1960’lı Yılların Gölgesinde Edebiyat Dergisi ve Düşünce Dünyası

Osmanlı dönemi bir yana bırakılırsa, Cumhuriyet Türkiye’sinde günümüzde İslâmcı diye anılan siyasi, fikrî ve edebî hayatı yönlendiren önemli birkaç dergi mutlaka hatırlanır. 1930’ların sonunda Nurettin Topçu’nun çıkardığı Hareket’i, 1940’lardan sonra Necip Fazıl’ın yayımladığı Büyük Doğu’yu, 1960’lardan sonra ise Yeni İstiklâl gazetesinin sanat sayfalarıyla, Sezai Karakoç’la özdeşleşen Diriliş’i dikkate almadan Türkiye’deki İslâmcı kültür atlasının müştereklikleri ve farklılıkları kavranamaz.

Çok söylenmiştir ama tekrarı faydadan hâli değil: Çığır açıcı bu dergilerin/yayınların fasılalarla da olsa söyleyeceğini söyleyip ortadan çekilmesiyle irili ufaklı pek çok derginin çıkması güçlenmeyi ama aynı zamanda sağ cephedeki bölünmüşlüğü ve farklılaşmayı da ortaya koyar. Büyük Doğu ve Diriliş düşüncesinden beslenen[1] merhum Nuri Pakdil’in “İslâm davası” etrafında kenetlenme umudunun öne çıktığı 1960’ların sonunda yayın hayatına başlayan Edebiyat dergisi genel anlamda, deneme, öykü, söyleşi ve şiirlerden oluşan bir sanat dergisi diye takdim edilir.

Etkileşimler ve Tek Boyutlu Bakışın Ötesi

Gelgelelim sanatta iyice ve belirgin düzeyde yeni girişimler yapan Edebiyat dergisinin karakteri sadece bununla sınırlı değildir, mesela İslâmcı yazarların Batılılaşma biçimindeki yabancılaşmanın devamı şeklinde gördükleri Marksizm odaklı tartışmalara hususen soldaki Osmanlı toplum ve devlet yapısı üstüne yapılan çıkarımlara az da olsa temas edilmiştir dergide. İslâm dünyasından yapılan tercümeler de dahil olmak üzere İslâmcılık düşüncesini etkileyen, oluşturan ve geliştiren yazarların metinleri, kitapları, yayın mecraları, ulaşılabileceği mekânlar ve ilanları dergi sayfalarına yansımıştır. M. A. Mannan’ın İslâm’ın Ekonomik İlkeleri kitabından, Mevdudi’nin konuşmasından ve Malcolm X’in otobiyografisiyle mektuplarından yapılan çevirilerin; Muhammed Hamidullah, Mevdudi, Muhammed Kutub, hatta Necip Fazıl’la Sezai Karakoç’un düşünce ve tarih kitapları üzerine tanıtma yazılarının yer alması okuyucularını belli yazarlara ve yayınevlerine yöneltme arzusunun neticesidir.

