafazakârlar, çalışanların haklarını düzenleyen Avrupa Birliği Sosyal Sözleşmesini dahi sanayiye zarar vereceği gerekçesiyle imzalamadılar. Kamu harcamaları kısılırken vergiler bari artmasaydı. Onlar da arttı.
Yoksulluk, işsizlik ve sefalet arttı. Toplumsal uçurumlar büyüdü. Bir araştırmaya göre bundan 18 yıl önce toplumun en düşük gelirli yüzde onluk bölümü millî gelirin yüzde dördünü alırken, bugün bu oran yüzde ikibuçuğa düşmüş. Öte yandan en zengin yüzde onluk kesim Muhafazakârlar iktidara geldiğinde millî gelirin yüzde yirmisini alırken, şimdi yüzde yirmialtısını alır olmuşlar.
Gelir dağılımı bozulup yoksulluk artsa da işveren çevreleri memnundu. Ücret artışları ve kamu harcamaları aşağı çekilerek enflasyon düşürülmüş, ekonomi canlanmış kârlar büyümüştü. Bu memnuniyet ve servetler bir başka adımla daha da büyüdü: Kamu işletmelerinin özelleştirilmesi. Çelik işletmesi, Elektrik, Su, Havayolları, Havagazı işletmesi, demiryolları, metrolar ve daha birçok kamu işletmesi özelleştirildi. Büyük kârlar edinildi.
Bütün bunlar olurken Thatcher, muhaliflerini de iyice ezerek, karşıt sesleri minimuma indirdi. İşçi sendikalarının kurduğu ve gücünü doğrudan onlardan alan muhalefet İşçi Partisi’ne ve bu arada tabiî genel olarak işçilere çok büyük darbeler indirip, hareketsiz hale getirdi.
Bunu kısa vadede, sendikal hakları inanılmaz bir hızla ortadan kaldırarak ve sendikaların üzerine en sert şekilde gidip, bellerini kırarak yaptı. İngiliz madencilerin dünya sendikal mücadeleler tarihine geçen grevini kırmak için İstihbarat teşkilatının bile devreye sokulduğu, sendikanın içeriden bölünmesi dışarıdan yıpratılması için MI 5’in faaliyette bulunduğu sonradan ortaya çıktı. Madenlerin verimsiz denilerek hızla kapatılmasıyla maden işçilerinin sayısı yüzbinlerden onbinlere düşerken, en güçlü sendikalardan biri eridi. Bu genel olarak sendika saflarında moral çöküntü, toplu pazarlık ve grevin etkinliğinin kırılması ve sendikalı işçi sayısında düşüş şeklinde neticelendi. İş güvencesi zedelendi, işçi ücretlerinde artışlar dondu kaldı. Sendikalar kamuoyunun gözünde meşrû ve demokrasinin olmazsa olmaz parçalarından biri iken, toplumsal huzursuzluğun, partizanlığın, hattâ ekonomik krizlerin baş müsebbibi ilân edildiler.
Muhafazakârlar uzun vadede ise Türkiye’de köşe dönmecilik ya da Özalcılık diye literatüre geçmiş olan ideolojik ortamı yaratarak, konut ve ipotekle kredi konusundaki düzenlemelerle milyonlarca işçiyi mülk sahibi kılarak, sosyal devletin erimesini, toplumsal uçurumların artmasını, yükselme, zengin olma umutlarıyla ikâme etti. Bu umutları gerçekleşen küçük bir kesim de oldu tabiî. 20-25 yaşlarında milyonlarla oynayan borsa simsarları, aracılar, spekülatörler, özelleştirilen kamu işletmelerine astronomik maaşlarla genel müdür olan eski bürokratlar gibi. Artık eski İngiltere gibi zengin ve önemli olmak için zengin ve soylu doğmak gerekmiyordu. Ekonomik düzeyde bunu üretime yönelik sanayiin payının giderek küçülmesi, hizmet sektörünün hızla büyümesi tamamladı. Ülkenin ekonomik ve sosyal yapısı değişmiş, madenlerde ve fabrikalarda çalışan milyonlarca işçi erimiş onların yerini mülk sahibi, çoğu hizmet sektöründe çalışan ve fırsatlar toplumunun nimetlerinden yararlanmaya istekli orta direk almıştı.
İŞÇİ PARTİSİ’NİN UZUN YÜRÜYÜŞÜ
Bütün bu köklü dönüşüm sürecinde İşçi Partisi de kendisini bugünlere getiren uzun yürüyüşüne başladı. 1979’da iktidarı Muhafazakârlara kaybeden İşçi Partisi önce, Michael Foot liderliğinde yeni ve radikal sağ karşısında daha kararlı ve sert bir sol çizgi ile muhalefete girişti. Sosyal devlet, temel üretim araçlarının kamu mülkiyeti gibi zaten kuruluşunda kabul ettiği temel ilkelere dış politikada tek yanlı nükleer silahsızlanmayı ekledi. 1983’te ilân ettiği sol seçim manifestosu bazı partililerce “tarihin en uzun intihar mektubu” diye yorumlandı. Çünkü İngiltere’de kamuoyu Muhafazakârların çizdiği yeni ve harikûlade fırsatlarla dolu parlak gelecek tablosuna iyice kapılmış ama faturasını da henüz görmemişti.
