Anadolu olarak adlandırılan coğrafya, tarih boyunca göç hareketlerinin güzergâhı üzerinde bulunmuş, günümüzde de bu, geçiş ülkesi olma özelliğini sürdürmektedir. Bugünün dünyasında, felaketler, krizler, sosyal dışlanma, silahlı çatışma, iklim değişikliği ve menşe ülkelerdeki diğer şiddet durumları bölgedeki göçün ana nedenleri olmaya devam etmektedir. İçinde bulunduğumuz coğrafya şu anda göç dinamikleri açısından dünyadaki en aktif birkaç bölgeden biridir. Göçmenler ve yerinden edilmiş insanlar hedefledikleri ülkelere, Afrika kıtasından Libya hattı üzerinden, Güney Amerika’dan Meksika hattı üzerinden, Asya ve Ortadoğu’da ise Türkiye hattı üzerinden gitmeyi denemektedirler.
Geçtiğimiz aylarda hükümetin batı sınırlarını mülteci geçişi için açık tutma kararı gelecekte, Türkiye’nin Afganistan, İran, Irak ve diğer Asya vatandaşları için transit-köprü ülke konumunun daha da güçlenmesine sebep olacaktır. İleriki zamanlarda pandeminin de tetikleyeceği ekonomik ve toplumsal krizler ve iklim değişikliği kaynaklı göç, insanların bulundukları yerleri terk etmelerini hızlandıracak ve bu açık sınır politikası sürdürülürse, her ülkeden insanlar için, Türkiye’nin batı sınırları, bir umuda dönüşecektir. Bu durum aynı zamanda ülkemizde yaşayan mülteci ve yerinden edilmiş insanların entegrasyonuna ve toplumsal uyumuna da engel olacak ve bu insanlar sürekli batıya doğru hareket halinde olacaklar ya da bunu deneyeceklerdir.
2011 yılında başlayan iç savaş ve çatışmalarla birlikte, 6,5 milyonu aşan Suriyeli, gittikçe zorlaşan ekonomik durum ve ölüm korkusu nedeniyle ülkelerinden ayrıldı. Yerinden edilmiş bu insanların 5,5 milyonu komşu ülkelerde yaşamlarını sürdürüyor. 1 milyondan fazlası büyük ölçüde Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın her tarafına dağılmış durumdalar. Suriye içerisinde ise insanlar, Suriye ordusunun ve silahlı grupların denetiminde bulunduğu bölgelerde, mümkün olduğunca çatışma hatlarından uzak yerlere hareket ederek yaşamaya çalışıyor. Hem Suriye’nin komşu ülkelerinde hem de Suriye içinde, sınır hatlarına yakın bölgelerdeki insanlar, şiddetten kaçmak ve başka yerlerde daha iyi bir yaşam sürme umuduyla ve yeni fırsatlar hayaliyle hareket etmeye devam ediyor. Türkiye içerisinde ve hemen sınırlarının ötesindeki bu göç dinamiği son sekiz yıldır, bu alanda çalışan sivil toplum kurumları ve insani yardım örgütlerinin güçlenmesini sağladı. BM kurumları dahil olmak üzere ulusların yardım örgütleri, Suriye’nin diğer komşu ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de başta insani yardım olmak üzere oldukça aktifler. Bir yandan ülke içerisindeki 4 milyona yaklaşan Suriyeli nüfus, diğer yandan sınırın hemen diğer tarafında yerinden edilmiş milyonlarca insan bu kurumların koruma programları ve projeleri sayesinde ayakta kalıyor. Son sekiz yıl aynı zamanda Türkiye’de de göç alanında çalışan yeni bir alan açtı ve yüzlerce insani yardım örgütü kuruldu ya da eskiler kendini revize edip bu alanda çalışmaya başladı.
Kriz ve acil müdahale dönemlerinde, hızlı ve acil olarak insani yardıma ihtiyaç duyulur. Dünyada, tıpkı Türkiye’de ki KIZILAY ve AFAD gibi, bu acil durumlar için kurulmuş kriz ve çatışma bölgelerinde uzun yıllardır çalışan pek çok örgüt var. Bunlar buldukları fonlarla kriz bölgelerine müdahale ederler, insanlara gıda, su, sağlık malzemeleri desteği ile insanların barınma, eğitim, sağlık, gibi temel haklara erişimini sağlamak için çalışırlar.