Aslında Edebiyat dergisinin yeniden ele alınmaya fazlasıyla ihtiyaç göstermesiyle ilgili sorunlar sadece bununla sınırlı değildir, derginin çıktığı yılların siyasi ortamı da son derece hareketlidir. Türkiye’de 27 Mayıs 1960 sonrasındaki siyasi ve toplumsal şartların etkisindeki 1970’lerin ilk yarısına kadar İslâmcılık, büyük ölçüde solun karşısında konumlanan; muhafazakâr, mukaddesatçı, milliyetçi ve antikomünist sağa[2] dahil olduğundan Edebiyat dergisindeki kimi yazılarda sağ cephe, düşünce ve edebiyat önemsenmiştir. Dönemin bariz özelliklerini göz ardı etmeden derginin sağ anlayış/yaklaşım içindeki ya da karşısındaki durumunun nasıl değerlendirileceği sorusundan başlayarak hangi şartlarda sağcılığa mesafe konduğu; Edebiyat dergisinin ilk sayılarındaki sağ cepheye/edebiyata/düşünceye[3] olumlu bakışın nasıl ele alınabileceği soruları üzerinde durulmalıdır. Zira 1970’lerin ikinci yarısından günümüze kadar Edebiyat dergisiyle ilgili metinlerde karşımıza çıkan sağcı anlayış ve yaklaşıma dönük eleştirinin önceki yıllarda, özellikle de 1970’li yılların başlarında bulunmadığı, tam aksine sağ cephenin sahiplenildiği nazarı itibara alınırsa mesele bir nebze de olsa anlaşılabilir. Edebiyat dergisi çevrelerinde sağ ve sağcılık eleştirisi ekseninde hayli metin yazılmıştır ancak bunlarda, dergideki yerli düşünce vurgusu öne çıkarılırken, Türkiye’deki “tarihselliği önemsemekten” kaynaklanan sağ, sağ düşünce ve sağ cephe şeklindeki benimseyici olumlu göndermeler hiçbir şekilde gündeme gelmemiştir.[4]

Türkiye’de 1960’ların ortalarından itibaren sosyalistler arasında ülkenin hangi toplumsal aşamada olduğunun tespitini amaçlayan bir yönüyle akademik, bir yönüyle de ideolojik nitelik taşıyan Osmanlı toplum ve devlet yapısı tartışmaları yapılmıştır. Bununla bağlantılı olarak “marxçı bir yaklaşımla insanı daha derin bir düzeyde ele alma denemesine girişen”[5] ve o dönem Türk düşünce hayatında daha çok Devlet Ana romanıyla bilinen Kemal Tahir’in yaklaşımlarının dergiye nasıl yansıdığı üzerine hiçbir şey söylenmemesi ilginç görünmektedir.[6] Tüm bunlar dikkate alındığında Nuri Pakdil ve Edebiyat dergisi üzerine kaleme alınan çok sayıda kitap ve yazıya rağmen, derginin kapsamlı bir şekilde incelendiğini söylemek mümkün değildir.

Edebiyat dergisi eksenli değerlendirmeler çoğunlukla edebiyat üzerinden ve dergide yazanların belirleyici yönlendirmeleriyle yapıldığı için dergiyle ilgili çalışmalarda derginin düşünce odaklı girişimleri ve kendinden öncekilerden tevarüs ettikleri üzerinde yeterince durulmadığı hemen fark edilir.[7] Halbuki dergi, belirgin biçimde edebiyat ağırlıklı olsa da, ilk sayılarından itibaren belli bir döneme kadar çağdaş İslâm düşüncesi ve İslâmcılıkla ilgili yayınlara yer vermiş, bunların bir kısmını duyurmuştur. Örneğin, derginin bütünlüklü bir toplumsal sisteme sahip bir İslâm anlayışına uygun eserlerin çevirisiyle öne çıkan Cağaloğlu, Yağmur, Fikir ve Hilâl Yayınlarının bastığı kitapların ilanlarına yer vermesi kendi sınırlarını aşıp ufka alabildiğine genişlikle baktığını gösterir. Yayıncılar hakkındaki şu satırlar, Edebiyat’ın dönemin düşünce kitaplarıyla öne çıkan mecralara nasıl baktığını gösterdiği gibi yayımlanan eserlerin düşünce ortamına kattıklarına da ışık tutar:

60’lara gelinceye değin, ülkemizde, yerli düşünce eserlerini benimseyerek basan yayınevlerinin sayısı çok azdı. 60’lardan sonra yayıncılıkta olumlu bir gelişme görüldü. İlk kurulan Yağmur Yayınevi bu akımın öncüsü oldu. Sonra, bunu, öbürleri izledi.