1983 seçim yenilgisinden sonra partinin yeni lideri Neil Kinnock, parti içindeki sol kanatla hesaplaşmaya girişti. Tüzük ve kuruluş ilkelerinde sol söylemi değiştirmeye yönelik adımları atmaya başladı. Ancak İşçi Partisi’ni tam bir iç kargaşaya sürükleyen ve parçalanmanın eşiğine getiren bu hesaplaşma partinin 1987 seçimlerini de kaybetmesine yol açtı. Ama modernleşme ya da sağa kayış artık geri dönmemek üzere başlamıştı. Partinin kurucusu ve efendisi güçlü işçi sendikaları, partinin karar süreçlerinde kâğıt üzerinde hâlâ sahip oldukları ağırlığın zeminini oluşturan ekonomik ve siyasî güçlerini yitirdiler. 1992 seçimlerinde parti, değiştiğini ve nasıl değiştiğini henüz kendisine ve kamuoyuna net bir şekilde anlatamadı ve Muhafazakârların acımasız sosyal politikalarının acısı çıkmaya başladığı halde yeni sağın ideolojik zaferi sürüyordu ve soldan ödü patlar hale getirilen seçmen, “hâlâ soldalar da oy toplamak için değiştik diyorlar” diyerek İşçi Partisi’ni iktidara getirmedi.
1992’de yeni lider John Smith ve onun 1994’teki ani ölümü ardından yerini alan genç ve çevik lider Tony Blair değişim sürecinin adını koydular. Partinin tüzüğü temelden değiştirilerek, sendikalara, artık partinin efendisi olmadıkları hâlâ anlamamış olabilirler diye açıkça bildirildi. “Yeni” İşçi Partisi’nin, işçilerin değil, herkesin, orta sınıfların ve iş çevrelerinin de partisidir denildi. Parti politikalarına daha bir açıklık getirdi ve seçmen bu kez ikna oldu. Yalnız orta sınıf da değil, Thatcher’in milyonerleri diye bilinen yeni zenginler bile seçim öncesinde tek tek saf değiştirip, esasen mevcut ekonomik politikalarda çok köklü bir değişiklik yapmayacak, ama daha sevimli ve çağdaş görünümlü ve insancıl yüzlü İşçi Partisi’ni tercih ettiklerini ilân ettiler.
SOLUN ZAFERİ DEĞİL
“Sol”dan ne anlaşıldığı kişiye göre değişir ama kuruluşunda sosyalizmi ilke edinmiş İngiliz İşçi Partisi’nin artık bırakın sosyalizm, marşı Kızıl Bayrak, ya da sembolü kızıl gül ile, adıyla bile alakası yok. İktidar olmak için Muhafazakâr Parti’nin 18 yılda dönüştürdüğü İngiltere’ye geldiği noktadan bakarak geriye dönülemeyeceğini kabulleniyor ve yeni sahada yeni kurallarla oynamaya başlıyor. Yeni sağın artık seçmenin belkemiğini oluşturan orta sınıflara çok cazip gelen, girişimci, bireyci ve kapitalist değerleri yücelten ideolojisini coşkuyla benimseyip, buna karşılık, sosyal devletin alelacele ve acımasızca eritilmesinin açtığı derin toplumsal yaralara merhem vaadederek Muhafazakârların kaybettiği puanları topluyor.
Ama İşçi Partisi refah devletinin eski haline getirmeyi hedeflemiyor. Vergilerle kaynak yaratıp, kamu harcamalarını genişletme yoluna gitmiyor. Programına göre İşçi Partisi iktidarı sosyal yardımları, emekli maaşlarını, işsizlik parası ve diğer sosyal ödemeleri arttırmayacak, eğitim ve sağlık bütçelerini genişletmeyecek, çevre koruma için ek bütçe koymayacak. Ama örneğin özel sektörü bu alanlarda gönüllü ya da zorunlu katkıda bulunmaya zorlayarak, sosyal sorunların çözümüne sermayeyi ortak etmeyi teşvik edecek. Vergileri arttırmayacak, ama yüksek gelir grupları aleyhine vergi muafiyetleriyle oynayarak, daha adil bir vergi sistemi arayacak. Kuruluş ilkelerinden “temel üretim araçlarının kamu mülkiyetinde” olmasından vazgeçtiğinden, özelleştirilen kamu işletmelerini yeniden devletleştirmeyecek. Ama bu işletmeleri satın alarak büyük kârlar elde eden özel işletmelere, bir defalık özel bir vergi koyacak. Bunu işsizlikle mücadele fonuna aktaracak. Sosyal harcamaları işsizliği düşürerek azaltmayı hedefleyecek.