11 Mart 2020'de Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Çin'de ortaya çıkan ve pek çok ülkeye yayılan koronavirüs Covid-19'u, küresel bir salgın seviyesine ulaştığını bildirip, resmî olarak pandemi ilan edildi. Tüm hükümetlerin küresel salgının yayılmasını durdurmak için gerekli önlemleri almasını istedi. Bütün dünyayı etkisi alan bu bulaşıcı hastalık Türkiye’yi de etkilemeye başladı. Resmî olarak topluma açıklanan veriler, hastalığın yaygınlığı konusunda elimize kesin veri sunmasa da, hükümettin insanları evde kalmaya ikna etme çabası pek sonuç vermeyince, yasaklar devreye kondu. Önce en riskli gurup olarak 65 yaş üzeri ve kronik hastaların sokağa çıkması yasaklandı. Ardından yurtdışı uçuşlar ve en son da şehirlerarası yolculuklar izne tabi tutuldu.
Pandemi ilan edilmesi için bir hastalığın salgın olmaktan çıkıp istikrarlı bir şekilde, dünyanın farklı noktalarında, kitleler üzerinde görülmeye başlaması gerekiyor. Yani bu durum gerçek bir acil durum, hastalığın küresel bir tehdide dönüşmemesi ve kitlesel kayıplara yol açmaması için, hükümetler her türlü önlemi almaya yetkili kılınıyor. Bugünkü gibi acil durumda koronavirüsün bulaşmasını ve yayılmasını önlemek için alınan önlemlerin topluma etkileri, özellikle de toplumun kırılgan kesimlerindeki etkileri azaltmak öncelikle hükümetlerin görevleri. Yani kısaca insanlara evde kalın diyorsanız, onların evde kaldıkları sürece ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir acil önlem planınız da olmalı. Pek çok ülke ciddi acil destek planları ile bu süreci atlatmak için halka destek vermeye başladı. Türkiye de peyderpey açtığı paketlerle önlemler almaya çalışıyor. Görünen o ki hükümet önceliğini kendi vatandaşlarına vermiş durumda. Bu paketler içerisinde Türkiye’de yaşayan 5 milyona yakın mülteci ve yerinden edilmiş insan için somut olarak bir şey yok. Oysa bu insanların büyük bir çoğunluğu, sosyoekonomik olarak, toplumdaki kırılgan kesimlerin en altında yer alıyor. Bu tür acil durumlarda göçmeler, mülteciler ve yerinden edilmiş nüfuslar içerisindeki dezavantajlı kesimlerin kırılganlığı gittikçe artıyor. Zaten derin bir yoksulluk içinde yaşamaya çalışan bu inanların yaşayabilmesi için besin, temiz su, ilaç ve barınma gibi temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayacak önlemler alınması gerekiyor. Bugüne kadarki uygulamaların bu göçmen kesimleri için, onların, bu zor zamanlarda, kendilerini güvende hissedecekleri bir kapsamının olmadığını görüyoruz.
Bunun aksine, koronavirüse karşı alınan tedbirler kapsamında İçişleri Bakanlığı, sivil toplum kurumlarına gönderdiği 16 Mart 2020 tarih ve 5361 sayılı yazısı ile “Sivil toplum kuruluşlarının (dernek, vakıf) genel kurulları ve sivil toplum kuruluşlarının eğitimler dahil insanları toplu olarak bir araya getiren her türlü toplantı ve faaliyetleri (icrai zorunluluk gerektiren yönetim faaliyetleri hariç) 16 Mart 2020 Pazartesi saat 00:00 itibariyle geçici olarak ertelenmiştir,” denerek, askıya alındı. Bu yazıyla birlikte, göçmenler, mülteciler ve yerinden edilmiş kişiler için çalışan sivil toplum kurumları ve insani yardım örgütleri önce ofislerine, sonra da evlerine çekilmeye, orada çalışmaya başladılar. Bu tür acil durumlar ve kriz anları için kurulmuş kurumların bir anda sahadan çekilmeleri, özellikle bu anlarda desteğe ihtiyaç duyan aileleri savunmasız durumda bıraktı. Herkesin kendi vatandaşlarının ve kendi bireysel derdine düştüğü bu zamanlarda sivil topluma büyük yük düşmekte ama onların da bir anda hiç itiraz etmeden korunaklı alanlarına çekilmeleri, onlardan destek bekleyen insanları çaresiz duruma düşürdü. İnsani yardım örgütleri ve sivil toplum çalışanları, yeni moda online ofis ve ev toplantılarıyla, sahanın sorunlarına pratikte çözümler bulmanın çok zor olduğunu öğreneceklerdir. Umarım çok geç olmadan bunu anlarlar. Çünkü mahallerde, sokaklarda ve evlerde insanlar onları çaresizce bekliyor.