Yerli düşünceyi oluşturan kaynak kitaplar, şimdi bu yayınevlerince basılıp sunuluyor okuyucuya. Yerli düşünce bu kaynaklar[la] beslendikçe, yoksun bırakıldığımız temel kitaplara kavuştukça, düşünce ve sanat dünyamız yeni bir canlılık kazanır oldu.[8]

Kurtuluş Kayalı, Edebiyat dergisini incelediği bir yazısında, önemli sayılabilecek farklılıklara dikkat çekmeden önce “Nuri Pakdil’i anlamanın yolu onun yazdıklarını Sezai Karakoç’la karşılaştırmaktan geçer,”[9] diyordu. Oysa önemli farklıklar kadar benzerlik ve örtüşmelerden de söz edilebilir. Zira Pakdil’in Cumhuriyet Türkiye’sinde İslâmcı düşüncenin gelişim dinamiklerine dair değerlendirmeleri büyük ölçüde Karakoç’un İslâm’ın Dirilişi kitabında bir araya getirdiği yazılarını hatırlatır. Yine ana hatlarıyla bu dönemden bakıldığında görüleceği gibi Edebiyat dergisindeki Ortadoğu ve devrim vurgusu, 1966 sonrasındaki Diriliş dergisiyle birlikte değerlendirildiğinde etkinin boyutları bazı noktalarda çok daha belirgin kılınabilecektir. Dolayısıyla bu noktalar hem Karakoç’la Pakdil’in yaklaşımlarını karşılaştırmak hem de meseleyi İslâmcı düşünce zaviyesinden ele almak için önemli bir başlangıç teşkil eder.

Edebiyat dergisindeki bir yazısında İslâmcı düşünürlerin her ülkede büyük bir özveriyle çalıştıklarının altını çizen Nuri Pakdil, İslâm’ın yeni kitaplar ve dergilerle yayıldığı kanaatindedir. Batı emperyalizminin aracı olan kanaatlere karşı koymayı önemseyen Pakdil, Türkiye’nin arayış içindeki aydınlarının Asyalı ve Ortadoğulu yazarları niçin kesiksiz bir şekilde okumak gerektiğini şöyle izah etmektedir:

Bu yazarları okumak, bu yazarlardan esinlenmek, bu yazarlarla zenginleşmiş bir düşünce içinde sorunlarımıza çözüm aramak yararımıza olacaktır bizim. Bu aynı zamanda bizim için bir zorunluluktur. Bizim düşünce kökenimiz nereye uzanıyorsa, onların da düşünce kökeni oraya uzanıyor çünkü.[10]

Ortadoğu’da yeşeren çağdaş İslâm düşüncesinden etkilenen[11]Nuri Pakdil, bu satırları Muhammed Hamidullah’ın 28 Nisan 1970’te Ankara Üçüncü Tiyatro Salonu’ndaki “Yeni Dünya ve İslâm” konulu konferansının akabinde kaleme alır. Yurtta ve cihanda İslâmcı fikriyattaki gelişmelerin işlenmesi, tartışılması, bu deverana teorik müdahale edilmesi açısından Hamidullah ve konferansa ilişkin yazdıkları onun o yıllardaki yönelimini belirgin kılar:

Konuşmacı, şimdilerde, Paris’teki “Bilimsel Araştırma Merkezi”nde profesördür ama, aslında bir Orta Doğu yazarıdır. Kendisi çağımızdaki islâmcı akımın, ülke sınırlarını aşan bir evrensel eylemin yürütücülerindendir. Yazar, ilginç konulara değindi bu konuşmasında, islâmcı akımın bütün ülkelerde, özellikle gençler arasında büyük ilgi gördüğünü, belki de çağımızın en çok bu dönemde islâm düzenine gereksinme içinde olduğunu anlattı örnekler vererek. İsterdim hepinizin bu konuşmayı dinlemesini.[12]

Nuri Pakdil sadece burada değil, başka yerlerde Muhammed Hamidullah’tan hoş vesilelerle bahseder. Edebiyat dergisindeki yazılarında “İslam Peygamberi”[13] ifadesini kullanan Pakdil, kardeşi İhsan Pakdil’e 6 Nisan 1967’de Hamidullah’ın İslâm Peygamberi kitabını hediye ederken yazdıkları hem dönemin İslâm odaklı dönüşüm ruhunu hem de kendisinin Hamidullah’ın eserini hangi açılardan önemsediğini gösterir:

İçimizi Mekke ve Medine ile şartlamadan ne biz kurtuluruz ne Türkiye.