Ekonomik politikalarını Muhafazakârların daha insanî bir versiyonu olmakla sınırlayan İşçi Partisi siyasî planda ise daha büyük esnekliğe sahip. Daha toplumcu, daha insanî, daha hayırsever ve daha içten, daha özgürlükçü, daha liberal bir parti olduğunu sergilemeye yönelik bir dizi yasal ve anayasal adımın hazırlıkları içinde. Asgari ücret uygulaması konacak, İskoçya ve Galler’e belirli sınırlar içinde özerklik verilecek. İngiliz kuvvetleri Kuzey İrlanda’dan çekilmeyecek, ama IRA’nın siyasî kanadı Sinn Fein’le doğrudan görüşmeler yapılacak. Ceza ve infaz yasalarında, sendikal hakları düzenleyen yasalarda, göçmen yasalarında insanî değişiklikler yapılacak. Dış yardım konusunda insanî kriterler öne çıkacak. Avrupa’da çalışanların haklarını düzenleyen Avrupa Birliği sosyal sözleşmesi imzalanacak.
Muhafazakârlardan daha demokratik, daha “çağdaş”, modern ve eşitlikçi bir parti imajı çizen İşçi Partisi, sembolik adımlarla bir de tarz yaratacak. Buna başladı bile. Kabine üyeleri birbirlerine ilk isimleriyle hitabedecekler, avam kamarasının genel kurul salonu yüzlerce yıllık şeklini değiştirecek, bir süre sonra Lordlar Kamarası’nı lağvedilmesi de gündeme gelecek. Modernlik imajı mecliste sayıları iki katına çıkan İşçi Partili kadın milletvekili, siyah ve Asyalı milletvekilleri, eşcinsel milletvekilleri ile de güçleniyor.
FENA MI OLDU YANİ?
Daha iyi olabilirdi. Çok büyük bir farkla seçimi kazanan İşçi Partisi, 18 yılda açılmış yaraları çok daha iyi sarabilecek, ekonomik ve sosyal politikalarla gelse de belli ki seçimi kazanacaktı bu sefer. Belki en yakın rakibini 179 milletvekili geride bırakarak değil ve belki de bu kadar geniş kesimlerin desteğini alarak değil ama kazanacaktı. Örneğin vergi koyarak kaynak yaratması için kamuoyu yoklamalarına göre halkın yüzde yetmişinin onayı vardı. Ama olmadı. Dört seçim kaybeden ve beşinciyi kaybetmemeye yemin eden İşçi Partisi değişeceğim derken ekonomik ve sosyal politikaları konusunda kantarın topuzunu iyice sağa kaçırdı. Ve daha önce kendi sağında olan üçüncü parti Liberal Demokratların bile sağına düştü. Öyle ki, seçime doğru yapılan anketlerde, seçmenlerin büyük çoğunluğunun İşçi Partisi ile Muhafazakâr Partinin politikalarını ayırdedemediği ortaya çıktı.
Partilerin programlarının birbirine fazlaca yakınlaşması ve sağın solun belli olmaması tabiî siyasetin tadını tuzunu kaçırıyor ama, yine de ne yalan söylemeli, Muhafazakârların sille tokat kaybettikleri ve ne de olsa bir zamanlar bir yerinden sendikacılığa ve solculuğa bulaşmış 300’ü aşkın adam ve tam 103 kadın milletvekilinin onlardan boşalan koltuklara oturdukları bir seçim izlemek çok büyük bir zevkti. İşçi Partisi’nin siyasetini beğenmek kolay değil ama, ben Türkiye için yazılmış da olsa “çelişkiler keskinleşsin diye böyle mi geçsin ömrüm” şarkısının ana fikrine katılıyorum. Evet sonuçta İşçi Partisi’nin seçim zaferi “sosyalistlerin” ya da “sol”un zaferi olmaktan çok, İngiltere’yi artık sosyalistlerin sosyalist olarak seçimle iktidara gelemeyeceği bir ülke haline getiren Muhafazakârların zaferi. (Zaten ilginçtir İngiltere’de iktidar sadece seçim yoluyla değişebiliyor.) Ama İngiliz seçmenin bekleyip bekleyip de Muhafazakârlara indirdiği bu ağır yumruk, sağın piyasa ekonomisinin acımasızlığını çok ileriye götürdüğü mesajını da pek güzel verdi.
İngiltere, adı İşçi Partisi de olsa artık işçilerin kurduğu parti tarafından yönetilmeyecek ama en azından uzunca bir süre İngiltere’de ve hattâ onun verdiği ilhamla Fransa, Almanya ve Batı Avrupa ülkeleri ile dünyanın başka köşelerinde Thatcherizm rüzgârlarının yerine Blairizm rüzgârları esecek, esmeye başladı bile. (Fransa’da sadece sosyalistler değil, sağ liberaller de Blair çizgisinde olduklarını söylüyorlar.) Nispeten demokratik, daha insanî, kamusal ve özel çıkar dengelerinin azıcık kamuya doğru esnediği bir kapitalizm aranacak. Solun sağa kayışı şimdi yerini sağın sola kayıyormuş gibi yapmasına bırakacak. Tabiî bir yere kadar.
KUMRU BAŞER