Bu alanı az çok bilenlerden pek çok haklı, doğru eleştirel cümle duyar gibiyim:
Zaten çok da bir şey yapmıyorlardı, prosedürler içerisinde insanları günlerce, aylarca bekletiyorlardı. Bireysel bir sorunu çözmek için günlerce, haftalarca ofis işi yapıyorlardı, onlarca sayfa doküman dolduruyorlardı. İnsanların bilgilerini elde edene kadar umut dağıtıp, verileri aldıktan sonra ulaşılmaz oluyorlardı. Çocuklara, kadınlara, erkeklere, yani insanlara “yararlanıcı”, hatta müşteri diyenler bile vardı. İnsan hakları söz konusu oldu mu sus pus oluyorlardı. Her şeyi ama her şeyi projeye dönüştürüyorlar, proje mantığıyla düşünüyorlar, pek çok çalışanları sivil toplumun kurumunun ne olduğunu dahi bilmiyor, alanı “sektör” olarak tanımlıyor. Kendi kurumsal gelecekleri için, insanları yardıma muhtaç haline getiriyorlar, sürekli bir mağduriyet yaratıyorlar.
Bunları diyebilirsiniz. “Çok azı dışında hak temelli çalışma yürüten yoktu.” Evet, bu eleştirilere katılmamak imkânsız, son sekiz yıldır bu ülkede sivil toplumun ne hale geldiğine dair tartışmaların yapılması gerekiyor. Mevcut politik ve siyasi durumun bu hale gelmesinde payı çok büyük; bu konuda Anadolu Kültür’ün hazırladığı “Satranç, Saklambaç ve İnat: Zor Zamanlarda Sivil Toplum” raporuna bakılabilir ama bugünkü gibi “zor zamanlarda”, gittikçe çaresizleşen koşullarda bekleyen, yüz binler için acil yapılması gerekli işler var. Antep’te, Konya’da, Urfa’da sıkışıp kaldıkları, çadırlarda, inşaat içlerinde, evlerde aç bekleyen Suriyeli Dom ve Abdallar var. Harran, Amik ve Çukurova’da mevsimlik tarım işçiliği yapan, yıllardır çadırlarda yaşayan binlerce insan var. Mardin’den Hatay’a sınır boyunca her şehirde, her ilçede, her köyde ne olacağını bekleyen yüz binlerce yoksul insan var. Onlar dil bilmiyor, tarlalarda, atölyelerde ve binlerce farklı işlerde her türlü haktan yoksun, iş güvencesiz, sosyal haklardan mahrum, ucuz işgücü olarak çalışıyorlar. Aylık, haftalık ve günlük ücretleri ancak kira, elektrik, su, telefon ve internet gibi sabit giderlerine yetiyor. Pek çoğu bu kurumların verdiği ek yardımlarla karınlarını doyurabiliyorlar. Bu yüzden iş dışındaki zamanlarını sosyal destek almak için harcıyorlar, onların kapılarını aşındırıyorlar.
Şimdi yapılması gereken alanda çalışan tüm kurum ve örgütlerin çok acil planlar hazırlamaları ve yetkilileri ikna edip, çalışanlarını da sağlık açısından riske sokmadan, her türlü önlemi alarak mevcut duruma uygun çareler üretmektir. Koruma programlarını mevcut duruma çözüm üretecek hale getirmek gerekecek, bunun yolunu bulmalılar. Bu konuda neler yapacaklarına hızlıca karar vermek zorundalar. Çünkü göçmenler ve yerinden edilmiş nüfus, mevcut koronavirüs salgını nedeniyle daha yüksek bir risk altında.
Birçok göçmen ve mülteci kayıt altına alındığı şehirler dışındaki şehirlerde yaşıyor ve bu durum onların sağlık ve diğer hizmetlere erişimi önünde büyük bir sorun oluşturuyor. Hükümet geçen ay yaptığı değişiklikle ulluslararası koruma altındaki mültecilerin sağlık hakları konusunda önemli değişiklikler yaptı, sağlık sigortası kapsamından çıkardı. Hastalık bulaşmış ama sağlığa erişimde resmî engeller oluşturabilecek veya tutuklama veya sınırdışı edilme korkusu nedeniyle sağlık sistemine erişimde isteksizliğe yol açabilecek durumda olan insanlar var. Batı sınırlarının açılması bazı insanları yaşadıkları şehirlerden batıya göç etmesine sebep oldu. Şehirlerarası ulaşımın sınırlandırılması onların geriye dönüşüne engel olabilir. Yaşadıkları şehirlerde dil engeli sebebiyle, pandemi konusunda önlemler ve hizmetlere erişemeyen insanlar var. Kapanan işyerlerinde ücretsiz izin verilen ve işten çıkarılan insanların temel yaşamsal ihtiyaçları var. Mevcut durum sebebiyle, Türkiye’nin sağlık sistemi acil duruma geçti, bu yeni sisteme erişme ve sağlık koşulları hakkında bilgilendirmeye ihtiyaç var. Bu insanların güvenilir bilgilere erişebilecekleri kanallar yaratılmalı.