Kurtuluşumuz mutlak olduğuna göre, bu şartlama da gerçekleşecektir. Önderimiz Resulullah’tır.[14]

Açıkça görüldüğü üzere Nuri Pakdil, Muhammed Hamidullah’ın eserinin önemine işaret etmekle kalmıyor, Türkiye’nin yeniden bir varlık kazanabilmesi için İslâmi bir dönüşümü zorunlu görüyor. Pakdil’in Necip Fazıl’a verdiği değere aşina olanlar bu satırları okudukları zaman belirgin bir şaşkınlık yaşayabilirler. Çünkü Necip Fazıl “İslâm Peygamberi” terkibi başta olmak üzere pek çok noktada Hamidullah’a itiraz etmekle kalmayıp hakarete varan sözler sarf eder. Aslında bu farklı tutumlar dönemin genç kuşaklarının yeni yönelimlerini ve bunlara etki eden anlayışın kaynağında yer alan metinleri belirgin kılabilmek açısından önemlidir. Bunun yanında Ortadoğulu ve Asyalı İslâmcı düşünürlere açıklık bağlamında Sezai Karakoç’la Nuri Pakdil’in karşılaştırılması, ikisinin birbirlerine yakın durduklarını söylemeyi kolaylaştıracaktır.

Nuri Pakdil, Akif İnan’a Paris’ten yazdığı 5 Haziran 1972 tarihli mektubunda İslâm Kültür Merkezi ziyareti vesilesiyle Hamidullah’la tanışmasını ise şöyle anlatıyor:

Muhammed Hamidullah Hocayla tanıştım. Ne kadar ince, nazik bir adam. Sizin selamlarınızı da söyledim. Memnun oldu. Onbeş kişi kadardık. Birisi çağın bunalımı üzerine konuştu. Hamidullah Hoca yer yer söz isteyerek, konuşmayı ve hepimizi dengeliyordu. Tane tane konuşuyor Fransızcayı.[15]

Ayrıntı gibi gözüken bu satırlar Nuri Pakdil’in Muhammed Hamidullah’ı nasıl değerlendirdiğini göstermesi bakımından değerlidir. Zira dönemin milliyetçi-mukaddesatçı kimi yayınlarında Hamidullah başta olmak üzere bir dizi isim sert bir dille yerilir.  İslâmcılığın yeniden gündeme taşınmasını sağlayan isimlerle ünsiyet kurarak yayın hayatını sürdüren Edebiyat dergisi sayfalarında Haziran 1972’ye kadar yer alan ilanlarda Mevdudi, Menna Kattan, Seyyid Kutub, Muhammed Hamidullah, Malik Bin Nebi, Yusuf Kardavi, M. Ebu Zehra, Abdurrezzak Nevfel, Abdülkerim Zeydan, Muhammed Fazıl Cemali Muhammed Kutub gibi isimlerin kitapları yer alır.

Mevdudi’nin Lahor Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde 1948’de Pakistan’da kurulacak devletin niteliği üzerine tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemde yaptığı konuşma Edebiyat dergisinde “Devletin Yapısal Niteliği” başlığıyla yayımlanır. Metnin sunuş kısmında, dergi imzasıyla Türk aydının Pakistan’ın en güçlü düşünürlerinden Mevdudi’yi yıllardır yakından izlediği ve pek çok kitabının çevrildiği belirtilir. Onun sadece yazar değil, aynı zamanda bir eylemci olduğuna dikkat çekilir. Aşağıdaki ifadeler derginin okuyucuları açısından ayrıca anlamlıdır:

Vaktiyle, İngiliz yönetimine karşı en etkili mukavemeti ve direnişi Mevdudi ve arkadaşları göstermişlerdi. Şimdilerde Pakistan’daki islâmcı eylemin başarıya ulaşması için çalışmaktadır.

(…)

Bu konuşmadaki açıklamalar olsun, öneriler olsun, aynı uygarlık çemberi içinde oluşumuzdan bizi de çok yakından ilgilendirmektedir. Tüm aydınlarımızın, politikacılarımızın, yazarlarımızın bu sorunlar üzerinde düşünmelerini istediğimiz için yayınlıyoruz bu konuşmayı. [16]

İslâmcı Yazarlar, Şartlanmalar ve Sınırlılıklar

İslâmcı yazarlar konusunda milliyetçi- mukaddesatçı çevrenin egemen tezviratına kapılmayan Nuri Pakdil, Ortadoğulu yazarları ele aldığı metninin devamında Edebiyat dergisinde yazı ve kitap ilanlarına yer verilen isimlerden birkaçının adını anar. Türkiye’deki yazarların, İslâmcı akımı ve düşünceyi, İslâm’ın teklif ettiği mutlak düzeni öğrenerek İslâmi meseleler üzerinde iyice düşünmelerinin zamanının geldiğini belirtir. Ne var ki, onun İslâmcı yol arayışını dert edinen, dahası zihin açıklığının ifadesi olan tercüme eserlere açık yaklaşımının sorunlu yanları yok değildir. Önce şu satırları birlikte okuyalım:

Harun Han Şirvani’nin, Muhammed Zübeyr Sıddıki’nin, Hasan Ali Nedvi’nin, Mevdudi’nin bilimsel çalışma sonucu yazdıkları kitaplardan türkçeye çevrilebilenlerini okuyor musunuz? Bu adlar, bu yazarların arkadaşları olan yazarların adları, gerçekten çağımızın yön göstergelerinden birisi oldu. Önemsemeyiniz siz Türkiye’deki batıcı-marksist şartlanmanın yürürlüğe koyduğu ambargo nedeniyle bu yazarlardan sürekli söz edilmeyişini, kitaplarından konuşulmayışını. Yerli düşünceye konan bir ambargo var, yadsıyamaz kimse bunu, sanatı, edebiyatı kapsayan bu ambargoyu. Ama sürüp gidemeyecekler böyle. Batıcıların, Marksistlerin gözünde horlanan yerli düşünce, yerli düşünceyi bir türlü yüreklerinden koparıp atamadıkları halkımızın direnişiyle yeni alanlara çıkacaktır.

Yukarıda andığım yazarların tümü, batı emperyalizmine de marksist emperyalizmine de karşı koyan, kendi ülkelerindeki kurulu düzenle de savaşan, çoğu kez işkence edilen kişilerdir. Asya’daki Orta Doğu’daki mukavemet eylemlerini, gerçek bağımsızlığa kavuşma eylemlerini yürütmektedirler. Nasıl bunlara karşı ilgisiz kalabiliriz? Üniversitelerimizde, liselerimizde, kültür yurtlarında, Asya’lı ve Ortadoğu’lu eylemci düşünürlerin, yazarların kitapları da okutulmalıdır. Görev başına ey Türk aydınları.[17]