Yaşadıkları yerlerde, kötü sanitasyon ve hijyen ile aşırı kalabalık koşullar da dahil olmak üzere kötü yaşam ve çalışma koşullarında yaşamak zorunda kalan on binlerce aile var. Gıda ihtiyacı, nakit desteği, düzenli bir geliri olmayıp günübirlik çalışan mültecilerin işini kaybetmesi, hijyen kiti ihtiyacı, sağlık sigortası kapsamından çıkarılan mültecilerin muayene edilememesi gibi temel insani ihtiyaçların karşılanması amacı ile ESSN kartı üzerinden havale yolu ile nakit desteği çalışması yapılabilir. Mülteci ailelerin neredeyse tamamı bu karta sahiptir. Bu sayede yeni bir hesap açma ile hem olası insan hareketliliği engellenir hem de finans belgelendirme işlemleri askıya alınabilir.
Bu ülkede binlerce yaşlı mülteci var, bunların bir kısmı ailelerini, akrabalılarını savaşta yitirdi, bir kısmının çocukları, bu ülkede insanca ve güvenli bir gelecek umutları kalmadığı için onları geride bırakıp Avrupa’ya gitti. Bir kısmı ülkelerinden doğdukları topraklardan uzaklaşmayı istemedikleri için burada kadılar. Şimdi bu yaşlı insanlar yaşadıkları evlerde tek başınalar ve onlara sokağa çıkma yasağı var, bu yüzden günlük ekmeklerini dahi alamaz durumdalar. Bu insanlarla ilgili verilere ihtiyaç var, kronik hastalıkları, sürekli kullandıkları ilaçlar, günlük ihtiyaçlar, hastalık bulaşmış insanların tedavi edilmeleri için tüm verilerin toparlanması gerekiyor. Bunları bugünkü koşullarda sivil toplum kurumları yapabilir. Karantinaya alınabilecek, tecrit edilebilecek veya hastaneye yatırılabilecek göçmenleri, sağlığa erişimlerini sağlamak, bu süreçte yaşadıkları toplum içerisinden dışarı çıktıkları için, özellikle kendilerini destek ağı olmadan bulduklarında dinlemek ve desteklemek.
Yukarıdakiler sivil toplum kurumlarının ve insani yardım örgütlerinin yapabileceği yüzlerce şeyden birkaçı, son sekiz yıldır yürüttükleri onca program ve proje ile Türkiye’de yaşayan mülteci ve yerinden edilmiş nüfusun verileri ellerinde var. Sorunları az çok biliyorlar ve bunlara, çalışanlarının hayatını da riske atmadan, çözüm üretme konusunda geç kalmamaları gerekiyor. Pandeminin gelecek günlerde ne getireceği konusunda elimizde çok fazla da veri yok. Mülteci, göçmen ve yerinden edilmiş nüfusu bu salgından koruyacak önlemleri, şu anda hükümet de dahil olmak üzere, kimse almak için harekete geçmiyor. Bunu yapabilecek potansiyeli olan bu kurumlar ve onların hızlı hareket etmesi gerekiyor.
Bu konuda geç kalırsak ileride daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Son bir yıldır bu ülkede, ayrımcı davranışların ve yabancı düşmanlığının hedefi olan göçmenler, koronavirüsün yayılmasından dolayı giderek damgalanma ve suçlama ile karşı karşıya kalabilirler.
Dünyadaki deneyimler, bu tür durumlarda, yükselen korku, tedirginlik ve ölümlerin artmasıyla birlikte, ev sahibi toplumlarda giderek artan göçmen karşıtı duygu oluştuğunu, çeşitli bağlamlarda ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve göçmenlere karşı tacizin arttığını gösteriyor. Göçmenlere yönelik saldırıların, tehditlerin ve şiddet girişimlerinin, göçmen kadınlar ve kız çocuklarına karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin arttığı gözlemleniyor.
Son olarak yeniden söylemek gerekiyor: Göçmenler, mülteciler ve yerinden edilmiş insanlar, mevcut pandemi nedeniyle daha yüksek risk altındalar. Bu alanda çalışan ulusal ve uluslararası tüm kurumlar, çok geç olmadan tüm kapasitelerini, savunmasız nüfusun bu salgından minimum şekilde etkilenmesini sağlayacak şekilde kullanır hale getirmeli. Diğer yandan, topluluğun da bu hazırlık ve müdahale faaliyetlerine dahil edilmesini sağlayacak bir acil eylem planı oluşturulmalıdır.