Türkiye’nin hem siyaseten hem de kültürel açıdan bölünmüş bir manzara arz ettiği 1960’lı yılların ikinci yarısını nazarı itibara alırsak Nuri Pakdil’in Asyalı ve Ortadoğulu yazarların kitaplarına uygulanan ambargodan söz etmesi doğrudur fakat gösterdiği adres ziyadesiyle yanlıştır. Çoğu çevrenin bilerek bilmeyerek su taşıdığı bu olumsuz durum karşısında öncelikle Batıcı Marksist yazarları değil, milliyetçi-mukaddesatçı yazarları anmak gerekirdi. Zira Batıcıların bu yazarlara uyguladığı ambargo son kertede sınırlı kalmaya mahkûmdur fakat Necip Fazıl, Ahmed Davudoğlu gibi itibarlı isimlerin dindar çevreler içinde meydana getirdiği şartlanmaların çok daha büyük bir tepki doğurduğu apaçık bir gerçekliktir. Şayet bu nokta göz ardı edilirse, dönemin gerçekliğini derinliğine anlayıp kavramaktan giderek daha fazla uzaklaşmak kaçınılmaz hale gelecektir. Ne hazindir ki, giderek çok daha yaralayıcı hal alan bu söylem çerçevesinde Ahmed Davudoğlu’nun kaleme aldığı Din Tahripçileri kitabı Necip Fazıl’ın takriziyle 1970’li yıllarda yayımlanır. Necip Fazıl’ın hıncahınç kitlelere kendi meşrebince hitap ettiği çeşitli konferanslarında hınçla dile getirdikleri bir yana, yanılgılarla dolu Doğru Yolun Sapık Kolları başta olmak üzere tarihsel ve aktüel meseleleri yorumladığı birkaç kitabında Muhammed Hamidullah, Seyyid Kutub ve Mevdudi hakkında yazdıkları açık bir karşıtlık dalgasına dönüşür. Türkiye’de çözümlenmesi gereken pek çok çelişik unsuru da içinde barındıran bu karmaşık sürecin sebepleri ve sonuçlarıyla tartışılması hayati bir mevzu olma vasfını hâlâ koruyor.

Öte yandan Asyalı ve Ortadoğulu kitaplarının gereken ilgiyi görmemesi Nuri Pakdil için bir yakınma konusudur. Peki, haklı bir yakınma mıdır bu? 1960’ların ortalarından itibaren eserleri basılan Seyyid Kutub, Muhammed Kutub, Mevdudi, Nedvi, Muhammed Hamidullah, Mustafa Sıbai, Malik Bin Nebi gibi isimlerin ilgi görmediğini söylemek zordur. Zira dönemin İslâmcıları üzerinde Asyalı ve Ortadoğulu yazarlar kalıcı etkiler yarattı ve özellikle din, tarih ve gelenek hakkındaki tezlerini şekillendirdi. 1970’lerin en etkili gençlik hareketleri içinde yer alanlar için belli yaklaşım biçimlerini edindikleri olmazsa olmaz kaynak oldu söz konusu yazarlar. Bu anlamda, birçok gencin İslâmi anlayışa yönelmesini sağlayan kitapların hayli ilgi uyandırdığını, özellikle dönemi anlatan hatıralar net bir şekilde gösterir. Kitaplar, aynı zamanda sonraki yıllarda yazılan birçok esere, özellikle dini anlama ve kavrama noktasında ilham kaynağı oldu. Dolayısıyla Pakdil’in bu konuda yazdıkları eksik ve yanlış tespitler ihtiva eder.

Burada ayrıca Edebiyat dergisi sayfalarında yansıyan çeviri düşünce metinlerinin sınırlı olmasının sebepleri üzerinde de durulabilir. Mannan, Mevdudi[18] ile Malcolm X’ten yapılanlar bir yana bırakılırsa Edebiyat dergisinde İslâmcılıkla ilgili sembol şahsiyetlerin yaklaşımlarını aktarmak için zaman zaman hamleler yapıldıysa da bunun pek arkasının gelmediği söylenebilir. Bu konudaki çeviriler, Pakdil’in ve onun yönlendirdiklerinin radarına takılabilen şiir, öykü ve sanata dair metinlere göre sistemsiz, süreksiz, tesadüfi kalmıştır. Hiç şüphesiz bunda, Necip Fazıl örneğinde görüldüğü üzere Türkiye İslâmcılığındaki iç cepheleşmenin de payı vardır muhakkak. Belki de Abdel Malek[19], Malik Bin Nebi önemli düşünürlerin farkında olan Pakdil, sadece düşünce metinleriyle sınırlı kalan çeviri faaliyetinin ufkunu genişletmek istemiştir. Nitekim edebiyatla ilgili bir metnin çevirisinin girişine düştüğü kısa notta, Arapça bilenlerin sadece fikrî eserleri çevirmelerini açıkça eleştirir. Pakdil, edebî çeviri faaliyetlerinin hangi sebeplerden kaynaklandığını şöyle açıklar:

Arapça bilenlerimiz, sadece ülküsel eserleri çevirmekle yetiniyorlar. Bunlarla birlikte sanat eserlerinin de çevrilmesi gerekmez mi, bunların da çevrilmesi yararlı olmaz mı? İçtenlikle söyleyelim bilmiyoruz Ortadoğu uluslarının şimdilerde hangi düzeyde olduğunu.

(…)

Yazarlara değgin ara sıra dergilerde kimi adlar yayımlanır, yetinilir bununla. Dilerim arapça bilenler, ülküsel eserlerle birlikte sanat eserlerini de, edebiyat eserlerini de, yazılarını da çevirmeyi isterler bundan böyle. Oluşan bir düşünce, ne denli başka düşünceleri de özümlemek olanağına kavuşursa, o denli güçlü oluşur.[20]

Ortadoğu edebiyatlarıyla ilgili boşluğu gidermeye çalışan Edebiyat dergisi, “yerlilik” ve “uygarlık savaşı” mücadelesini sürdürürken öteden beri Türkiye’de metinleri önemsenen tarihçi Arnold Toynbee’den çevrilen “Kriz” başlıklı metinde görüldüğü gibi, Amerika’daki ırk ayrımı, Vietnam Savaşı ve gençlik bunalımı[21] gibi olaylardan hareketle Batı uygarlığının sorunlarını gündeme getirir.

Son olarak şunu da belirtmek gerekir: Tüm bunlara rağmen Edebiyat dergisinin gerek Türkiye’deki gerekse dünyadaki fikrî meselelerle ilgili takibi sanıldığı kadar kapsamlı değil. Dolayısıyla, dergi koleksiyonu tarandığında Nuri Pakdil için cömertçe sarf edilen “entelektüel İslâm düşüncesinin temsilcisi” gibi ifadelerin biraz değil, haddinden fazla mübalağalı olduğu açıkça görülebilir. Yazı, kitap ve mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla Pakdil, İslâmcılık zaviyesinden büyük bir düşünür değil, olsa olsa etkili ve yol açıcı bir yazardır. Dergiyle ilgilenenler Edebiyat üzerine konuşur ve yazarken, derginin eylemini bir de bu açıdan okurlarsa düşünce alanları genişleyecektir.



[1] Akif Emre, “Nuri Pakdil’de Şehir ve Coğrafya”,  Edebiyat Eylemi ve Nuri Pakdil [Ed. Hüseyin Su], Hece Yayınları, Ankara, 2013, s. 98.

[2] Ali Işık, Sayılı Gün Çabuk Geçti, Hüseyin Su’yla Nehir Söyleşi, Şule Yayınları, İstanbul, 2019, s. 160.

[3] Mehmet Reha, “Sağın Hakkı”, Edebiyat, İkinci Yıl, 12+7, 1970, s. 2. Nuri Pakdil, Necip Fazıl’la yaptığı söyleşide, “sağ edebiyatın dayanakları”nı sorar mesela. Nuri Pakdil, “Necip Fazıl Kısakürek’le Bir Konuşma”, Edebiyat, Üçüncü Dönem, 19+4, 1972, s. 2. Eskişehir’de çıkan Deneme dergisinin tanıtımı ise “Yerli, sağ düşüncenin, bir Anadolu kentinde, umutlu bir yankısıdır,” cümlesiyle başlar. Gaffar Taşkın, “Dergilerde”, Edebiyat, Üçüncü Dönem, 19+4, 1972, s. 23.

[4] Temsil gücü yüksek bir örnek için bkz. Hüseyin Su, Entelektüel Öfke: Nuri Pakdil, Şule Yayınları, İstanbul, 2018.

[5] Emin Ziyaioğlu, “Yazar Kente İnmiştir”, Edebiyat, İkinci Yıl, 19+3, 1970, s. 1.

[6] İbrahim T. Cemil, “Osmanlı Toplum Yapısı Üstüne” başlıklı iki incelemesinde o yıllarda Osmanlı toplum yapısının Marksist perspektiften incelenip değerlendirilmesinin sorunlarına dikkat çeker. Batı’daki gelişmelerle, Osmanlı’daki uygulamaların farklı olduğunu, bundan dolayı feodalizmden tamamen değişik bir anlayışın şekillendiğini belirtir. Edebiyat, İkinci Yıl, 12+7, 1970, s. 2. Edebiyat, Üçüncü Dönem, 19+3, 1972, s. 2.

[7] Bir örnek için bkz. Abdullah Harmancı, Yazının Yükü: Nuri Pakdil’in Edebiyat Dergisi Üzerine Bir İnceleme, İz Yayıncılık, İstanbul, 2015.

[8] Emin Ziyaioğlu, “Değinmeler”, Edebiyat, Dördüncü Dönem, sayı: 7, 1974, s. 6.

[9] Kurtuluş Kayalı, “Nuri Pakdil ya da Edebiyat Eksenli Düşünce Açılımı”, Hece, 2004, sayı: 85, s. 123.

[10] Nuri Pakdil, “Orta Doğu Yazarları”, Edebiyat, sayı: 12+1, 1970, s. 1.

[11] Hüseyin Su, Entelektüel Öfke: Nuri Pakdil, s. 120.

[12] Nuri Pakdil, a.g.y.

[13] Emin Ziyaioğlu, “Değinmeler”, Edebiyat, Dördüncü Dönem, sayı: 1, 1973, s. 1.

[14] Nuri Pakdil, Mektuplar III, Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara, 2014, s. 309.

[15] Nuri Pakdil, Mektuplar I, s. 164.

[16] Abul Ala El- Mevdudi, “Devletin Yapısal Niteliği”, İngilizceden çev. İbrahim T. Cemil, Edebiyat, sayı: 12+7, 1970,  s. 3.Edebiyat dergisinin Milan Kundera, Arthur Koestler, Jean Paul Sartre gibi Avrupalı isimlerden yapılan çevirilerin girişine meselelerin siyaset dolayısıyla da dünya görüşüyle alakalı olduğunu gösteren açıklamalar yapma gereği duymaması şaşırtıcıdır. Kurtuluş Kayalı, “Nuri Pakdil ya da Edebiyat Eksenli Düşünce Açılımı”, Hece, 2004, sayı: 85, s. 126.

[17] Nuri Pakdil, “Orta Doğu Yazarları”, Edebiyat, sayı: 12+1, 1970, s. 1.

[18] Nuri Pakdil yıllar sonra, Mevdudi’nin Meryem Cemile ile mektuplaşmalarını içeren, Akabe Yayınları’ndan çıkan kitaptan hareketle, onun Türkiye’ye ilişkin çok yanlış değerlendirmeler yaptığını söyleyecektir. Bkz. Hüseyin Su, Takvim Yırtıkları 3, Şule Yayınları, İstanbul, 2017, s. 115.

[19] Abdel Malek için ayrıca bkz. Kurtuluş Kayalı, “Nuri Pakdil ya da Edebiyat Eksenli Düşünce Açılımı”, Hece, 2004, sayı: 85, s. 122.

[20] Mahmut Teymur, “Güdümlü Edebiyat ve Gerçekçi Edebiyat”, çev. Nuri Pakdil, Edebiyat, Dördüncü Dönem, sayı: 2, 1973, s. 8.

[21] Arnold Toynbee, “Kriz”, çev. N. Pakdil, Edebiyat, 1969, sayı: 7, s. 9.